Temasını ‘İspanyol dilinde yazılmış edebiyatta savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin XII. Döneminin yedinci toplantısında Şenol Karakaş bize, İspanya İç Savaşı hakkında bilgi verdikten, sonra, yazar Federico Garcia Lorca’nın (1898-1936) hayatından ve Atölye’nin konusu olan Beş Yıl Geçince’den (1931) söz etti ve sonra kitabı katılımcıların tartışmasına açtı.
1936 Yılında başlayan İspanya İç Savaşında yaşanan yalnızca cumhuriyetçi saflar ile faşistler arasındaki bir iç savaş değil, aynı zamanda, işçi sınıfı ve yoksul köylüler ile toplumun diğer sınıf ve katmanları arasındaki bir iktidar mücadelesi, birbirlerinin içine geçmiş ve birbirinin sonucunu büyük ölçüde tayin eden iki mücadeledir. Başta Madrid ve Barcelona olmak üzere cumhuriyetçi saflardaki tüm şehir ve kırsal yerleşme merkezlerinde yaşanan bir sosyal değişikliktir. Toplumsal düzen tamamen değişmiştir.
Bir iddiaya göre 1936 İspanyasındaki kazanımların yitirilmesinin sorumlusunun Halk Cephesi politikası ve pratiğidir. Özellikle İspanya Komünist Partisi (PCE), bu cephe hükümeti içindeki kendi rolünü, orta sınıfları cephede tutmak adına, işçi sınıfı ve yoksul köylülerin kazanımlarını frenlemek ve baltalamak olduğu söylenebilir.
İspanya’da 1936 olaylarının arka planını yüzyılın başından beri hızla gelişen bir sınıf mücadelesi oluşturur. 1917-1930 Yılları arasında sayıları iki kat artan sanayi işçileri başlıca dört bölgede yoğunlaştı:
1. Bask bölgesi (tüm ülkenin demir çelik ve tersane kapasitesinin % 70’ine sahiptir)
2. Asturya bölgesi (kömür üretiminin büyük çoğunluğunu üstlenir)
3. Madrid (büyük yerleşim merkezlerinden biri olarak)
4. Katalonya (işçi sınıfının en yoğun olduğu, İspanya işçilerinin yaklaşık yarısının bulunduğu bölge)
Ayrıca Andalusya kırsal bölgesinde büyük çiftliklerde çalışan çok yoğun bir tarım işçisi kesimi bulunmaktadır.
İşçi sınıfı hareketi iki büyük konfederasyon tarafından örgütlenmiştir.
1. En büyük sendika, PSOE (Sosyalist İşçi Partisi)’nin önderliğini yaptığı Genel İşçi Sendikasıdır (UGT).
2. Katalonya’daki işçilerin çoğunluğu Anarko sendikalistlerin önderliğindeki Ulusal İşçi Konfederasyonu (CNT)’de örgütlenmiştir. PCE (İspanya Komünist Partisi)’nin de bir konfederasyonu vardır. Ama bu konfederasyon pek etkinlik kazanamamış, sonunda 1939’da UGT ile birleşmiştir.
İspanya’nın bir diğer özelliği ise sanayileşmenin görece geç başlaması, genelde yabancı sermaye ile yürümesi sonucunda ulusal burjuvazinin sahnede kendine daha pek yer edinememiş olmasıdır.
Ülke 1931 yılına kadar monarşi ile yönetilir, bu yılın başlarındaki genel seçimlerin ve büyük şehirlerdeki grev hareketlerinin sonucu monarşi Nisan ayında devrilir, yerine İspanya Cumhuriyeti kurulur. Nisan 1931-Ekim 1934’e kadar süren ilk cumhuriyet hükümeti ülkede sağlam bir burjuva demokrasisinin temellerini atmayı başaramaz, vaat edilen köklü toprak reformu gerçekleşmez, köylü gösterileri zorla bastırılır. Ulusal sorunu çözümlenememiş, Katalonya’ya özerklik verirken milliyetçiliğin daha güçlü olduğu Bask bölgesine verilmez.
Bu dönem boyunca işçi sınıfının yaşam düzeyi düşer, işsizlik giderek artar, hükümet işçi sınıfı mücadelesinin önüne geçmek için grevleri yasaklar ve yeni iş kanunları çıkarır. İşçi sınıfının bütün bunlara karşı giriştiği mücadeleler(Haziran 1931, Ocak 1932, Ocak 1933’teki grevler gibi) polis ve ordu tarafından zorla bastırılır. Ocak 1933’te Barcelona’da anarşistlerin önderliğinde başlayan bir ayaklanma hükümet tarafından amansızca bastırılır. Böylelikle ilk cumhuriyet hükümeti toplumdaki hemen hemen her kesimi karşısına almış olur. İşçi sınıfı bu kısa burjuva hükümeti döneminde burjuva demokrasisinin gerçek yüzünü görür, böyle bir düzenin işçi sınıfına vereceği pek bir şey olmadığı sonucunu çıkarır, köklü bir toprak reformundan mahrum bırakılan köylülük de aynı şekilde hayal kırıklığına uğrar.
Orta sınıflar ve egemen sınıfın önemli bir kesimi de hükümete karşıdır. Orta sınıflar, işçi sınıfı ve köylüleri sindirecek daha köklü bir çözüm peşinde aşırı sağa kayarken, Katolik kilisesi ve burjuvazinin bir kesimi de hükümete karşı açık bir kampanya başlatır. Ekim 1934’de hükümet düşer ise de bu defa iktidarın faşist partiye geçme olasılığı belirir. PSOE bu olasılığa karşı genel grev ve ayaklanma çağrısı yapar, fakat işçi sınıfını sonradan frenleyemeyeceğini kestirince bundan son anda vaz geçer. Her şeye rağmen bu çağrıya cevap verenler olur. 20.000 Asturyalı maden işçisi yerel UGT, CNT ve PCE kadrolarının önderliğinde silaha sarılır, General Franko’nun ordusu ile iki hafta kıyasıya çarpışır, ayaklanma çağrısının ardından tek başlarına kalan Astoria maden işçileri sonunda yenilir ve teslim olur. Franko teslim olan işçilerin yaklaşık 3.000’ini öldürtür. Acı sonuna rağmen bu eylem İspanya devrim hareketinin ilk önemli mücadelesi kabul edilir. Bunun ardından gelen çeşitli mücadeleleri hükümet ve ordu zorbalıkla karşılık verir, altı ay içinde yaklaşık 40.000 bin kişi siyasi nedenlerle hapse atılır.
İspanya’da bunlar olurken, S.S.C.B.’nde dünya sol hareketine damgasını vuracak önemli gelişmeler yaşanır.
Ocak 1934’te S.S.C.B. Komünist Partisinin 17.Kongresinde “ulusal ekonominin tüm dallarında, kişinin kişi tarafından sömürülmesine son veren sosyalizmin zaferi” kutlanır. Bu cümle, kulakların (varlıklı köylüler)bir sınıf olarak tasfiyesini, köylü kitlelerin kolektifleştirilme hareketinin tamamlanmasını ve sanayi üretiminin devrimden bu yana kaydettiği büyük artışını anlatmaktadır. Stalin artık iktidarı ele almıştır ve izleyen yıllarda tüm muhalefet, eski Bolşevikler tasfiye edilecektir. S.S.C.B. bürokrasi uluslararası düzeyde iktidarını pekiştirmek için Komintern partilerindeki sol muhalifleri de tasfiyeye başlar. Stalin’in ‘tek ülkede sosyalizm’ ilkesi, tek sosyalist ülkeyi korunma ilkesine dönüşmüştür.
Stalin, bu dönemde Alman faşizmine karşı korunmanın yolunu, devrimi Avrupa’da yaymak olarak değil, Almanya ve İtalya’ya karşı İngiltere ve Fransa ile cephe kurmak olarak belirler. İngiltere ve Fransa ile anlaşmanın bir diğer yüzü de özellikle Avrupa’da ve başka ülkelerde devrimleri desteklemekten uzak durmaktır.
İspanya’da Komintern’in yeni halk cephesi politikası çerçevesinde, PCE de kendi ülkesinde anti-faşist gördüğü her unsurla cephe kurmaya çalışır. Tüm olumsuzluklara karşı yükselen işçi sınıfı mücadelesi sayesinde cumhuriyetçi partiler ve işçi sınıfı partileri arasında kurulan Halk Cephesi 16 Şubat 1936 seçimlerini kazanır. Cephe hükümetinin programına göre sosyal veya ekonomik sınıf motifleri ile yönlenmiş bir Cumhuriyet değil, daha çok toplumsal ve sosyal ilerleme motifleri ile hareket eden bir demokratik rejim kurulmalıdır.
İşçi sınıfının beklentileri bunun ötesindedir ve Halk Cephesi’nin programını aşmaktadır. Seçim sonuçlarının açıklanmasının ertesi günü işçiler Valencia, Ovideo ve diğer büyük hapishaneleri basarak ilk cumhuriyet hükümeti döneminin sonlarında tutuklanmış binlerce siyasi tutukluyu serbest bıraktırır, tüm ülkeyi grev dalgası sarar, 1 milyonun üzerinde işçi, ücret artışları ve 1934’te işten atılanların yeniden işe alınması gibi taleplerle greve çıkar, güney ve doğu İspanya’nın topraksız köylüleri, toprak sahiplerinin topraklarına el koyar, tarım işçileri ücret artışı ve daha iyi çalışma koşulları için sürekli greve çıkar.
İşçi ve köylü hareketinin programı aşan talep ve hareketler için, işçi hareketini denetleyebilmek için Halk Cephesi içindeki işçi sınıfı partilerine görev verilir. PCE ve PSOE’nin bütün gayretlerine rağmen, 16 Şubat-16 Temmuz 1936’ya kadar işçi hareketleri gelişmeye devam eder.
Burjuvazi ve toprak ağaları Cephe hükümetinin işçileri durdurabileceğinden ümitlerini kesmiş ve çareyi orduda ve faşistlerde aramaya başlamıştır. Küçük burjuva gençlik yoğun bir şekilde faşist Falanj Partisine akmaya, sokaklarda devrimciler ve işçilere karşı silahlı mücadelelere girmeye başlar. Hükümet dışında herkes bir iç savaşın kaçınılmaz olduğunun farkındadır.
17 Temmuz 1936 günü General Franko, çoğunluğunu yoksul köylülerin oluşturduğu 25.000 kişilik Fas’taki İspanya askeri karargahında bir ayaklanma başlatır, İspanya yarımadasındaki diğer karargahlara da ayaklanmaya katılma çağrısı yapar. 18 Temmuzda Sevilla, Saragossa ve Navara vilayet garnizonları Franko’ya destek çıkar.
PSOE ve PCE her şeyin hükümete bırakılması çağrısı yapar. Bazı garnizonlar Franko’ya katılmamış, çoğu hükümetin önderliğini beklemektedir. Deniz kuvvetlerinin tümü ayaklanmaya katılmayı reddeder. Hükümet donanmayı Cebelitarık boğazına gönderip, Franko’nun Fas’tan İspanya yarımadasına asker nakli yapmasını önlemeyi kabul etmez. Boğazın kapatılması, İngiliz ve Fransız ticaret yollarını kapatmak ve bu ülkelerle ilişkileri zora sokmak anlamına gelmektedir. Ancak bu karar almama hali Franko’ya karargâhını Fas’tan İspanya’ya nakletme fırsatı verirken Hitler ve Mussolini’nin nakliye uçakları da bunu sevkiyata destek verir.
19 Temmuz günü işçi sınıfı, hükümetin önderlik etmesinden ümidi kesip kendi savunmasını hazırlamaya başlar, Madrid ve Barcelona’daki askeri karargâhlar işçiler tarafından kuşatılır, bir günlük bir mücadele ardından karargâhlar teslim alınır, parti veya sendika üye kartı gösteren işçilere karargah silah depolarından silah dağıtılmaya başlanır. Bu iki büyük şehirdeki işçi hareketlerini diğer şehirler takip eder, sendikalar ve sol partiler işçi milisleri kurarak bunları kırsal alanlara savaşmaya gönderir, tarım işçileri ordu karşısında mücadeleye başlar, birçok köyü düşürerek topraklara el koyarlar. Temmuz ayı sonlarında Orta ve Doğu İspanya’da kuzey ve güney sahilinin çoğu kesiminde askeri darbe işçi ve köylülerin mücadeleleri sonunda mağlup edilmiş olur. Ordu Franko ve işçi direnişi saflarına bölünür. Toplumsal bir değişiklik yaşanmaya başlar. Faşizme karşı direnişin ve sosyal devrimin başlaması ile sadece İspanya’da değil tüm Avrupa’da sosyalistler faşizmin durdurulabileceği görmeye başlar ve mali ve insani yardım yağmaya başlar. Uluslararası Tugayları kurularak İspanya’ya, mücadeleye gelmeye başlanır.
O dönemde İspanya’da tabanda şekillenmeye başlayan sosyal devrimi pekiştirmek ve kurumsallaştırmak için nesnel koşullar oluşmuştu. İkili bir iktidar durumu yaşanıyordu. Cephe hükümeti devlet kurumlarını yitirmiş, yönetim zafiyetine düşmüş, işçi ve köylüleri yönlendirecek bir gücü sergileyemez olur. İç savaş giderek Halk Cephesi’nin aleyhinde gelişmeye başlar. Franko yavaş yavaş Madrid’e doğru ilerler çünkü Madrid’in kimin elinde kalacağı bir bakıma iç savaşın sonucunu tayin edecektir. Hükümet kendini Valencia’ya taşır. PCE’nin yerel kadrolarıyla şehrin savunmasına başlar, S.S.C.B.nden büyük silah nakli gerçekleşir. 25.000 Kişilik Uluslararası Tugaylar Madrid savunmasına katılmaya gelir. Franko güçlerinin Madrid’den püskürtülmesi ilk önemli zafer oldu.
Franko’ya karşı savaş 1939’a kadar sürerse de 1937 Mayıs’ında İspanya işçi sınıfının Halk Cephesi hükümeti eli ile bozguna uğratılmasından sonra tüm cumhuriyetçi güçler faşist orduya yenik düşer. İspanya iç savaşının yenilgisi, sonuç olarak Halk Cephesi hükümetinin ve bunun içindeki en önemli işçi sınıfı partisi olan PCE’nin stratejisinin sonucu olarak görülebilir. Bu nedenle İspanya İç Savaşı tarihi yalnızca faşizm karşısında yenilginin değil, aynı zamanda tabandan yükselen olası bir İspanya Devrimi’nin de doğarken ölmesinin tarihidir denilebilir.
İspanya İç Savaşı başlarında kurşuna dizilerek öldürülen Federico Garcia Lorca, 5 Haziran 1898’de doğar. Aynı yıl İspanya, A.B.D. donanmasıyla, kısa bir savaş ve kesin yenilgiden sonra, Küba, Puerto Rica ve Filipinler gibi son deniz aşırı sömürgelerinden vazgeçmek zorunda kaldığı yıldır.
Lorca, daha dört yaşına gelmeden düzinelerle halk türküsünü ezberlemiş, halasından gitar dersleri almaya başlamış bir çocuktur. “En eski çocukluk anılarımda toprağın tadı vardı…Kırlardaki yabani hayvanlar, çiftlik hayvanları, o topraklarda yaşayan insanlar, bütün bunlarda, pek az kişinin fark edebileceği bir anlam var. Şimdi hepsini, çocukluğumda bildiğim gibi eksiksiz hatırlıyorum…İlk duygusal yaşantılarım toprakla, toprakla çalışmayla ilgili. Hayatımın temelinde, psikanalistlerin tarımsal kompleks dedikleri şeyin yatmasının nedeni bu, ”der. Lorca “halktandır. Lorca, topraktan fışkıran, görülmemiş bir doğallıkla ifade edilen güçlü bir dil mirasına üstünde oturmaktadır.
Lorca’nın ailesi, çocukların eğitimi için, 1909’da köyden Granada’ya göçer. Yoğun tarihi ve edebi çağrışımlarıyla şehrin yaşantısı çocukluğunda Vega’da edindiği dünya görüşüne karışarak kan kültürü ile akıl kültürünün eşsiz sentezini biçimlendirir. 1915 Yılında Granada’da, Üniversiteye yazılır. Ancak okumayı değil müziği tutkuyla sever. Verdi hayranı yaşlı maestro Don Antonio Segura ile müzik çalışır ve onun rehberliğiyle birinci sınıf bir piyanist olur.
Lorca 1917 yılında Granada Üniversitesinde Sanat Teorisi profesörü Don Martin Dominguez Berrueta ile Kastil, Leon ve Galiçya’yı gezer ve hocası onu Granada’da 1918 yılında basılan İzlenimler ve Peysajlar kitabını yazmaya teşvik eder.
O sıralar Granada’da sanat tutkunu bir grup insan vardır ve Lorca bu dalgın düşünce cennetinde kendine benzer insanlarla tanışmasıyla verimli bir gençlik dönemi geçirir. Çevresinde Manuel de Falla, Granada Üniversitesi’nde siyasi hukuk profesörü hümanist Fernando de los Rios, tarihçi -Jose Palanco Romero ile İngiliz dostu William Davenhill’in yakın arkadaşı Alonso Gamir Sandoval, ressam Manuel Ortiz ve Ismael G. de la Serna, sanat tarihçisi Antonio Galleo Burin, heykeltraş Juan Cristobal, sonradan liberal günlük gazete El Defensor’de Granada’nın başyazarı olan Costantino Ruiz Carnero, iki şair, Alberto A. de Cienquegos ve Manuel de Gonora, gitarist ve tanınmış lberia Triosunun kurucusu Angel Barrios, Andres Segovia, üstün bir akademik kariyer yapmış edebiyat eleştirmeni Jose Fernandez Montesinos, ressam ve fotografçı hakkak Hermenegildo Lanz, estetikçi Francisco Soriano Lapresa, kültürlü sanat meraklısı Miguel Ceron sonradan Lorca hakkında yazdığı kitapta bu günleri canlı bir şekilde anlatan kavgacı gazeteci Jose Mora Guarnido, Miguel Pizarro gibi geniş bir yelpazeden kültür insanı vardır.
Lorca’nın ilk şiirlerinde derin bir cinsel kırıklık, bir reddedilmişlik ve yalnızlık duygusu vardır. Lorca ‘başka’’ olduğunu kesin bir şekilde hissediyordu. Granada düştüğünde Hıristiyanların zulmüne uğrayan Mağrıbi ve Yahudi’lerle kendisini özdeş sayması, Granada’da kişiliğinin bu şekilde yorumlanmasından, şehrin kendisini reddettiğine inanmasından ileri geliyor olabilirir.
Daha sonra Lorca Madrid’e gider ve orada on yıl, ‘Resi’ diye bilinen, önemli eğitim kurumu Residencia de Estudiantes’de eğitim görür. Lorca, ilk şiir kitabı olan Libro de Poemas’ı (Şiirler Kitabı, 1921) Madrid’te bastırır ve ünü yavaş yavaş yayılmaya başlar.
Lorca dehasının en yatkın olduğu alanı, 1922’de Granada’daki Fiesta de Cante Jondo halk müziği şenliğinde, ünlü besteci Manuel de Falla ile birlikte giriştiği ortak çalışmada bulur. Müzik ve şiir alanındaki eğilimleriyle ruhsal dürtülerini halk ve Çingene müziği geleneklerinde ortaya koyar.
Lorca bu arada bir yandan da oyun yazar. Bu alandaki ilk başarısını 1927’de Barselona’da Salvador Dali’nin dekorlarıyla sahnelenen Mariana Pineda’nın şiirsel ve romantik manzum oyunuyla elde eder. Desenleri de ilk kez aynı yıl, aynı kentte sergilendi.
1928’de Çingene Romansları’nın yayımlanması Lorca’ya uluslararası bir ün kazandırdıysa da mutluluk getirmez. “Çingene severliği’’nin efsaneleşmesinden duyduğu rahatsızlık ve yaşamımın en acılı dönemlerinden biri” olarak nitelendirdiği duygusal bir bunalımın verdiği acıyla 1929 Yılında Fernando de los Rios ile New York’a gider, 1930 yazında Küba yoluyla İspanya’ya dönünceye kadar dokuz ay New York’da biraz huzur ve yeni bir esin kaynağı arar. Bu dönemde yazdığı ve ölümünden sonra 1940’ta yayımlanan Poeta en Nueva York (Ozan New York’ta) şiirinde makineleşmiş bir uygarlıkta, yaşamın içinde ölümü görmenin dehşetini, çarpıcı bir biçimde bir araya getirilmiş katı, ürpertici imgelerle aktarır.
1931’de Lorca İspanya’ya geri döndükten sonra üretmeye devam eder. Çocukluğundan beri kuklalara duyduğu tutku dolu hayranlığı dile getirebilmek için Los ti’teres de cachiporra (Kuklalar Tiyatrosu) ve Retabillo de Don Cristobal (Don Cristobal’ın Kukla Oyunu) adlı iki kukla oyunu yazar ki bunlarda da hüznünden izler taşır.
İspanya’da cumhuriyet kurulduktan sonra Lorca kendini tümüyle tiyatroya verir. Bu dönemde La Barraca adlı bir öğrenci topluluğu Milli Eğitim Bakanlığı’nın parasal desteğiyle 1932’den 1935’e değin klasik tiyatro başyapıtlarını, eğitimsiz işçi ve köylülere tanıtır. Topluluğun kurucusu, yönlendiricisi, yöneticisi ve müzikçisi olan Lorca, Lope de Vega, Calderon de la Barca ve Cervantes’den oyunlar sahneye koyarak tiyatroda büyük deneyim kazanır.
Lorca’nm halk oyunları üçlemesinin ilk oyunu olarak 1933’te sahnelenen Kanlı Düğün bu çalışmaların sonucunda ortaya çıkar. Lorca’nın oyununda kişiler kaderin kurbanıdır; başka türlü davranmak ellerinden gelmez. İlkel tutkular ile uygarlığın amansız namus anlayışı arasındaki çatışmanın tuzağına düşmüşlerdir ve çatışma ölümle sonuçlanacaktır.
1934’te Lorca boğa güreşçisi bir arkadaşının yaralanıp ölmesi üzerine Llanto por Ignacio Sânchez Mejîas (1935; Ignacio Sânchez Mejias’a Ağıt, 1997) şiirini yazar. Lorca’nın en iyi şiiri, modern İspanyol edebiyatının en yetkin ağıtı ve hatta bütün edebiyatlardaki en başarılı ağıtlardan biri olan bu şiir, sürekli yinelenerek yankılanan, akıldan kolay kolay çıkmayacak, hüzün dolu “A las cinco de la tarde” (Akşamüstü saat beşte) nakaratı ile sürer. Aynı yıl Lorca’nın halk oyunları üçlemesinin İkincisi ve Kanlı Düğün ile birlikte, 20. yüzyılın az sayıdaki başarılı şiirsel trajedilerinden biri olan Yerma sahnelenir. Lorca, Haziran 1936’da bir akşam, arkadaşlarının evinde üçlemenin son oyunu olan Bernarda Alba’nın Evi’ni okur.
Lorca, 1 934 yılında, hayatta olan en büyük İspanyol şairi ve oyun yazarı olarak kabul edilir.
Lorca’nın İspanya’nın içinde bulunduğu karmaşık dönemdeki tutumu şöyledir: “Hiçbir şeye sahip olmayan, hiçbir şey olmamanın huzuru bile kendisine çok görülenlerin yanında olacağım. Biz –‘biz’ dediğim, varlıklı orta sınıf ailelerinden eğitim görmüş, aydın kişilerdir- fedakarlığa davet ediliyoruz. Bu çağrıyı kabul edelim.”
Halk Cephesi’nin seçimlerde kazandığı zaferden az sonra, büyük şair Antonio Machado ve başka aydınlar, Evrensel Barış Birliği’nin manifestosunu İspanyol komitesi adına imzalar. El Sol, içlerinde Garcia Lorca da olmak üzere manifestoyu destekleyen yazarların bir listesini yayımlar 1 Nisan’da Lorca, Alberti, Luis Cernuda ve Manuel Altolaguirre gibi şair ve aydınlarla birlikte, bu kez Brezilyalı devrimci lider Carlos Prestes’in hapisten salıverilmesini isteyen bir manifestoya daha imza atar. Aynı ay şair, Evrensel Kızıl Yardım Örgütü’nün çıkardığı haftalık dergi Ayuda’ya (İmdat !) 1 Mayıs Bayramı sayısı için bir mesaj göndererek siyasi tutumunu bir kez daha belli eder, “Kutladığımız 1 Mayısta daha adil bir toplum isteğiyle birleşen bütün İspanyol işçilerini sevgiyle selamlarım.” İspanya’da siyasi havanın büsbütün kötüleştiği Mayıs ayının ilk haftalarında Lorca Falanj politikalarına karşı ikinci bir manifesto imzalar. Ondan sonra Lorca, Madrid’e gelen Fransız Halk Cephesi temsilcilerinden üç Fransız yazar, Andre Malraux, Jean Cassou ve tiyatro yazarı Lenormand şerefine 22 Mayıs’ta verilen büyük bir yemeğe katılır. Katılanların Marseillaise ve Enternasyonal’i söylediği toplantıda, içlerinde bakanların da bulunduğu, iki yüz seçkin konuk katılıyor. Madrid gazeteleri ertesi gün bu olaya geniş yer verir.
Lorca bu tutumuyla, iktisadi baskı altındaki İspanyol halkıyla kendini özdeşleştirir, gelenekçi zihniyetten nefret eder, faşizmin tehlikelerini görür. İyi yürekli bir idealisttir. Cumhuriyet yönetiminde görevde olan aydınlar gibi İspanya’da daha insani bir toplum kurulmasını, yeni bir liberalizm olmasını isterse de politik hayatın katı gerçekleriyle baş edemez.
Lorca’nın öldürülmesi de planlı bir saldırı, aralarında eski CEDA milletvekili olarak etkili kişiliğiyle Ramon Ruiz Alonso’nun da bulunduğu, Accion Popular’dan bir grup aşırı-katolik, üyenin ön ayak olduğu bir cinayettir.
Kurşuna dizilmesinden sonra, Londra’daki PEN Club başkanı yazar H. G. Wells Granada’daki askeri yetkililere şu mesajı gönderir: “Londra PEN Club başkanı H. G. Wells seçkin meslekdaşı Federico Garcia Lorca hakkında merakla haber beklemektedir, lütfen cevap vermenizi dileriz.”Verilen cevap şöyledir: “Granada Valisi Albaydan H. G. Wells’e. Don Federico Garcia Lorca’nın nerede olduğunu bilmiyorum.” İmza Albay Espinosa.” Daha sonra Franco Lorca’nın öldrüldüğünü kabul eder.
Lorca kendini şöyle tanımlar: “ Ben tam bir İspanyol’um, benim için coğrafi sınırlarımın dışında yaşamak imkânsızdır. Aynı zamanda, sırf İspanyol olarak doğduğu için İspanyol olanlardan tiksinirim. Ben bütün insanların kardeşiyim; sırf gözleri bağlı olarak yurdunu sevdiği için kendini soyut, milliyetçi bir ideal uğruna feda eden kişiden nefret ederim. İyi bir Çin/i bana kötü bir İspanyol’dan daha yakındır. İspanya’yı eserimde dile getiririm, onu iliklerimde duyarını; ama, bundan da önce, hiçbir milli bağnazlığını yoktur. Herkesin kardeşiyim ben. Siyasal sınırlara inanmadığımı söylememe gerek bile yok.”
Atölye’nin konusu olan Beş Yıl Geçince kitabı soyut imgelemlerle yüklüdür. Gerçeküstücülük etkileri görülür. Bir meta anlatıdır. Bir yitik zaman alegorisidir. Ölüm-sürekli geç kalma ve zamanın hem kendisinin hem öznenin hem de öznenin ulaşmaya çalıştığı insanların değişkenliği üzerine vurgularla doludur. Ölümden kaçış imkânsızdır, ölümden uzak durmak da. Hayvanlar ölür/öldürülür, çocuklar da. Aşk ölür, aşıklar da. Geç kalmak insanın kaçınamayacağı bir yazgısı olarak görünür.
Kitapta yok varlıklardır. Adları geçse de sorunludur.
Sahnelenmesi zor bir oyundur ve yazarın sesi pek duyulmaz. Onun sesini diğer şiirlerinden duyarız. Şiirlerinde bu temaların izi görülür. Örneğin ‘Sezilmemiş Aşka Gazel’de
“Her zaman: acımın bahçesi benim
Gövden her zaman, her zaman şaşırtıcı
Damarlarının kanıyla dolu ağzım,
Ağzın ölümüm için söndürdü ışığını.”der.
‘Kaçışa Gazel’de
“Bazı çocukların kalbinde yitirdiğim gibi
Birçok kere yitirdim denizde kendimi.
Gidiyorum aramaya, suyu bilmeden,
Beni çürütecek, ışık yüklü ölümleri.”
‘Ölü Çocuğa Gazel’de
“Her akşam üzeri bir çocuk ölür,
her akşam üzeri Granada’da.
Her akşamüzeri yerleşir de su
dostlarıyla konuşur baş başa.”
“Elveda
Ölürsem
açık bırakın balkonu
Çocuk portakal yiyor.
(Balkonumdan görüyorum onu.)
Orakçı ekin biçiyor.”