Temasını ‘İspanyol dilinde yazılmış edebiyatta savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin XII. Döneminin on altıncı toplantısında atölyemizin son üç kitabının çevirmeni olan Seda Ersavcı’yı konuk ettik, kendisine sorularımızı yönelttik, İspanyolca yazan ülkeler ve o ülke yazarlarının kullandıkları edebi dilleri hakkında bilgiler aldık. Daha sonra Görkem Yeltan yazar Ariana Harwicz’in(1977 – ) hayatından, röportajlara yansıyan görüşlerinden kısaca söz ettikten sonra, Atölyemizin konusu olan yazarın Geber Aşkım (2012) kitabını tanıttı ve katılımcıların tartışmasına açtı.
Yazarımız 1977 doğumlu Ariana Harwicz, bir önceki kitabımızın yazarı 1973 doğumlu Mariana Enriquez gibi Arjantin’in askeri darbelerle, farklı devlet başkanlarınca yönetilen sancılı dönemlerinde doğmuş, yetişmiş ve edebi kişiliği oluşmuştur.
1930 Yıllarından 1960’lara uzanan, dünya ekonomik krizinin ürettiği ekonomik ve politik sonuçlarla birlikte tartışılan, literatürde ‘klasik popülizm’ olarak adlandırılan, Juan Peron Dönemi sonrasında, 1980’lerin sonunda ortaya çıkan ve 90’lara devam eden neo-liberalizme geçiş ve bu geçişin ürettiği sosyal, politik sonuçlarla birlikte tartışılan ‘neo- popülizm’ ya da ‘neo-liberal popülizm’ olarak adlandırılan Carlos Menem Dönemi ve neo-liberalizmin yıkıcı sosyal-siyasal sonuçlarının ürettiği krize yanıt olarak 1998’de Hugo Chavez’in seçilmesiyle başlayan ve kıtayı saran ‘pembe dalga’ sürecinin bir parçası olarak ‘radikal popülizm’ ya da ‘sol popülizm’ olarak adlandırılan, Cristina Fernández de Kirchner (2007-2015) – Mauricio Macri (2015-2019) – Alberto Fernandez 2019 Dönemleri.
Yazar, senarist, oyun yazarı ve belgesel yapımcısı olan Ariana Harwicz, karanlıkları, acı ve ıstırabı yazan bir edebi kişidir. Coğrafi yer değiştirmelerin yazarıdır. Farklı ülkelerde yaşamış, farklı göz ve dille dünyaya bakmaya çalışmıştır. Çağdaş Arjantin Edebiyatı’nın en radikal figürlerinden biri olarak anılır. Aile klişesi ve geleneksel klişelere eleştirel yaklaşımının yanı sıra erotizm, şiddet ve ironiyi kullan.
1977 Yılında Buenos Aires’te dünyaya gelir, Arjantin’de senaryo yazarlığı ve drama okuduktan sonra Paris VII Sahne Sanatları eğitimi alır. Sorbonne’da karşılaştırmalı edebiyat yüksek lisansı yapar. Senaryo dersleri verir, Buenos Aires’te sahnelenen iki oyun yazıp, Arjantin, Brezilya ve Venezuella’da festivallerde gösterilen ‘El día del Ceviche’ (Ceviche Günü) adlı, 35 dakikalık kısa ve renkli belgeseli yönetir. İsmi Martin Wain ile birlikte senarist ve yönetmen olarak yer anılır. 2002 yılında Gerardo Panero’nun yönettiği, bir Tango bestecisi ve müzisyenini konu alan kısa metrajlı belgesel olan Fueye Puro’nun (Sade körük) senaryosunu yazar.
2012 Yılında yazdığı ilk romanı ‘Geber Aşkım’ (Mátate, amor) Arjantin’de günlük gazete La Nación tarafından 2012’nin en iyi romanı seçilir, 2017 yılında İngilizceye çevrilir, 2018 yılında Man Booker International Prize’ına adayı olur. Yazarın eserleri ondan fazla dile çevrilir.
Selva Almada, Samanta Schweblin, Mariana Enríquez ve Gabriela Cabezón Camara gibi diğer kadın yazarlar ile birlikte yeni Arjantinli romanın ön saflarında yer aldığı düşünülür.
The Guardian’dan Ellen Jones, Feebleminded (İradesiz) üzerine kaleme aldığı yazıda Harwicz’in kadın arzuları, evlatlık sadakati, annelik içgüdüsünden yoksunluk ve ensest etrafındaki tabularla baş etmekte çok başarılı olduğunu yazar. Eleştirmen Sarah Booker’ın ‘Geber Aşkım’ üzerine yorumlarında romanın okuyucuyu, doğum sonrası depresyonla mücadele eden bir kadının zihnine, gerçekliğin sınırında sallanan ve şiddetle saldıran bir kadının zihnine çektiğini söyler. Yazarın İngilizceye çevrilen ilk eserini duyuran eleştirmen, kitabın bir kadının ruh sağlığıyla mücadelesinin samimi bir incelemesi olduğuna değinir. Romanın, Republic of Consciousness Price için kısa listeye, Man Booker Uluslararası Ödülü için de uzun listeye alınmasına romanın Fransa’da ‘yeni bir anne’ olarak yaşayan kadın karakterin perspektifinden kırsaldaki marjinal konumu incelediğini dile getirir.
Geber Aşkım’ı bebeğin doğumu, kayınpederin ölümüyle okuyucuyu kontrolden çıkan bir zihnin içine sokan ve aynı zamanda anlatıcının kendi hayatını dışarıdan incelediği, röntgenciliği tasvir eden bir roman olarak tanımlar. Harwicz’in kendi gerçekliğimize tanık olmak için kendimizden dışarı çıktığımızdaki rahatsız edici anı yakalayabildiğinden, hem samimiyet hem de mesafeye dair rahatsız edici bir his yakaladığından bahsederek romanın çarpıcı yanlarından birine değinir: Harwicz’in hayvanların varlığıyla anlatıcının kendisini onlarla sürekli karşılaştırdığına. Hırlamak istemek, ulumak istemek ama bunun yerine sivrisineklerin ısırmasına izin vermek, örümcek gibi hissetmek vb. Deneyimlenen hislerin sadece tasvir edilmediğini, hayvanla insan arasındaki çizgiyi de bulanıklaştırdığını, insanların cinsel dürtüleri, öfke ve depresyondaki hayvan yönünü ortaya çıkarırken, hayvan dürtüleri ve imgelerin birleştiğini söyler.
Ariana Harwicz, Nathalie Sarraute ve Virginia Woolf gibi yazarlara benzetilerek, kadınlarda akıl hastalığına odaklanması ve gerçeklikle fantastik unsurların harmanlanması nedeniyle bu listeye kolaylıkla eklenebileceğini söylenir. Harwicz’in önceki nesil yazarlarla karşılaştırmaların ötesinde, Mariana Enriquez, Gabriela Wiener, Selva Almada, Mónica Ojeda veye Samantha Schweblin gibi karanlıkları yaratan kadın yazarların çağdaş eğilimdeki en güçlü seslerinden biri olduğunu söylenir.
“Acı ve ıstırabı yazı yoluyla görünür kılmaya çalışan şiddetli, samimi portreler”dir yazarın kitapları.
Bu yazarlarda ıstırapla doğrudan bağlantılı olarak çağdaş siyaset ve coğrafi yer değiştirme meselelerine, Schweblin’in Berlin’de, Wiener ve Ojeda’nın Madrid’de, Harwicz’in Fransa’da yaşamasına bağlanır. Bu coğrafi yer değiştirme ve uzaklık duygusunun yazılarda yoğun biçimde hissedilir. Geber Aşkım’da da evden uzakta yaşayan bir kadının zihninde gezinir, insan ruhunun en karanlık köşelerini keşfeder, aynı zamanda yazma olanakları zorlayan, kırıcı değilse de çarpıcı bir metinle karşı karşıya geliriz.
Arianna Harwicz üst üste yazdığı üç eseri “İstemsiz Üçleme” olarak tanımlar. “La debil mental” anne- çocuk ilişkilerini araştıran bu üçlemenin ikinci kitabıdır. Arzu, yalnızlık ve hayal kırıklığıyla deliliğin sınırına sürüklenen genç anneyle yolculuğa çıktığımız Geber Aşkım’dan sonra Feebleminded’de 20’li yaşların sonlarında annesiyle ücra bir köyde yaşayan bir kadınla bambaşka bir deneyim yaşanır.
New Yorker’da Rumaan Alam’ın yazısında anneliğin şiddet ve şehvetle buluştuğunu söylediği Geber Aşkım kitabında anlatıcının bir bebeği, kocası, dul bir kayınvalidesi ve bir sevgilisi olmasına rağmen kendini dünyada yalnız hissetmesinden söz edildiğini yazar. Alam, annelik korkusunun alt türüne bir katkı olduğunu, bu kitabın Helen Philips’in ‘The Need’ ve Samantha Schweblin’in ‘Fever Dream’ kitaplarını çağrıştırdığını söyler. “Bu yazarların üçü de, korku ve kafa karışıklığını aktarmanın, anne olmanın ne demek olduğunu anlamanın en etkili yolu olduğu anlayışına ulaştılar” der.
Harwicz’in anlatıcısını, deli değilse de en azından çıldırtıcı, sinirli, mantıksız ve sabırsız olarak tanımlar. “Ailesi yemek masasının etrafına toplandığında dışarı çıkıp havaya tekme atmayı tercih ediyor,” , “dengesiz görünüyor,” der. Yazarın başarısını iyi olmaya çabalayan bir anneyi değil, kötü olmamak için mücadele eden bir kadını ele almasına bağlar.
Anlatıcıyı meşgul edenin annelik duygusu değil, şehvet ve her yerde gördüğü şiddet olduğunu saptar. Çoğu sahne kısa ve bölümler birbirinden kopuk olsa da her nasılsa yaratılan genel etkinin titizliğine dikkat çeker. İki sorunun odağa yerleşmesinden söz eder: Kocası ve küçük oğlunu bırakacak mı ve sevgilisi karısını ve kızını terk edecek mi? Cinsel tatminin geçici ve tatmin edici bir yaşam elde etmenin daha zor olduğu düşüncesine varır karakter.
Victor Meadowcroft’ın Guadalajara Kitap Fuarı’nda Ariana Harwicz ile “Geber Aşkım” ile ilgili yaptığı röportajda, 2021’de çevrilerek okuruyla buluşacak “İstemsiz Üçlemenin” son bölümü olan Precoz’un müjdesini vererek, bu röportajda Harwicz’in “Benim için çeviri çok önemli çünkü çeviri yazımın bir uzantısı,” dediğini aktarır. Yazar Fransa’da yaşadığı için İspanyolca ve Fransa’nın yazısındaki uzantılarından söz eder. Meadowcroft, “İstemsiz Üçleme”yi, bu üçlemedeki kitapları birbirine bağlayan unsurları sorduğunda, Harwicz, bir yazar olarak üçlü bir resim çizip bir araya getiren bir ressam gibi karar vermediğini, romanın dilinin onu ‘ortak bir dile’ taşıdığını söyler: “Sanki aynı manzara gibiydi. Kamera yatay hareket ediyor ve kaymaya devam ediyor. Sanki her şey aynı günde geçiyor ve aynı film gibi…Sanırım aynı atmosfere sahipler. Yani kız kardeş, kuzen gibiler. Aynı zamanda bağımsızlar. Precoz ile üçlemeyi okumaya başlayabilirsiniz, bu sorun değil.”
Harwicz, Geber Aşkım’daki çok karakterden, Feebleminded’in yalnızca iki karakteri olduğundan, Precoz’un bölümleri olmayan uzun bir şiir gibi olduğunu için daha da radikal olduğundan bahseder. Karakterleri etkileyen ateşin dile taşınmasını, dilin bozulmasını, karışmasını, dönüştürülmesini sağlamaya çalıştığından söz eder. Deneysel görünmeye çalışmadığını, karakterlerin ateşinin dile çevrilmesini önemsediğini söyler.
“Bir eserin politik vizyonu örneğin politik olarak doğru olması için yumuşatılırsa, tatlandırılırsa, çarpıtılırsa eserin politikasına ihanet olur. Bir eserin politikası onun gerçeğidir. Çevirinin bunu yapma gücü var. Bir çeviri çok fazla güç kullanır. Mesele sadece kelimenin veya kafiyenin tam olup olmadığı veya kelime oyununa saygı duyulup duyulmadığı değildir. Çevirinin çok fazla gücü var”, “Aynaya bakarak ne hakkında yazman gerektiğine, piyasanın ne istediğine bakmak… Bundan kaçınmak zor. Bu yüzden zamanın siyasetinin kadınlar için olduğu kadar erkekler için de zor olduğunu düşünüyorum.”
Degenerado kitabı hakkında bu romanın öncekilerden farklı olduğunu çünkü önceki romanlarda empati ya da doğrudan empati olmadığını, yazmayı çok zor ama teşvik edici bulduğunu söyleyerek “Sadece acı veren, zor olan, ahlakınıza saldıran, sizi utandıran şeyler yazmanın heyecanıyla yazmalısınız…Sadece bir provokasyon olarak değil, sınırları zorlamak için yazın,” der.
Daha fazla okunmasını istediği Arjantinli yazar olup olmadığı sorulduğunda, “Pazarın bir nevi kanunu: Görünürlük daha fazla görünürlük çekiyor. Ama örneğin Flor Monfort, Eduardo Muslip, Edgardo Cozarinsky var” der.
Ariana Harwicz röportajında, “Aynaya bakarak ne hakkında yazman gerektiğine, piyasanın ne istediğine bakmak… Bundan kaçınmak zor. Bu yüzden zamanın siyasetinin kadınlar için olduğu kadar erkekler için de zor olduğunu düşünüyorum” diyerek yaşanılan dünyadaki sanatın karşısına dikilen bariyerlerden söz eder.
Atölyede yaşayan yazarların, yaşadıkları dünyayı, modern toplumu eserlerine yansıttığı son dört kitaba baktığımızda dünyada belli konuları, insan haklarını, kadınların ezilmişliğini, işkence ve şiddeti, ayrımcılığı konu eden sanat eserlerinin de bir piyasasının oluştuğunu anladık. Aslında sivil toplumların yapması gerekenler adeta sanata yüklenmiş gözükmektedir. Sanatta güncel politikalar satar/satın alınır olmuş, piyasası kurulmuş, fiyatı yükselmiş, endüstrileşmeye doğru yol almış, bu endüstride farklı lobilerin bu sanat çizgisinde etkin olmuş. Bu eserlerin bir bölümü geleceğe kalacak ve dönemin klasikleri halime gelecek olsa da, bugün için yeni bir tekelleşmenin ortaya çıktığını kaygıyla tanık olduğumuzu fark ettik. Tiyatroda, sinemada, edebiyatta ağırlığını koyan bu eğilimin, farklı sanatsal üretimlerin ortaya çıkmasına, tanınmasına, kendine alan açmasına engel oluşturuyor kaygısını dile getirdik. Zorlukla ortaya kurulanlara ulaşmak kurulan bu yeni düzen nedeniyle güçleşmektedir. Sanatın yenilik taşıma damarları daralmakta, sanat oksijensiz kalmakta, kendini yenileyememektedir.
“Bu muydu benim hayatım yahut bundan sonra böyle mi olacaktı?”
“Burada hayat böyle mi yaşanıyor? Nasıl yaşamak istiyorsanız öyle yaşarsınız.”
Atölyede bir dönemi bu duygularla tamamladık. Yeni dönemde buluşmak dileğiyle hoşça kalın, barışla kalın.