Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesinin temasını ‘İngiliz Edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz 18.12.2019 Çarşamba günkü dördüncü oturumunda, Yıldız Önen bize yazar John Milton’un hayatı (1608-1674), yazarın yaşadığı Cromwel dönemi (1648-1661), hakkında bilgi verdikten sonra, Kayıp Cennet’i katılımcıların tartışmasına açtı.
İngiltere tarihinde önemli olaylarından biri VIII. Henry’nin Katolik kilisesinden ayrılması, ancak kurmak istemesine rağmen yeni İngiliz kilisesini tam olarak kuramamasıdır. Ondan sonra tahta geçen I. Edward arada kalır, sonrasında katolik Kraliçe Mary, Protestanlara karşı ‘kanlı’ unvanını alacak kadar büyük katliamlar yapar.
Anglikan Kilisesini ılımlı derecede Protestan hale getiren kişi, VIII. Henry’nin kızı, 1558’de tahta oturan Kraliçe 1. Elizabeth olur. Katoliklerin de kabul edebileceği bir dua kitabı oluşturur, Protestanların ve Katoliklerin, aynı kilisede kendilerini rahat hissetmelerini sağlamaya çalışır.
Buna karşın, Püritenler İngiltere’de Anglikan Kilisesi’nden hoşnut değillerdi, Roma Kilisesi’ne bağlıydılar. Onlar kiliselerin daha basit inşa edilmesini, süslemelerin kaldırılmasını ve piskoposların gücünün azaltılmasını istiyorlar, Elizabeth’e sadakat gösteriyorlardı. Parlamento’da giderek daha fazla milletvekili, zengin ve güçlü kişiler Püritenlerden yana tavır koyar.
Elizabeth döneminin ardından, Stuart hanedanının bir üyesi olan I. Charles’ın tahta oturmasıyla, Elizabeth yönetiminde incelikle yürütülen politik dengeler tamamen sarsılır ve ülke, tarihinin en büyük iç savaşlarıyla yüz yüze gelir. I. Charles, İskoçya ve İrlanda’da yürüttüğü baskıcı politikalar ve savaşlar nedeniyle kraliyeti uçurumun kıyısına getirir ve Parlamento’nun reform yanlısı üyeleri kendisine karşı koyar. Parlamento, kraldan yetkilerinin çoğunu kendisine devretmesini ister, Parlamento ile kral arasında yürütülen görüşmeler başarısızlıkla sonuçlanır. Görüşmeler çöktüğünde iç savaş başlar. 1645 tarihindeki yenilgisinden sonra, kral kendisini İngiliz Parlamentosu’na teslim edecek olan İskoç ordusuna sığınır.
I.Charles, anayasal bir monarşiye yönelik talepleri kabul etmeyi reddeder, 1647 Kasım’ında geçici olarak esaretten kurtulur, Wight Adası’na hapsedilince İskoçya ile ittifak kurar. 1648 Yılında cumhuriyet yanlısı Oliver Cromwell’in Yeni Model Ordu’su kurulur. I.Charles bu ordu karşısında yenilir, 1649 yılının ocak ayında tutuklanır, yargılanır ve ihaneti suçlamasıyla idam edilir. Monarşi yönetimi ortadan kaldırılır ve İngiliz Cumhuriyeti diye adlandırılan bir cumhuriyet ilan edilir. .
Oliver Cromwell, Cromwell bölgesinde doğmuş saygın bir çiftçidir. Cambridge Üniversitesi’nde eğitim aldığı dönemde Püritenliğini derinleştirmiştir. Parlamento’ya bir kral muhalifi olarak girer, 1642’de büyük yetenekler gösteren bir süvari komutanı olur, “Yeni Model Ordusu” fikrini ortaya atar ve İngiliz ordusunu, tarihinin 22 bin kişiden oluşan, iyi donanımlı ilk profesyonel ordusuna dönüştürür. Kral I.Charles’ın idamından sonra, Cromwell yeni Parlamento’da görev alır, yasal sistemi ıslah etmeye başlar, 1650’lerin başlarında İrlanda ve İskoçya’daki çatışmalara komuta eder ve 1653’ten ölümüne dek İngiltere, Galler, İskoçya ve İrlanda’nın ‘koruyucu efendisi’ olarak görev yapar.İnançlı bir Püriten olan Cromwell ile Püriten askerleri, savaş alanındaki başarılarını ilahi bir destekle özdeşleştirir, hukuk sistemini yeniden şekillendirerek Evanjelist vaizlerden oluşan bir yürütme organı kurar, din temelli bir toplum yaşamı yaratmaya yönelir, yasaları bu doğrultuda değiştirir. Cromwell, diğer Hristiyanlar için de inanç özgürlüğüne inanırsa da her açıdan muhafazakardır. Monarşiyi ortadan kaldırsa da İngilizlerin demokrasi yanlısı fikirlerinden endişe duyar, toplumun halk tarafından değil, tanrı tarafından yönetilmesi gerektiğine inanır. Cromwell ülkede askeri bir diktatörlük kurar, saldırgan bir dış politika izler, Hollanda’ya (1652-1654) ve İspanya’ya (1656-1659) karşı savaş açar. Muhalifleri tarafından bir yetki gaspçısı ve ikiyüzlü, destekçilerinin gözünde bir kurtarıcı ve kahraman olan Cromwell, bilindiği kadarıyla sıtma nedeniyle 3 Eylül 1658’de ölür.
Cromwell’in oğlu Richard’ın iktidarı devraldığı günlerde, İskoçya ve İrlanda’daki komutanlar, veliaht II. Charles’ın tahta getirilmesi için çalışmalar yürütmeye başlar ve Cromwell’in ölümünden iki yıl sonra, 1660 yılında ‘İngiliz Cumhuriyeti’ çöker. Cumhuriyetin çöküşüyle birlikte, Parlamento’nun ve komutanların desteğini alan II. Charles, Mayıs 1660’da, tahta geçer.
John Milton Londra’da 1608 yılında doğar. Milton’un ilk öğretmenleri, sanat ve müzikle ilgili bilgileri edindiği babası ve St Andrews Üniversitesi mezunu olan yazar Thomas Young’dır. Evinin yanındaki St Paul Okuluna yazılır ve orada sonrasında ölümü üzerine kitap yazacağı yakın arkadaşı Charles Diodati ile tanışır. 1625 Yılında Cambridge’de yer alan Christ Kolejine girer. Latince, İtalyanca ve İngilizce şiirler yazar. Üniversite hayatına alışamayan Milton, alay konusu edilerek ‘The Lady of Christ’s’ (açık tenli, narin yüz hatları ve kumral saçları olması nedeniyle) diye anılır. Üniversite hocalarından biriyle yaptığı kavga sonucunda bir dönem için okuldan atılır, geri döndükten sonra da tutunamaz, okulu terk eder. Bunda arkadaşlarına yeterince saygı göstermemesi, saygı görmemesi, püriten fikirlerinin kilise bürokrasisine uygun olmaması neden olur. 1932 yılında evine döner ve hiçbir mesleğe yönelmeden, altı sene boyunca babasının evinde dinlenir.
Katolik olan dedesi Richard John Milton’un babası John’u İngilizce protestan incili okuduğu için evden kovmuş, mirasından çıkarmıştır. Yazar. yazdığı ilahi ve hukuk yazıları nedeniyle yüksek gelir sahibi olur. Küçük erkek kardeş katolik ve kraliyetçi bir avukattır ve cumhuriyetçi olan Milton’un II. Charles’ın krallığa dönüşünde asılmasına engel olur.
1635 yılında Milton’un ailesi, Horton’daki Buckinghamshire’ye taşınır, Milton burada eserlerini Yunanca, Latince ve İtalyanca olarak yazmaya devam eder. 1638 yılında 15 ay İtalya ve Fransa’da seyahat eder, Paris’te hukukçu Hugo Grotius ve Floransa’da Galileo Galilei ile görüşür. Nitekim Kayıp Cennet’de Galileo’nun ismi ve teleskopuna değinir, (bizim okuduğumuz çeviride rastlamadık, okuyamadık). 1639 Yılında Londra’ya döner, kuzenlerine ders verir ve kitap yazmaya devam eder. Bağnazlıktan endişelendiği için psikoposluk (1642), boşanma (1643), eğitim – basın özgürlüğü (1644) ile ilgili bir dizi kitapçıklar yayınlar.
1649’da İngiliz kralı I. Charles’ın idamından iki ay sonra Milton yeni cumhuriyette yabancı diller sekreteri sıfatıyla diplomatlık yapar, İngilizcenin yanı sıra Yunanca, Latince, İtalyanca, Felemenkçe, Almanca, Fransızca, İspanyolca dillerinde şiir yazar, İbranice, Aramice ve Süryanice okuyabilir. 1651 Yılında Milton görme kaybı geçirir, diplomatik seferlerini sınırlamak zorunda kalır, 1654’te tamamen kör olur. ‘The cry of the King’s blood’ isimli kitabında Milton körlüğünü tanrının günahları için onu cezalandırdığını söyler. Yaşamının son 20 yılında şiirlerini kendisi söylemiş, başkaları yazmıştı.
Milton 1658’de Kayıp Cennet’i yazmaya başladığında yastadır; hem 23. sonesinde ölümsüzleştirdiği ikinci karısını, hem de Koruyucu Lord unvanlı, cumhuriyetçi Oliver Cromwell’i kaybetmiştir. Onun ölümüyle yıkımı hızlanan cumhuriyet, Kayıp Cennet’te yıkılan dünyaya bir anlam verme, Tanrı’nın işlerini insanın ve Milton’un kendi gözünde meşru kılma çabası olarak yer alır. 1660 Yılında II. Charles’in restorasyon döneminden sonra ulusun en bilinen savunucusu ve krallığı reddeden biri olarak tutuklanır. Yayınladığı bildiri ve eserleri yakılır, Londra Kalesi’nde hapsedilir, idamdan kıl payı kurtulur, para cezası öder. 8 Kasım 1674 yılında ölür ve Cripplegate St Giles Kilisesinde babasının yanına defnedilir. Ölümünden sonra 1655-1660 arası yazdığı tahmin edilen A Treatise on Christian Doctrine 1825 yılında basılır.
John Milton’ın destansı şiiri Kayıp Cennet, etkisi bakımından İngiliz edebiyatında Shakespeare’in ardından ikinci sırada gelir. Shakespeare dramatik bir şair iken, Milton epik şiirin temsilcisi olarak kabul edilir. Antik Yunanca ve Roma dillerini ve kültürünü iyi çalışmış biridir. Kitap 1667’de 10 kitap olarak, 1674’te 12 kitap olarak basılır. Yaklaşık 10.000 mısradan oluşur. Şiir dili yenidir ve kafiyesiz şiir tarzında, bir bütün olarak ritimli bir şiir değil, kısa-uzun heceli vezin kullanarak, monoton sayılmayacak tarzda yazılmıştır.
Kayıp Cennet’te İncil, Tevrat ve Hristiyanlık bilgilerinden yararlanıldığı gibi, yazılış biçimi ve trajedisi Homeros’un İlyada ve Odissea’sına, Virgil’in eserlerine benzer. Ancak Milton’un kendi şiir söyleme bilgisiyle de bir başyapıt ortaya çıkmıştır.
Destanda cennete girme savaşı ve insanın cennetten kovulmasının hikayesi anlatılır; cennetin kaybedilmesini, gözden düşen Şeytan’ın ve insanın gözüyle anlama çabası görülür. Dinin eskisi kadar etkili olmadığı laik bir çağda bile bu destan okura isyan, hasret ve kefaret arzusu konusunda etkili bir fikir öne sürerse de bu kişisel özellikler, yazarın cumhuriyetçiliği ağır basmaz ve teolojinin tuttuğu yeri gölgeleyemez. Edebiyat eleştirmeni Christopher Ricks’in dediği gibi “Sanat sanat için midir? Sanat Tanrı içindir.”
Epik eserde, politik değişikliklerin yaşandığı bir dönemde pek çok konu içinde, Adem ve Havva’nın düşüşünü ve onların nezdinde insanlığın düşüşünü anlatmaya karar vermiş olması ilginçtir. Tanrı’nın cennetinde gözde bir melek olan Lucifer’in, hain meleğe Şeytan’a dönüşmesinin nedeni iktidar hırsıdır; Tanrı’nın sağ kolu, ‘oğlu’ ve yeryüzünde temsilcisi olarak İsa’yı ilan etmesidir. Şeytan, yaratıcısı Tanrı’ya isyan eder ve ardından cennetten kovularak cehennemin dibine gönderilir. “Cennetin Tiranlığı” olarak gördüğü şeye itaat etmeyi reddeden Şeytan, Tanrı’nın yarattığı insanı, Havva ve onun etkilediği Adem’i günaha teşvik ederek intikam alır. Milton kurtuluş yolunu göstermeden önce ‘İnsanın İlk İtaatsizlik’e giden sürecini, an be an bize anlatır.
Okur ve eleştirmenlerin bir grubu, ‘Tanrı’nın adaleti konusunda ateşli bir tartışma’ olduğunu ve Milton’ın Tanrı’sının katı ve zalim olduğunu söyler. Bir bölümü ise tam tersine Şeytan’ın karanlık bir karizması , ‘kulağa hoş gelir sözleri’ ve kendi kaderini eline alma gibi devrimci bir talebi var diye düşünür. Şeytan, konuşmalarını demokratik yönetim diliyle, ‘özgür tercih’, ‘rıza’, ‘halkoyu’ gibi kavramlarla süsler ve ‘Cennette kul olacağıma Cehennemde kral olurum’ diyerek tercihini ortaya koyar. Şeytan Yunan trajedilerindeki yenilen kahramanlara Aşil’e, Odisseus’a benzetilir. ‘Kalabalık dağılmaya başladı; ortalarında büyük Şef vardı ve Cennet muhalifi yalnız görünüyordu, yine de Cehennemin Korkulan İmparatoruydu o, yine muhteşemdi, parlaktı. Devleti taklit ediyordu ve etrafında ateşli Melekler vardı parlak süsleri ve aynı zamanda korkunç silahlarıyla’
Ancak eserde asıl kahraman, iktidar savaşının kazananı olan Tanrı’nın oğlu İsa’dır ve kendini insanlık için feda eden, Adem ile Havva’nın cennetten kovularak ağır cezalara mahkum edilmesine karşı, Tanrı’dan affetmesini talep eden, cezanın hafifletilmesini isteyen kahramandır; insanlığın günahını üstlenmek ve onun için ölümü göze almak ilahi bir kahramanlıktır. Milton, Tanrı’nın insanlığa yaptıklarını anlatmaya çalışma işini üstlenmiştir. ‘Ben onun yaşamına kendimi koyuyorum ortaya…’, ‘Ben onun yaşamına kendimi koyuyorum ortaya, teklif ediyorum; bırak öfken bana düşsün; Beni insan kabul et: onun hatırına terk edeceğim ben senin bağrını ve senin yanındaki bu ihtişam özgürce reddedilip ayrılacak ve bırak Ölüm öfkesini benden alsın.’
Milton’un resmettiği Tanrı figürü ve kozmik düzen anlayışı hemen hemen tamamiyla Kutsal Kitap teolojisine sadıktır. Tanrı, bir çeşit baba figürü olarak bütün erilliği ile mevcut kozmik düzenin yaratıcısı ve mutlak hâkimidir. Tanrı katında, ona en yakın olanlardan başlamak üzere, sıkı bir hiyerarşik düzen içinde olan melekler, ünvanları, görevleri ve tasarruf alanlarıyla bu kozmik düzenin aslî unsurlarıdır. Bu haliyle dünyevî olanın tıpatıp aynısı bir ‘göksel monarşi’ bulunmaktadır.
20.Yüzyılda yeni bir Milton Tartışması ortaya çıkmış, edebi mirası eleştirilmiş, ‘Milton en kötü zehirdir’ diyenler olduğu gibi, ‘Bu destanın bu kadar iyi olmasının nedeni Tanrı’yı kötü gösterdiği içindir’ diyen ateistler, Şeytan’a sempati duyanlar olmuştur.
Milton 1671 yılında yazdığı, bir Hristiyan kahramanlığı kitabı olan Geri Kazanılan Cennet’te (Paradise Regained) Şeytan ile İsa’yı karşı karşıya getirmiş ama İsa’nın kandırılması mümkün olmamıştır.
Cehenneme övgü: ‘Burada mantık geçerliydi, güç istediğini yaptırırdı eşitleri üstüne. Elveda mutlu tarlalar,küçük olacağım. En azından burada özgür olacağız,Yüce Tanrı burada bizi kıskanmayacak, bizimle uğraşmayacak’, ‘Cehennemde hüküm sürmek yine de Cennette hizmetten iyidir. Özgürlüktür.’
‘Barış umutsuzluktur, çünkü kim düşünür teslimiyeti. O halde savaş fikri. Artık savaş fikri anlaşılmalı.’, Açık savaş önerileri… ‘Ve o da pişman olarak kendi yaratıklarını mahveder, yok eder. ’’Tanrı ve Doğa aynı şeyleri istiyorlar, en değerli ve diğerlerinden üstün olan onları yönetir, yol gösterir.’
Cennette melekler erkektir. Yeryüzü cennetinde kadın olan Havva ise, baştan çıkarıcıdır. ‘Havva güzel bir gülümsemeyle şöyle dedi: ‘Sen benim efendim, yaradılışımın nedenisin, sen ne dersen tartışmasız itaat ederim sana; Tanrının takdiridir bu; Tanrı senin yasan, sen de benim: kadının bu kadar bilmesi onun mutluluğuna yeter, o şükretmelidir.’, ‘Sen benim efendimsin’, ‘Adem ben senle birlikte mahvolmaya hazırım’, ‘erkek olanın yüzünde ciddiyet ve kadın olanın ise yumuşaklık ve tatlı bir çekicilik, zerafet vardı. Erkek sadece tanrı içindi ve kadın onun içinde Tanrı içindi’, ‘İtaatkar bir hali vardı ve erkeğin her sözünü yerine getirdiği belliydi’, ‘Ben senin etinden kemiğinden ve senin için yaratıldım, sensiz ben bir hiç olurum, sen benim rehberim ve başımsın, söylediklerin hep doğru ve sen haklısın’,’ Sen ondan daha az zeki olduğunu gösterirsen ona, ileride seni daha çok sevecektir o’, ‘ kadının ev işi yapması da, çalışan kocasına yardım etmesi de çok güzel’,’Tehlike ve onursuzluğun olduğu yerde kadın kocasının yakınında olmalı, kocası onu korur, kötülüğe birlikte karşı koyar’, ‘Böylece kadına güvenenin, onu kendi haline bırakanın başına neler geleceğini öğrendim’, ‘o kötü kadın Havva’, ‘Akıllı Yaratan Cenneti erkek ruhlarla doldururken Dünyaya neden bir yenilik getirdi ve bu işe yaramaz dişiyi yarattı?…kadınla birleşme yüzünden Dünyaya başka kötülükler gelecektir’, ‘Adem’in gözleri yaşardı ama o kadın değildi, duyguluydu ama kendini tuttu ve güçlü görünmeye çalıştı.’
Havva, Şeytan ile konuştuktan ve elmayı yedikten sonra ikilemde kalır ama aydınlanır da. ‘Onunla paylaşayım mı, yoksa bunu ondan gizleyeyim mi? Ya da onun aşkını daha alevlendirip onunla eşit olmaya mı çalışayım? Belki de ondan üstün olduğumu gösteririm- çünkü alçakta olan kim özgür olmuş ki?’
Yazarın barışla arası çok iyi değil. ‘ Ben savaşın biteceğini, insanların ondan sonra barış içinde, mutlu yaşayabileceğini düşünüyor, umutlanıyordum; ama yanılmışım, savaş mahvediyor ama barış da kirletiyor, bozuyor insanları.’
Tanrının yumuşak yargıç oğlu, insanoğluna ceza vermek üzere gelir. Yasağa uymayanlar sorumluluk almak istemezler. Adem, ‘Bana armağan olarak verdiğiniz kadın çok güzel, onun elinden kötülük beklemedim…bana o meyveden verdi ve yedim,’ der. ‘Senin Tanrın mı ki o, önce onun sözünü dinledin?…Söyle kadın, senin bu yaptığın nedir?’ Havva her şeyi itiraf edecekti ama şaşırdı ve düşünerek cevap verdi o cesur ve konuşkan yargıca: ‘Beni Yılan kandırdı ve ben de o meyveden yedim.’ dedi.
I.Elizabeth çağı siyasal çalkantılara karşın, İngiliz toplumunda kayda değer gelişmelerin gözlendiği bir dönemdir. Bu dönemde Britanya halkı tiyatroya yoğun olarak ilgi göstermeye başlar, yeni tiyatrolar açılır, oyunlar yazılır. Reform döneminin ifade özgürlüğü sağlaması da sanatın gelişmesinde etkili olur. Tıp İngiltere’de bu dönemlerde fazla gelişmemiş olsa da çiçek hastalığıyla mücadelede önemli mesafe kaydedilir. Felsefe anlamında da ciddi bir ilerleme yaşanır. Daha önce Erasmus tarafından Yunancadan Latinceye çevrilen incil, 1517 yılında William Tyndale tarafından İngilizceye çevrilmiştir. Kilise’nin savunduğu ve kutsal kitaplarda yer alan insanın Tanrı’nın aklından geçenleri anlamak için yaratıldığı tezinin yerine Francis Bacon’ın (1561-1626) savunduğu, Tanrı’nın insanı Âdem’in cennetten kovulmasıyla yitirdiği doğayı yeniden keşfetmesi için yarattığı anlayışı kabul görmeye başlar. Bu anlayış, sonraki dönemlerde yaşanacak olan Bilimsel Devrim’in önünü açar. Nitekim ilerleyen yıllarda, Sir Isaac Newton’ın (1642-1727) kurduğu Kraliyet Cemiyeti Derneği’nin (Royal Society) astronomi, matematik ve fizik alanlarındaki çalışmalarıyla bilimsel anlamda büyük ilerlemeler kaydedilir ve doğanın kanunları anlaşılmaya başlanır.
‘Bilgi ağacı (elma ağacının Şeytan tarafından betimlenme biçimi) denen öldürücü, yok edici ağaç da var orada, onun meyvesini yemeleri yasak. İlim, irfan mı yasak? …Onlar cahil mi kalacaklar?…Ben onları daha çok şey bilmeleri ve kıskançlık ifade eden emirleri dinlememeleri için kışkırtacağım, bunlar onları alçakta tutmak için verilmiş emirler, çünkü bilgi onları yüceltir, Tanrı düzeyine çıkarır.’
‘O seni diğer tapanlar yanında cahil, bilgisiz kılmak istiyor, bu meyveyi yediğin anda gören, ama net göremeyen gözlerinin iyice açılacağını, senin de diğer Tanrılar kadar güçlü olacağını biliyor, sen de onlar gibi iyiyi kötüyü bileceksin.’
‘Sana kısıtlı bazı bilgiler verebilir; ama bunun ötesinde sormaktan kaçın ve açıklanmayanları kendiliğinden açıklamaya çalışma.’
‘Bilgi gıdadır ve aklın alabileceği her şeyi yeterince öğrenmek gerekir.’
‘İstem ve amelin de özgürce yaratıldığını bilmiyordum.’
‘Hepiniz eşit olmasanız bile özgürsünüz, özgürlükte eşitsiniz; emirler ve dereceler özgürlükle bağdaşmaz ama bu da vardır. O halde mantığı olan kim söyleyebilir Monarşinin özgürlükçü olduğunu? Ya da kendisi yasalara uymayanın bize yasa getireceğine? Böyle biri bizim Efendimiz olamaz, böyle bir gücün bizi yönetmesine, bize hükmetmesine izin veremeyiz!’
‘Karşı koymak kaba ve yanlış olsa da mantıkla güç bir araya geldiğinde çok dikkatli olmak gerekir, mantık yine mantıkla yenilir.’
‘Ortak sevgi ve onurla birleşen çiftlerin bir arada olması çok güzel bir şeydi.’
‘Almak ve vermek konusunda eşit olmak gerekir, eşitlik olmazsa bir taraf güçlü, diğeri zayıf kalır ve bundan da sıkıcı bir durum çıkar ortaya.’
‘Gerisi bize kalmış, aklıselim, mantık bizim yasamız.’
‘Tanrı, insanın aklını çelen Şeytanı engellemez, insana akıl vermiş, iyiyi kötüyü ayırt etmeyi ona bırakmıştır.’
‘En iyi olanın verdiği zevke göre düşünme.’
‘Tekneden önce bir kuzgun, arkasından bir güvercin uçtu ve konabileceği bir yer aradı; tekneye ikinci dönüşünde gagasında bir zeytin dalı vardı, barışın simgesiydi bu.’
Barışın kurulması için umutla mücadeleyi sürdüreceğimiz yeni bir yıl yaşama dileklerimizle…