3 Nisan 2024 – Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi, XV. Dönem, 11. Toplantı – Küçük Şeylerin Tanrısı

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

‘Postkolonyal Dönem Edebiyatında Savaş ve Barış’ temalı XV. Dönemine giren Atölyenin 3 Nisan 2024 tarihli onbirinci oturumunda Ceren Aydos bizlere Hindistan’ın sosyolojik yapısı ve kültürü hakkında bilgi verdi, Arundhati Roy’un (1961) hayatı, edebi kişiliği, kitaplarında yaygın olarak işlenen temalar hakkında kısa bir açıklama yaptı. Daha sonra Atölye’nin konusu olan Küçük Şeylerin Tanrısı (1997) kitabının içeriğiyle yazarın yaşamının paralelliklerini genel hatlarıyla hatırlattı ve kitabı Atölye katılımcılarının tartışmasına açtı.

Arundhati Roy, 24 Kasım 1961’de Shillong, Meghalaya, Hindistan’da doğar. Annesi Mary Roy, sosyal aktivist olan Kerala’lı Suriyeli bir Hıristiyan, babası Bengalli bir Hindu’dur ve Hindistan’ın kuzeydoğusunda çalışan bir çay ekicisidir. Mary Roy, Arundhati ve kardeşi Lalith adında iki çocuk sahibi olduktan sonra eşinden boşanır. Bu boşanmadan sonra Roy, babasını birkaç kez görür. Boşandıktan sonra annesi çocuklarıyla birlikte Kerala’nın Kottayam kenti yakınlarındaki Ayamanam köyüne döner. Hindistan Yüksek Mahkemesinde verdiği hukuk mücadelesini kazanır ve Kerala’daki Hıristiyan kadınlara ebeveynlerinin mülkleri üzerinde hak tanıyan dönüm noktası niteliğinde bir kararın verilmesine yol açar.

Roy, annesi tarafından kurulan Corpus Christi adlı gayriresmi bir okulda eğitim gördükten sonra birkaç yılını Kerala’da yatılı bir okulda geçirir, on altı yaşında Delhi’ye taşınır ve bohem bir hayat sürmeye başlar. Bir süre Ferozshah Kotla’daki bir gecekondu mahallesindeki bir kulübede yaşar, boş bira şişeleri satarak ve aerobik öğretmenliği yaparak geçimini sağlar. Delhi Mimarlık Okulunda mimarlık eğitimi alsa da mezun olamaz. ‘In Which Annie Gives It Those Ones’ senaryosu için yazdığı önsözde, bir mimarlık öğrencisi olarak “içinde yaşadığımız toplumdaki görünür kaosun arkasında bir tasarım olduğunu” gördüğünü ve “Hindistan’da vatandaşlarımız ve ‘vatandaş olmayanlar’, önemli olanlar ve olmayanlar olduğunu” fark ettiğini yazar. Mimarlık okulunda geçirdiği süre, “güç ve güçsüzlük arasındaki çalışmalarının çoğunun temel meşguliyeti olan sonsuz çatışmayı anlamasını sağlamıştır.” Mimarlık eğitimi, binalar dışındaki şeylerin yapısını, tasarımını ve en küçük ayrıntılarını gözlemlemesini sağladığı için öğretmenlerini “vasat” olarak değerlendirse de, mimarlık eğitimi “paha biçilmez” olarak görür, çünkü daha sonra disiplininin ilkelerini romanlara, senaryolara ve denemelere uygulayacaktır.

Mimarlık fakültesinde okurken bir öğrenci arkadaşı olan Gerard De Cunha ile evlenecekleri gün, nikah memurunun ofisinde uzun bir kuyruk olması ve sıranın kendilerine gelmesini bekleyecek zamanları ve sabırları olmadığı için resmi olarak evlenmezler. Çiçek çocukları olmak için Goa’ya giderler ve yedi ay boyunca sahilde kek yapıp satarlar. Ama sonunda turistlerden ve pasta satmaktan bıktığı için dört yıl sonra De Cunha’dan ayrılır ve neredeyse beş parasız Delhi’ye döner, kısa süre sonra Ulusal Kentsel İlişkiler Enstitüsü’nde bir iş bulur.

1984 Yılında daha sonra eşi olacak film yönetmeni Pradip Krishen, Roy’u fark eder ve ona Massey Sahib (1985) adlı sinema filminde küçük bir rol teklif eder. Roy, daha sonra anıtların restorasyonunu incelemek üzere sekiz aylığına İtalya’ya gitmek için bir burs kazanır. İtalya’da kaldığı süre boyunca yazar olmak istediğini fark eder. 1985-1987 Yılları arasında Roy ve kocası “Bargad” (The Banyan Tree) adlı yirmi altı bölümlük bir televizyon destanı üzerinde çalışır. Bu dizinin amacı Hindistan’ın özgürlük hareketini, hepsi de Muir Central College mezunu olan çeşitli mesleklerden beş farklı karakterin bakış açısından anlatmaktır. Hikaye, ya saçma sömürge nostaljisinin ya da göğüs kabartan milliyetçiliğin yerli çeşitleriyle ilişkili duyguların tasvir edildiği Hindistan fikrine karşı yazılmıştır. Ancak Roy ve meslektaşlarını hayal kırıklığına uğratan bu iddialı proje, yapım şirketi ITV’nin mali zorluklarla karşılaşması nedeniyle birkaç bölüm sonra yarıda kalır.

Roy 1987 yılında Afganistan’a Sovyet Müdahalesi’ni yazar: ‘Nedenler, Sonuçlar ve Hindistan’ın Tepkisi’. Bu kitap Roy’un siyasete, güncel olaylara ve gazeteciliğe olan ilgisinin derinleştiğinin işaretidir. Bir sonraki girişimi 1988’de yazdığı ‘In Which Annie Gives It Those Ones’ın öyküsü ve senaryosudur. Bu çalışma, Hindistan yayın servisi Door Darshan’ın genel müdürü Bhaskar Ghose’un da bulunduğu gayri resmi bir arkadaş toplantısında Roy’un, Hindistan’daki film yapımcılarının kameraları neden kendilerinden ve çevrelerinden uzaklaştırdıklarını merak etmesi konusunu ortaya atmasıyla yapılan tartışmalardan yararlanarak yazılır. İç gözlem yapmaya karşı bu direnç ve ‘parçalanmış melez benliklere’ odaklanma konusundaki isteksizlik onu şaşırtmaktadır. Ghose onu böyle bir tema üzerine yazmaya teşvik eder ve fon sözü verir. Ulusal televizyonda sadece bir kez, gece geç saatlerde gösterilmesine rağmen, İngilizce konuşan şehirli Hintli gençler arasında popüler olur.

Roy’un bu ilk filmi diyalogları ile dikkat çeker. Filmde dile bir karakter statüsü verir ve İngilizceyi 1970’lerin başında Delhi Üniversitesindeki öğrencilerin konuştuğu gibi yeniden üretmeye çalışır. 2003 Yılında yazdığı önsözde bu dili “iletişim gereksinimlerimize uyması için Hintçe (hatta bazen biraz Pencapça) ile birlikte eritilmiş ve sonra yeniden şekillendirilmiş, lehimlenmiş bir alaşım” olarak tanımlar. Filmin başarısının bir nedeni de çağdaş Delhi gençlerinin konuşmalarına fonografik olarak sadık kalmasıdır. Bu senaryo Roy’un aktivizminin habercisi ve onun yoksullara olan bağlılığının erken bir göstergesidir. Radha, mimarlık tezini savunurken jüriye şöyle der: “Her Hint şehri bir ‘Şehir’ ve bir ‘Şehir Olmayan’dan oluşur ki bunlar birbirleriyle savaş halindedir. Şehir bir dizi kurum, ev, memur, dükkân, yol ve kanalizasyon sisteminden oluşur. . . . Bu kurumlar mimar-mühendis tarafından tasarlanır. Yurttaş olmayanın hiçbir kurumu yoktur. Kurumlar arasındaki boşluklarda yaşar ve çalışır, kanalizasyon sisteminin üstüne sıçar. Bu şekilde bu kurumları tasarlar . . bu semboller ve mimar-mühendis vatandaş olmayana ‘uzak dur’, ‘buradan uzak dur’, ‘bu sana ait değil’ der . . . Bu bir alanını belirleme yöntemidir.” Roy’a göre mimar, yapılı çevreyi manipüle ederek kendi alanını belirler.

In Which Annie Gives It Those Ones Hindistan hükümeti tarafından verilen iki ödül kazanır: en iyi senaryo ve ‘Hindistan Anayasası’nın VIII sayılı cetvelinde belirtilen diller dışındaki dillerde çekilen en iyi film. İkinci ödül 1989 yılında Ulusal Film Festivali’nde verilir.

1994 Yılında yönetmen Shekhar Kapur Hindistan’da ‘Haydutlar Kraliçesi olarak bilinen Phoolan Devi’nin (1963 – 2001) hayatından esinlenerek senaryolaştırılan ve o yıl gösterime giren, hakkında çok konuşulan ‘Haydut Kraliçe’filmini çeker. Efsanevi ve gerçek dışı bir yaşama sahipmiş gibi görünen Phoolan Devi, eşkıyalıktan uğradığı toplu tecavüz saldırısına, zenginlere karşı yoksulların yanında oluşundan aldığı intikama, oradan teslim oluşuna, cezaevi günlerinden parlamentoya girişine ve son olarak bir suikast sonucu öldürülüşüne kadar yaşamının her aşamasında zorlu bir hayat hikâyesi olan bir kişidir. 11 Yaşında zorla evlendirilmiş, 14 yaşında dağa çıkmış, bir köyün tecavüzüne uğramış, bütün köyden intikamını şiddetle almış, sevgilisi öldürüldükten sonra kendi çetesini kurmuş, Robin Hoodvari bir şekilde zenginlerden alıp yoksullara dağıtmış, Hint yoksul alt tabakalarında efsane olmuş, teslim olduktan sonra mahkemeye çıkarılmadan 11 yıl cezaya çarptırılmış, cezasını çetesinde yer alan erkeklerle birlikte aynı koğuşta kalarak tamamlamış, cezaevindeyken kist sebebiyle hastaneye kaldırılmış, rahmi alınmış, cezaevinden sonra parlamentoya girmiş, yasa koyucu olmuş, başbakan olmayı düşünürken evinin önünde uğradığı bir saldırı sonucu yaşamını kaybetmiş, öfkeli kitlelerin hükûmeti onu korumamakla suçlayan sert protestolarıyla gömülmüş, Samajwadi Partisi’nin (Sosyalist Parti) önde gelen temsilcisidir.   Adının anlamı ‘Çiçeklerin Tanrıçası’ anlamına gelen Phoolan Devi, “Haksızlıklara karşı mücadelem devam ediyor. Ancak artık silahım yok, arkamda halkımın gücü var” diyen bir kadındır.

1994 yılında Roy, ‘Haydut Kraliçe’ hakkında sert bir eleştiri yazarak film eleştirmenliğine adım atar. “Hindistan’da The Great Indian Rape Trick I and II” başlıklı eleştiri yazısı 22 Ağustos ve 3 Eylül 1994 tarihli Sunday gazetelerinde yayınlanır. Roy incelemesinde Kapur’u Devi’yi istismar etmek ve hem hayatını hem de savunduğu davayı yanlış tanıtmakla suçlar. Kapur’un Devi ile tanışmayı ya da konuşmayı umursamadığını ve filmini ona gösterme zahmetine girmediğini belirtir. Kapur’un filminin ‘Phoolan Devi’nin hayatını ciddi şekilde tehlikeye attığını’ çünkü Devi’yi reddettiği bir suçlama olan katil olarak gösterdiğini belirtir. Roy’a göre mahkeme Phoolan Devi’nin davasıyla ilgili kararını henüz vermediği için filmin de bu konuda bir hüküm vermemesi gerekir. Roy’un Devi’yi savunduğu ve Hint sinema endüstrisinin ikonlarını yerden yere vurduğu bu tartışmalı eleştiri medyanın büyük ilgisini çeker.

Roy, Küçük Şeylerin Tanrısı adını verdiği romanını Mayıs 1996’da bitirir ve Hindistan’daki HarperCollins’te yazar ve editör olan Pankaj Mishra’ya gösterir; Mishra o kadar etkilenir ki romanı değerlendirmeleri için İngiliz yayıncılara gönderir ve Roy birkaç gün içinde yayın hakları için eşi benzeri görülmemiş teklifler almaya başlar. Sonunda İngiltere’de HarperCollins’i ve ABD’nde Random House’u yayıncı olarak seçer. Roman yayınlandıktan sonra Roy yetmiş şehri kapsayan bir tanıtım turuna çıkar. Roman aynı dönemde yirmi yedi dile çevrilirken, bugün ise kırktan fazla dile çevrilmiş durumdadır. Kitap basıldıktan birkaç ay sonra yarım milyon kopya satar, uzun süre tüm dünyada en çok satanlar listelerinde yer alır.

Romanda otobiyografik tonlar vardır. Romana gelişigüzel bir isim verilmişse de buna rağmen, “bu küçük olaylarda ve bu küçük hayatlarda dünyanın nasıl araya girdiğini” anlattığı için bu ismi uygun bulduğunu, insanlar korunmasız oldukları için dünya ve sosyal makine varlıklarının en küçük, en derin çekirdeğine girdiğini ve hayatlarını değiştirdiğini söyler.

Kitap farklı kastların üyeleri arasındaki seksi tasvir ettiği için Haziran 1997’de müstehcenlik suçlamasıyla hakkında dava açılır, Kerala’daki Komünistler Roy’un partilerine yönelik eleştirilerini ve liderleri E. M. S. Namboodiripad’ı karikatürize etmesini onaylamadıklarını ifade ederler.  

Küçük Şeylerin Tanrısı 14 Ekim 1997 tarihinde Booker Ödülü’ne layık görülür. Bu ödül 1968 yılında edebi liyakati ödüllendirmek ve yazarın toplumdaki statüsünü yükseltmek amacıyla verilmeye başlanan saygın bir ödüldür. Eserin Booker Ödülü’nü alması, İngilizce Güney Asya yazını için birkaç açıdan önemlidir; Roy yurtdışında eğitim görmemiş ve bölgeden önceki kazananların aksine yurtdışında yaşamamıştır. Kendisi de iyi eğitimli biri olmadığını belirtmiştir. Gerçekten de Booker Ödülü’nü alan ilk Hintli kadın ve yurt dışında yaşamamış ilk Hintli olur.

2017 yılında yayınlanan ikinci romanı Mutlak Mutluluk Bakanlığı’nda ise günümüz Hindistan’ını transseksüel bir kadın ve Keşmir’deki bir direnişçi ile birlikte geniş bir karakter kadrosu ile kişisel hikayeleri güncel konular etrafında anlatır.

Küçük Şeylerin Tanrısı’ndan sonra Roy dikkatini toplumu ilgilendiren konulara yöneltir. The Guardian, Le Monde ve El Mundo dahil olmak üzere birçok Hint ve Avrupa gazetesinde yayınlanan iyi araştırılmış, yakından tartışılmış ve ikna edici makaleler ve denemelere konu olur.

Arundhati Roy, kurgu ile kurgu dışı arasında esaslı bir fark olmadığına inanır. Ona göre bunlar hikaye anlatmanın iki yolu; ancak kurgu dışı yazmanın daha zahmetli olduğunu söyler. Yazar ve sanatçıların, çağdaş dünyanın sosyal ve siyasi çalkantılarına sessiz bir tanık olarak kalamayacağını ve bir kişi olarak, ciddi önem taşıyan konularda bir pozisyon almak ve bunlar hakkında yazmak zorunda olduklarını savunur.

Roy’un kamusal öneme sahip yazılarından ilki nükleer denemeler yapılmasına karşı çıktığı ve Hindistan hükümetini bu konudaki desteğinden dolayı suçladığı 1998’de yayınlanan Hayal Gücünün Sonu’dur.  Enerji gibi üretken kamu varlıklarının özelleştirilmesi, insan hakları, Afganistan’ın işgal edilmesi, Irak savaşı, mülksüzleştiren kalkınma projeleri, dini bağnazlık, faşizm, devlet destekli terörizm, Filistin meselesi vb. pek çok konuda makaleler yazar, konuşmacı olarak konferanslarda yer alır.

Power Politics (2001), The Algebra of Infinite Justice (2002), War Talk (2003), Public Power in the Age of Empire (2004), Field Notes on Democracy: Listening to Grasshoppers (2009),  Walking with the Comrades (2011), Capitalism: A Ghost Story (2014) , The End of Imagination ve son olarak John Cusack’la birlikte yazılan ‘Şeyler Söylenebilen’ ve ‘Söylenemeyenler’ de dahil olmak üzere kurgu dışı birçok kitap yazar.

Kamusal meseleler üzerine yazdığı altı deneme Sonsuz Adaletin Cebiri adıyla tek bir ciltte yayınlandığında Roy, Asya İnsan Hakları Komisyonu tarafından sesini duyurma cesaretinden dolayı onurlandırılır. New Mexico, Santa Fe’deki Lannan Vakfı, Roy’a 350.000 dolar değerindeki Kültürel Özgürlük Ödülü’nü verir. Roy meblağın tamamını bağışlar ve Hindistan’daki yaklaşık elli grup, kurum, hareket ve kişiye bölüştürür. Alıntıda, ödülün “sosyal, ekonomik ve çevresel adalete olan bağlılığını vurgulayan kesin ve güçlü yazısı” nedeniyle verildiği belirtilmiştir. Yoksulların ve ayrıcalıklı olmayanların haklarını savunmasının takdiri olarak Sidney Barış Vakfı ise 2004 Sidney Barış Ödülü’nün kendisine verildiğini duyurur. 2005 Yılında, 2001 tarihli makale koleksiyonu ‘Sonsuz Adaletin Cebiri’ ile Sahitya Akademi Ödülü’ne layık görülür. 2011 Norman Mailer Seçkin Yazarlık Ödülü’nün ve 2015 Ambedkar Sudar ödülünün sahibi olur.

Çeşitli sebeplerle yargı karşısında çıkan Roy, 2014 yılında Mahatma Gandi’nin aslında kast sistemini savunduğunu söylediği için milli onuru zedelediği gerekçesiyle hapis cezasına çarptırılır. Aynı yıl, Time dergisinin dünyanın en etkili 100 kişisinin yayınlandığı listede yer aldı. Prospect dergisi tarafından 2015 yılının Nisan ayında açıklanan ve 3000 kişi ile yapılan dünyanın önde gelen düşünürleri anketinde 6. sırada yer alır.

Küçük Şeylerin Tanrısı adlı romanı egemenlik ilişkilerinin her türüne karşı radikal bir tavır sergiler. Her türden hiyerarşik yapılanmanın sınırlarını sorgulayarak tersyüz eden romanda; kast, sınıf, cinsiyet rolleri ve ırk hiyerarşisine kaynaklık eden sınırlara karşılık Roy, resmettiği sınır tanımaz

karakterlerle, kronolojik anlatıya aykırı anlatı stratejisiyle ve sömürgecinin dili olan İngilizceyi norm dışı kullanmasıyla farklı bir alternatifi gündeme getirir. Her türlü ayrımın ortadan kalktığı bu yeni varoluş algısında, yalnızca insanlar arasındaki değil, insanla doğa arasındaki sınırlar da kaybolur. Roy büyük anlatılarda ses ve söz verilmeyen ezilenlerin dili olmayı hedefler bu romanda. Dünyayı insan dünyasının

ezilenleri olan alt kastların, kadının, çocuğun gözünden görmekle kalmaz, dili olmayan doğanın da sesini duymaya çağırır okurunu.

Küçük Şeylerin Tanrısı romanında doğanın, ezilenler alanının en altındaki öğesi olduğunu, doğayla kadının ezilmelerinin eşzamanlılığını ve paralelliğini ve insanın doğaya tahakkümünün diğer tüm tahakküm biçimlerinin kaynağı olduğunu vurgulayan ekofeminist bakış açışının izdüşüm ve örnekleri görülür. Çevreci, feminist ve savaş karşıtı aktivist kimliği ile öne çıkan Arundhati Roy’un tek romanı olan Küçük Şeylerin Tanrısı, İngiliz sömürgeciliğinin Hindistan’da bağımsızlık sonrasında da devam eden sonuçlarıyla, bir ailenin parçalanış öyküsünü anlatır. 1969’dan 1990’ların ortalarına kadar yirmi beş yıllık bir zaman dilimine yayılan olaylar, özel bağlamda Hindistan’a, genelde de tüm toplumlara özgü, iç içe geçmiş, farklı hiyerarşik yapıların dinamiklerini bu kez de söz hakkı verilmeyen aşağı katmanların gözünden anlatır. Romanın  başlığına da yansıdığı gibi, Roy, küçük şeylerin tarih kitaplarında bugüne dek anlatılmamış ve duyulmamış öyküsünü anlatır burada.

Romanın gerek tarihsel artalanı, gerek karakterleri, gerekse anlatısı iç içe geçen, birbirleriyle sınırları artık ayırt edilemeyen ilişkiler içindedir. İngiliz sömürgeciliği Hindistan’ın kast sistemiyle birlikte yoğrulmuş ve her ikisi de resmi olarak sona ermiş olsa da izleri silinmemiştir. Birbiriyle iç içe geçen sadece egemenlik ilişkileri değildir: Romanın bir anne ve ikizlerinden oluşan başkarakterleri hiyerarşiye dayanan dışarıdaki yaşama karşın bir bedende yaşarmış gibi iç içe yaşamaya devam ederler. Ayrıca, romanın hem dili hem de anlatı kurgusu sınırlara meydan okur; geri dönüşlere dayanan anlatı, çizgiselliğin sınırlarını ihlal ederken İngilizcenin kalıplarını tersyüz eden dil, sömürgecinin dilinin hiyerarşisine başkaldırır. Bu hâliyle Roy’un romanı, hiyerarşik kalıplar içinde birbirlerinden yaşam bağlarını koparacak biçimde ayrılmış ve sınırlar içine hapsedilmiş olan varoluş algısına alternatif olarak, yaşam bağlarını ve diğer varlıklarla bütünlüğünü kaybetmemiş bir varoluş algısını ortaya koyar.

Kitapta yer alan olayların geçtiği Hindistan’ın güneybatısında yer alan Kerala Eyaleti, ülkenin Malayalamca konuşulan bölgelerinin birleştirilerek Devletin Yeniden Yapılandırılması Yasası’nın yürürlüğe girmesinin ardından 1 Kasım 1956 yılında kurulmuştur. Hindistan’ın kurulduğu günden beri sosyalist idare ile yönetilen birkaç eyaletinden biridir. Nüfusun %94’ün üzerindeki okuma yazma oranı ile ülkedeki okuma-yazma oranı, yaşam standardı ve yaşam süresi en yüksek eyaletidir. Aynı zamanda Hindistan genelindeki en düşük cinayet ve yolsuzluk oranına sahiptir. Kerala yönetimi neredeyse bütçenin yarısını sağlık ve eğitime ayırmıştır. Hıristiyanlık, Hinduizm, İslam ve Yahudilik gibi büyük dinlerin Marksizm gibi ideolojilerle bir arada yaşadığı bir bölge olan Kerala, aynı zamanda Hz. İsa’nın havarilerinden olan Aziz Thomas’ın, İsa’nın çarmıha gerilmesinden sonra Kudüs’ten ayrılıp geldiği ve Hristiyanlık öğretilerine başladığı ve Muziris’te ilk kilisenin kurulduğu yerdir.

Pekçok otobiyografik öğe barındıran kitaba Atölyemiz açısından baktığımızda aile içi fiziksel ve psikolojik şiddetten, cinsel istismara kadar pek çok şiddet öğesi bulunduğu görülmektedir. Siyasi, dini, etnik kimlikler ile cinsiyete ve yaşa dayalı ayrımcılık öğeleri de kitapta yer almakla birlikte yazar tüm bunları eleştirel bir tonda ele almıştır. Toplum tarafından kabul gören davranış ve rollerin dışına çıkılması durumunda hem bireysel hem aile, kilise, okul ve polis teşkilatı gibi resmi kurumlar içerisinde bireyin dışlanma ve aşağılanma yoluyla maruz kaldığı şiddet ve bu şiddete temel oluşturan önyargı ve toplumsal kabullerin çoğu zaman şiddete ve sömürüye maruz kalan tarafından da içselleştirilmesi, suçluluk hissiyle karşılanması ve kendi maruz kaldığı şiddet ve ayrımcılığının bir benzerini toplumdaki farklı grup ve kişilere yöneltmesi kitapta yer bulmuştur.

“…yanlış yöne götürülmüşler kendi tarihleri dışında kapana sıkışmışlardı. Ayak izleri silindiğinden onları takip edip geri dönemiyorlardı.” ifadesinde arada kalan, sıkışmış, melezleşen ve kendi kültürüne yabancılaşan toplumun kaotik yapısı ve insani değerleri nasıl çürüttüğü üzerine politik bir tavrın izleri görülebilir.

Demiryolu geçidinin delisi olarak tanımlanan Murlidharan’ın Hindistan Ulusal Ordusunun ön saflarında savaşırken kollarının kopması ve ömür boyu bedava bir tren pasosu sahibi olması vasıtasıyla savaşa ve savaş etrafından örülen mitlere eleştirel bir yaklaşımla bakıldığı gözlenir.

Tarih evinin turistik bölge ve otele dönüşmesi ve zengin turistlerin içinde oynayabileceği oyuncak tarihlere dönüştüğünün belirtilmesi ile turizmin Kathakali dansçılarını metalaştırılması sömürge sonrası dönemde toplumsal kayıp ve acıların bir pazar nesnesi haline getirilmesine karşı yazarın eleştirel yaklaşımı olarak düşünülebilir.

Daha alt toplumsal kasta yer alanlarla benzeşme ihtimaline karşı yaşanan dehşet açık şekilde ortaya koyulmaktadır: “Ağır kunukku küpeleri altındandı. Kulak memeleri, uzayıp ağırlaşmış birer halkaya dönüşmüştü, boynunun iki yanında sağa sola savruluyorlar, küpeleri de atlıkarıncaya binmiş neşeli çocuklara benziyorlardı. Kochu Maria kunukku’sunu takmaktan asla vazgeçmezdi; çünkü vazgeçmiş olsaydı, az gelirli aşçılık işine karşın (ayda yetmiş beş rupi) onun bir Süryani ve Mar Thoma Kilisesi’nin üyesi olduğunu insanlar nasıl bilebilirlerdi? Pelaya ya da Pulaya ya da Paravan değildi o. Dokunulabilir, üst kasttan bir Hıristiyan’dı”. “Bilinçli, ısrarlı bir vahşetti, bütün bunlar hesaplı yapılıyordu. (…) İnsanın, ne boyun eğdirebildiği ne de tapabildiği şeyi tahrip etmek için duyduğu içgüdü. (…) Velutha’nın canını amaçladıklarından çok daha fazla yakmışlarsa bunun nedeni, bütün bağlantıların, onun da bir insan olduğunu-başka açıdan olmasa da en azından biyolojik açıdan kendilerine benzediğini-gösteren bütün işaretlerin çok önceden silinip atılmış olmasıydı. Onu tutuklamıyor, içlerindeki korkuyu defediyorlardı”

Atölye Takvimi aşağıdaki gibidir:

1952Jung ChangYaban kuğuları01.05.2024Nilüfer Uğur Dalay
1977Jesmyn WardSöyle Hayalet Şarkını Söyle15.05.2024Yasemin Kilit Aklar
Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.