Atölye BAK
Konusunu ‘Edebiyatta adalet arayışları’ olarak belirlediğimiz IX. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 29 Kasım Çarşamba akşamki üçüncü oturumunu Cihangir Orhan Kemal Müzesi Cafe’sinde yaptık.
Atölyenin konusu olan eserin yazarı Orhan Kemal’in (15 Eylül 1914 Ceyhan – 2 Haziran 1970 Sofya) oğlu Işık Öğütçü bizlere babasından, aile ilişkilerinden, yazarın edebiyatçı olarak yaşadıklarından söz etti. Ardından Görkem Yeltan, Orhan Kemal’in eseri Murtaza hakkında bilgi verdikten sonra kitap Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açıldı.
Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü olan Orhan Kemal yazı hayatına şiirle başlar. Daha sonra, Bursa Cezaevi’nde yatarken Nazım Hikmet’in önerisiyle, Orhan Kemal adını kullanarak hikaye ve roman yazmaya başlar.
Eserleriyle, toplumsal yaşamımızın değişim dönemlerini, birey-toplum ilişkileri çerçevesinde gerçekçi bir biçimde dile getirir. Tarla ırgatlarından fabrika işçilerine uzanan, çalışanları, işsiz insanları konu edinen, ekmek kavgası veren yoksul kesimin yaşamını anlatan Orhan Kemal, çağdaş Türk edebiyatında özgün bir yere sahip olur. Şiir, roman, öykü, oyun ve senaryo olmak üzere beş farklı alanda eser verir; 27 romanı, 12 öykü kitabı, 5 oyunu, çeşitli dergilerde basılmış şiirleri, 9’u filme alınmış 10 senaryosu ve 3 film öyküsü vardır. Orhan Kemal, eserleriyle her dönemde Türk sinemasına kaynaklık eder. Hilmi Yavuz, “Tip’i, trajik ve komik olanın diyalektiği üzerine inşa etmek! Orhan Kemal’in bütün başarısı buradadır,” der.
Atölye’nin konusu olan Murtaza romanı, ilk olarak 1952 yılında Vatan gazetesinde tefrika edilir. Roman gazetede yayımlandığında büyük ilgi görür, bunun üzerine aynı yıl kitap olarak basılır. Orhan Kemal Murtaza için “Yazımı uzun yıllara dayanan olgunlaşmış bir romanın kâğıda dökülmesinden ibaretti,” der. Roman Türk edebiyatında önemli bir yer edinir.
Orhan Kemal daha sonra Murtaza romanını genişleterek tekrar yazar. 1969 Yılında genişleterek neden ikinci kez yazdığını, önsözünde şöyle açıklar: “Murtaza’yı roman haline getirmek için çok çalıştım. Murtaza bir roman değil, olsa olsa bir büyük hikâyeydi. Kitabın yüzseksen sayfalık hacminden dolayı söylemiyorum bunu. Salt romanı roman yapan şeylerin eksikliğinden böyle yaptım. Elimde hala yığınla malzeme var. Bu malzemeyle bir ‘Murtaza 2’ yapar mıyım, henüz bilmiyorum. Bana sorarsanız Murtaza şimdi roman oldu kanısındayım.”
Konu olarak ilkinden farklılık göstermeyen bu romanda bazı bölümler daha geniş olarak ele alınır. İlk romanda, Murtaza’nın mahalle bekçiliği yaptığı bilgi olarak verilmişken, ikinci romanda, mahallede bekçilik yaparken başına gelenlere, mahalleliyle arasında geçenlere yer verilir, aile bireyleri daha belirgin bir biçimde çizilir, Murtaza’nın ailesiyle olan ilişkisi daha geniş anlatılır. Eklenen olaylar ve yan karakterlerle roman hareket kazanır. Eser iki defa sinemaya uyarlanır.
Romanda, hikâyenin ne zaman geçtiğiyle ilgili kesin bir tarih belirtilmemiş olmakla birlikte, Murtaza’nın ustalara anlattığı askerlik anıları, tarihle ilgili bilgi vermektedir; İkinci Dünya Savaşı yıllarında askere alınmıştır ve askerden yakın bir süre önce gelmiştir. İşçilerin Hitler ve Mussolini’yle ilgili konuşmalarından, Demokrat Parti’nin kurulmuş olmasından romanın II. Dünya Savaşı sonrasında, 1945-52 arasında geçtiği anlaşılmaktadır
Roman, görevini herşeyden üstün tutan “Vazife bir!” deyip başka bir şey demeyen, ‘vazife aslanı’ bekçi Murtaza’yı anlatır. Murtaza mübadele ile Yunanistan’dan gelmiş bir muhacirdir. Çukurova’da devletin verdiği tarlayı ekip biçmiş ama işler yürümeyince şehre taşınmıştır. Önce mahalle bekçiliği, ardından da fabrika bekçiliği yapar. İşini öylesine önemser, öylesine her şeyin üstünde tutar ki, bunun için çocuğunu bile feda edebilir. Romanın iskeletini Murtaza oluşturmakla birlikte arka planda yaşadığı yoksul mahalle, çalıştığı fabrika, ailesi, yoksul insanlar ve işçiler vardır.
Mahallenin bütün sorunlarından kendini sorumlu tutar. Sokaklarda nara atanlara, toplanıp konuşanlara, ışıkları gece açık bırakanlara kızar, herkese karışır. Aslında kendince mahalleyi korumak ve nizama sokmak için uğraşıyor olsa da mahalleli onun bu iyi niyetini takdir etmez. Çünkü olur olmaz gecenin bir yarısı düdüğünü çalıp insanları uyandırmakta ya da birini gözü tutmazsa tutup doğru karakola götürmektedir. Mahallelinin artan şikâyetleri üzerine komiser Murtaza’yı mahalle bekçiliğinden alıp fabrika bekçiliğine gönderir.
Fabrikadaki işine “Abe lazımmış fabrikaya disiplin, edeceğim ben disiplin” diyerek başlar. Murtaza bekçi olarak işe alınmasına rağmen işçileri denetlemeye kalkışır, ustalara karışır, yardımcısı olduğu kontrolörü disipline sokmayı kendine görev bilir, işe ara verip tuvalette sigara içenleri, iş başında kaçamak yapıp uyuklayanları, işten kaytarıp etrafta koşuşturup oynayan çocuk işçileri, fabrika kahvesinde boş boş oturanları, zaman zaman Fen Müdürüne şikâyet eder. Fen müdürü ise Murtaza’nın çalışmasından memnundur ve her fabrikaya bir Murtaza gerektiğini söyler çünkü fabrikadaki herşeyden haberdar olmaktadır. Fabrikadakiler Murtaza’nın çoğu zaman saçmalığa varan katı disiplininden bıkmıştır ve aralarında alay konusu olmaktadır.
Murtaza’nın en büyük gurur kaynağı Balkan Harbi’nde şehit düşmüş olan dedesi Kolağası Hasan Efendi’dir. Dedesi vazife uğruna şehit düşmüştür çünkü ‘vazife üstündür herşeyden’. Murtaza da dedesi gibi vazifesine ‘ölüm uğruna’ yapacak kadar bağlıdır. İşe başladığı gün dedesinin fotoğrafı önünde ona söz verir. Murtaza dedesi gibi gurur duyacağı bir oğlu olmasını çok ister ama karısı bir türlü böyle bir oğlan doğuramamıştır; “İstediği evsafta olmayan tarlada tohumu çürümüştür.”
Murtaza, her durumda benzer sözleri bıkmadan tekrarlar, vazifesiyle sık sık övünür: “Dayısı Kolağası Hasan bey gibi saldıracak düşmana, dökecek mübarek kanını kutsal vatan topraklarına”, “Olacağım sana layık bir torun, dedem Kolağası Hasan Bey. Yaşatacağım senin namını, fabrikadaki disiplinimle hem de üstün hizmetlerimle,”, “Ankara’da Devlet hem da Hükümet, yukarda Allah, burda da ben” ,“Gördüm ben kurs, aldım çok sıkı terbiye büyüklerimden, hem de amirlerimden takdirname” , “Bir vazife büyüktür bir namustan…Vazife bir sırasında görmeyecek gözün dünyayı, demeyeceksin evladım, ciğerparem” der.
Murtaza kendi gerçekleriyle yaşamakta ya da gerçekleri yanlış anlamakta, kendine göre çarpıtmaktadır. Fabrikaya gönderilmesinin altında mahalle bekçiliğinden alınması olmasına rağmen, Murtaza bu durumu bir terfi, bir ödül olarak görür. Hem fabrikadakilere hem de ailesine yeni işini övgüyle anlatır, askerliğini hangi rütbeden yaptığını soran işçilere bekayadan askere alınmasını abartarak anlatır, kızını İzmirli bir ailenin istediği haberini aldığında da olayı kendi gerçekliğinde algılayarak kendine mal eder, dürüst, vazifesini yapan, kurs görmüş, takdirname almış biri olduğu için kızına talip çıkıldığına inanır.
Murtaza özgün bir tiptir. Onu genel sıfatlarla (komik, yağcı, saf vb.) tanımlamak kolay değildir. İşçileri gidip müdüre şikâyet eder ama bunu müdüre yaranmak için, yükselme hırsı ya da para için yapmamaktadır. Onun için para önemli değildir. “Yüksektir vazife herşeyden, sormuş mudur parasını Kolağası dedem giderken Balkan Harbi’ne” diyerek vazifeyi paradan üstün tutar.
Murtaza bir insan tipi olarak, katı bir ödev ahlakını simgeler. Ödevine küçük bir sapmaya bile olanak tanımayan bir hoşgörmezlikle bağlılığı Murtaza’nın kişiliğini temellendirir. Hilmi Yavuza göre Murtaza Kant ahlakının tipik bir önericisi kimliğinde görünmektedir. Bu, bir görevi, herhangi bir kayıt ve şarta bağlı olmaksızın, sadece ödev olduğu için yerine getirme yükümlülüğünü görme halidir. Murtaza da ‘ödevimi yapmam gerek’ derken bunun sonuçlarını hesaplamaz. Kant, bu kesin ahlaki buyruğun özü üzerine bir tartışmaya girilmesini doğru bulmaz. Ona göre ‘Bu işi niçin yapmam gerek’ sorusuna verilecek cevap ‘sebebi yok, yapmam gerek’tir. Murtaza görev ahlakı üzerine söylev verirken de aynen bu soruyu soracak ve şöyle diyecektir: “Neden? Çünkü lazım böyle!”
Romanın diğer karakterleri gerçekçidir; hiç biri iyi-kötü, zengin fakir gibi kesin çizgilerle değil, insan olmanın getirdiği iyi ve kötü yönleriyle birlikte anlatılır. Murtaza’nın karısı, fabrikada çalışan işçiler, Fen Müdürü. Müdür de, sınıfsal durumunun bilincinde, sadece kar etmeye çalışan, işçileri ezen bir tip ya da iyi kalpli bir patron olarak değil, yaşayan bir karakter olarak, insani yanlarıyla romanda yer almıştır.
Romanda ne Murtaza ne işçiler, ne de mahalleli sınıfsal konumlarının bilincinde olarak yer almazlar. Özellikle Murtaza’nın durumu bir sınıfsal çatışmaya, işçi işveren, zengin yoksul karşıtlığına indirgenmeden, daha çok onun vazife aşkından dolayı düştüğü trajikomik ve acınası durum olarak anlatılmıştır.
Murtaza, kundaktaki oğlunu “Açan büyüyecen, asker olacan, kurşun atacan düşmana,” diye sever. Anlatılan, asker olup savaşmanın toplumda saygınlık taşıdığı, İttihat ve Terakki’nin ve onun doğduğu Trakya topraklarının, onun izlerini taşıyan tek partinin, dünyada da milliyetçi akımların etkisinin sürdüğü bir dönemdir.
“Murtaza, elleri üzerinde yürümeyi olağan saymaya başlamış bir toplum, belki de bir dünyada, ayakları üzerinde yürüyen, başkalarını da böyle yürümeye zorlayan, kendi kendine inanmış bir kişidir. İçinde yaşadığı toplumla her an zıtlaşan, bitmez tükenmez çelişmelere düşen bir adam…” der edebiyat eleştirmenleri.
Murtaza romanı, Orhan Kemal’in “Ben tanıdığım insanları yazdım” diye özetlediği gözleme dayanan gerçekçiliğini gösteren bir eserdir. Murtaza romanını yaratmasına esin kaynağı olan kişi Adana’nın Akbank Şubesi’nde çalışan bir kapıcıdır. Nurer Uğurlu, kendisine Murtaza romanı gösterildiğinde kapıcının verdiği yanıtı ‘Orhan Kemal’in İkbal Kahvesi’ kitabında şöyle aktarmaktadır:“A be bu adam beni nereden tanır? Bu adam benden başka adam bulamamış mı yazacak? Neden yazar beni kitaplara? Ya okurlarsa amirlerim bu kitabu? Sevmem bu yolda laubalilik…” Murtaza’yı Bekçi adıyla filme çeken Ali Özgentürk, başından geçen benzer bir olayı şöyle anlatmaktadır: “ Onyedi yaşımdayken Murtaza’yı tanıdım. Orhan Kemal Adana’ya gelmişti. O zaman bir sanat derneğimiz vardı. Orhan Kemal’i biz karşıladık. Aldık onu Murataza’yı ziyarete gittik. Murtaza emekli olmuştu, bir kapının önünde duruyordu, gecekondu gibi bir evin önünde. ‘İşte seni yazan adam’ dedik. O da ‘Kimmiş yazar, ne diye yazmış beni’ diye kovdu bizi oradan.”
Edebi değerinden farklı olarak, Atölye yazarın dilini, yarattığı durumları, hem savaşçıl ve erkeksi dili nedeniyle, hem de mahallelinin özel yaşamının tanınması, aile içi ilişkilerdeki özel alanın sınırlandırılması ve kişisel yaşam koşullarının kötüleştirilmesi, fabrika işçilerinin çalışma koşulları yönüyle, haklar ve özgürlüklerin kısıtlanması açısından eleştirildi. Katılımcılar, bütün kitaba egemen olan ‘muhacir- gerçek Türk’, ‘her Türk değil, isteyen Türk’ gibi ötekileştirme konusunu olağanlaştırılması nedeniyle de eleştirel yaklaştı.
“O zaman kızsa amirin, sövse anana avradına hem de haksız mı?”, “Abe ne gülersin bir amire, inekler gibi”, “Haçan büyüyecek, kurşun atacaklar düşmana, kurşun”, “ Hayır hayır olmazdı böyle kadınlık. Bir kadın kocasının her dediğine hu çekmeliydi”, “Kız gibisiniz. Anam avradım olsun kız”, “Kart karı tavcısı”, “Aferin lan. At da sana avrat da”, “Allah kılıcınızı keskin, atınızı eşgin etsin”, “Değilim ben boklu göçmen”, “Desinler ecnebiler tüh bu pis Türklere. Versinler kötü not memleketimize”, “Haçan bu Murteza da gidecek bir gün harbe. Dökecek mübarek kanını kutsal vatan topraklarına. Yaşarım niçin? Ölmek için”, “İsmet Paşacıların boyunlarına ip takıp süreriz”, “Ölülerimize bile kefeni çok görenlerin boyunlarına yağlı ipleri geçirmekte daha fazla geç kalmamalıyız arkadaşlar.”
Atölye takvimi şöyle:
13.12.2017 Yeniden çarmıha gerilen İsa Nikos Kazancakis Özlem Tatlıcan
27.12.2017 Morgue Sokağı cinayeti Edgar Allan Poe Evren Ergeç
Yeni Yıl Yemeği
10.01.2018 Ankara mahpusu Suat Derviş Didem Arslanoğlu
24.01.2018 Bülbülü öldürmek Harper Lee Kamer Badur-Eğilmez
07.02.2018 Michael Kohlhaas Heinrich Von Kleist Nilüfer Uğur-Dalay
21.02.2018 Mülksüzler Ursula K. Le Guin Murat Tekelioğlu
07.03.2018 Mrs.Dalloway Virginia Woolf Yıldız Önen
21.03.2018 Bunlar da mı insan Primo Levi Şenol Karakaş
04.04.2018 Surname Aziz Nesin Figen Dayıcık
18.04.2018 Boyalı peçe W.Somerset Maugham Şengül Çiftçi
02.05.2018 Venedik taciri W.Shakespeare Asuman Kafaoğlu-Büke
Dönem Sonu Yemeği
Barışla kalın.
AtölyeBAK