5 Nisan 2021 – Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi XII. Dönem, XIV. Toplantı – Dünyayı Kurtarma Talimatları

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

Temasını ‘İspanyol dilinde yazılmış edebiyatta savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesi’nin XII. Döneminin on dördüncü toplantısında Kamer Badur Eğilmez bize yazar Rosa Montero’nun (1951 – ) hayatı üzerinden İspanya ve Sierra Leone tarihinden kısaca söz ettikten sonra,  Atölyemizin konusu olan yazarın Dünyayı Kurtarma Talimatları (2008) kitabını tanıttı ve katılımcıların tartışmasına açtı.

Tanrı tarafından ‘seçilmiş insan’ olduğunu düşünen, hatta ‘Afrika’nın kişiliğinin oturmasında çok önemli bir rolü olduğunu’ sık sık tekrarlayan, ordu içinde şöhreti artan ve Fas dönüşü Tuğgeneralliğe yükseltilen İspanyol Generali Franco, ülkesinde işlerin Fas’ta olduğu kadar ‘yolunda gitmediğini’ gördüğünde, Ekim Devrimi’nin rüzgârı İspanya’da güçlü esiyor, monarşi ve Katolik Kilisesi yanlıları, yoksulların başını çektiği devrimcileri kendileri için tehdit olarak algılıyor iken,  “Katolik, mülkü koruyacak güçlü bir ordu sahibi ve evliliğin kutsallığını benimseyen İspanya”yı hayata geçirmek isteyince, değişimden hoşnut kalmayan Franco ‘İdeal İspanya’ hayalini gerçekleştirmeye karar verir.

Tüm risklere rağmen ‘İdeal İspanya’ hayali doğrultusunda görevi kabul eden Franco, 18 Temmuz 1936’da kendisini Kanarya Adaları’ndan Afrika’ya götürecek uçağa sivil kıyafetlerle biner, 19 Temmuz 1936’da Fas’a varınca darbe başlar. Ekim 1936’dan itibaren resmiyet kazanan İspanya İç Savaşı’nda daha da radikalleşen Franco, Cumhuriyetçilere karşı sosyal temizliğe girişir ve bunun için Almanya ve İtalya hava kuvvetlerinden destek alır. Yaklaşan II. Dünya Savaşı’na kaynak ayırmak isteyen Stalin, Cumhuriyetçileri desteklemeyi kesince Şubat 1939’da direnç kırılır 27 Mart’ta Franco’nun birlikleri Madrid’de geçit töreni düzenlediğinde, 500 bin kişinin öldüğü İspanya İç Savaşı sona ermiş olur. Franco, ülkeye hâkim olunca Cumhuriyetçiler ve onlarla bağlantısı bulunduğu düşünülen herkes tutuklanır ya da yok edilir.

Franco İspanya’da kendi halkıyla savaşmaya başlamıştır. 1939 yılından 1944’e kadar 300.000 kişi tutuklanır, 30.000 kişi infaz edilir. 1960’ların sonuna dek söz konusu baskı devam eder. 1975 yılında  Franco’yla birlikte rejim yani çocukluk yıllarından itibaren şekillendirdiği ‘İdeal İspanya’ fikri de ölür.

Franco Rejimi tanımlayan özellikler anayasanın yokluğu, siyasi partilerin yokluğu, iktidarın tek elde toplanması ( Franco kanun hükmünde kararnameler ile ülkeyi yönetiyordu. 1942 yılına kadar herhangi bir Cortes (Meclis) bulunmamaktaydı), toplanma ve örgütlenme yasağı, basın üzerinde mutlak kontrol, toplumsal düzenin sağlanmasında silahlı kuvvetlerin ve kilisenin artan rolü, falanjist taban örgütlenmesinin önemi vardır.

Franco Rejiminin insani maliyeti çok yüksektir.

2011 yılında İspanyol El Pais gazetesinde yer alan haberde Franco döneminde çocuk kaçakçılığı yapıldığının ortaya çıkarıldığı belirtilir. İç Savaşın ardından yenik düşen Cumhuriyetçi ailelerin çocukları örgütlü olarak kaçırılmış ve istekli ailelere satılmıştır. Olay, devlet tarafından öldüğü bildirilen çocuğunun mezarını açarak inceleme yapılmasını isteyen bir anne sayesinde ortaya çıkar.

Mağdur aileler, Franco döneminde 100.000’den  fazla kişinin kaybolduğunu, sayıları iki binden fazla olduğu sanılan toplu mezarlardan 1.700’den fazlasının halen açılmadığını ifade ediyor.

Franco Rejimi tarafından dilenciler, vandallar, uyuşturucu kaçakçıları, pornograflar, fahişeler, pezevenkler gibi toplumun “antisosyal” üyelerini cezalandırmaya ve dışlamaya çalışan 1933 Serseri ve Suçlular Yasası tekrar yürürlüğe sokulur.

Sierra Leone, Batı Afrika’da yer alan bir ülkedir. Nijer Havzası’nda gelişen büyük Batı Afrika devletlerinin 1200’lü yıllarda birbirleriyle savaşmaya başlayıp huzur bozulunca bazı kabileler daha sakin bölgelere göç etmeye başlar. 1462 yılında Portekizli Pedro de Sintra ve bir grup denizci, bugünkü başkent Freetown’un bulunduğu yarımadaya ayak basar. Yarımadadaki dağın ufka düşen görüntüsü aslana benzediği için, bu dağa “Sierra Lyoa ya da Sierra Leone (Aslan Dağı)” adını verirler. Portakizliler 1495’te burada bir kale inşa ederek ardından Sierra Leone kıyılarını işgal eder. Bölge kıyıları, korsanlık ve köle ticareti için Portekizli, İngiliz, Fransız ve Hollandalı deniz korsanlarının mekânı olur.

1772 yılında Londra’da köleliğin sona erdirilmesi ve kölelerin özgürlüklerine kavuşması yönünde alınan karar, tüm Afrika’nın kaderini değiştirir. İngilizler, Amerika ve İngiltere’deki özgürlüğüne kavuşan zenci köleleri yerleştirmek için yeni topraklar ararlar ve bu arada Sierra Leone kıyılarında toprak satın alarak özgürlüğe kavuşmuş zenci köleleri yerleştirmeye başlarlar. 1792 yılında  ‘Özgür Kasaba’ anlamını taşıyan bugünkü başkent, Freetown kurulur. 

Bugün ülke nüfusunun % 70’den fazlasının Müslüman, %10 kadarının Hristiyan, kalan nüfusun ise yerel dinlerden olduğu sanılmaktadır. Sierra Leone, elmas, altın ve titanyum gibi madenler açısından zengin bir ülkedir. 1930’lu yıllarda, Yengeima ve Kenema bölgelerinde bulunan zengin maden yatakları, uzun süre İngilizler tarafından işletilir. 1961 yılında kazanılan bağımsızlıktan sonra; %51’i devletin, %47’si İngiliz De Beers şirketinin olan Diminco şirketi kurulur. Ayrıca ülkede 2.000’den fazla elmas arayan küçük şirketler grubu vardır.

Ülke madenlerinin işletilmesinde İngilizlerin hâkim olması ve kaçak satışlar neticesinde Sierra Leone halkı sahip olduğu elmas yataklarından hakkıyla yararlanamaz. Ülkede elmas bulununca, tarımla uğraşan yerli halkın çoğunda elmas arama sevdası başlr, madenlerde karın tokluğuna çalışmaya zorlanır, hatta bu kaynakları ele geçirme amacıyla başlayan kanlı iç savaş yılları boyunca mafya çeteleri tarafından halk esir alınarak zorla madenlerde çalıştırılır, tarım felce uğrar.

Sierra Leone İç Savaşı, Foday Sankoh liderliğindeki RUF (Revolutionary United Front) tarafından 1991 yılında başlar ve 11 yıl süren çatışmalar sırasında 100.000’e yakın insan hayatını kaybeder, 2 milyondan fazla kişi komşu ülkelere göç etmek zorunda kalır. Elmas madenlerinin kontrolü, Sierra Leone İç Savaşı’nın temel nedenidir. RUF’un ilk kampanya faaliyetleri Doğu Khailahun Bölgesinde, 23 Mart 1991’de başlar ve izleyen 4 ayda, 107.000 mülteci bu bölgedeki karmaşadan kaçarak Gine’ye sığındır.

Sierra Leone’deki katliamlar yıllarca devam ederken, Birleşmiş Milletler bu duruma seyirci kalır. BM’in yardım amaçlı gönderdiği az sayıdaki sivil ekip, ancak RUF askerleri tarafından kolu bacağı kesilenler arasında hastaneye ulaştırabilenlerin tedavisiyle uğraşır, bu şansa sahip olmayanlar kan kaybından ölür.

Uluslararası güçlerin yardımıyla 7 Temmuz 1999’da Devlet Başkanı Kabbah ve RUF lideri Sankoh arasında Lomé Barış Antlaşması imzalanır. Bu antlaşma sonucunda Sankoh başkan yardımcısı olarak göreve başlar, RUF üyelerinin bir kısmı devletin çeşitli kadrolarında görev alır. BM tarafından 6.000 kişilik bir barış gücü Sierra Leone’ye gönderilir ve Nijerya askerlerinin ülkeden tamamen çekilmesi sağlandı.

Ancak antlaşmadan hemen sonra RUF üyeleri antlaşmanın kurallarını çiğnemeye başlar, birçok rehin alma ve bu rehinelerin çeşitli uzuvlarını kesme olaylarına karışırlar. 8 Mayıs 2000’de, Sankoh’un evinin önünde bu şiddeti protesto edenlerin üzerine ateş açan RUF üyeleri en az 20 kişiyi öldürür. Bu olay sonucunda Sankoh ve RUF’un diğer yöneticileri hapse atılır, devlette görev alan tüm RUF üyelerinin görevleri iptal edilir. İç savaşın tamamıyla sona ermesi ise 2002 yılını bulur. Foday Sankoh, 2002 yılının temmuz ayında yargılanması tamamlanmadan cezaevinde hastalanarak ölür, RUF yöneticilerinden ancak birkaçı mahkemelerde yargılanarak cezalandırılır, RUF militanlarının pek çoğu ise orduya alınarak yeni yönetime uyum sağlamaları yoluna gidilir.

Sierra Leone’deki vahşetin bir diğer sorumlusu olan eski Liberya Devlet Başkanı Charles Taylor 2006 yılına kadar Nijerya hükümeti tarafından saklandıktan sonra, BM güçlerine teslim edilerek Lahey Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılanır, 2012 yılında 50 yıl hapse mahkûm olur ki, II. Dünya Savaşı’nın ardından Nuremberg’de ceza alan Nazilerden sonra uluslararası bir mahkemede savaş suçları nedeniyle ceza alan ilk devlet başkanı olur.

Bugün Sierra Leone’de yaşayan on binlerce insan ya kolu ya bacağı ya da her ikisi birden kesik olarak yaşam mücadelesi vermektedir. Kimi dilenmekte, kimi ise sabahtan akşama kadar tek kolu veya bacağıyla da olsa taş kırmak zorundadır. Tehdit edilerek, korkutularak, işkenceye maruz bırakılarak, uyuşturucu müptelası yapılarak savaştırılan çocukların durumu ise başka bir dramdır. Bu durumdaki binlerce genç ruhsal bozukluk yaşamaktadır. Hemen hepsi işlenen cinayetlerin ya tanığı ya da sanığı olan, ruh sağlıkları normal olmayan ve o kötü günleri hatırlamak bile istemeyen bu gençlerin çoğu işsizdir. Hiçbiri neden ve kime karşı savaştığını bilmemektedir. O günlere dair hatırladıkları tek şey; “Eğer onlara katılmayı kabul etmeseydik bizim de kolumuzu ve bacağımızı keseceklerdi. Ya da öldüreceklerdi. Veya ailemizi öldüreceklerdi…”

İspanyol Yazar Rosa Montero  1951 yılında Madrid’de doğar. Beş ve dokuz yaşları arasında geçirdiği tüberküloz onu yatakta ve evde kalmaya zorlayınca yoğun bir şekilde okumaya ve yazmaya başlar. 17 yaşında Madrid Üniversitesi Felsefe ve Sanat Okulunda üniversite eğitimine başlarsa da ertesi yıl Gazetecilik Yüksek Okuluna kabul edilir. Üniversite yıllarında bağımsız tiyatro gruplarına katılır.

Hem gazeteci hem de romancı olarak tanınan Rosa Montero, büyüleyici röportajlar gerçekleştirirken inanılmaz öyküler yaratabilmiştir. Okuldan sonra gazeteci olarak 1976’da İspanya’nın yüksek tirajlı gazetesi El País’de çalışmaya başlar, 1977 yılına gazetenin pazar sayısında röportajlar yayımlar, ertesi yıl, çalışmasıyla “Manuel del Arco” (İspanyol gazeteci ve karikatüristleri adına verilen) ödülünü kazanan ilk kadın gazeteci olur.

Kocası Pablo Lizcano yönetmen Luis Garcia Berlanga, yazar Gonzalo Torrente Ballester ve gazeteci-yazar Manuel Vázquez Montalbán ile röportaj yapma fırsatı bulan değerli bir gazetecidir.

İlk romanı olan Crónica Del Desamor’u (Düşmanlığın Kroniği) 1979’da yayımlar. 1980 yılında makaleleri ve edebi raporları ile Ulusal Gazetecilik Ödülünü kazanır. Aynı yıl haftalık El País’in baş editörü olur. 1981 yılında La función Delta kitabını (Delta fonksiyonu) yayımlar. Yapıtlarında unutulmuş kadınların hikayelerinin ve kadın yaşamının ikilemlerinin araştırmalarına zaman ayıran Montero’nun bu kitabı çağdaş feminist düşüncenin önemli bir eseri sayılır.

1987 yılında Dünya Röportaj Ödülü’ne, 1994’te Gazetecilik Ödülü’ne,  1997’de La Hija Del Caníbal (Yamyamın Kızı) adlı çalışmasıyla Bahar Roman Ödülü’ne layık görülür.  

Ardından bir dizi kitap yayınlar. 2003 yılında, en iyi eserlerinden biri olduğunu düşündüğü La Loca De La Casa’yı (Evin Delisi) yayımlar ve aynı yıl İspanya’da yayımlanan en iyi kitap için Qué Leer Ödülü’nü ve 2004’te İtalya’da yayımlanan en iyi yabancı kitap için uluslararası saygınlığa sahip Grinzane Cavour Gençlik Edebiyatı Ödülü’nü kazanır. 2005 yılında yayınladığı Historia del Rey Transparente’yi (Şeffaf Kralın Hikayesi) bir kez daha İspanya’da yayımlanan en iyi kitap olarak Qué Leer Ödülü’nü kazanır.  Qué Leer bir Ibero-Amerikan dijital platformudur. Okurlardan ve okuma meraklılarından oluşan bir topluluktan oluşur ve edebiyatla ilgili haberler, incelemeler, kitap önerileri, röportajlar, merak edilenler, haberler, etkinlikler, atölyeler, kurslar ve bir okuma kulübü aracılığıyla edebiyat hareketine bağlanan kültürel bir projedir.

Montero, Franko dönemi etkileri muhafazakar ve sınırlayıcı, ahlaklı kadın anlayışı sürerken, henüz demokrasiye geçilmemişken,  kürtaj, boşanma, cinsel ayrımcılık, tek başına ebeveynlik yapan yalnız anneler üzerine yazılar yazabilmiş bir kadındır. Mazal Oeknin, Anna Maria Matute, Rosa Montero ve Lucia Etxebarria hakkında ‘Feminismi Writing and the Media in Spain’ kitabını yazmıştır. Tüm kitaplarında iyi hikayeler anlatır, bağlanır, iyi yapılır ve değerlidir. Romanlarını ender istisnalar dışında hüzünlü kitaplar haline getiren marjinal, sosyal anomaliler ve kaybedenlere olan tutkusudur.

Montero için yazmak okuyuculara gerçekliğin ne olduğunu anlatma egzersizi değil kendimiz keşfetme sürecidir. “Öğretmek için yazmıyorsun – öğrenmek için yazıyorsun” diye açıklar görüşünü. 35 yılı aşkın süredir gazetecilik ve kurgu alanında çalışan Montero ikisinin çok az örtüştüğünü savunur. “Gerçekle ilişkileri farklı. Bir gazeteci olarak ne kadar net olursanız o kadar iyidir. Bir romanda ne kadar belirsiz olursanız o kadar iyidir. Gazetecilikte ağaçlardan bahsedersiniz. Bir romanda ağaçtan bahsediyorsun” der.  “Yazmamız gerekiyor, ama aynı zamanda okumamız da gerekiyor.  Okumak ve yazmak bir madalyonun iki yüzüdür. Tanıdığım her yazar her şeyden önce bir okuyucudur. Biz yazan okurlarız” diyerek okumanın, yazarları yeni fikirlere maruz bıraktığını ve başkalarından ipuçları alarak kendi zanaatlarını geliştirmelerine yardımcı olduğunu açıklar.

Montero , “yerleşik fikirlerden kaçınma istekliliği, otantik yazarı ayırt etmek için bir turnusol testidir. İyi romanların kötü bittiği ve mutlu sonun alt edebiyata ait olduğu günümüzdeki inançlar arasındadır” aksiyomunu Dünyayı Kurtarmak için Talimatlar kitabıyla kırmaya cesaret eder ve kapalı ifadeler kullanır. Çöken yozlaşmış bir dünyanın yapay renkleri içinde görünen yalnızlıkları, acımasızlıkları dile getirir.

Modern kentsel yaşam türlerinin örnekleri olarak ve Şans Yasası’na göre hareket eden eşi Rita’nın ölümüyle sarsılan Taksici Matias’ı, sanal dünyaya sıkışmış, gerçeklikten kopmuş bağımlı, kayıp Doktor Ortiz’i, Sierra Leoneli güzel seks işçisi Fatma’yı, itibarını yitirmiş alkolik eski profesör ‘beyin’i (Cerebro) tanıtır. Hayatları acı, başarısızlık ya da saçmalıkla geçmiş varlıklardır bu kişiler. Hayat, karakterlere kötü davranmış ve onları çaresizce anlamaya ve kendilerini kurtarmaya çalışır halde bırakmıştır.

Bu tanıtım anlatısı, sosyal kronikten sonra, çok farklı bir seyirle sıcak bir hikaye başlar ve yazar kitabın öyküsel anlamını aktarmaya başlar. Bu taslağı, insanlık durumunun ebedi ikilemini alışılmadık bir perspektiften gösteren ahlaki bir masal sunmak için kullanır ve tez romanı başlar, sonunda da  karakterler travmalarının üstesinden gelir. Montero, modern dünyadaki durumumuza önyargısız bir şekilde baktıktan sonra, radikal bir karmaşıklık içinde, biri iyi diğeri kötü olan ikili arka planını karşılaştırır. Yazara yakın bir anlatıcı “varoluş özünde açıklanamaz”  düşüncesindendir.

Romanın kurgusu bir yanda kötülük ve şiddetin eşdeğer dozlarını, diğer yanda insanda cesaret ve cömertliği takdir etme üzerine biçimlenir. Doğuştan gelen iyiliğin dürtüleri, korkunun birçok yüzüne karşı çıkar ve masal iyimser bir mesajla sona erer. Bu öneri, başlıkta değinilen ‘talimatları’ özetler. Ancak kitap bir manifesto değil, karakterlerinin hakikatini, yaratıcı imgelerle canlandırılmış düzyazısını, inşasını, güçlü sahneleri olan bir arsadaki fikirlerin iyi uyumu için çok sevindirici bir okumadır. Kişinin kendi ve tartışmalı düşüncesini yükseltmek ve ona etkili bir sanatsal yanıt vermektir yazarın muradı. Atölye dünyayı kurtaran talimat ne sorusunu, sevmek, sözle iletişim kurmak, değişmek olarak yanıtladı.

Bahsedilen bu dört karakterin rasgele kesişmesi, bu şehir dramasının eylemlerini duygusal altını çizme, klişeler ve stereotiplerle işaretler. Atölyeye göre bu kesişmelerin nereye varacağı bellidir. Hesaplıdır. Matematiği iyi kurulmuştur. Gazeteci kimliği ağır basan aforizmalara başvurulmuştur. Derinleşmeyen yaşlıları öldürmekte uzmanlaşmış bir seri katil, Radikal İslamcı bir intihar bombacısı, doktorun karısı Marina, genelev patronu /kabadayı Draco, Oasis’deki garson Luzbella gibi yan karakterlerle, örgü zenginleştirilir.  

‘Küçük bir dayanışma dünyayı iyileştirebilir’ düşüncesi hakim olsa da sadomazoşizm oturumları, genelevlerde pazarlayıcıların dayak, işkence ve cezalar, “mutluluk katili” oksimoronu Atölyemiz açısından şiddet içeren yaklaşımlar olarak değerlendirildi.

Rosa Montero’nun çalışmalarında sıkça görülen ötekine ulaşamama, yaşadığımız yalnızlık, geçici yanılsama anları ve onurlu istisnalar tarafından aydınlatılma temaları bu kitapta da yer alır.  Bu istisnalardan biri, dünyayı kurtarmak için talimatların kahramanı Matías’tır.  Matías karşıt duygulardaki Daniel ve iyimser Fatma’da bir araya gelir ve ölümün inatçı yalnızlığının dolaştığı istikrarsız kalplerden kasvetli bir duygusal atmosfer yaratılır.  Yazar karakterler arasında gezinirken, iklim ısınması, üçüncü dünya, sanal ağdaki yabancılaşma ve ahlaksızlık, göçmen hakları, lezbiyenlik, ötenazi gibi bir konu listesiyle  dünyayı edebi olmayan bir vatandaşlık eğitimi profili olarak kurtarmak için talimatlar verir.

Ölüm, intihar isteği, gerçek hayattan kaçış, yalnızlık, tecavüz, bağımlılık, psikolojik, fiziksel, cinsel şiddet, kadına nefret, işkence, eşcinsel düşmanlığı ve nefreti, aşağılama, öteki nefreti, göçmenlik, ahlaki linç, sadomazoşizm, iç savaş, dünya savaşı, silahlar, bombalar Atölyemiz açısından şiddet içerikli temalar, olaylar, davranışlardır. Bütün bunlar, kapitalizmin dünyanın hücrelerine sızmış genetik kodlarıdır.  

‘Anılar üzerine bir giyotin gibi düşüyordu.’, ‘Sıkıcı, duygusal kellik.’, ‘Varlığı ucuz bir kazak gibi çekiyordu.’, ‘Hepsi yaralar, sonuncusu öldürür’, ‘Tüm toplum sana karşı birleştiğinde, tüm tanıdıkların senin cellatlarına dönüştüğünde yıkılmamak için çok güçlü olmak gerekir.’, ‘Yağmur hep ıslağa yağar, bir felaket beraberinde hep diğerini getir.’ ‘Nefret bir hayat planı gibi üzerine taştı.’, ‘beynine gözyaşları yağıyordu.’, ‘Hepimizin içinde bir gaddarlık gölgesi ve bir güzellik arzusu vardır ve bazı insanlar, ne yöne düşeceklerini bilmeden, uçurumun kenarında ilerler.’, ‘Hatırlanmıyorsan ölmüşsündür.’, ‘Engelleyen bir engellenmiş toplum kadar acımasız bir şey yoktur.’,

Atölyemiz açısından şiddet ve sevgisizlik içeren cümlelerin yanında barışı, hayatı, iyiliği çağrıştıran cümleler de vardı.

 ‘Fatma’nın cümlesi: Hayatın nelere değer olduğunu bilmiyorsun.’, ‘Karanlığa karşı küçük iyilikler bir gecede yanan mumlar gibi,’, ‘Çünkü insanlar sevmeyi bilenler ve bilmeyen olarak ikiye ayrılır.’, ‘Ve yine de ertesi sabah hayat yine neşeli sonsuzluk yalanıyla patlıyor.’; ‘Kısa yaşamlarımızda öğrendiğimiz her şey, asla bilemeyeceğimiz şeylerin muazzamlığından koparılan aslî bir tutamdan başka bir şey değildir.’, ‘Ve öte yandan, daha kötüsü neydi? Kaybedilen mutluluğun acısı mı, yoksa yaşanmamış olanın, asla ulaşılamayan mutluluğun buzlu acısı mı?

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.