Konusunu ‘Rus Edebiyatında Savaş ve Barış’ olarak belirlediğimiz VII.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 4 Kasım Çarşamba akşamki toplantısında ilk kitabı olan Aleksandr Puşkin’in Yüzbaşının kızı’nı bize Evren Ergeç sundu ve tartışmaya açtı. Eser 1834 yılında yazılıp 1836 yılında tefrika edilmişti. Eser, II.Katerina’nın çariçe olduğu dönemde(1762-1796), 1970’li yılların başında, Kazak Yemelyan Pugaçov’un liderliğinde başlayan köylü ayaklanmalarının yaşandığı Orenburg, Kazan (bugünkü Tataristan toprakları) bölgelerinde yaşananları konu ediyordu.
Kazaklar,( Kozak, Kosak, Rus Kazakları olarak da adlandırılırlar), kökenleri çok bilinmese de,Ukrayna ve Güney Rusya’nın yerli halklarının karışmasıyla 15. yüzyıl dolaylarında Don ve Dinyeper nehirleri civarında ortaya çıkan etnik topluluktur. Balıkçılık ve yağmacılık yaparak geçinen, dindar Ortodoks olan, geleneklerine bağlı kapalı bir toplumdur. Savaşçı özellikleri nedeniyle Çarlık ordusunun vazgeçilmez ve korkulu unsurları olmuşlardır. 20-60 Yaşları arasında ortalama 22 sene askerlik yapan ve karşılığında, Rus köylülerinden önce toprak sahibi olan bir topluluktur. Kazaklar Rus ordularında özellikle sınır bölgelerin korunması gibi görevlerde kullanılmışlardır. Rusların Orta Asya ve Sibirya’yı ele geçirmelerinde bu savaşçı topluluğun payı büyüktür. Kazaklar 1917 Devrimi ve sonrasında sosyalist düşünce ve yönetime hiç uyuşamaz ve Beyaz Ruslar’ın yanında yer alırlar, isyanlar çıkarırlar ve kolektifleştirmeye karşı direnirler.
1860- 1870’Li yıllardaki savaşlar nedeniyle kötüleşen halkın durumu,18. yüzyılın ikinci yarısında keskinleşerek güçlenen feodal-kölecilik koşulları, ülkenin merkezinde baş gösteren veba sağlını, toprak sahiplerinin baskıları, toplumsal çelişkilerin derinleşmesi, ülkede yaşanan karmaşa, ayaklanma koşulları geliştirir. Özellikle de Kazaklar arasında sık sık isyanlar çıkmasına neden olur. Kazaklar arasında, XVII. ve XVIII. Yüzyılda çıkartılan en önemli isyanlar Stenka Razin, Kandrati Bulavin ve Emelyan Pugaçev önderliğinde yürütülen isyanlardır.
Yemelyan Pugaçev(1740-1775) Çar III.Petro’nun şaibeli ölümü üzerine harekete geçer, kendisinin çar olduğunu, suikastten kurtularak Asya’ya kaçtığını iddia eder ve çevresine topladığı güçlerle bir isyan başlatır. Kazaklardan büyük destek alan Pugaçev, Rus birliklerini yenerek Kazan’ı ele geçirir, Moskova ve St.Petersburg’u tehdit eder. 1772 Yılında hazırladığı bildiriyle Kalmıklar ve Tatarları isyana çağıran Pugaçev, bölgedeki tüm çiftlikleri dört yüz kişilik çekirdek bir güçle dolaşır. 1773’te Orenburg üzerine yürüdüğünde 2 bin 500 kişilik küçük bir ordu toplamış olan Pugaçev Aralık ayında 30 bini bulan birlikleri ve 86 top ile tüm Pavolje ve Ural bölgesini kontrol etmeye başlar. Ancak, Uzun süre devam eden Orenburg kuşatması,Pugaçev’in büyük bir yenilgiye uğramasına neden olur. Ardından, Kazan’da ve Ural’da yenileri eklenir.
Ancak Ruslar Osmanlı ile barış yaptıktan sonra tüm güçlerini Orta Asya’ya sürerler. Pugaçev yenilir ve idam edilir. Pugaçev, Rusya tarihindeki en korkunç isyancılardan biri olarak anılırsa da Kazaklar için büyük bir halk kahramanıdır.
Edebiyatta da Kazaklar önemli eserlere konu olmuştur. Gogol’un Taras Bulba’sı (1835), Tolstoy’un Kazaklar’ı (1863), Şolohov’un Durgun Akardı Don’u (1940) ve incelediğimiz Puşkin’in Yüzbaşının kızı.
Ruslar için, Rus dilini olgunlaştıran, yazın dili haline getiren, en büyük edebiyatçı/şair olan Puşkin’in 1834 yılında yazdığı Yüzbaşının kızı eseri, büyük değişimlerin yaşandığı yüzyılın ve edebiyatta büyük çığır açan toplumcu gerçekçilik akımın özelliklerini taşır. Toprak ağaları ve serfler, kölelikten kurtuluş için çıkartılan isyanlar, ‘iç ve dış’ düşmanlarla yaşanan savaşlar, savaşların getirdiği zorluklar, ataerkil toplumun bir özelliği olarak askerlik, kırsal kesimin yoksulluğu, kötü hava koşulları, aşırı soğuk, günlük yaşamın sıradanlığı, modern yaşamın dayattığı değerlerle geleneksel değerlerin çatışması…
Yüzbaşı’nın kızı savaş ortamında, Kazak isyanının kapısına dayandığı askeri bir garnizonda/kalede geçer. Eser, savaş ve şiddeti yaratacak, körükleyecek en uygun ortamı ve değerler sistemini betimler. İnsanların, askerlerin ve soyluların diğerlerine olan güvensizliği, sınıflı toplumun, efendi-köle ilişkisinin acımasızlığı, kadınların geleneksel rollerine hapsedilmişlikleri, erkeklerin de sürekli olarak ‘erkeklikle’ sınanmaları, düşmanın bile kategorize edilmişliği, kavganın, savaşın ahlakı, ‘hayali düşman’ yaratımı, ‘bir amaç uğruna savaşma, şehit ve kahraman olma, ölme vazifesi’, yargı sisteminin sakatlanmışlığı, işkence, ayrımcı dil…
‘Hep Yahudi pataklayacak değilsin ya!’, ‘Davetsiz misafir Tatardan beterdir’, ‘Türklerle, İsveçlilerle savaşsan hadi neyse…’, ‘Türklerle, İsveçlilerle savaştım, yeterince ölü gördüm’, ‘Ayyaşın teki devleti sarsıyor’, ‘Yeterince Hristiyan kanı döktüm’, ‘Senin efendinim ben sen de benim uşağımsın…Akıl verme bana, sana ne söylüyorsam onu yap’, ‘Zavallı Miranov! Çok yazık, iyi bir subaydı. Madam Miranova da iyi bir kadındı. Çok güzel mantar turşusu yapardı!’, ’Babanızın 300 canı var (kölesi)’, ‘Dullar kızlardan daha iyi kısmet bulur’, ‘Karı gibi çene çalıyor’.
Atölye, Puşkin’i, Rus dili ve edebiyatının öncü yazarı olmasına, yazarın dilini ve edebiyatını beğenerek okumasına karşın, yaşadığı dönemin statükosunu koruyan, geçerli değer yargılarını savunan, savaşı yücelten bir yerde durduğunu, yazarın, savaşa güzelleme olarak Yüzbaşının kızını kaleme aldığını değerlendirdi. Bir kez daha, edebiyatın, şiddetin ve savaşın yeniden üretilmesine, normalleştirilmesine ve hatta göz ardı edilmesine yarayan bir örneğiyle karşı karşıya olduğumuzu gördük.