Reha Ruhavioğlu
Kürdistan Bölgesel Yönetimi, çevre ülkelerden gelen tehdit ve batılı ülkelerin ısrarlı erteleme taleplerine karşın tutumunu değiştirmeyerek bağımsızlık referandumunu gerçekleştirdi. Referandumu izlemek üzere bölgeye giden DİTAM heyetinden Sedat Yurtdaş izlenimlerini Sivil Sayfalar için değerlendirirken, ” Sonuca uygun davranan yeni Ortadoğu’nun esaslı unsuru olabilir” diye konuştu.
Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), daha önce açıkladığı üzere 25 Eylül’de “Bağımsızlık Referandumu”nu gerçekleştirdi. Bir gün öncesine kadar yoğun erteleme ve iptal baskılarıyla karşı karşıya kalan KBY Başkanı Mesud Barzani, 24 Eylül günü yaptığı son açıklamada ‘ikna edici bir alternatif’ için garanti verilmediğini söyleyerek halkı sandığa davet etti. Son güne kadar referanduma karşı olan Gorran ve Komel partilerinin de referandum arifesinde seçmenlerine yaptıkları çağrılarla birlikte bölgede bütün partiler Bağımsızlık Referandumu’nu desteklemiş oldular. Katılımın yüzde 72 oranında olduğu referandumun sonucunda bağımsızlığa destek oranı yüzde 92.73 olarak açıklandı.
Dünya genelinde 136 kurumdan yaklaşık 400 kişinin yerinde izlediği referandumu Türkiye’den Diyarbakır merkezli olan iki kurum olan Diyarbakır Barosu ve Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM) gözlemci sıfatıyla takip etti. Referandumu izlemek üzere bölgeye giden DİTAM heyetinden Sedat Yurtdaş ile referandum izlenimlerini Sivil Sayfalar için konuştuk.
Sedat Bey, DİTAM olarak hangi motivasyonla referandumda gözlemci olmaya karar verdiniz?
Öncelikle, tarihte bir ilkin hemen yanı başımızda gerçekleşeceği açıktı. Geride yüz yılı aşkın bir süredir yaşanan ciltler dolusu acıların, savaşların yüzbinlerle ifade edilen ölümlerin, yıkımların “Enfal ve Halepçe” lerin ardından, barışçıl, demokratik, özgürlükçü ve şeffaf bir referanduma ilgisiz kalmak Kürdistan Bölgesel Yönetiminin çabasına, Kürt halkının tarihsel adımına haksızlık olurdu. Demokratik işlevselliğimize, kendimize haksızlık olurdu. Hem zaten doğrudan siyaset alanına girmeyen konularda mütevazı çaba harcamak yönünde genel bir çalışma tarzımız da var. Bu itibarla kolay motive olduğumuz gibi, beklentimize de oldukça uygun bir çalışma yürütme şansı elde etmiş olduk. Tarihi bir gelişmenin en can alıcı safhalarına duyularımızla tanıklık etmiş olduk.
Kürdistan’da hem sivil toplum temsilcileri hem de halkla temaslarınız oldu, Kuzey’den Güney’e gitmiş olmanız konusunda nasıl bir duygu içindeler?
Yoğun bir faaliyet olduğu için sadece MERI (Middle East Research Institute) Başkanı Dr. Dilawer Alaaddin ile genel değerlendirmeler, referandum ve birlikte yapmayı önceden tasarlamış olduğumuz çalışmalara ilişkin verimli bir sohbet şansımız oldu ancak. Onun dışında ancak kişisel temaslar genel değerlendirmeler ve ihtimaller kimi birkaç cümlede kimi çok daha derin analizler…
Halkla zaten sokakta, sandıkta ve doğal haliyle temas kurma şansımız bolca oldu. Bir kere aynı dili konuşuyor olmak, aynı acıların imbiğinden geçmiş olmak ve dayanışma duygusunu göstermek, hissetmek ve hissettirmek son derece etkili bir yakınlaşma aracı. Bu itibarla şive farkı nedeniyle küçük anlaşmazlıklar olsa da, ortak aidiyet duygusu öne çıkıyor. Daha birkaç samimi cümlenin ardından hemen davet alıyorsunuz. Öyle bir yerde filan değil, kendi özeline evine ailesine konuk edilme daveti. Halkın inanılmaz bir rahatlık içinde olması, sanki çok olağan bir çalışmanın gereğini yapıyormuş gibi davranmaları şaşırtıcı geliyor. Sanki Ortadoğu’da değil de kuzey ülkelerinin birinde oy kullanılmaya gidiliyor gibi…
Yine temaslarınızı göz önünde bulundurarak soruyorum; referanduma nasıl bir anlam yüklüyorlar? Komşu devletler ve ABD ile BM gibi güçlerin iptal/erteleme baskılarını nasıl değerlendiriyorlar?
Referandumun, kendi kendilerini yönetme haklarının tescil edileceği, kaderlerini tayin edebileceklerini göstermesi anlamına geleceğini düşünüyorlar. Zaten çok uzun bir zamandan beri fiili olarak bağımsız davrandıklarını, esasında bağımsızlığın Irak merkezi hükümetinin dışlayıcı, siyasal, sosyal, ekonomik ve askeri olarak çökertmeyi hedefleyen tutumu nedeniyle kaçınılmaz hale geldiğini belirtiyorlar. Bütçeden verilmesi gereken yüzde 17’lik payın verilmemesi, maaşların ödenmemesi, Haşdi Şahbî üzerinden sürekli aba altından sopa gösterilmesi, yine anayasanın 140. Maddesine göre 2007’de yapılması gereken Kerkük ve diğer tartışmalı yerlere ilişkin referandumun yapılmaması ve belki en önemlisi bağımsız devlet olmadıkları için Dünya Bankası, İMF gibi kurumlarla ilişki kurulamadığından, bölge ülkelerinin desteğine sürekli muhtaç bırakılmaları gibi gerekçeler sıralanıyor.
Özellikle ABD’nin ve daha pek çok lider ve devletin referandum öncesinde Başkan Barzani’nin yaptığı temaslarda açıkça olmasa da destek verecekleri yönünde bir inanç var. Dolayısıyla yapılan açıklamalara gerçekten de hayret etmekteler. Komşu ülkelerden en çok Türkiye’nin tavrına şaşmış durumdalar. Çünkü mevcut yönetim Türkiye ile ilişkileri, Erdoğan ile ilişkileri nedeniyle ağır eleştirilere hedef durumda. Geçmiş yüzyılın yaklaşımlarına, Bağdat Paktı, CENTO gibi yeniden dönüş yapılmaya çalışması izlenen politikaların kısa sürede geçersiz olduğunu ortaya koyacağı düşüncesi hakim. Baskılara gelince. Çok daha ölümcül olanlarından geçildiği için bir şekilde aşılacağına inanmaktalar. Deneyimli kimselerin söylediği, genel ticari emtianın her durumda kendini sattırmak için yol bulup ulaşacağı yönünde. Ancak deyim yerindeyse üzerinde oturdukları petrolün yokluğu halinde sıkıntı olacağını düşünmekteler.
Referandum süreci boyunca gözlemciydiniz, halkın duygusu ve seçimin genel havası nasıldı? Türkiye’nin ana akım basınında Kerkük’te bir kıyamet havası varmış gibi anlatılıyordu, sahada bulunmuş biri olarak özellikle Kerkük’teki havayı paylaşabilir misiniz?
Doğrusu görülmeye değerdi. Oy kullanmaya gidenlerin hemen hepsi, kadın, erkek, genç kızlar ve küçük çocuklar, en şık giysileri içinde bakımlı ve alımlı bir o kadar önemli bir işlevi yerine getirmenin olgunluğuyla davranmaları, esasında demokrasinin ne kadar kolay alışılabilir, sindirilebilir bir yaşam tarzı olduğunu da öğretmesi açısından oldukça çarpıcıydı. Belki bu açıdan bakınca, siyasal bir fenomenden çok gerçek anlamda sosyal ve kültürel bir fenomenden söz etmek gerekir. Bu yönüyle vakur bir edayla tarihe geçildi. Kerkük’e gidemedim. Ancak giden çok sayıda gözlemci arkadaşımızdan, özellikle de Diyarbakır Barosu Başkanı ve üyesi arkadaşlarımın izlenimleri de inanılmaz. En tartışmalı mahallelere Türkmenlerin olduğu seçim binalarını ziyaret etmişlerdi. Bir kere bütün seçim görevlilerinin başkan dahil kadın olduğunu, büyük bir sükunet içinde ve gelecek tayininde Kürtler ve Araplar ortaklaşa kader çizdiklerini, kardeşliklerinin çok daha zorlu süreçlerde testten başarıyla geçtiğini filan söylemişler. Kerkük’te en son sandığın bulunduğu yerin Bağdat’a sadece 100 kilometre mesafede olduğunu… Yani dışarından örgütlü bir saldırı ya da kışkırtma olmaması halinde süreci sıkıntıya koyacak herhangi bir çatışma beklenmediğini, ancak nedense Türkiye’deki basının çok büyük bir abartmayla haber geçtiğini ve yöneticilerin de aynı minvalde politik, ekonomik, hatta yaptırım tehdidi ile davrandığı görülmektedir.
Görebildiğim kadarıyla ‘hayır oyu kullanacakların eli buna gitmemiş ve bunun yerine boykot uygulamışlar, bu da oranın beklenilenden daha yüksek çıkmasıyla sonuçlandı. Böyle bir sonuç karşısında halkın reaksiyonu nasıldı, izleniminizi paylaşabilir misiniz?
Seçimlerin en önemli özelliklerinden birinin katılımcılık olduğu malum. Referandum bu anlamda çok önemli bir sonuç yarattı. Katılımın yüzde 72 olması azımsanacak bir oran değil. Brexit’e katılımın da oranı o civardaydı. Sandığa gidenlerin ezici çoğunluğu “evet” kullanmış anlaşılan. Dolayısıyla referandum öncesinde siyasi partiler arasındaki yaşanan büyük tartışmalar, hatta ayrışmanın önemli oranda son bulduğu görülmeli. ABD, AB ülkeleri ve özellikle Türkiye, İran ve Suriye’nin açık baskılarına rağmen halkın demokratik bir ortamda birleştirici bir zemini yaratmış olması son derece etkileyici. Üstlük bunu son derece barışçıl, demokratik, özgür bir siyasal ortamda yapma becerisi göstermiş oldular. Bu anlamda özellikle komşuların oldukça sert dilleri ve ilişki tarzları hala geçmişte olduklarının da kanıtı gibi. Geleceğe çok daha büyük bir güvenle bakıyorlar. Esasında kördüğüme dönüşmüş Bağdat-Erbil, IKYB-Türkiye, İran, Suriye ilişkilerinin demokratik bir tarzda çözülmesi hissi egemen diyebilirim.
Türkiye ve İran çeşitli yaptırımlardan bahsediyorlar, güneydeki halk özellikle Türkiye’nin bu tutumu için ne düşünüyor?
İran ya da Türkiye’nin yaptırım kararı, tehditler genel olarak sürpriz olmazsa da büyüklüğüne ve sürekliliğine ilişkin işaretler sürpriz diyebiliriz. Buradan aslında geleneksel rollerinin pek değişmediği sonucunu çıkarıyorlar. Ancak dünyada ve belki de bugün için Kürtler başta olmak üzere hiçbir halkın kendi kendini yönetmesinin, baskıyla tehditle yaptırımlarla önlenemeyeceği yönünde kesin bir inanç var. Çok daha zor hatta imkansız koşullarda direnmiş ve sonuç elde etmiş olan bir halkın mevcut koşullarda boyun eğmesini beklemek son 30 yılda yaşananlardan ders çıkarmamış olmak demektir. Kendi kendini ajite den bir dil, her şeyin herkesin sahibiymişçesine bir dil, sadece duygusal yaralar açılmasına neden olur. Çünkü gerçek şu ki, Güney Kürtlerinin bütün bir coğrafya olarak dünyanın imrenerek baktığı bir zenginlik üzerinde oturduğu, yaşadığı Katar’a yönelik ambargonun etkisi ne ise belki burada biraz daha fazlası olacaktır.
Türkiye’nin mevcut tutumunu siz nasıl değerlendiriyorsunuz, bu politika hem Türkiye hem Kürtler açısından nasıl ilerleyebilir, nereye varmasını öngörüyorsunuz?
Türkiye esasında siyasal ve ekonomik açıdan bindiği dalı kesmekle meşgul. Mevcut dilin ve askeri tatbikatla güçlendiren tehdidin devam etmesi siyasal açıdan son 15-20 yılda aldığı mesafelerin kendi eliyle diliyle bitirilmesi anlamına gelir. Ekonomik olarak esas kazanan olduğu ve sattığı için de kendi kaynaklarını bizzat kendisi köreltecektir. Hewlêr’deyken oylama noktalarına giderken pek çok kez şöyle düşündüm. Şimdi Türk ordusu burada girse ne yapar diye! Yani öncelikle hangi hakla sokakta bayram yerine gider gibi ailece giden insanlara zarar verecek bir davranışın emrini verir ya da uygular. Ya da İran hangi gerekçeyle kentleri kasabaları köyleri bombalar. Köprüleri viyadükleri, kavşakları alışveriş merkezlerini tahrip eder. Bunun haklı ve mantıklı bir temeli olduğunu düşünmüyorum.
Absürd bir egemen anlayışın, dünyanın kabul etmediği bir anlayışın dışa vurumu olur ancak. Bu noktada en kötüsü Türkiye-İran ve Suriye’deki baskıcı yaklaşımlardan manevi güç alan Irak’ın Bağdat yönetiminin şimdi yapmaya başladığı üzere tartışmalı bölgelere asker göndermesi ya da hava alanlarını almak istemesi, uçuşlara yasak getirmesi yolunda kararlılık göstermesi olur. Ancak unutulmasın ki, tam o zaman dünya Kürtlerin bağımsız olmaktan başka çarelerinin kalmamış olduğunu, Musul’u DAEŞ’e teslim eden ordunun ve yönetimin fiziki çöküşünü belki nispeten düzeltebileceğini, ancak ruhî çöküntülerini iyileştirme yeteneklerini kaybettiğini görür. Kanaatimce referandum sonucu ortaya yepyeni bir durum çıkarmıştır. Bu duruma uyum sağlayan yani demokratik meşru bir sonuçları kabulle davranan gelecekte dost ve kardeş bir Ortadoğu’nun ekonomik olarak refah içindeki bir bölgenin esaslı unsuru olabilecektir.
Bu yazı Sivil Sayfalar web sitesinde yayınlanmıştır.