HDP’nin deklarasyonu merakla bekleniyordu. Gerek Demirtaş’ın önceden böyle bir deklarasyonun hazırlıklarının sürdüğünü haber vermesi, gerekse Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümünden bahsetmesi ve HDP’nin bu sürecin muhatabı olduğunu açıklaması, deklarasyonun açıklanması öncesi tabiri caizse gerilimi had safhaya çıkarttı.
Dağ fare doğurmamış olsa da
Deklarasyon, yükselen beklentileri karşılamanın çok ötesindeydi ne yazık ki. Bu yazılan metnin kötü olduğu anlamına gelmiyor. Sadece, Halkların Demokratik Kongresi sürecinde üretilen, ardından HDP’nin çeşitli kriz aşamalarında ürettiği sayısız metinden daha büyük ve çarpıcı farklılıklar taşımadığına işaret etmek için altını çizme ihtiyacı duydum.
Metnin başlığı, “Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı”. Deklarasyon 11 alt başlığa sahip. Güçlü demokrasi, tarafsız ve bağımsız yargı, kayyım rejimi değil halk iradesi, Kürt sorununda demokratik çözüm, barışçı dış politika, kadına özgürlük ve eşitlik, ekonomide adalet, kamu yönetiminde liyakat, doğaya saygı, gençler için özgür yaşam, demokratik anayasa. Bu başlıkları işleyen hem HDP’nin hem de sayısız kurumun devasa bir külliyatı mevcut. O yüzden deklarasyonu bu kadar önemli yapan, çok sayıda haber sitesinde görünür olmasına neden olan noktanın bağlamı olduğu çok açık. Metnin kendisi değil, metnin açıklandığı koşullar önemli olan. Bu koşulları ise asli olarak iktidarın çaktırmamaya çalışarak dolu dizgin seçim takvimini başlatmış olması oluşturuyor. HDP, bu çıkışıyla bu dolu dizgin ilerlemeye başlayan sürecin oyun kurucularından birisi olduğunu tüm ittifaklara ilan etmiş oluyor.
Sözlü ifadelerin altyazısı
Yoldaşlarımız Pervin Buldan ve Mithat Sancar eşbaşkanlar olarak açıklamayı yaparken çok önemli bir vurgu yaptılar. Şöyle söylediler: “Bizler, parlamento seçimleri için ‘Demokrasi İttifakı’ şiarıyla; halklar ve barış ittifakı, kadın dayanışması ve ittifakı, ekoloji ittifakı anlayışı temelinde, toplumsal ve siyasal muhalefet, emek, kadın ve gençlik hareketleri ile en geniş birlikteliği ve ortak mücadele zeminini büyütme ve bu yoldaki güçlü yürüyüşümüzü sürdürme kararlılığındayız. Bunun dışında herhangi bir ittifak içinde yer alma arayışımızın olmadığını açıklıkla vurguluyoruz.”
Alıntının sonundaki italiki ben yaptım. Çünkü Birgün adındaki gazete bu bölümden yola çıkarak deklarasyonu, HDP’nin ittifaklara kapalı olduğunun ilanı şeklinde haberleştirdi. Bu apaçık bir çarpıtmaydı, bunun çarpıtma olduğu daha sonra aynı gazetenin haber paylaşımını silmesinden anlaşılıyordu.
Eşbaşkanlar o bölümde, HDP’nin nasıl bir ateş üzerinde yürümeye çalıştığının bir ifadesi olarak, zor bir formülü inşa etmiş durumdalar. Bir yandan HDP’nin hemen hemen terör örgütü gibi lanse edildiği, HDP üyelerinin parti binaları içinde öldürüldüğü, tutuklandığı, milletvekillerinin darp edildiği, Kürtçe konuşmanın fiilen yasaklanıp sokakta linç edilmesi vesilesine dönüştüğü, tüm seçilmiş belediye başkanlarının tutuklandığı, en birikimli binlerce kadrosunun -bir önceki eşbaşkanları dahil- hapiste olduğu, barıştan söz etmenin teröre destek olmakla suçlandığı, çözüm sürecinin HDP’li tüm aktörlerinin cezalandırıldığı koşullarda aynı zamanda bir seçim için düğmeye basıldı. İktidardaki aşırı sağcı ittifaka karşı apaçık sağcı bir muhalefet alternatifi de ana akım olarak ortaya çıktı. Kılıçdaroğlu parti tabanına ve kadrolarına rağmen zaman zaman “CHP değişiyor galiba” dedirtecek çıkışları yapsa da CHP-İYİP etrafında yaşanan kümelenme, çok sevdiğim bir arkadaşımızın deyimiyle “Köprüyü geçene kadar sağcıların sağcılığını görmezden geleceğimiz” bir başka sağ ittifak. Egemen sınıfın bir başka programı. Bu ittifakın içinde İYİP gibi açık ırkçı, CHP gibi milliyetçi, Kemalist ana gövde, zaman zaman Saadet-Deva ve Gelecek gibi partiler bulunuyor. Bu partilerin bazıları, özellikle İYİP, HDP’yi elinde olsa bir kaşık suda boğacak olanların partisi. Demirtaş’ın çay içme önerisine Akşener’in verdiği “kan davalı da olsa” yanıtını hatırlayanlar bunun bir abartı olmadığını fark edeceklerdir.
Akşener’den daha solda olan Kılıçdaroğlu’nun ise HDP’yi çözüm sürecinde muhatap olarak görmesi ikili bir özelliğe sahipti: Hem bir önceki çözüm sürecine neden karşıt olduğunu (İmralı’nın bir aktör olması ve aşırı taviz verilmesi bağlamlarında) açıklıyor, hem de HDP’yle devlet adına görüşecek siyasal odağın CHP olduğunu deklare etmiş oluyordu. Bu, seçim sürecinde muhalefetteki ana akım ittifakın büyük partisinin HDP’yi seçim sürecinde yol arkadaşı olarak bile görmediğinin de ilanı. CHP bunu ister İYİP’i ürkütmemek için isterse kendi milliyetçi tabanını çok zorlamamak için yapmış olsun bu sonuç değişmiyor.
Bu yüzden eşbaşkanlar, deklarasyonu açıklarken yaptıkları konuşmada, bir ittifaka kapıları kapatmış olmuyor. Hem ittifaklara açık olduğunu, hem sekterlik etmeyeceğini, hem bir ittifak bileşeni olarak görülmese de iktidara karşı muhalefet ittifakını zedelemeyeceğini ama aynı zamanda Kürtlerin de elinin boş durmayacağını, Kürt seçmenin itelenmesi istenmiyorsa deklarasyonda dile getirilen çerçevenin zorlanmaması gerektiğini söylemiş oluyorlar.
Herkesin herkesin kurdu olduğu bir iklim
Metnin “Keyfiliği ve zorbalığı kurumsallaştırıp kalıcılaştırmayı hedefleyen ve yaşadığımız çoklu krizin ve çözümsüzlüğün başlıca kaynağı olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni ve bu sistemi besleyen yapıları değiştirmek istiyoruz. Amacımız, bütün kuvvetleri ve nihai karar yetkisini tek adamda birleştiren bu otoriter ve tekçi sistemin yerine güçlü demokrasinin, çoğulcu demokratik sistemin tesis edilmesini sağlamaktır.” bölümü bu açıdan yeterince açıklayıcı. Bu, tüm siyasal gelişmeleri kilitleyen asli yaklaşımın çok başarılı bir ifadesi. “Köprüyü geçene kadar” taktiğini açığa çıkartan temel neden. O yüzden de hemen kimsenin karşı çıkamayacağı bir zemin olduğu için aynı zamanda eşbaşkanların konuşmasına cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin sahip olması gereken ilkesel temellerinin etrafında örüleceği yaklaşım olarak da öne çıkartılıyor.
Burada, yaklaşık bir yıldır arada sırada açığa çıkıp görünür olan bir gölge pazarlığın da izleri var. Eşbaşkanlar, “Bu bağlamda Cumhurbaşkanlığı seçiminde ilkesel buluşmaların gerçekleşmesi, HDP seçmenlerinin ülkenin geleceğinde anahtar bir role sahip olmaları nedeniyle günceldir” diyorlar. Sahiden de iktidar ittifakının oylarıyla muhalefet ittifakının oyları çok az muhalefet lehine, ama başa baş görünüyor. Bu durumda HDP’nin bazen yüzde 10-11 bazen yüzde 15 olarak açıklanan oyları çok belirleyici. Fakat unutmamak gerek ki tersi de geçerli. İYİP’in en az yüzde 15 olduğu düşünülen oyları, CHP’nin yüzde 25 civarında olan oyları, hatta Saadet-Deva-Gelecek gibi partilerin küsurattan hallice oyları bile önem kazanıyor. Bir oy bile olmazsa olmaz bir değere sahip ve herkes kendi oyunun pazarlık gücünün farkında.
Bu yüzden temel ittifakını CHP, İYİP’le kurup HDP’yle de arasını sıcak tutmaya çalışıyor, İYİP’se HDP’yi görmezden gelip, hatta zaman zaman “Mecliste grubu olan bir parti, meşrudur, değilse kapatın” diyerek MHP’yle rekabetinden taviz vermezken, HDP de kendi oylarının kimsenin “çantada hazır” görmemesi gereken en kritik oylar olduğunun altını çiziyor.
Kısacası deklarasyon, HDP’nin bir ayağının parlamenter karmaşık ilişkilerde, bir ayağının sokakta mücadelede bir denge tutturmaya çalıştığını, sağ muhalefetle köprüyü geçene kadar içinde olacağı zımni anlaşmanın sınırlarını, HDP’nin nereden daha geri adım atamayacağını çiziyor.
Bu açıdan, deklarasyon, yepyeni şeyler söylemese de[1] bir çok oyun kurucunun olduğu sahaya HDP’nin de oyun kurucu olarak ve Hakan Tahmaz’ın dediği gibi, “açıkladığı deklarasyon ile gücünü muhalefet blokuna aktarmasının politik sınırlarını net olarak ortaya koydu. Gerisi, bu tutumun HDP seçmeninde ne derecede karşılık bulacağına ve Millet İttifakı’nın yaklaşımlarına kaldı.”[2]
Bu açıdan da deklarasyon, sadece ittifak tartışmalarına kapıları kapatmamakla yetinmiyor üstelik bu ittifakın siyasal çerçevesinde gidilebilecek en geri noktalara da işaret ediyor. HDP’nin ana muhalefetle seçim ittifakı dışında ayrıca bir demokrasi ya da mücadele ittifakının da altını çizmesi yürüdüğü ateşten yolun yakıcılığını gösteriyor.
Göçmenler ve bir başka alternatif
HDP’nin “tarihi” olduğu söylenen metninin bir yandan örtülü seçim tartışmalarında tutum aldığı bir yandan da “başka bir şey yapmak gerekir” diyenlere el salladığını gösteren kesin kanıt, göçmen meselesi. Metni üç kere dikkatle okumama (ve word haline getirip “mülteci”, “göçmen”, “sığınmacı” kelimelerini aratmama) rağmen, göçmenlerle ilgili tek bir satır göremedim. Bunu İYİP ve CHP’nin bu konudaki vicdansız, milliyetçi, ırkçı ve özellikle bir kısım İYİP yöneticisi açısından linççi görüşleriyle cepheden tartışmama isteğinin sonucu olduğunu düşünmek mümkün (tersi durumda konunun unutulmuş olabileceğini düşünmek zorunda kalırız ki bu daha da garip olur.)
Göçmenler konusunda HDP’nin “göçmenler başımızın tacıdır” diyeceğini umuyoruz. Göçmenleri “gönüllü” bir şekilde geri göndereceğini ilan eden iki muhalefet partisiyle bu başlık etrafında bir tartışmaya girmek istememesi, milyonlarca göçmen işçinin en azından görünmez olması anlamına geliyor, deklarasyonun bakış açısından.
Bu yüzden daha önce yaptığımız bir çağrıyı bir kez daha yinelemek zorundayız[3]: Ezilenlerin öfkesinin ne zaman sosyal bir harekete ya da patlamaya, bu patlamanın ise ne zaman sosyal bir devrime dönüşeceğini bilemeyiz kuşkusuz ama bugünden, işçi sınıfının saflarında böyle bir sürecin inşa edilmesi için mücadele örgütlemek zorundayız. Önerilerimiz, işçi sınıfını harekete geçmeye teşvik eden, hareket halindeki kitlelerin mücadelelerini birleştirmeyi hedefleyen bir öze sahip olmalı. Trump’ın büyük bir mücadele dalgasının ürünü olarak yenilmesi, tüm dünyada otoriter liderlerin, sağcıların yarattığı politik iklimden kurtulmak isteyen insanlara umut verdi. Bu umut, işçi sınıfının eylem kapasitesini güçlendirmek üzere, ses çıkartan her toplumsal kesimle dayanışma ağlarını örgütlemek üzere işlev görmeli. AKP iktidarını yenecek olan, “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ilkeleri etrafında bir araya gelen siyasal partiler olmayacak. AKP iktidarı, sistem içi bu tür düzenlemelere adapte olabilir. Siyasal gelişmeler matematiksel denklemlere indirgendiğinde, bu alanın uzmanı olan AKP liderliği, çeşitli kurnazlıklarla gelişmeleri zorlayabilir. Yapılması gereken, eylem kapasitesini artırmış ve toplumun tüm ezilenlerine, tüm öfkelilerine kendi mücadelesiyle platform yaratacak işçi sınıfının kitlesel hareketini inşa etmektir. İşte AKP böyle bir hareketin karşısında duramaz. Böyle bir hareket, AKP liderliğinin siyasal kurnazlığını işlevsiz hale getirecek bir dalga halini alma potansiyeli taşıyacaktır. Gezi direnişi hem devletin hem AKP’nin kimyasını bozdu. 15 Temmuz darbe girişimine karşı direnişin hızla sönümlenmesi, kitlesel enerjinin Yenikapı ruhuna havale edilmesi gerekti. Şimdi, iktidar milyonları içine çeken bir direnişle karşı karşıya kaldığında, mevcut yıpranmışlığıyla ‘karşı-algı’ oluşturabileceği tüm cephaneleri yitirmiş vaziyette.
Örgütlenme çabaları, ittifak girişimleri, hareketin umut veren yanı gözetilerek, bu hareketi inşa etmek üzere odaklanmak zorunda. İttifak çalışmaları, eski parlamenter yapının nasıl daha demokratik olacağına ya da seçimlere değil, önüne geçilemez bir eylem zincirinin nasıl inşa edileceğine yoğunlaşmalı. İşçi sınıfı hareketinin geri düzeyi, sınıf içinde öfke kadar karamsarlığın da var olmasından, “artık yeter!” duygusu kadar, “ne yapabiliriz ki?” sorusuna cevap verilemiyor olmasından da kaynaklanıyor. 23 Haziran seçimlerinde net bir şekilde görülen AKP tabanının çözülme eğilimi şiddetlenir ve iktidar kanadının kanaat önderlerinde yenilgiye dair bir endişe hakim hale gelmeye başlarken, bu eğilimi, eski dönemin siyasal figürleri ve her biri egemen sınıfın bir programını savunan partilerin ittifakı etrafında kurulacak parlamenter düzenlemelerle değil, kendi yanına çekebilecek doğrudan üreticilerin doğrudan eylemlerinin örgütlenmesine yardımcı olacak ittifaklar lazım. Böyle bir ittifak artık Türkiye işçi sınıfının nesnel bir parçası olan göçmen işçileri da hak ettiği özne pozisyonunda ele almaya yardımcı olacaktır.
HDP’li yoldaşların yanındayız ama eleştirilerimizle.
[1] https://marksist.org/icerik/Yazar/14491/Demirtasa-bir-oneri-Guclendirilmis-isci-demokrasisi—I Bu ve sonraki yazıda şimdi üzerine konuştuğumuz deklarasyon metninden daha kapsamlı bir şekilde Demirtaş tarafından dile getirilen “Güçlendirilmiş parlamenter rejim” önerisini tartışmaya çalışmıştım.
[2] http://www.hakantahmaz.com/2021/09/28/hdpnin-deklarasyonu-yeni-bir-yol-arayisi/
[3] Bu arada A Haber’de çıkan “HDP’nin (Millet İttifakı) içerisinde yer almak gibi bir amacının olmadığı” anlaşılıyor haberi sorunu kasıtlı bir şekilde ele alanların ulusalcı soldan ya da sağdan fark etmeksizin bir ve aynı çarpıtmayı yaptığını gösteriyor. İktidar medyası boşuna propaganda yapıyor, kapatmak istediğiniz partinin tabanı sizi çok iyi tanıyor.
Marksist.org