5 Mart akşamı, Ümmü Burhan’ın yazar ve kitap ile ilgili bilgilendirmesinin ardından, Tezer Özlü’nün Yaşamın Ucuna Yolculuk anlatı/romanını tartıştık. Kitabı atölye programına emanisipasyon, kadın/erkek eşitliği, ilişkiler sorunsalı, kimlik bunalımı içeriği nedeniyle seçmiştik. Kitap bu başlığı hak ediyordu. Türk edebiyat çevrelerince ‘kırılgan’, ‘naif’,’gamlı prenses’gibi tanımlamalarla anılan Tezer Özlü kitabını, içeriği açısından oldukça erken sayılabilecek bir dönemde, 1984 yılında yayınlıyor. Kitap, sevdiği ve yaşamlarını ölümle sonlandırmış yazarların peşinden, onların yaşadığı, ölmeye karar verdikleri yerlere seyahat eden, kendisi de yaşamın kıyılarında dolaşan bir ‘ben kahramanın’ yolculuğunu anlatıyor. Yolculuk Berlin,Prag, Trieste, Torino hattında, Kafka, Svevo ve Pavese’nin izinden sürüyor.
Dönemi itibariyle, bir kadın edebiyatçının kaleminden çıkmış cesur ve samimi anlatı, kitabı bugüne kadar getiren, okunan bir yazar yapan bir özellik, özgünlük,ilksellik olarak değerlendirildi.
‘Kavrayamadığı dünyanın yalnızlıklarının derinliklerinden ya da bunalmışlıklarının acısından bakacaklar’ cümlesi belki de yazarın dünyaya bakışını anlatan içerikte. Kitap boyunca bu öz sıkı sık karşımıza çıktı.
Mekanlar, kentler insanı yalnızlaştıran, yaşamın ucuna getiren önemli unsurlar olarak karşımıza çıktı.’Kendine yabancı insanların çevrelediği kent. Dünyanın tüm kentlerinden daha yalnız insanlarıyla…’,’Torino…Gökyüzüne kendini kapayan, insanı beton galerilerden mermer galerilere iten, yağmuru, rüzgarı, bulutları gizleyen bu kent onun intiharından sorumlu’,’Bu kentte bir gizemli ölüm var…ölüm tutkusunu körükleyen bir güç var’, ‘Ölüler ülkesine yolculuğa çikmaması için, kaçması gereken bir kent’,’Hiçbir kentin Torino kadar intiharı düşündüren, insanı intihara iten bir mimarisi olamaz’.
Bireysellik, yalnızlık,yabancılaşma, acımasızlık, ölüm/ölümsüzlük yazarın yaşadığı zamana, ilişkilere ve yerlere değin ağırlıkla hissettiği ve değindiği duygu hali. ‘En yakın dostlarım romanların kahramanlarının ardındaki yazarlar mı olmalıydı?’, ‘Bütün yaşama cesaretimi ölülerden alıyorum. Anlatılarında yaşadığım ölülerden. Bu kahrolası dünyayı, yaşanır bir dünyaya dönüştürmeyi başarmış ölülerden. Dünyanın ihtiyacı olan, her olguyu vermiş, söylemiş, yazmış ölülerden’,’Ben hiçliğin sınırında’, ‘Yavaş yavaş hazırlanmış, yıllar boyu yaşanmış bir intihar’,’Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin ‘medeni durum dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak ya da sayılmak benim gerçeğim değil’
Atölye katılımcılarından bazıları yazarın uslubunu kişi ve topluluklara karşı öfkeli ve zaman zaman kırıcı buldu. Özellikle yaşlılara, köylülere, Almanya’da yaşayan Türk işçilere, katoliklere, yükseköğretim görmüş Alman katoliklerine, çirkin annelere karşı.
Bir yandan ‘Edebiyatın aşk, çelişki, acı, gözyaşı, intihar dolu derin yaşamı. En güvendiğim duygum, en sadık dünyam’ diyerek gerçeklikten uzak bir dünyayı seven diğer yandan da ‘Varoluşumuzun en güzel inceliğini, bir başka insanın teniyle birlikte olma isteğimizi kimseye kısıtlamadım’ diyecek kadar yaşamın içinde olan çelişkilerle yüklü bir yazarı irdeledik. Tüm içsel sıkıntılarına karşın yaşamın ucuna gidip gidip yaşama geri dönen ve genç yaşta hastalığa yakalanarak yaşamın öte tarfına geçen bir yazarı tartıştık.
‘Yaşanacak bir yaşam vardır.
Binilecek bisikletler vardır.
Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları vardır.’
belki de kitabın en barışçıl söylemi ancak o da bir alıntı olarak yer alıyor ve Cesare Pavese tarafından söylenmiş.
Atölye takvimimiz şöyledir:
1. 19.03.2012 Oya Baydar Kayıp söz (s:258)
Yalçın Akyıldız
2. 02.04.2012 Nazan Bekiroğlu
İsimle ateş arasında (s:336)
Sinan Akboğa
3. 16.04.2012 Hasan Ali Toptaş Gölgesizler (s:156)
Kamer Badur Eğilmez
4. 30.04.2012 Hakan Günday Malafa (s:210)
Burcu Aktaş
5. 14.05.2012 Mehmet Uzun Abdalın bir günü (s:196)
Şengül Çiftçi
6. 28.05.2012 Mehmet Eroğlu Fay kırığı (s:300)
Görkem Yeltan
7. 11.06.2012 Ayla Kutlu Hoşça kal umut (s:199)
Evren Ergeç
Barışla kalın
AtölyeBAK