8-9 Nisan 2011 – Barışı Kurmak – Barış Girişimi

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

8-9 Nisan tarihlerinde Barış Girişimi tarafından “BARIŞI KURMAK” başlıklı konferans gerçekleştirildi. Konferansta Oya Baydar, Leyla Zana, İshak Alaton ve bir dizi politikacı, akademisyen ve yazar ile Güney Afrika, Barselona gibi ülkelerden temsilciler konuşmacıydılar. Barışın kurulması için neler gerektiğinin tartışıldığı konferansın sonucunda tüm kurumlara barış için çalışmak için çağrı yapıldı. Konferans  sonuç bildirgesi ve basından seçmeler aşağıda.

Sonuç Bildirgesi:BARIŞ MÜMKÜN!

Sorunlarımızın çözümüne ilişkin bir arayış olan 8-9 Nisan Barışı Kurmak konferansımızda, otuz yıldır süren yangının nasıl söndürülebileceğini konuştuk. Barışı sağlamanın zorlu yollarında yürümüş ve bunu başarmış ülkelerden gelen konuklarımızı dinledik; barışın olmazsa olmaz koşullarını, barışın nasıl kurulabileceğini konunun uzmanlarından öğrenmeye çalıştık. Bazı çevrelerin, ne olduğunu bile tam kavramadan, ürkerek reddettikleri yerinden yönetim yani adem-i merkeziyetçi yaklaşımları, örnekleri görüştük. Ve nihayet, şu günlerde ülkenin yakıcı gündem maddelerinden biri olan anayasal çözümler üzerinde durduk. Ezberlerle yetinmek yerine, birlikte dinlemeyi, öğrenmeyi, düşünmeyi yeğledik. Konferansın başlıca amacı da buydu zaten.

İki günlük süreç, otuz yıldır süren bir çatışmadan barışa geçilebileceğine olan umudumuzu tazeledi. Barışın mümkün olduğunu, sorunların çözülebilir olduğunu bir kez daha gördük. Aktarılan deneyimler, barışın kurulmasına giden yolun, tarafların birbirini tanıyıp eşit koşullarda konuşmaya başlaması, diyalog kurması, kendini ötekinin yerine koyabilmesiyle başladığını, koşul dayatmayan müzakerelerle ve hakların güvence altına alınmasıyla ilerleyebildiğini gösteriyor. Çoğunlukçu, evrensel hak ve özgürlük standartlarını gözeten, ayrımcılığı yasaklayan, farklı dil ve kültürleri zenginlik olarak tanımlayan, anadilinde eğitim hakkını garanti altına alan, özerklik ve halklara kendilerini yönetme hakkını tanıyan anayasalar, barış içinde demokratik bir yaşamın yolunu açıyor. Barışı kurma sürecinde hakikatleri araştırma komisyonları, adalet duygusunun onarılması ve bir arada yaşayabilme koşullarının yaratılmasında hayati bir rol oynuyor.

Konferansımız “Barışı biz  de kurabiliriz” inancını ve umudumuzu pekiştirirken önümüzdeki güçlüklerin de altını çizdi. Barışı kurma deneyimini sürecin içinde yer alarak birinci elden yaşamış konuşmacılar, kalıcı bir barışın kurulabilmesinin en önemli unsurunun iktidarın, öteki siyasal güçlerin ve sivil toplumun, kısaca gelecek üzerinde söz ve pay sahibi tüm unsurların bu yoldaki kararlılıkları olduğunu belirttiler. Öte yandan, süreç adım adım ilerlerken önümüze engeller çıkabileceğini, sürecin her an provoke edilebileceğini, buna karşı da kararlı ve dirençli olunması gerektiğini anlattılar. Bu konuda güçlüklerimiz olduğunu, tarafların geçmişin mirası olarak taşıdıkları negatif yüklerden arınmada yeterli kararlılığı gösteremediklerini biliyoruz. Siyasi aktörleri cesaretlendirme işi bizlere, sivil topluma, her etnisite ve inançtan bütün Türkiyelilere düşüyor.

Bu gün, Kürt sorununun yoğun ve açık bir şekilde tartışılması hepimizin payı olan önemli bir gelişmedir. Ama artık daha temelli adımların atılması gerekiyor. Biz, Barış Girişimi olarak sorunun çözümünde atılması gerekli ilk adımları, takipçisi olacağımız ilk talepleri şöyle sıralıyoruz:

• İki ay sonraki seçimlerin, milyonlarca oyu yok sayan yüzde on barajının gölgesinde yapılmasına itiraz ediyor, barajın derhal kaldırılmasını istiyoruz.

• Çocuklarımızın öldürülmesini kabul etmiyor, çatışmaya son verilmesini, tüm operasyonların durdurulmasını istiyoruz.

• Seçime giren tüm siyasal partilerin anayasa taslak ve tasavvurlarını seçimler öncesinde açıklamalarını istiyoruz.

• Yeni anayasada “vatandaşlığın”, etnik köken, dinsel inanç, cinsiyet, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim, siyasal görüş ayrımı yapılmaksızın, eşit hak ve sorumluluklar temelinde, Türkiyelilik üzerinden tanımlanmasını istiyoruz.

•  Anadilinde eğitimin kişinin temel ve doğal hakkı olarak tanınmasını, diller üzerindeki bütün yasak ve baskıların kaldırılmasını istiyoruz.

• Sunulan Fransa, İspanya, İtalya gibi örneklerde çeşitli özerklik modelleri bulunmakla birlikte, tümünün ortak özelliği, ademi merkeziyetçilik ile demokratikleşme arasındaki yakın ve doğrudan ilişkiyi ortaya koymasıdır. Bu bakımdan, özerklik kavramı ile katılımcı demokrasi arasındaki bağ göz önünde bulundurularak Türkiye’nin siyasi ve idari yapısında köklü reformlara gidilmesinin aynı zamanda barışın kurulmasına katkısı olacağına inanıyoruz.

Barış Girişimi olarak, 8-9 Nisan tarihlerinde İstanbul’da toplanan uluslararası Barışı Kurmak konferansının da kuvvetli bir biçimde teyid ettiği bu saptamalarımızın önümüzdeki süreçte bütün partiler ve sivil toplum tarafından ele ve dikkate alınmasını istiyoruz.

Basından Seçmeler:

Barışı Kurmak konferansından..

Kurdish İnfo – 08.04.2011

RAWİN STERK- Barış Girişimi organizesiyle Bilgi Üniversitesi’nde devam eden ‘Barışı Kurmak’ konferansının “Çatışmadan Barışa” başlıklı oturumda dünyanın değişik yerlerindeki benzer sorunların çözüm modellerine atıfta bulunularak, Kürt sorununda çatışmadan barışa diyalogla geçilebileceği vurgusu yapıldı. Güney Afrika’daki barış görüşmelerinde yer alan Roelf Mayer, çatışmaların önünü almak için dört ilke sıraladı. Konferansın öğleden sonraki bölümünde “Çok dilli ve çok kültürlü bir yaşamın inşası” masaya yatırıldı.

İlk konuşmayı yapan Prof Dr. Tove Skutnabb-Kangas ise son derece çarpıcı bir sunum gerçekleştirdi. Kangas, Türkiye’nin uluslararası düzeyde soykırım olarak tanımlanan 5 uygulamanın tamamını Kürtlere uyguladığını ve insanlık suçu işlediğini söyledi.

Çatışmaların önünü kesmek için dört ilke!

Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusu’nda devam eden konferansın ilk oturumuna, Güney Afrika’daki barış görüşmelerinde yer alan Roelf Mayer de katıldı. Mayer, emniyetteki görevi nedeniyle o dönem yaşanan çatışmaların olduğu tüm yerlere gittiğini ve siyahların yaşadığı kentler başta olmak üzere ülkenin tüm yerlerini gezdiğini ve çatışmalı süreçten çıkılması için çok çeşitli yollar üzerinde düşündüklerini söyledi.

MAYER: ZULMÜN SONUNUN GELDİĞİNİ ANLAMIŞTIK

Afrika’da beyaz azınlığın siyahlar üzerinde yüz yılları bulan bir tahakküm kurduğunu aktaran Mayer, “Bize Hassen Ebrahim ile birlikte nasıl oldu da değişimin gerekliliğini fark ettiniz diye soruluyor sürekli? Bu ülkede olandan çok daha fazla bir karsılaştırma vardı. Ben karşımdakini terörist olarak görüyordum. Sürekli savaşla olmak dedik. Güney Afrika’nın çoğunluğu bunun içine beyaz azınlıkta giriyordu ancak ülkede zulmün sonunun geldiğini anlamıştık. Her iki tarafta bunu anladı. Şiddet ülkeyi mahvedecekti, çünkü öyle bir iç savaş yaşanacaktı ki bunu kontrol altına alamayacaktır. Türkiye konusunda görebildiğim şeyleri ise konuşmak istemiyorum çünkü yanlış yorumlayabilirim. Bu nedenle kendi ülkemle ilgili deneyimleri aktarabilirim” diyerek konuşmasına devam etti.

ÇATIŞMALARIN ÖNÜNÜ KESEBİLECEK DÖRT İLKE

Güney Afrika kıtasında 4 ilkenin çatışmaların önünü kestiğini ve bunun Türkiye için de geçerli olabileceğinin altını çizen Mayer, bu maddeleri şu şekilde sıraladı:

1-Herkesi dahil etme süreci: Herkes işin içine dahil edildi. Barış müzakere masasına birçok parti dahil edildi. Birbirimize hoşgörü gösteriyorduk. 11 tane resmi dilimiz var. Anayasada 11 tane dil olması bir dünya rekoru. Aynı ulusun erkek ve kız kardeşleri olarak birbirimize gösterdiğimiz hoşgörü çarpıcı. Bu hoşgörünün sembolü de Nelson Mandela’dır Mandela, 27 yıl sonra hapisten çıktı ve yaptığı ilk şey kendisini hapse atan insanın dul eşini ziyaret etmek oldu.

2-Güven oluşturma: Burada birbirinize inanmanız gerekiyor. Bir saygı kimyası oluşturmak lazım. Hassen Ebrahim ve ben birbirimize bu güveni oluşturduk. Bu güven bize toplam 6 yıl süren müzakerelerde çok faydalı oldu. Bu güven hepimizi eşit insanlar olarak gören bir anayasaya götürdü.

3-Sahiplenme: kendi çözümümüz için süreci sahiplendik. Ne BM ne de ABD’yi çözüm için beklemedik. Biz G. Afrikalılar olarak çözümü istedik. Kendi yolumuzu kendimiz bulmalıyız dedik. Dışarıdan birilerinin gelip, şöyle veya böyle yapın demesine izin vermedik. Koğuşlar olsa da kendi kaderimizi kendimiz sahipleniyorduk.

4- Benim için bu güne kadar anayasamızın köşe taşını oluşturuyordu birey haklarına saygı konusu. Aparteid’in köşe taşı beyaz azınlık, kendilerini siyasi çoğunluğa karşı görüyordu. Zulüm ve baskı buradan çıkıyordu. Hepimizin eşit olduğunu ve bunun temelinin de birey hakları olduğunu öğrendiğimiz zaman çözümü bulduk ve bunu anayasamıza yazdık.

Bugün bana sorarsanız Türkiye’de bir sonraki önemli adım nedir diye sorarsanız ‘Alaton’un işaret ettiği gibi ’diyalog’ derim.

EBRAHİM: BARIŞ TEK BAŞINA YETERLİ DEĞİL

Afrika Ulusal kongresinde aktif olarak yer alarak diyalog süreçlerinde bulunan bir diğer isim olan Hassen Ebrahim de konferansa katılanlar arasında yer aldı. Ebrahim de diyaloga işaret etti. Ebrahim, “Bu davet için çok onur duydum. Bu harika ülkenin insanlarına karşı büyük saygı duyuyorum. G. Afrika yeni bir ülke belki de bizim sizden öğreneceklerimiz var. Size reçete sunmam söz konusu değil. Deneyimlerimizden çıkarmak istediğiniz dersler olabilir sadece. Barışın tanımına baktığımızda sadece çatışmanın sonuna getirmek değil, aynı zamanda sürdürülebilir hale getirmek olmalıdır çünkü barış tek başına yeterli değildi” şeklinde başladı konuşmasına.

LİDERLERİN VİZYON SAHİBİ OLMASI LAZIM

Çözümün insanları zulümden kurtaracak ve bir takım ekonomik ve refah olanakları getirecek biçimde tasarlanması gerektiğinin altını çizen Ebrahim, şöyle devam etti: “Bizim ülkemizdeki barış deneyimi aslında anayasal bir temele oturtulması demek oldu. İki dönem anayasası vardı. Birinci dönem anayasasını bir ara dönem anayasasıydı. Ara dönem anayasası bizim yaşadığımız şiddeti sona erdirdi. Geçmiş ile gelecek arasında böylesine sert bir şekilde yıpranmış ve anlatılamayacak korkunç acılar yaşamış bu insanlar arasında tarihsel bir köprü oluşturmak amacıyla G. Afrikalı insanların renk, sınıf ve cins ayrımı yapılmadan ayrılmadan bir arada yaşamasını gerektirir. Mayer, birçok ilkeden bahsetti çözüm yolunda. Bunlara eklenebilinecek bazı prensiplerde var. Uluslararası iklim ve destek vardı çözüm yolunda. İki taraftaki en etkin liderlerin bir vizyon ortaya koyması söz konusuydu. Mihenk taşı ise barışın önündeki engelleri kaldırmaktı.”

GüneyAfrika’daki anayasanın doğası gereği bir hükümetin iradesini ortaya koyan cümlelerden ibaret olmadığını, bir ülkenin tarihinin, korkularının ve umutlarının ve de vizyonunun yansıması olduğunu sözlerine ekleyen Ebrahim, şöyle devam etti: “Anayasa çoğunluğa hitap etmek zorundaydı ama çok titizlikle azınlıkların kaygılarını da dile getirip, garanti altına almalıydı. G. Afrika’da biz demokrasiyi birçok din ve dilin bir araya geldiği bir kilim gibi kurduk. 1980’lerin sonunda çatışmaya dahil olan iki taraf askerleri bir başarı sağlamayacağını anlamıştı. Hepimizin uzlaştığı nokta bir diyalog ve müzakere ile sonuçlanabileceğini gördük. Böylece müzakereler başladı. Sonunda da Mandela tarafından hükümete bir mektup yazıldı. Mandela mektubunda çoğunluğun iktidarı be varış çabaları aynı madalyonun iki yüzüydü. Afrika’da bu prensip yerine getirilmedikçe barışa ulaşılamayacak. Barış ve müzakere yolu kolay değil. Bu yol üzerinde birçok şiddet içeren ortaya çıktı. Fakat bu vizyon sahibi liderler sayesinde bunlar aşılabiliyordu.”

Liderlerinden birinin suikasta uğramasının sürece büyük darbe vurduğunu ancak karşılıklı olarak bir prensipler yığını ortaya koyduklarını aktaran Ebrahim, “Ülkenin geleceğinin nasıl anlaşılacağı konusunda bir prensipler yığını ortaya koydu. Bunlar gelecekte yapılacak anayasanın öncülü oldu. Barış yolunda bizim için en önemli şeylerden biri uluslar arası iklimdi. Aparteid konusunda uluslararası camianın büyük bir karsı desteği vardı.

Mandela gibi insanlar süreç boyunca çok önemli rol oynadılar. Vizyon sahibi ilerlerin en büyük avantajı gelecekte ortaya çıkacak durumun meşru olması ve tüm parti ve kesimler tarafından meşru olduğunu göstermekti. İnsan hakları bildirgemiz bu açıdan dünyadaki en iyiler arasında. Bizim süreç boyunca öğrendiğimiz aslında süreç boyunca ulaşabildiklerinizden çok daha önemliydi. Yani meşruiyetiniz olması çok daha kritik önemde. Sivil toplum bizde çok önemli rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor. G. Afrika’da ulaşılan başarılar kendimiz rahat hissetmemiz için yeteli değil. Demokrasimiz henüz çok genç. Barısın sürdürülebilir bir süreç olması, toplumumuzdaki tüm eşitsizlikleri bütünüyle ortadan kaldırmadıkça barış ortaya çıkmaz” diyerek konuşmasını tamamladı.

‘Kürtlere soykırımın 5 temel hali uygulanıyor’

Adalet Ağaoğlu, Murat Belge, Abdurrahman Dilipak, Gençay Gürsoy, Tarık Ziya Ekinci’nin yanı sıra onlarca akademisyen ve bilim insanının katıldığı Barışı Kurmak konferansının öğleden sonraki bölümü Roskilde Üniversitesi’nden Prof. Dr. Tove Skutnabb-Kangas, Stokholme Üniversitesi’nden Prof. Dr Carol Benson ve Yeni Delhi Jawaharla Üniversitesi’nden Ajit Mohanty’nin katılımıyla devam etti.

Dikkat çeken sunumların yapıldığı oturumda özellikle Kangas’ın sunumu, Türkiye’yi Kürdistan’daki uygulamaları nedeniyle uluslararası arenada bir soykırım ülkesi şeklinde kanıtlayacak niteliğe sahipti. Kangas, “Türkiye burada sistematik olarak Kürtleri soykırım tanımlarının içine geren 5 uygulama ile soykırıma tabi tutmaktadır. Bu durum ağır zihinsel hasar vermektedir. Hakim dil eğitim dili olduğunda bedensel, sosyal, psikolojik ve ekonomik olarak marjinalizasyona neden oluyor. Bütün bunlar bu gün Kürdistan’da söz konusudur. Özellikle yatılı okullarda alkolizm intihar, ensest ve şiddet bunun bir ürünüdür. Nedeni oradaki eğitim sistemidir” dedi.

BRİTANYA TARİHİ İNSANLIĞA KARŞI SUÇLARIN TARİHİDİR

Sevr ve Lozan’ı kıyaslayarak bazı tespitlerde bulunduğunu ve Sevr’de yapılan bazı değişikliklerle Kürdistan’ın yok edildiğini ifade eden Kangas, “64. maddenin bağımsızlığı dışlansa bile Kürt sorununun büyük kısmı çözülebilirdi istenseydi. Bu günkü durumdan Fransa ve İngiltere’nin çıkarları da söz konusudur. Kürdistan’ın Ortadoğu’nun en yoksul ülkesi ortada. Britanya bunun değişimini istemiyor. Dolayısıyla da bir adım atmamıştır. Britanya tarihi insanlığa karşı suçların tarihidir. Kürdistan’ı ve dilsel azınlığın korunmasını Lozan’dan çıkarmaktan sorumlu olan ülkeler hala Kürtlerin ezilmesine katkıda bulunuyorlar. Kürtlerden bahsettiğim zaman aslında bütün dilsel azınlıklardan bahsediyorum” şeklinde konuştu.

Kangas’ın konuşmasından bazı satır başları şu şekilde:

* Silah satışları kim tarafından nasıl yapılıyor belli değil. Türkiye’ye silahları kim satıyor, ne kadar para harcanıyor kimse bilmiyor. O kadar para Kürt bölgesinin kalkınmasına harcanabilirdi. Bir diğer iddiam ise, ABD ve Türkiye’nin ekonomik ve askeri sistemleri, bu gün Kürdistan’daki az gelişmişliği, ekonomik, eğitimsel ve insan haklarının az gelişmişliğinin yeniden üretilmesine yol açıyor. 4. iddiam ise anadil temelli çok dilli eğitimin savunulmasıdır.

ÇOK DİLLİLİK DEVLETİ BÖLMEZ

* Anadilli temelli çok dilli eğitim ve öteki azınlık anadillerine destek vermek lazım. Bunların devletin bölüneceğine yol açacağını söylemek yanlıştır. Yoksulluğun devam ettiğini söylemek yanlıştır. Ortaya atılan bütün bu iddialar cehaleti gösterir. Sadece eğitim konusunda değil, aynı zamanda çatışma teorileri, siyasi bilim teorileri, devlet inşası ve milliyetçilik konusunda da bilgi eksikliğini ortaya koyar.

* Yoksulluk esas olarak kapasitelerin kısıtlanmasıyla ilgilidir. Burada eğitimin rolü büyük. Çocukların insani kapasitelerinin artmasına yol açan eğitsel ve bilimsel gelişimlerine katkı sunulmalıdır. Çıkartmaya dayanan bir eğitimdir Kürt çocuklarına dayatılan. Yani azınlığın anadili tamamen görmezden geliniyor. Bu çocukları dilsel zenginlikten uzaklaştırıyor. Eksiltici bir uygulamadır bu. Ayrıca kimlikten yoksun bırakma da söz konusu. Uluslar arası haklar konusunda birkaç hafta önce bir rapor yayınlandı BM İnsan Hakları Yüksek Komisyonu tarafından. Burada deniyor ki, azınlıklara mensup insanların haklarının korunması ve teşvik edilmesi çatışmaların engellenmesi bakımından etkilidir. Bu kanıtlanmıştır. Çoğu zaman uzun vadeli ve yerleşik bir eşitsizlik ayrımcılık ve dışlama çatışmanın kökeni olur. Devletin azınlıkları dışlayıcı davrandığı şekillerde bu böyledir.

* Eğer bir devlet sistematik olarak yoksulluğu sürdürüyorsa, kültürel etnik ve dilsel güçsüzleştirme yaratıyorsa, çatışmaların esas nedeni budur. Ondan sonra devlet bunlara etnik ve dilsel çatışma etiketi yapıştırabilir. Eğer bu çatışmalar uzun sürerse ve samimi müzakereler yapılmazsa o zaman asimilasyona yol açabilir.

TÜRKİYE KÜRT ÇOCUKLARINA EKSİLTMELİ EĞİTİMİ DAYATIYOR

* Türkiye’deki bütün Kürt çocukları eksiltmeli bir şekilde eğitim görüyor. Kendi dilleri batar ya da yüzer. Daldırılmış durumdadır bu programlar. Türkiye’de Türkçenin eğitim dili olmasıyla ilgilidir bu durum. Bu durum Kürt çocuklarını tamamen okur yazar hale getiremez. Özellikle bu çocuklar eğitimden erken koparlarsa o zaman çoğu çocuk iyice sorunlu hale gelir. UNESCO çalışmalarına göre, örgün eğitimde harcanan yıl sayısı okur yazar hale gelmek için etkili olmaktadır. Burada 4 ayrı okur yazarlık derecesi var. Teknik beceri, metinlerin deşifresi, sürekli teknik okur yazarlık, temel okur yazarlığı kullanarak ileri eğitim görmek ive iş gücü piyasasına tam katılım için okur yazarlığı kullanabilmeli.

* Eğer azınlık için örgün eğitim yabancı dilde oluyorsa, daha çok yıl gerekiyor. 16-17 yıla kadar çıkabiliyor bu süre. Ama anadilde eğitim olsa süre giderek kısalıyor. Tam okur yazarlık için anadilde 12 yıl, yabancı dil için 17 yıl gerekebiliyor. Yerli ve azınlık çocukları çoğunluk diliyle eğitim görürlerse okulda kalmıyorlar. Kalırlarsa kendi özel çabaları sonucundadır. Her aşamada kendi dillerini biraz yitiriyorlar.

* Eğitim hakkı BM ve birçok uluslar arası dokümanda vardır ve çocuk hakları sözleşmesinde de vardır. Eksiltmeci hakim dil aracılığıyla verilen eğitim, eğitime erişimi engellemekte ve eğitim hakkını ihlal etmektedir. Çocukların kapasitelerini kısaltmakta ve yoksulluğu geliştirmektedir.

*Tarihsel olarak yerli ve azınlık çocukların anne babaları, anadilini unutma pahasına hakim dili tercih etmemişlerdir. Bunların dili eğitimsel, sosyolojik ve psikolojik olarak dilsel soykırım diye adlandırılan süreç sonunda ortadan kalkar. Bu örneğe Türkiye özellikle dahildir.

* Burada soykırım sözleşmesinin ikinci maddesini aktarmak lazım. Türkiye burada sistematik olarak Kürtleri 5 tanımın her birinin içine giren, soykırım tanımlarının içine giren uygulamalardan sorumludur. Bu durum ağır zihinsel hasar vermektedir. Hakim dil ieğitim dili olduğunda bedensel, sosyal, psikolojik ve ekonomik olarak marjinalizasyona neden oluyor. Bütün bunlar bu gün Kürdistan’da söz konusudur. Özellikle yatılı okullarda alkolizm intihar, ensest ve şiddet bunun bir ürünüdür. Nedeni oradaki eğitim sistemidir.

TÜRKİYE EN AZ 3 DİLLİ EĞİTİME GEMELİDİR

* Türkçenin Kürtler ve diğer azınlıklar için eksiltmeci bir durum olarak kullanıması, okur yazarlığın olmamasına yol açar, kimlikten yoksun bırakır. Dolayısıyla soykırımın bir parçasıdır ve insanlığa karşı bir suçtur. Bunu söylerken de sağlam araştırmalara yaslanıyoruzu. Türkiye’nin bu kadar batırmacı, daldırmacı sistem dışında ne yapması lazım? Yerli halk ne kadar kendi dilinde eğitim görürse o kadar iyidir. İki dilli öğretmenlerin eğitim yapması lazım. Türkiye’de en az 3 dilde yetkinlik verilmelidir. Ermenice, Arapça, Türkçe Kürtçe gibi diller olabilir.

* Eğer Türk devleti Kürt çocuklarının Türkçeyi iyi öğrenmesini istiyorsa, Kürtçeyi anadillerini iyi kullanmalarının olanaklarını yaratmalıdır. Herkese uyan bir model yoktur. Ancak bahsettiğimiz örnekler üzerinden yüksek dillilik, başarı ve toplumsal barışın temini söz konusu olmaktadır. Ya batar ya çıkar programlarının hiçbiri bu amaçlara ulaşamaz. Zayıf modeller biraz daha insanidir. Ama bunlar da amaçlarına ulaşamazlar. Sadece güçlü modeller eğitim hedeflerine ulaşmakta başarılı olurlar. Bütün güçlü modeller esas olarak azınlık dilini kullanır öğretim dili olarak. Dünyanın her yerinden deneyimlere baktığımız zaman, şu soruya baktık meslektaşlarımla, bütün bu eğitim araçları için ilkeler nedir? En önemlisi destek. Yani hiç olmazsa ilk 8 yıl boyunca çocuğun iki dilli olmasını beklediğimiz dillerden en ileri düzeye gitmesi olasılığı olanı başlangıçta kullanmak lazım. Bir kürt çocuğu için tek dilli ve Türkçe eğitim tamamen yetkinlik dışı bir durumdur. Deneyimin temelinde birlikte çalışarak modern ilkeleri oluşturabiliriz.

‘TEK DİLDE EĞİTİM ARTIK OLMAMALI’

Dil alanındaki çalışmalarıyla bilinen ve birçok üniversitede dersler veren HindistanlıProf. Dr. Ajit Mohanty ise dil ve asimilasyon konulu bir sunumda bulundu. Mohanty, “İnsanın kendi dili ve kültürüne duyduğu gurur, aslında barış ve huzur içinde yaşamanın bir koşuludur. Hindistan’daki yöresel diller üzerinden anadilde eğitimin aslında insanların özellikle azınlıkların çocuklarının kendilerini geliştirmeleri konusunda potansiyellerini arttırmalarını sağlar” dedi.

Mohanty; “Yaşamda kalmamız çok kültürlülük ve çok dillilik üzerinedir. Şu anda 6 bin 700 dil yok olmanın eşiğine gelmiştir. Hindistan dünyanın en çok dilli ulusudur. Ancak aynı zamanda yok olmaya yüz tutmuş diller açısından da en fazla sayıya sahiptir. Yaklaşık 10 bin anadilden bahsedebiliriz Hindistan’da. 300 resmi dil kabul edilmiştir. İngilizce ise eklenmiş bir resmi dildir. Bütün bu dillerin Hindistan’da resmi dil statüsüne kavuşması 30 yıllık gibi bir süreyi aldı” ifadelerini kullandı.

Çocuklar kendi ana dillerinde eğitildiklerinde bilenden bilinmeyene çok daha rahat gittiklerini ve eğitimin artık tek dilli olmaması gerektiğini aktaran Mohanty, “Tek dilde eğitim artık olası olmamalı. Çok dilli eğitime kesinlikle ihtiyacımız vardır. Anadilin kaliteli eğitim dili yapıldığı bir uygulamaya kesinlikle ihtiyaç vardır. Daldırma çıkarma modelinde öğrenci anadille okula girer, ikinci dil,dominant dili üstüne empoze eder ve ikisini de doğru dürüst öğrenemez. Buna karşı, çok dilli ve eklemeli model içinde öğrenci kendi anadilinde belli bir yetkinlikle okula gelir. Okul bunu geliştirir ve bu şekilde akademik ve bilinçsel potansiyeli artar. Böylece pozitif bir transfer oluşur. Çerçeve olarak kültürel psikolojiye baktığınızda çocukların eğitime katılımı ve kültürel gururlarını onurlarını arttırıcı bir çok etkisi olduğunu görüyoruz. Çocuklar örneğin matematiksel becerilerini nasıl kullanıyorlar, rakamlarla ilgili bilgileri nasıl kullanıyor. Topluluktaki faaliyetlerin nasıl örgütlendiğini sınıftan başlayarak öğrenebilir. Çok dilli eğitim programları, tek dilli eğitim programlarından kesinlikle daha etkili ve daha başarılıdır. Okula devamın artmasına bile katkısı söz konusudur” diyerek konuşmasını tamamladı.

ANADİLDE EĞİTİM BARIŞ İÇİN ÖNEMLİDİR

Son konuşmacı olarak söz alan Prof. Dr. Carol Benson ise uluslar arası çok dilli eğitim politikaları konusunda bir sunum gerçekleştirdi. Eğitimin nasıl örgütlenebileceği ve çok dilli eğitim konusunda önemli belirlemelerde bulunan Benson, “Kaliteli eğitimi sağlamak barışın bir ön koşuludur. Aynı zamanda barış için de önemli bir durumdur.” dedi.

TÜRKİYE ÇOK DİLLİ EĞİTİM ZOR DİYORSA MOZAMBİK’E BAKSIN

Çok dilli birçok ülkede çalıştığını ve Türkiye’yle benzer durumda olan çok sayıda ülkeden deneyimler edindiğini ifade eden Benson, şöyle devam etti, “Öğretim dili, öğretmenle öğrenci arasında iyi anlaşılmadığı zaman ağır sorunlar yaratmaktadır. Eğer üniversitede en yetkin olduğunuz dilde eğitim göremiyorsanız, önemli engellerle karşılaşmak durumdasınız. Türkiye çok dilli eğitimi yapamayız diyorsa, o zaman Mozambikli arkadaşlarımızla konuşun. Vietnam’da bir pilot uygulama var. 3 dilde eğitim başladı. Bunlar çok güzel alternatifler değil ama toplumda, insanlara başka seçenekler sunuyor sonuçta.

Alaton: Barış İçin Öcalan’a Ev Hapsi Getirilebilir

BİA Haber Merkezi – 08.04.2011

İş insanı İshak Alaton, Barış Kurmak Konferansı’nda , “Öcalan ev hapsi konumuna da geçirilebilir” dedi. DEP milletvekili Leyla Zana ise, “özgür bir toplum ve ulus olarak tüm doğal haklarımızı yaşamak istiyoruz” dedi.

Türkiye ‘Barış Girişimi’nin düzenlediği ”Barışı Kurmak Konferansı”na katılan iş insanı İshak Alaton, Türkiye’nin tam anlamıyla barış sürecine girebilmesi için 12 yıldır İmralı Cezaevi’nde hükümlü olarak tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın cezasının ev hapsine dönüştürülmesi gerektiğini söyledi.

Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ve yarın da sürecek olan konferansta Alaton, Türkiye’de 20 yıldan fazla bir süredir Kürt Sorunu’nun konuşulduğunu, ancak bir çözüme ulaşılamadığını belirterek, “Öcalan ev hapsi konumuna da geçirilebilir” dedi.

Alaton, bir ülkenin yurttaşları arasında uzun yıllardır yaşanan kavgaya son verme zamanının geldiğini söyledi; bunun da geleceğin birlikte konuşulmasıyla başarılabileceğini açıkladı. Kürt tarafındaki grupların hukuki tehdit yaşamadan ne istediklerini açıkça tartışmaları gerektiğini ifade eden Alaton, Kürtler deyince de sadece PKK’nin veya Barış ve Demokrasi Partisi’nin anlaşılmaması gerektiğini belirtti:

“Dikkatle ve özenle bölgede kaç farklı Kürdistan olduğunu anlamak zorundayız. Benim anladığım kadarıyla Kürtler çözüm meselesinde PKK’nın muhatap alınmasında ısrar ediyor, bu nedenle de çözüm kapısı kilitli kalıyor.”

Eski Demokrasi Partisi (DEP) milletvekili Leyla Zana ise, Kürtçe yaptığı konuşmada, Türkiye’nin çok güzel ve ekonominin yanı sıra çok kültürlülük, çok dillilik ve uluslar açısından da zengin bir ülke olduğunu söyledi.

Zana, sınırların insanların beyninde olduğunu söyleyerek, özgür bir toplum ve ulus olarak tüm doğal haklarını yerine getirmek ve yaşamak istediklerini açıkladı.

“Kürtler artık kendi adlarına düşünmek, geleceklerini kendileri aydınlatmak istiyor. Türkler, Farslar, Araplar, Ermeniler, Yahudiler, Ortadoğu halklarıyla birlikte eşit yaşamak, birlikte bir sinerji yaratmak istiyorlar. Dünya sözleşmelerini de üst kimlik olarak ortaya koyup bunun altında yaşamak istiyorlar. Bunun için tabuları yıkmamız lazım.”

Yarın (Cumartesi) ise Rakel Dink’in açılış konuşmasıyla başlayacak olan oturumlar “Bölgeselleşme ve âdemi merkeziyetçilik”  başlığı ile devam edecek.

İlk oturuma Dr. Cengiz Aktar moderatörlük ederken Jean Dussourd, Prof. Dr. Teresa Freixes, Eric Suzanne, Prof. Dr. İlhan Tekeli, Fikret Toksöz ve Aysel Tuğluk konu ile ilgili söz alacak. İkinci oturum “Barışa nasıl ulaşılacak” başlığında ise moderatör Prof. Dr. Gencay Gürsoy başkanlığında ve BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, Prof. Dr. Mithat Sancar, Sezgin Tanrıkulu ve Prof. Dr. Turgut Tahranlı katılımında gerçekleşecek bir oturum düzenlenecek.

Rakel Dink: Ali Topu Agop’a Atamadı

BİA Haber Merkezi – 09.04.2011

“Barışı Kurmak” konferansında “Bölgeselleşme ve Ademi Merkeziyetçilik” konusunda yeterli araştırma olmadığı, dünya örneklerinin tartışmaya zemin hazırlayabileceği konuşuldu.

Barış Girişimi’nin düzenlediği “Barışı Kurmak” (Pêkanîna Aştıyê) konferansının ikinci gününde ” Bölgeselleşme ve Ademi Merkeziyetçilik” konuşuldu.

Bilgi Üniversitesi Dolapdere yerleşkesindeki konferansın açılış konuşmasını yapan Rakel Dink, “Ermenice basılan ilköğretim kitaplarında bile hala ‘Ali topu Agop’a atamadı'” dedi.

“İlişkiler her zaman onarmaya değerdir. Hrant öldüğünde herkes bana ‘senden öfke, küfür nefret bekliyorduk’ dedi. Böyle yapsaydım, benim onlardan ne farkım olacaktı, farkı nasıl yaratacağız, nasıl bir çıkış bulacağız o zaman?”

Oturumun kolaylaştırıcısı Dr. Cengiz Aktar Osmanlı’dan beri konuşulmayan, Türkçe karşılığı bile olmayan Arapça “Ademi Merkeziyetçilik” kavramının Türkiye’de Abdullah Öcalan ve Kürt hareketi ile konuşulmaya başladığını söyledi.

Değişen “Fransa Modeli”

Fransa İçişleri Bakanlığı’ndan Vali Jean Dussourd, Türkiye’nin örnek aldığı Fransa’nın idari sisteminin artık geçerli olmadığını, ülkede yerel ve merkez arasında dengeli bir iktidar paylaşımı olduğunu anlattı.

* Merkezi sistemi bu kadar güçlü Fransa 30 yıldır ademi merkeziyetçilik uyguluyor ve bölünmedi.

* 1980’de sağ ve sol uzlaştı. İller arasında eşgüdümü sağlamak için  22 bölge oluşturuldu. Bölge meclisleri kuruldu

* Merkezin yetkileri belediye ve illere verildi; kaynak kullanımı devredildi.

Bölgesel eşitsizlik

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV ) İyi Yönetişim Programı Direkörü Fikret Toksöz, kamu kaynaklarının kullanımında merkezin payının çok büyük olduğunu bunun da bölgeler arasında eşitsizliğe yol açtığını söyledi.

“TESEV’in yaptığı araştırmalarda, kişi başına düşen harcamalarda Diyarbakır en aşağılarda.”

Demokratik katılım

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal, ademi merkeziyetçilik sisteminin Kürtlerin taleplerinden öte demokratikleşme sorunu olduğunu söyledi.

“Demokratik Toplum Kongresi (DTK)  halkın demokratik katılımı adına tüm yerellerde mahalleden başlayarak meclis sistemi oluşturdu.”

Fransa sisteminin uygunluğu

Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Oktay Uygun, dünya örnekleri arasında Fransa sisteminin Türkiye için daha uygun olduğunu söyledi.

* Fransa’da yerel yönetimlerin yasama yetkisi yok.

* Federal sistemde eyaletler birbirine eşit konumdadır, anayasada yetkileri belirlidir.

* İspanya özerk sisteminde merkezi yönetim yerele verdiği yetkiyi istediğinde anayasayı değiştirerek geri alabilir.

* Türkiye’ye getirilecek sistem de ancak yerel ve merkezin güçlü meşruiyetiyle mümkün olabilir.

Araştırma  eksikliği

Prof. Dr. İlhan Tekeli, yerleşim sistemine ilişkin bir araştırma yokluğu nedeniyle Türkiye’ye uygun sistemi konuşmanın mümkün olmadığını söyledi.

“Avrupa Birliği’nde (AB) gelişen kademeli yönetişim modelindeki çok kimlikli, yerelin farklılığını kapsayan sistem Türkiye’ye uygun olabilir.”

Tartışam bölümünde söz alan BDP İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel, “Türkiye bu sorunu çözmek istiyor mu ?” sorusunu tartışmayı Türklerin de sahiplenmesi gerektiğini söyledi.

‘Türkiye için bundan sonrası diyalog’

Etkin Haber Ajansı – 08.04.2011

Güney Afrika’daki barış görüşmelerinde yer almış Roelf Meyer, Kürt sorununda bundan sonra atılması gereken adımın diyalog olduğunu kaydetti.

Uluslararası Barış Konferansı açılış konuşmalarının ardından düzenlenern oturumlarla sürüyor.

“Çatışmadan barışa” başlıkla oturumda Güney Afrika’daki barış görüşmelerinde yer alan heyette bulunan Roelf Meyer konuşma yaptı.

Türkiye’de Güney Afrika fahri konsolosluğu görevini de yürüten Roelf Meyer, konuşmaları dinlerken 1986 yılına döndüğünü kaydetti. Meyer, “Hatırlayın beyaz hükümeti. Emmniyeten sorumlu bakan yardımcısı olarak. O dönem mevkim dolayısıyla bütün çatışma bölgelerine gidiyordum. Siyahilerin yaşadığı kentler başta olmazk üzere bütün kentlere. G. Afrika’da ülkenin iyiye gitmesi için neler yapabilir diye düşünmeye başladık. Bu beyaz bir azınlığın siyahlar üzerinde kurduğu yüzyıllar süren bir baskıydı” dedi.

4 İLKEYLE ÇATIŞMALAR KESİLDİ

Dört ilke ile Güney Afrika’da çatışmalarını önünü kesildiğini söyleyen Meyer, bunların Türkiye için de gercerli olduğunu ifade etti. Meyer, bu ilkeleri şöyle anlattı:

-Herkesi dahil etme süreci: Herkes için içine dahil edildi. Barış müzakere masasına birçok parti dahil edildi. Birbirimize hoşgörü gösteriyorduk. 11 tane resmi dilimiz var. Anayasada 11 tane dil olması bir dünya rekoru. Bu hoşgörünün sembolü de Nelson Mandela’dır Mandele, 27 yıl sonra hapisten çıktı ve yaptığı ilk şey kendisini hapse atan insanın dul eşini ziyaret etmek oldu.

-Güven oluşturma: Burada birbirinize inanmanız gerekir. Bir saygı kimyası oluşturmak. Hassen Ebrahim ve ben biribirimize bu güveni oluşturduk. Bu güven bize toplam 6 yıl süren müzakerelerde çok faydalı oldu. Bu güven hepimizi eşit insanlar olarak gören bir anayasaya götürdü.

-Sahiplenme: Kendi çözümümüz için süreci sahiplendik. Ne BM ne de ABD’yi çözüm için beklemedik. Biz Afrikalılar olarak çözümü istedik. Keni yolumuz kendimiz bulmalıyız dedik. Dışarıdan birilerilinin gelip, şöyle veya böyle yapın demesine izin vermedik. Koğuşlar olsada kendi kaderimizi kendimiz sahipleniyorudk.

-Birey haklarına saygı: Benim için Anayasamızın köşe taşını oluşturuyor, Hepimzin eşit olduğunu ve bunun temelinin de birey hakları olduğunu öğrendiğimiz zaman çözümü bulduk ve bunu anayasamıza yazdık.

TÜRKİYE’DE ŞİMDİKİ YOL DİYALOG

Meyer, “Bugün bana sararasanız Türkiye’de bir sonraki önemli adım nedir? Alaton’un işaret ettiği gibi ’diyalog’ derim.”

BARIŞ AYNI ZAMANDA SÜRDÜRÜLEBİLİRLİKTİR

Afrika Ulusal Kongresi’nde diyalog süreçlerinde aktif olarak yer alan Hassen Ebrahim ise “Size reçete sunmam söz konusu değil. Deneyimlerimizden cıkarmak istediğiniz dersler olabilir sadece” diyerek sözlerine başladı.

Ebrahim, “Barışın tanımına baktığımızda sadece catışmanın sonuna getirmek değil, aynı zamanda sürdürülebilir hale getirmek. Barış tek başına yeterli deği. İnsanları zulümden koruyan ekonomik anlamda refah içerisinde yaşamalarını sağlayacak bazı garantileri barındırması lazım. Bizim ülkemizdeki barış deneyimi aslında anayasal bir temele oturtulması demek oldu” dedi.

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.