30 Nisan 2012 – Edebiyat Atölyesi III. Dönem Ondördüncü Kitap – İstanbul

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

30 Nisan akşamı Atölye, Burçu Aktaş’ın bize Hakan Günday hakkında bilgi vermesiyle  başladı. Daha sonra o akşamın tartışma konusu olan Malafa isimli kitabı tartışmaya geçtik. Malafa, küreselleşmiş dünyada kapitalist sistemin işleyişinin, turizm sektörü, özelde de Antalya’da büyük bir kuyum merkezinin işleyişi üzerinden anlatılmasıydı. Roman Topaz Center’da geçen üç beş saati anlatıyordu. Center bir savaş alanıydı. Bu savaş alanında zaferler anlıktı. Her an üstünlük el değiştirebiliyordu. Kimin kazandığı kimin kaybettiği belli değildi. Zaten kazananın da ne kazandığı belli değildi. Silahlar da, ganimet de, ödenen bedeller de insana dairdi. Daha ilk sahifelerden itibaren, Atölye’de şimdiye dek barış adına gözettiğimiz ne varsa ayaklar altına alınmıştı. Şiddet ve savaş satırlarda çok belirgindi ve satır aralarına bakmaya gerek duyulmayacak kadar açık bir şiddetin romanıydı. Kuyumculukta gizli bir dil olarak kurulmuş olan Ermeni argosunun kullanılıyor olması da bu durumu hafifletmiyordu.

Roman boyunca savaş ve şiddeti üç katmanda gördük:

1. Topaz Center, Center’daki insan ilişkileri ve                Center felsefesi.

2. Karakterlerin iç dünyaları.

3. Savaş alanı olarak turizm.

Yazar şiddeti zaman kazandıran bir anlatı biçimi olarak görüyordu. Bu şiddet üçlü saç ayağından oluşuyordu; şiddeti uygulayan (tezgahtarlar, center sahipleri, turizm beyleri), uygulananlar (müşteriler, turistler ve tezgahtarlar) ve izleyenler (biz okurlar). Biz izleyenlerde büyük bir rahatsızlık yaratılıyordu. Çünkü yazara göre rahatsız olan soru sormaya başlıyordu.

Yazara göre roman karakterleri kaybedenlerken diğer yandan başka şey kazananlara dönüşüyordu (muş). Bu karakterler kötücüldü ve bu kötücüllüğü ‘ebedi ve ezeli’ kabul edilen bu sistemin doğalı ve normaliymiş gibi uyguluyorlardı.

Yazar kitabının bütününde belki ‘modern’ toplumu anlatıyor, sistem eleştirisi yapıyordu ama kendisi de kolaylıkla bu sistemin tuzağına düşüyordu.

Savaş ve şiddeti izlediğimiz katmanların yanı sıra yazarın tesbitleri, dili, içeriği de kötücül ve şiddet yüklüydü. Irkçı, ayrımcı, ötekileştiren bir çok söylem vardı. Her karakterin her bir hikayesi şiddet ve ötekileştirme üretiyordu.

“Çünkü kahramanlar sadece savaşlardan çıkar. Barış, düşmansızlık ve vasatlıktır. Tezgahtar ile turist arasındaki barış satışsızlığa işarettir. Kimse tramını (parasını) alan birisi ile barışmaz. Doğal olan ilişki tezgahtar ve turist savaşıdır…Geride kalanların salyalarının, cephedeki kan kadar akmasıyla ilgilidir.”, “Tezgahtarlar bin bir tezgahla Avrupa Birliği kurucu üye ülkelerinin vatandaşlarından tane tane yumoş (avro) indirirken, Türk hükümetleri milyonlarca yumoşluk savaş uçaklarını tek tezgahta satın alır. Oy verenler hayatta kalmayı öğrenip tezgahtar olurken oy alanlar siyasi kariyerleri boyunca turist kalır.”,” Alınmış bir çocuk gibiydi. Dayak yemiş bir köpek. Linç edilmiş bir masum. Sırtından bıçaklanmış bir sakat. Satmak zorundaydı.”, “Dünya bir tezgahtır. Tezgahın hangi tarafında hayat olduğuysa ancak ölümle anlaşılır.”

Atölye katılımcıları olarak ‘Sistem eleştirisi yapılıyorsa da bu Malafa kadar şiddeti estetize ederek yapılmamalıydı’ görüşünde birleştik.

Atölye takvimimiz şöyledir:

1.14.05.2012  Mehmet Uzun   Abdalın bir günü   (s:196)

Şengül Çiftçi

2. 28.05.2012 Mehmet Eroğlu Fay kırığı         (s:300)

Görkem Yeltan

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.