Konusunu ‘Rus Edebiyatında Savaş ve Barış’ olarak belirlediğimiz VII.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 3 Şubat Çarşamba akşamki toplantısında, dönemin altıncı kitabı olan Lev Nikolayeviç Tolstoy’un (1828-1910) Savaş ve Barış’ını (1865-1869)bize Nilüfer Uğur Dalay sundu ve tartışmaya açtı.
Yazar, Rusya’nın Tula şehrindeki (Moskova’nın 200 km güneyinde) Yasnaya Polyana bölgesinde bir konakta, aristokrat bir ailenin, beş çocuğundan dördüncüsü olarak doğar. Çok küçük yaşlarında önce annesini, sonra babasını kaybeder, yakınlarının elinde büyür. Öğrenimini tamamlamak için Moskova’ya gider. 1844 Tarihinde Kazan Üniversitesi’nde hukuk ve doğu dilleri okumaya başlar. Hocaları onu ‘öğrenmeye isteği de becerisi de olmayan biri’ olarak tanımlar. Eğitimini yarıda bırakır ve Fransızcasını ilerletmiş, Voltaire’i ve J.J.Rouseau’yu okumuş, bu iki yazarın kuvvetli etkisinde kalmış olarak Yasnaya-Polyana’ya döner. Ancak yaşamı Moskova ile S.Petersburg arasında, Yasnaya-Polyana’dayken de yoksul köylüler arasında geçer. İlk eseri olan ‘Çocukluğum’u bu sıralarda yazar.
1851 Yılında aile büyük borçlar arasında sıkışmışken, ağabeysiyle Kafkasya’ya gelir ve orduya katılır. Aslında düzenli yazmaya bu dönemde başlar. Kafkas halkının yoksulluk dolu yaşayışlarını ele aldığı izlenimlerle ilk gerçekçi hikâyelerini yazar. 1854’te Kırım Savaşı’na subay olarak katılır. İleriki yıllarda, ‘Seçkin ve ayrıcalıklı sınıf üyesi yazar’ kimliğinden, ‘şiddet içermeyen ve ruhsal anlamda anarşist’ tavrına geçişini işte bu askerlik yıllarında edindiği deneyimlerin neden olduğu söylenir.
Daha sonra askerlikten ayrılıp Petersburg‘a gider. Aradığını bulamayan ruhu çalkantılar içindedir. Batı Avrupa ülkelerinde uzun iki seyahate çıkar. 1857 de ve 1860-61 yıllarında iki kez, Almanya, Fransa ve İsviçre‘yi içeren, yaşamında önemli izler bırakacak olan Avrupa turu yapar. 1857 yılında Paris’te hayatı boyunca onu etkisi altına alan ‘halk ayaklanmasının’ bastırılması travmasını yaşar. Arkadaşına yazdığı bir mektupta ‘Bundan böyle bir daha devlet görevinde bulunmayacağım,’ der. Bu seyahatinde, Rus anarşistleri Bakunin ve Kropotkin ile de tanışır.
1860-61 Yıllarındaki seyahatinde de Sefiller romanını yeni bitirmiş Victor Hugo ile tanışır. Bu tanışıklık onun politik ve edebi kişiliğinin gelişmesinde çok önemli bir etki yaratır. Sefiller ve Savaş ve Barış’ın çatışma sahnelerindeki benzerlik bu etkileşime bağlanır. Bu ziyarette bir diğer önemli etki, o sıralarda Brüksel’de sürgünde olan Fransız anarşisti Proudhon ile tanışması sayesinde olur. Proudhon’dan 1861 yılında yazdığı Savaş ve Barış felsefi eserinin ismini de ödünç alır.
Tutku dolu bir ruh haliyle yurduna döner ve yine Yasnaya-Polyana’ya yerleşir. Asalet unvanlarından, lüksten sıkılır. Köyünde bir okul kurar. 1961 Yılında serflikten kurtulmuş köylülerin 13 çocuğundan oluşan bu okul,ki Tolstoy, Proudhon ile yapmış olduğu eğitim üstüne konuşmalardan etkilenerek, öğrenim ve eğitim bakımından yepyeni bir kurum olur, 1862 yılında da bir denemeye konu yapılır. Ancak, Çar’ın gizli polisinin baskısıyla okul uzun ömürlü olmaz. Yine de okul ‘demokratik eğitim’in ilk örneği kabul edilir.
1862 Yılında, kendinden 16 yaş küçük olan, köyün doktorunun kızı olan 16 yaşındaki Sofya Andreevna Behrs ile evlenir. Mutlu bir evliliktir ve ona Savaş ve Barış, Anna Karenina gibi büyük, uzun, eserlerini yazma özgürlüğü verir. Sonya hem sekreteri, hem düzeltmeni ve hem de finans yöneticisi olur. Bu evlilik onun düzenli bir hayat özlemini giderir ve bu evlilikten 5 i ölen, 8’i yaşayan 13 çocukları olur.
Ancak evliliğinin ileri dönemleri ‘edebiyat dünyasının en mutsuz beraberliği’ olarak adlandırılır. Tolstoy’un Marksizm‘den etkilenerek oluşturduğu mülkiyet konusundaki radikal fikirleriyle zenginliğini ve unvanlarını reddettikçe ve hatta ilk dönemlerde yazdıklarını reddetme noktasına gelince, eşiyle ilişkileri kötüleşir. Bütün servetini köylülere dağıtır. Onlar gibi yaşamaya başlar. Kaba saba giyinir, giydiği elbiseleri kendisi diker. Ama bıkıp usanmadan yazmaya devam eder. Hıristiyan anarşizmini geliştirmeye çalıştığı ‘Tanrının Egemenliği İçinizdedir’ (1893) kitabıyla yeni bir Hristiyanlık akımı tanımlaması, Ortodoks Kilisesi tarafından aforoz edilmesine sebep olur. Yazdıkları ve eylemleriyle Hıristiyan anarşizminin babası sayılır.
‘Tanrının Egemenliği İçinizdedir’ kitabı Ghandi’yi çok etkiler ve iletişime geçerler. Tolstoy bu iletişim sonunda Ghandi’nin şiddet içermeyen, pasif direnişinden, sivil itaatsizlik etkilenir.
Tolstoy ayrıca Esperanto hareketini destekler. Rusya’da filizlenen pasifist hareket Dukhobor’ın,(İsa ruhunun askerleri) 1895 yılında pasifist bir gösteride silahları yakmalarından etkilenerek desteklemeye başlar ve uluslararası arenada duyulmalarına yardımcı olur. Dukhobor’lar Kanada hükümetince desteklenir ve 1900 yılında 7.500 kişi Batı Kanada’ya göçer.
Tolstoy’un felsefi ve dini görüşlerini paylaşanlar Tolstoy Hareketi’nı kurarlar. 82 Yaşındayken, 1910 yılında kış ortasında evini terk ettiğinde, hasta düştükten sonra, Astapovo’da tren istasyonunda zatürreden ölür. Polis, cenazesine katılmak isteyenlere ulaşımı sınırlandırmak için çalış ama binlerce köylü cenazesinde sokakları doldurdular. Rus edebiyatında en sevilen temalarından olan ‘Hayatın gelip geçiciliği’ Tolstoy epik anlatılarında ağırlıkla yer alır.Eserlerinde insanlığın çeşitli meselelerine değinir. Kendi ülkesinin toplumsal siyasal çalkantılarını, halkının yaradılışını, yaşayışını büyük bir ustalıkla yansıtır. Gerçekçi edebiyatın en büyük temsilcilerinden olduğu kadar, bir filozof ve bir eğitimci olarak da ün kazanmıştır.
Savaş ve Barış (Voyná i Mir),yazarın 1862 de yazıp ilk kez 1865’de, son haliyle de 1869 yılında yayınlanmış en büyük romanıdır. Roman dünya edebiyatının en önemli başarılarından ve önemli eserlerinden biri olarak değerlendirilir. Savaş ve Barış ve Anna Karenina yazarın edebi yaratıcılıkta zirvesi olarak kabul edilir.
2009 Yılında Newsweek tarafından hazırlanan ‘Top 100 Kitaplar’ sıralamasında Savaş ve Barış birinci olmuştur. BBC’nin ‘En büyük romanlar’ listesinde 20 sırada yer almıştır.
Dünya Edebiyatında yazılmış en uzun romanlar arasında 17.sıradadır. Yaklaşık 700.000 sözcükten oluşmaktadır.
Savaş ve Barış, Türkçeye ilk kez Ali Kâmi Akyüz tarafından 1938 yılında, Fransızcadan, 328 sayfalık bir özet olarak çevrilmiş ve Hilmi Kitabevi tarafından yayınlanmıştır. Daha sonra, Hasan Âli Yücel’in milli eğitim bakanlığı döneminde kurulan Tercüme Bürosu, yapıtı, Harb ve Sulh’u Rusça aslından eksiksiz çevirisini, Rusya’da üniversite bitirdikten sonra yurda dönen ve o tarihte, Ankara’da Başbakanlık Murakabe Heyeti Kütüphanesi memuru olarak çalışan Zeki Baştımar ile o günlerde otuz üç yıl hapse mahkum edilerek Bursa Cezaevi’nde yatmakta olan Nâzım Hikmet’e yaptırmıştır. Eser 1943-49 yılları arasında dört cilt olarak Milli Eğitim Bakanlığı Dünya Edebiyatından Tercümeler Rus Klasikleri dizisinden yayımlanmıştır.
Savaş ve Barış, Rusya’nın Fransa tarafından istilası döneminde yaşanmış olayları ve Napoleon döneminin Rusya’da Çar toplumuna etkisini, bu etkinin doğurduğu sonuçları beş asil aile – Bezukovlar, Bolkonskilər, Rostovlar, Kuraginlər ve Drubetskoylar- üstünden anlatmaktadır. Tolstoy’un deyişiyle ‘bizim dedelerimiz yaşadığı dönemlerde’ geçer roman.
Tolstoy, eser hakkında biraz karışık ifadeler kullanılır; ‘roman değil, bir manzume, daha çok ise, tarihi günlükler’ der. Romanın bazı bölümleri betimlemecilikten uzak, felsefi vatanperverlik karakteri taşır. Yazar eserin ilk bölümünü önce ‘1805-On Yıl’ adı altında kaleme almış ve yayınlamıştır. Tarihi roman olduğu kadar aşk romanı olarak da tanımlanmıştır. Savaş ve Barış kendi edebi statüsüne daha çok, kendine özgü tarzı ile yükselmiştir.
Romanın tarihi bağlamı Napolyon Savaşları sırasındaki Rusya’dır. Napolyon Savaşları, Fransız Devrim Savaşları’nın ardından Napolyon önderliğindeki Fransa ile Avrupa’nın diğer güçlü devletlerinin oluşturduğu koalisyon arasında gerçekleşen 1800-1815 savaş dönemidir. Napolyon Savaşları, Fransız Devrimi’nin ardından, monarşiye karşı fikirlerin ve siyasal etkinliklerin Avrupa’nın bütününe yayılmasını engellemeye çalışan Fransa dışındaki devletlerin oluşturduğu Koalisyon güçleriyle Fransız Devrim Orduları arasında Napolyon’un siyasi ve askeri liderliği altında sürmüş çatışmalardır. Bu 15 yıllık savaşta, 3.350.000 ila 6.500.000 kişilik bir insani kayıp verildiği üşünülmektedir.
Tolstoy Savaş ve Barış romanında önemli tarihi olayların yaşandığı dönemi tarif etmek için ciddi tarihi araştırmalar yapmış ve dönemin gerçeklerini öğrenmeye çalışmış, birçok tarihi romanı inceleyerek yazılma stilleri hakkında bilgi toplamış, Napolyon Savaşları hakkında hem Fransız, hem de Rus dilinde yazılmış tüm tarihi araştırma eserlerini okumuş, edindiği bilgileri romanda kullanmış, üçüncü cildinden başlayarak, tarihe dair kişisel görüşlerini de kaydetmiş, Rusya‘nın Fransa tarafından istilası döneminde yaşamış birçok kişiyle görüşerek kayıtlar yapmış, tarihi araştırmalardaki bilgileri bu kayıtlarla karşılaştırarak asıl gerçeği ortaya çıkarmaya çalışmış, Napolyon başta olmak üzere, romanda anlattığı tarihi kişilere ait mektupları, dergileri, otobiyografik ve biyografik eserleri okumuş ve bu yazara tasvir figürlerin gerçek karakterini yaratmaya imkân vermiştir. Genelde, Savaş ve Barış romanında 160 tarihi şahıs sanatsal imge olarak kullanılmıştır.
Romanı okuduktan sonra İzak Babel, ‘Eğer dünya kendisi hakkında yazabilseydi, Tolstoy gibi yazardı…temiz gerçeklikle, karakterlerin ilginç detaylarını ve realizmin çok başarılı ve eşsiz kombinasyonunu oluşturmaya başarmıştır’ der.
Tolstoy romanı Rus dili‘nde yazsa da, diyalogların büyük bir bölümü (açılış paragrafı da dahil) Fransızca‘dır. Romanının yaklaşık 2% -si Fransızcadır. Bu, romanda anlatılan dönemin Rus aristokrasisinin, Fransızcayı prestij sayma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Fransa kralı XIV. Louis in Rusya asalet temsilcilerini kabul etmesi sırasında, kendi ana dillerinde çok zayıf konuştukları ortaya çıkmıştır. Roman kahramanı Mariya’nın arkadaşı Jüli Karagina kendi ana dili olan Rusça öğrenmek için özel öğretmenin yardımı aldığını yazar.
Tolstoy’un karakterlerin dili ile Fransızca cümlelere yer vermekte, edebi açıdan daha canlı karakterler yaratmaktan başka, aynı zamanda romanın yazıldığı dönemde Rus dilinin halen Rusya’da hak ettiği pozisyonu alabilmesine gizlice işaret etmek istediği düşünülüyor. Fransızca olan diyaloglar, olayların gelişimi sırasında, özellikle Fransa ile sorunun şiddetlenmesinden sonra azalır ve Moskova‘nın yakılması ile yok olur. Fransız dilinin romanda giderek azaltılması Rusya’nın kendisini Fransız kültürünün etkisinden muaf tutması anlamına gelir. Romanın asıl kahramanının Rus dili olduğu söylenir.
Roman üzerine çekilmiş ilk Rusya filmi 1915 yapımıdır ve yönetmeni Vladimir Gardin’dir. ABD yapımı 1956 tarihli filmin yönetmenliğini King Vidor yapmıştır. SSCB döneminde,1966 yılında sinema tarihinin en görkemli filmlerinden biri olarak çekilen ikinci Rus uyarlamasının yönetmeni Sergey Bondarchuk dur. 427 Dakika süreli bir uzun film,1968 yabancı film Oscar’ını almış ve yapım tarihi itibariyle sinema tarihinin en büyük bütçeli filmi olmuştur. Çekimleri yedi yıl süren film 1965’te tamamlanmış, büyük bölümü Sovyetler Birliği’nin Mosfilm Stüdyolarında bugünün parasıyla 700 milyon ABD dolarına tamamlanmıştır.
Savaş ve Barış dört katmanda değerlendirilebilir.
- Avrupa’nın, Napolyon Savaşları ile yaşadığı kanlı 15 yıl.
2. Fransız Devrimi’nin de etkisiyle kırılganlığı ve çürümüşlüğü ortaya çıkan, gerilemekte olan Çarlık Rusya’sı.
3. Doğu-Batı sarmalındaki ülkede beş aile üstünden dağılmakta olan sınıfsal yapı.
4. Bireylerin parçalanması, dönüşümü.
1809 Yılında dünyayı yöneten 2 kişi Napolyon ve I.Aleksandr olarak değerlendirilmektedir. 100 Canlık çiftlik,Reformlar, yeni halk savaşları, köylü ayaklanmaları, köylülerin bağımsızlık arayışları ‘ Köylü üç aileye karşılık cins köpek’, ‘Köylü yaşantısı, Hristiyan yaşantısı’,‘Sosyeteye eşit kabul edilen doktor’, ‘Çürümüşlüğün kimyasal koşularını içinde taşıyan toplum’ – ‘Evliliklerde statü ve zenginlik arayışı’, ‘Gözetilen denklik’, ‘Rusça konuşmaya alışık olmayan aristokrasi’, ‘aristokrat çöküntü’, ’Majeste, altes, Büyük Prens, Hükümdar gibi ünvnların sağladığı üstünlük, Askerlik (‘Genç Süvarinin şanına yakışır şeyler’,’Askerlik eşittir tembellik’, Savaş özlemi ve savaşın yüceltilmesi, Satılan mal kadın, ‘İnsanın danışmak için karısı, didişmek için kaynanası olmalı’ anlayışı, hayat bataklığı – Petersburg ve Taşra Moskovası,yağmacılar o dönem Rusya’sını anlatır.
Savaş ve yarattığı yıkım tüm eser boyunca hissedilir. Asker ritüellerinin öldürmeye katkısı, Savaşın bir özgürlük olarak tanımlanması, ‘Sabır ve zaman, en yaman savaşçılardı’, ‘Sanki savaşmakta neşe veren bir şey varmış gibi’,‘Ama halkı heyecana getirmek için, elle tutulur bir sevgiye ya da herkesin nefretini uyandırabilecek bir hedefe ihtiyaç var’, ‘Korku bana yakışmaz’, Napoleon ‘Milletlerin celladı rolünü oynarken, davranışlarının milletlerin iyiliğine olduğuna, milyonlarca insanın kaderini idare edebilieceğine ve gittiği her yerde herkese nimet yağdırabileceğine kendisini inandırmıştı’,’Eski çağlardan kalma barbarlık ve despotluk anıtlarının üstüne ‘Adalet’ ve ‘Merhamet’ sözlerini yazacağım’Napoleon’un savaş nedeni,’Bu ordu, çürümüşlüğün kimyasal koşullarını içinde taşıyordu,’ ‘Şimdi ona imparator diyorlardı ve İmparator Aleksandr onu seviyor, sayıyordu. O halde o kopartılmış eller, ayaklar, öldürülen insanlar ne işe yaramıştı?’, ‘İşte en önemlisi, her yerde daima savaş başladığı vakit duyulan o heyecanlı, o neşeli hava hissediliyordu’, ‘Ama savaştayken savaşa yakışır şekilde davranılır’, ‘halkta bir meydan savaşı verilmesi için henüz yeteri kadar güçlü bir istek yüzeye çıkmamıştı’, ‘Kesin olarak savaşın tadını almaya başladım ve bundan çok memnunun’, ’Herhangi bir şeyin halkın huzurunu, sakinliğini bozduğu kabul edildi mi, her çeşit eylem haklı görülür…Terörün en korkunç hareketleri, yalnız halkın huzurunu koruma nedenine dayandırılmıştır’.
Zaman zaman Genelkurmay Başkanı General Kutuzov’un ‘barışsever’ askerliğine vurgu yapılır. ‘Fazla ölü vermeden çakilmeyi tercih etme’,’Kutuzov’un bütün icraatı, sadece nüfuzunu kullanarak, kurnazlıkla, ricayla kendi ordularını yararsız taarruzlardan, manevralardan ve felakete sürüklenen düşmanla çatışmaktan alıkoymak oldu’, ‘Birini tutsak etmek, o tutsak edilecek kişi buna razı olmazsa olanaksızdır. İnsan ancak teslim olursa tutsak edilebilir’, ‘Sadece barışı elde etmek ve elimizdekileri korumak için yapılan bir savaştı’, ‘Savaşmak, yolu kapamak, kendi insanımızı yitirmek ve insanlığa aykırı bir davranışla zaten felakete uğramış zavallıları yok etmek neye yarar?’, ‘Sonradan başka hiçbir savaş yapılmadığı halde, yok olan Rusya değil, tersine, önce altıyüz bin kişilik ordu, ondan sonra da Napoleon’un Fransa’sı oluyor. ‘Olaylar tarihi kurallara uydurulamaz’, ‘Sanki insanları öldürmek için, birtakım kurallar olabilirmiş gibi’, ‘Güç, yani hareketin niceliği, kitlenin bir hız haline gelmesidir’, ‘Savaş bir salon oyunu değildir, hayatta en kötü, en pis şeydir. Bunu anlamalı ve savaşçılık oynamamalıdır’, ‘Savaş, yapılacak işi olmayan, düşüncesiz insanların en sevdikleri bir eğlence haline gelir’.
Rusların özellikleri sık sık vurgulanır. ‘Ruslarda bulunan mutsuzluk yeteneği’, ‘soylu Ruslar’, ‘Ruslara özgü cesaret’, ‘Acıma duygusu yüksek Ruslar’, ’Neşelensin yiğit Rus Savaşçısı’, ‘Rusya’nın en iyi insanlarını, Rusya’nın şerefine ölüme götürdükleri savaşta vurulmuş’, ‘Aleksandr, Napoleon’a sanki kendisine eşit bir insanmış gibi davranması’, ’Rus dediğin engel tanımaz’, ’tepeden tırnağa Rus olması’, ‘Her Rus’un yüreğinde yatan duygularla hücum planı’, ‘Yarısı can veren Ruslar, milletlerine layık bir amaca varmak için yapılması gerekeni ve yapılabilecek ne varsa hepsini yapmışlardı; odalarda oturan bazı başka Rusların yapılması olanaksız şeyler tasarlamaların suçu onların değildi’.
Karakterler savaşla hayatı sorgulamaya başlarlar. Savaş insanları dönüştürür. ‘Hayata karşı duyduğu ateşli sevgiyi anlamadım, anlayamıyorum da’, ’Hayata veda etmek bana neden o kadar acı geliyordu ki? İyi ama bu yaşantıda bir şey vardı…Ama ben onu anlamadım, anlayamıyorum da…’,’Yeni açılan yara Nataşa’yı yeniden yaşama döndürmüştü…Ruhsal bir yara da ancak içeriden dışarıya doğru fışkıran bir yaşama gücüyle kapanabilirdi…ona duyduğu sevgi, yaşamanın özü olan sevme gücünün içinde hala canlı olarak kaldığını ona göstermişti. Sevgi uyanınca, yaşama gücü de uyanıvermişti’, ‘Bu da ancak birlikte oldukları zaman yaşadıklarını hissettiren olağanüstü, bambaşka bir bağlılıktı’, ‘Kader, sadece ölmem için mi beni böyle garip bir rastlantı sonunda onunla karşı karşıya getirdi? Hayatın özü olan gerçek, bana sadece yalan içinde yaşamam için mi açıklandı?’, ‘Sanırız ki, herhangi bir şey bizi alıştığımız yoldan ayırdı mı her şey mahvolur; oysa ancak o zaman yepyeni iyi bir şey başlıyor. Hayat var oldukça, mutluluk da oluyor. İleride daha çok yaşanılacak şey var. Çok! Pek çok!’, ‘Dünyada tek bir şey korkunçtur: İnsanın ömrünün sonuna dek, acı çeken bir insana bağlanması! Bu sonu olmayan bir işkencedir!’.
Savaş aralıklarında yaşanan küçük mutluluklarla da insanlar değişiyordu. ‘Sırf aklıyla değil, bütün varlığıyla, bütün yaşamıyla insanın mutluluk için yaratılmış olduğunu, mutluluğunu da kendi içinde yaşadığını, mutluluğun insanın normal ihtiyaçlarını karşılamaktan ibaret olduğunu, bütün mutsuzluğun da yoksunluktan değil, fazlalıktan geldiğini anlamıştı…İnsanın tam anlamıyla mutlu, tam anlamıyla özgür olmasını sağlayacak bir çare bulunmadığı gibi, tam anlamıyla mutsuz, tam anlamıyla özgürlükten yoksun olmasına yol açacak bir durum da olamazdı; bunu öğrenmişti. Anlamıştı ki; acının da, özgürlüğün de sınırı vardı ve mutlulukla mutsuzluğun sınırı birbirine çok yakındı…Şimdi, insanın yaşama gücünü tam olarak anlayabiliyor, insan denilen varlığa verilen yeteneğin, dikkatini bambaşka bir şey üzerine toplama yeteneğinin kurtarıcı gücünü kavrayabiliyordu’, ‘Birden içinde tüm yaşantısına öyle aykırı, öyle beklenmedik, karmakarışık, yepyeni düşünceler ve ümitler uyanmıştı ki, durumu tahlil edemedi’, ‘içinde yepyeni bir canlılık duydu, kendisini gençleşmiş gibi hissetti’, ’Hayatında bölesine bir mutluluğu daha önce hiç duymamıştı. O sırada mutluluğun bir insanı tam anlamıyla cömert, iyi yürekli; kötülüğün ve mutsuzluğun ise, dertlerin varlığına inanmayan bir varlık haline getirdiği en üst basamağa ulaşmıştı’, ‘ondaki bu moral gücü, bu içtenliği, bu açık yürekliliği daha doğrusu o vücuda zorla bağlıymış hissini veren ruhunu, evet, ruhunu seviyordum…Öylesine bir güçle, öyle bir mutluluk duyarak seviyordum ki’.
Kadınlar…Kadınlar yine savaşın mağdurlarıydı. ‘Düşmanın işgali altında olan bir kent namusunu yitirmiş bir kız gibidir diye düşünüyordu Napoleon’.
Bu büyük roman bize sorular da soruyordu. İyi şeyler nasıl başlar? Savaş nedir? Tek tek kişileri, ulusları nasıl kendi iradelerine göre hareket etmeye ikna eder/zorlar? Bu tek tek kişilerin iradesini yöneten şey nedir? Ulusları harekete geçiren nedir? Milletleri yöneten nedir? Kitle iradesi nedir? İktidar, emir verenle emir verdikleri kişiler arasındaki ilişki midir kitleri yöneten?