Küresel BAK Etkinlikleri
Hrant İçin Hrant İçin – 12 Temmuz 2010
Sabah saatlerinde Beşiktaş İskele meydanında toplanan ‘Hrant’ın Arkadaşları’ bu kez farklı bir pankart açtılar: ‘Hrant İçin, Hrant İçin!’… Nedenini de şöyle açıkladılar: ‘Bu mahkemeden adalet beklentimiz tükeniyor…’ Ardından daha önceki duruşmaların öncesinde olduğu gibi bir basın açıklaması yapılmadı. Söylenecek sözlerin hepsi zaten söylenmişti. Bu sabah Hrant Dink’in 10 Ocak 2007’de Agos’taki yazısı okundu…
Hrant Dink cinayeti ardından 3’ü tutuklu 20 sanık hakkında açılan davanın 14. duruşması başlandı. Tüm duruşmaların öncesinde olduğu gibi, ‘Hrant’ın Arkadaşları’ Beşiktaş’ta toplanarak açıklama yaptıktan sonra sloganlarla mahkeme binasına kadar yürüdüler. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink de grupla birlikte yürüdü.
Mahkemenin önünde ‘Faşizme inat kardeşimizsin Hrant’ ve ‘Hrant için adalet için’ sloganlarını tekrar atan gruptan bir kısmı Dink ailesi ve avukatlarıyla beraber, davayı izlemek üzere duruşma salonuna girdiler.
Bu arada, yürüyüşten önce Hrant Dink’in öldürülüş sürecini anlatan ve ‘Hrant’ın Arkadaşları’ tarafından hazırlanan bir kitapçık dağıtıldı. “19 Ocak’ta ne olmuştu?” adlı kitapçıkta Türkçe ve İngilizce olarak cinayete uzanan süreç ve cinayetten sonra yaşananlar anlatılıyor.
HRANT’IN SON SÖZLERİ…
Beşiktaş meydanında bu kez ‘Hrant için, Hrant için’ yazılı siyah pankart açan yüzlerce kişi adına yapılan konuşmada, ‘bu davada tutuklu sanık sayısı azaldıkça ve duruşmalar uzadıkça adalet beklentisinin de azalmakta olduğu’ belirtildi. ‘Bu dava ne zaman başlayacak’ ve ‘Öldür diyenler yargılansın’ sloganları atıldı. ‘Hrant Dink için ve ülkenin geleceğini karartan karanlığın dağıtılması için adalet talebini seslendirmeye devam edeceklerini’ belirten ‘Hrant’ın Arkadaşları’ adına daha sonra Hayko Bağdat bir konuşma yaptı.
Hayko Bağdat, Hrant Dink’in ölmeden önce gazetesi Agos’ta yazdığı ve aldığı tehditleri anlatarak ‘güvercin tedirginliği’ vurgusunu yaptığı ve ‘Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz’ dediği makalesinin bir bölümünü okudu.
Grup, daha sonra sloganlar atarak Beşiktaş Adliyesi’ne yürüdü.
RAKEL DİNK, HAKAN KARADAĞ’I DA ANDI…
Grupla beraber yürüyen Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, adliye önünde yaptığı konuşmada, hayatını kaybeden avukat Hakan Karadağ’ın, aralarında olmamasından büyük üzüntü duyduklarını kaydederek, “Bugün onsuz ilk mahkememiz. O ilk günden beri kendi katkısını koydu, yanımızda bulundu. İnsan hakları için elinden geleni yaptı” dedi.
Bir gazetecinin “Şu ana kadar gelinen durumla ilgili ne söyleyeceksiniz” sorusuna Rakel Dink, “Her şey ortada” yanıtını verdi.
Hayko Bağdat’ın bugün yapılan 14. duruşma öncesi, “Ölüm-Kalım” dedikleri başlığından itibaren Beşiktaş Meydanında okuduğu yazıda Hrant Dink şöyle diyordu:
“Ölüm-Kalım” dedikleri
Kolay bir süreç değil yaşadıklarım… Ve ailece yaşadıklarımız.
Ciddi ciddi, ülkeyi terk edip uzaklaşmayı düşündüğüm anlar dahi oldu.
Özellikle de tehditler yakınlarıma bulaştığında…
O noktada hep çaresiz kaldım.
“Ölüm-Kalım” dedikleri bu olsa gerek. Kendi irademin direnişçisi olabilirdim ama herhangi bir yakınımın yaşamını tehlike altına atmaya hakkım yoktu. Kendi kahramanım olabilirdim, ama bırakın yakınımı, herhangi bir başkasını tehlikeye atarak, yiğitlik yapmak hakkına sahip olamazdım.
İşte böylesi çaresiz zamanlarımda, ailemi, çocuklarımı toplayıp, onlara sığındım ve en büyük desteği de onlardan aldım. Bana güveniyorlardı.
Ben nerede olursam onlar da orada olacaktı.
“Gidelim” dersem geleceklerdi, “Kalalım” dersem kalacaklardı.
Kalmak ve direnmek
İyi de, gidersek nereye gidecektik?
Ermenistan’a mı?
Peki, benim gibi haksızlıklara dayanamayan biri oradaki haksızlıklara ne kadar katlanacaktı? Orada başım daha büyük belalara girmeyecek miydi?
Avrupa ülkelerine gidip yaşamak ise hiç harcım değildi.
Şunun şurasında üç gün Batı’ya gitsem, dördüncü gün “Artık bitse de dönsem” diye sıkıntıdan kıvranan ve ülkesini özleyen biriyim, oralarda ne yapardım?
Rahat bana batardı!
“Kaynayan cehennemler”i bırakıp, “Hazır cennetler”e kaçmak herşeyden önce benim yapıma uygun değildi.
Biz yaşadığı cehennemi cennete çevirmeye talip insanlardandık.
Türkiye’de kalıp yaşamak, hem bizim gerçek arzumuz, hem de Türkiye’de demokrasi mücadelesi veren, bize destek çıkan, binlerce tanıdık tanımadık dostumuza olan saygımızın gereğiydi.
Kalacaktık ve direnecektik.
Bir gün gitmek mecburiyetinde kalırsak ama… Tıpkı 1915’teki gibi çıkacaktık yola… Atalarımız gibi… Nereye gideceğimizi bilmeden… Yürüyerek yürüdükleri yollardan… Duyarak çileyi, yaşayarak ızdırabı…
Öylesi bir serzenişle işte, terk edecektik yurdumuzu. Ve gidecektik yüreğimizin değil, ama ayaklarımızın götürdüğü yere… Her neresiyse.
Ürkek ve özgür
Dilerim böylesi bir terk edişi hiç ama hiç yaşamak mecburiyetinde kalmayız. Yaşamamak için fazlasıyla umudumuz, fazlasıyla da nedenimiz var zaten.
Şimdi artık Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuruyorum.
Bu dava kaç yıl sürer, bilemem.
Bildiğim ve beni bir miktar rahatlatan gerçek şu ki, hiç olmazsa dava bitene kadar Türkiye’de yaşamaya devam edeceğim.
Mahkemeden lehime bir karar çıkarsa kuşkusuz çok daha sevineceğim ve bu da demektir ki artık ülkemi hiç terk etmek zorunda kalmayacağım.
Muhtemelen 2007 benim açımdan daha da zor bir yıl olacak.
Yargılanmalar sürecek, yeniler başlayacak. Kimbilir daha ne gibi haksızlıklarla karşı karşıya kalacağım?
Ama tüm bunlar olurken şu gerçeği de tek güvencem sayacağım.
Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz.
Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler.
Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce.
ASF – Askeri Üslere Karşı Mücadele semineri / Nilüfer Uğur Dalay’ın konuşma metni
1 Temmuz 2010 – İstanbul
6. ASF İstanbul’un 1 Temmuz tarihli “Askeri üslere karşı mücadele” oturumunda Küresel BAK yürütme kurulu üyesi Nilüfer Uğur-Dalay’ın yaptığı konuşma:
Bugün dünyada 130’dan fazla ülkede, 737’si Amerikan olmak üzere, diğerleri Rusya, Çin, İngiltere ve İtalya’ya ait, 1.000’den fazla bilinen askeri üs bulunmaktadır. Ayrıca çok sayıda bilinmeyen üslerin varlığı kabul edilmektedir. Örneğin A.B.D.nin Irak’ta, resmi kayıtlara geçmemiş 4 üssünün olduğu bilinmektedir. Bu üsler küresel genişleme, egemenlik kurma, ülkeleri, bu ülke insanlarını ve doğal kaynaklarını denetim altında tutma stratejisinin bir parçasını oluşturmaktadır.
Ulusal Kaynaklar Savunma Konseyi’nin Şubat 2005 tarihli Hans M.Kristensen tarafından düzenlenmiş “Avrupa’daki Amerikan Nükleer Silahları” konulu raporuna göre, ki bu güne kadar bu rapor hiçbir ülkenin hiçbir kurumu tarafından reddedilmemiştir, Avrupa’nın 6 ülkesinde (Klein Brogel-Belçika, Büchel, Ramstein-Almanya, Aviano, Ghedi Torre-İtalya, Volkel-Hollanda, RAF Lahenhealt-İngiltere, İncirlik-Türkiye) toplam 480 adet nükleer bomba bulunmaktadır. Bu bombalardan 90 tanesi İncirlik Üssündedir. 50 si Amerikan uçaklarına, 40 tanesi Türk uçaklarına konuşlandırılmış ve programlanmaları 1998 yılında tamamlanmış 90 adet B-1 tipi nükleer başlığın bulunduğu anlaşılmıştır. Bu bombaların her biri, Nagazaki ve Hiroşima’ya atılan bombaların 9 katı gücündedir.
Üslerle ilgili tüm dünyada, Avrupa’da ve Türkiye’de mücadele kesintisiz olarak sürmektedir.
* Avrupa Sosyal Forumları askerileşmeye karşı önemli muhalefet odağıdır
* Vancouver’de 23-28 Haziran 2006 tarihleri arasında düzenlenen Dünya Barış Forum’unda “Askeri üsler” tartışılmış, katılımcı konuşmacılar, kendi ülkelerinde savaşa karşı, askeri üslere karşı yürütülen kampanyaları ve bu konudaki deneyimlerini paylaşmışlardır.
* 2 Ağustos 2006’da Avrupa’nın 15 ülkesinden gelen 50 bisikletli genç Belçika’da nükleer silahsızlanma kampanyası çerçevesinde bir tur başlatmış, 20 nükleer bombanın bulunduğu Belçika’nın Klein Brogel NATO üssünün şiddet içermeyen bir biçimde abluka altına alınması ile turu sona erdirmişlerdir.
* 3-7 Eylül 2006’da Helsinki’de Avrupa-Asya Dünya Halkları Formu’nda “barış aktivistleri strateji ve kampanyaları tartışıyor” toplantısında yine üsler tartışmaya açılmıştır.
* 7-11 Mart 2007 de Ekvator’da, dünyada ilk kez “Askeri Üsler kapatılsın” konferansı toplanmıştır. Konferans, askeri üslere karşı kampanya yürüten aktivistlerin, savaşa karşı olan tüm bağımsız kişi, örgüt, kuruluş ve koalisyonların, küreselleşme karşıtı güçlerin, militarizm ve emperyalizme, silahlanmaya karşı güçlerin, barış, adalet ve özgürlük isteyen kişi ve kuruluşların, kadın ve insan hakları, çevreci ve gençlik örgütlerinin, yerel, ulusal ve uluslar arası yaşanabilir bir dünya isteyen tüm örgütlerin güç birliği ile toplanmıştır. Bu konferans öncesinde oluşturulan www.nonbase.org web sitesi ile uluslar arası deneyimler paylaşılmaktadır.
* 5 Mayıs 2007 de Prag’da “Avrupa’nın askerileşmesine karşı uluslar arası konferans” düzenlenmiştir.
*2007 Yılında İtalya’da “Disarmiamoli” (silahsızlandıralım) kampanyası düzenlenmiştir. Bu kampanya, İtalya’da bulunan tüm Amerikan üstlerine, tüm silahlanma çabalarına, sosyal, kültürel, ekonomik ve politik yaşam üzerine, askeri harcamalar ve silahlanma amacıyla koyulan ipoteklere, toplumların askerileşmelerine, hükümetlerin, tüm toplumsal muhalefete karşı A.B.D. politikalarına uydu olmasına, askeri sanayinin ekonomi içindeki gücünün büyümesine karşı yürütülmüştür.
*İtalya’nın Vicenza kentindeki Molina Üssü’nün genişlemesine yönelik büyük bir kampanya yürütülmektedir.
* Önce Avrupa Konseyine daha sonra da Avrupa Parlamentosuna sunularak kabul edilen “Nükleer Silahlar Anlaşması Modeli” ve “Hiroşima-Nagasaki Protokolu” imzalanmıştır.
Bu iki model protokol, 134 ülkeden 2.817 şehir belediye başkanının oluşturduğu, başkanlığını Hiroşima Belediye Başkanı Dr.Tadatoshi Akiba’nın yürüttüğü “Barış için Belediye Başkanları” birliğinin hazırladığı ve yürüttüğü kampanyaların başarısıdır. Bu başarı ayrıca “Nükleer Silahlardan Arınma ve Sınırlandırma için Parlamenterler” ve 2.000’in üzerinde sivil toplum örgütünün destek ve katılımı ile yürütülen “Abolition 2000 Europe” küresel network ağının başarısıdır.
* Avrupa Parlamentosu 24 Nisan 2009’da yaptığı bir oylama sonucunda, 177 oya karşı 130 oy ile 2020 yılına kadar “ Nükleer Silahlardan Arınmış bir Dünya” kurulması tasarısını kabul etmiştir.
* 25.03.2009 da Avrupa’nın 11 ülkesinden 22 kişi (Almanya, Fransa, İtalya, A.B.D. Çek Cumhuriyeti, İrlanda, Belçika, Hollanda, İspanya, İsveç ve Türkiye’den gelen bu 22 kişi) Avrupa Parlamentosu’nda “Avrupa Birliği içerisindeki Askeri Üslere Hayır” oturumu için Strasbourg’da bir araya gelmiştir.
Almanya temsilcileri, Nürnberg ve Leibzig sivil hava alanlarının askeri amaçlarla kullanılmak üzere nasıl genişletildiğini ve büyük bir gizlilik içerisinde gece uçuşları ile askeri lojistik hizmetlerinin yürütüldüğünü anlatmıştır.
İrlanda temsilcisi benzer uygulamanın Shannon üssü için geçerli olduğunu ve Shannon savaş karşıtı ve sivil toplum örgütlerinin “Shannon Watch” adı altında bir kampanya düzenleyerek havaalanını ve uçuşlarını gözetim altına aldıklarını, havaalanındaki genişleme inşaatı için nasıl resmi mercilere bilgi edinme haklarından yararlanarak başvurularda bulunduklarını anlatmıştır.
İtalya’dan gelen aktivist, Vicenza kentindeki Molina üssünün genişletilmemesi için 2006 yılından bu yana yürüttükleri kampanyaları, İtalyan aktivistlerin, şubat ayında Washington,D.C.ye giderek demokrat senatörlerle görüştüklerini, A.B.D.nin İtalya’daki askeri faaliyetlerini ve üs genişletme çalışmalarına engel olmaları için bilgilendirmeye çalıştıklarını anlatmıştır.
Küresel BAK’ın İncirlik ve Konya Üsleri ile ilgili ve NATO karşıtı kampanyaları anlatılmıştır.
Belçika’dan gelen aktivist, nükleer başlıkların bulunduğu Klein Brügel üssü ile ilgili yürüttükleri kampanyadan ve “Barış için Belediye Başkanları” çalışmalarından söz etmiştir.
Çek Cumkuriyeti’nden gelen aktivist füze kalkanları ve ülkelerindeki A.B.D. üssüne karşı yürüttükleri kampanyadan söz etmiştir.
İsveç’ten gelen aktivist, İsveç’in NATO üyesi olmamasına karşın kuzey İsveç topraklarının NATO manevraları için nasıl kullanıldığını anlattı ve bir sabah uyanacağız ve kendimizi NATO’nun içerisinde bulacağız demiştir.
A.B.D.’den gelen aktivist, ödedikleri her 1 dolarlık verginin 50 centinin askeri harcamaya gittiğini, derin bir kriz içerisinde bulunan halkın bu durumdan çok rahatsızlık duyduğunu, ancak Amerikan halkının, A.B.D.nin yurt dışındaki askeri üsleri, orada sebep oldukları sorunlar ve NATO’daki işlevi konusunda bilgi sahibi olmadıklarını söylemiştir.
Türkiye’de askeri üslere karşı yürütülen muhalefet
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu 2005 yılından bu yana ülke genelinde “İncirlik Kapatılsın” kampanyası yürütmekte ve kampanya deneyimini uluslar arası platformlara taşımaktadır.
1 Aralık 2005 ile bugüne kadar, medyanın değişik kesimlerinde, plaza medyasının çok satan gazetelerinde, İncirlik Üssü ile ilgili birbiri ardı sıra çıkan haberler, okurların ve basının ilgisinin uyandığını, Meclis’de soru önergelerine yol açtığını ve kamuoyunda konunun takip edilmesinin gerekli olduğu yönünde olumlu bir etkinin ve yansımanın olduğunu göstermektedir.
Küresel BAK , “İncirlik kapatılsın” kampanyası çerçevesinde çok sayıda toplantı, gösteri ve yürüyüş düzenlemiş, binlerce bildiri ve broşür dağıtılmıştır.
Bilgi Edinme Yasası’nın sağladığı hakla, Başbakanlığa, 2005 yılında, 2003 yılında imzalanan İncirlik Üssü’nün kullanımına ilişkin gizli kararnamenin içeriği sorulmuştur.
Yine 2003 yılında, Anayasa’nın 92.maddesi ihlal edildiği gerekçesiyle, gizli kararnamenin iptal edilmesi için dava açılmıştır.
23 Ağustos 2006 günü İncirlik üssünden hareket ederek 25 Ağustos Cuma günü İstanbul’a ulaşan Barışapedal grubu, yoğun uluslar arası mücadelelerin yaşandığı bir dönemde bisikletleri ile nükleer silahların bulunduğu İncirlik Üssü’nün kapatılması kampanyasına destek vermiştir.
Kadiköy’de bu yıl üçüncüsü düzenlenecek olan Barış Panayırlarında askeri üsler ve askerileşmeye karşı söyleşiler, etkinlik düzenlenmektedir.
Kampanya; nükleer silah deposu olan, küresel imparatorluk peşinde olanların işgal politikalarının operasyon ve lojistik destek merkezi olan İncirlik Üssü kapatılıncaya kadar devam edecektir.
İstanbul Milletvekili Ufuk Uras meclise İncirlik Üssü’nün kullanımı konusunda soru önergesi vermiştir. 23.6.2010 günü meclisi bilgilendirici bir konuşma yapmıştır. Ayrıca konu ile ilgili kurum başkanlarına bilgilendirme başvuruları yapılmıştır.
İncirlik Üssü’nün kullanımını belirleyen Gizli Kararname’nin iptal edilmesi ile ilgili 2003 Tarihinde başlayan hukuki süreç, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu’na kadar giden temyiz mücadelesi ile 25.04. 2010 tarihinde 15 e 14 karşı oyla reddedilmiştir. Burada vurgulamamız gereken üst mahkeme üyelerinin büyük bir çoğunluğunun da Gizli Kararname’nin hukuksuzluğu üzerinde birleşmiş olmasıdır. Yine önemli bir gözlem, 29 Kurul üyesinin 13 ‘ünün kadın olması ve bu kadın üyelerden 9’unun karara muhalefet etmiş olmasıdır.
2004 Tarihinden itibaren Üs, Irak’tan Amerika’ya dönen, ya da kısa süreli geri hizmete, hava değişimine gönderilen askerlerin konaklama ve transfer merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştır. İncirlik bu dönemdeki kullanımı ile A.B.D.’nin en büyük “askeri kıtalarının yer değiştirme yeri” olarak kabul edilmiştir.
Ağustos 2010 tarihinden itibaren Irak’dan A.B.D. askerlerinin çekilmesi programı çerçevesinde, bir bölümünün ülkelerine bir bölümünün ise Afganistan’a yönlendirilmesi için “ara durak”, transfer üssü olarak kullanılması düşünülmektedir.
Bugün dünya üzerinde sayıları 25.000 civarında olduğu tahmin edilen nükleer başlıklarla, silahlarla ilgili, geçtiğimiz günlerde önemli bir diplomasi trafiği yaşanmıştır.
* 8 Nisan 2010 tarihinde ABD ve Rusya arasında “nükleer silahların indirimine” ilişkin START anlaşmasının imzalanmıştır.
*12-13 Nisan 2010 tarihinde Washington’da Nükleer Güvenlik Zirvesi 24 Eylül 2009 tarih ve 1887 sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin “nükleer silahlardan arınmış yeni bir dünya” kararı çerçevesinde Başkan Obama’nın çağrıcı olduğu ve 40 ülke devlet başkan ya da başbakanının katıldığı bir zirve toplanmıştır.
* 3-28 Mayıs 2010 tarihleri arasında New York’ta, Birleşmiş Milletler’de NPT’nin (Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşması) beş yılda bir toplanan gözden geçirme konferansı düzenlenmiştir.
* Yine mayıs ayında Türkiye, Brezilya ve İran arasında nükleer takas anlaşması imzalandı.
Tarihi açıklanmamış olsa da bu sene CTBT (Nükleer Denemelerin Yasaklanması Anlaşması) toplantısı yapılacaktır.
Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ben Ki-Moor’un temennisi ile bitirelim; “Nükleer silahlardan arınmış bir dünya küresel dünya halklarının yararına olan en iyi düzendir”.
Tüm bu nükleer diplomasi, nükleer pazarlıkların yoğun olarak sürerken, Türkiye Ortadoğu’nun diplomatik görüşmelerinin merkezi olmaya adayken, Başbakan Tayyip Erdoğan kamuoyuna şöyle demeçler verdi:
“Artık nükleer silahlar istemiyoruz. Kararlı adımı atmamız gerek. Olmayanların buna başlamaması, ama olanların da yavaş yavaş topraklarından çıkarması önemli”,
“Türkiye ve Brezilya imzaladıkları bildirinin sonuna kadar arkasında. Dünya barışına hizmet etmek istiyorsak, ancak bu şekilde olabilir”,
“İran’la ilgili meselede ikna edicilik için ABD ve diğer nükleer güçlerin nükleer silahlarını ortadan kaldırmaları gerekir’,
“İsrail nükleer silah sahibiyken, İran’ın nükleer programının eleştirilmesi bir çifte standarttır”.
İşte şimdi biz bu sözlerinin arkasında durmasını istiyoruz. İncirlik Üssün’de bulunan istenmeyen 90 nükleer silahın bir an evvel topraklarımızdan sökülmesi, İncirlik Üssü’nün yabancı ülke asker ve silahlarına kullanım izni veren gizli kararnamenin iptal edilmesi ve İncirlik Üssü’nün hem Irak hem de Afganistan işgallerinde kullanılmamasını istiyoruz.
Çünkü biliyoruz ki burada bir samimiyet problemi vardır. Çükü Türkiye ile İsrail arasında;
• 1996 yılında imzalanmış Kudüs ve Ankara’da karşılıklı olarak imzalanmış Türkiye-İsrail Silah Modernizasyonu Anlaşması
• Yatırımların Karşılıklı Teşviki ve Konunması Anlaşması
• Ekonomik ve Teknik İşbirliği Anlaşması
• İstihbarati İşbirliği Anlaşması
Serbest Ticaret Anlaşması vardır.
Ankara’ya 260 km, İncirlik Üssü’ne 224 km uzaklıkta, ABD Avrupa Hava Kuvvetleri’ne (USAFE) bağlı savaş uçaklarının eğitiminin yapıldığı Konya 3 Jet Üssü’nde İsrail pilotları eğitilmekte ve Türk hava sahasında uçmaktadırlar.
İsrail ve Türkiye Hava Kuvvetleri, 1996 yılında Küdüs ve Ankara’da imzalanan iki taraflı savunma işbirliği anlaşmaları çerçevesinde defalarca beraber, birbirlerinin topraklarında beraberce uçmuşlardır. Bilindiği gibi Türkiye ve ABD, NATO üyesi ülkeler ve İsrail ile ABD arasında Negev çölü üzerinde taktik ve teknik güçlerini birleştirici manevralar yapmak üzere anlaşmışlardır.
Üç ülke deniz kuvvetleri Ocak 2001 tarihinde İsrail sahillerinde deniz arama ve kurtarma operasyonları yapmışlardır.
İsrail, Türkiye ve ABD hava kuvvetleri, ilki Haziran 2001 tarihinde olmak üzere, o tarihten bugüne Anadolu Aslanı isimli ortak tatbikatlar yapmaktadırlar.
Türkiye ile İsrail arasında her yıl Akdeniz manevrası düzenlenmektedir. İki ülke arasındaki işbirliği anlaşmaları çerçevesinde İsrail kurtarma gemileri Gölcük Deniz Üssüne gelmektedirler.
ABD, Türkiye ve İsrail arasında üçlü bir stratejik ittifak kurulmaktadır. İsrail, Türkiye ve ABD ile karşılıklı olarak imzalanmış ikili anlamalara devam etmektedir. !996 Yılında imzalanan askeri işbirliği anlaşmasına göre Türkiye ve İsrail müttefik sayılmaktadırlar. Türkiye bölgede İsrail ile ilişkide olan az sayıda ülkeden biridir.
Türk Hükümeti İsrail’deki IMI firması ile Türk Kara Kuvvetleri’nin 170 adet M-60 tankının 5 yıl içerisinde modernizasyonu için 668 milyon $’lık bir anlaşma imzalamıştı. Anlaşma 29 Mart 2002 tarihinde tam da İsrail’in Ramallah’ı işgal ettiği gün imzalanmıştır.
Türkiye, 4 farklı silahın alımı, havadan karaya Popeye 2 füzelerinin ortak üretimi, kısa ve uzun menzilli insansız uçakların alımı, Türk Kara Kuvvetleri için yeni tank üretimi, mevcut İsrail yapımı tankları modernize edilmesi, Türk savaş helikopterlerini İsrail Savaş Endüstrisi tarafından üretilmesini sağlayan anlaşmalar bulunmaktadır.
Bütün bu anlatılanlar, biz savaş karşıtlarının sorunları yeniden gündemde tutmaya, soru önergeleri, araştırma önergeleri ile konuyu TBMM’nin gündemine yeniden taşımaya, daha da önemlisi, kamuoyunun ilgisi ve duyarlılığını artıracak eylemler örgütlemeye her zamankinden çok gereği olduğunu göstermektedir.
Şimdi konuşma, karşı çıkma, soru sorma zamanıdır.
Biliyoruz ki; “Şimdi susarsak sonsuza kadar susmamız gerekecektir”.
ASF – Afganistan’daki Savaşı Durdurun Semineri Raporu
2 Temmuz 2010 – İstanbul
ASF’nin 2. günü gerçekleşen ve moderatörlüğünü Le Mouvement de la Paix’den (Barış Hareketi) Gerard Halie’nin yaptığı “Afganistan’daki Savaşı Durdurun” toplantısında Reiner Braun (INES), Tayfun Mater (Küresel BAK) ve Jeremy Corbyn (CND) konuşmacı olarak bulundu.
İlk konuşmayı yapan Reiner Braun, Afganistan’daki savaşa karşı kitlesel bir hareket oluşturmanın Irak ve Vietnam örneklerine göre daha zor olduğunu; çünkü kendini sol, sosyalist, liberal, yeşil-kızıl olarak adlandıran grupların büyük çoğunluğunun politik olarak bu savaşı desteklediklerini belirtti. Braun Afganistan’daki direnişçilerin terörist olarak adlandırılamayacağını, ülkelerinin işgal edilmesini istememelerinin en doğal hakları olduğunu kaydederek Afganistan’ın kendi demokratikleşme sürecini tamamlaması için onlara fırsat verilmesi gerektiğini söyledi. Savaş karşıtı yeni bir koalisyon inşa etmenin önemine vurgu yapan Braun, konuşmasını 8-10 Ekim’de Afganistan’daki savaşa karşı yapılacak eyleme çağrı yaparak bitirdi.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adına konuşma yapan Tayfun Mater ise Türkiye’nin Afganistan işgali konusundaki rolüne değinerek, Kabil’de hala 100 Türk askerinin bulunduğunu belirtti. Konya Üssü’nün Afganistan topraklarını bombalayan uçaklara yakıt yardımında bulunduğundan bahseden Mater; kapatılması için hakkında, Küresel Bak adına, açılan dava yalnız bir oyla kaybedilen İncirlik Üssü’nün ise Irak ve Afganistan savaşlarında lojistik desteğin %75’ini sağladığını kaydetti. Mater, Türkiye’de ve dünyadaki tüm savaş karşıtlarının ülkelerinde askeri üslere karşı mücadele yürütmesi gerektiğini vurguladı.
Toplantıda son konuşmayı İngiltere İşçi Partisi milletvekili ve Nükleer Silahsızlanma Kampanyası aktivisti Jeremy Corbyn gerçekleştirdi. Corbyn konuşmasında 11 Eylül’de Dünya Ticaret Merkezi’ne düzenlenen saldırıların ardından Avrupa kamuoyunda Afganistan işgaline karşı bir sempati beslenmeye başladığını dile getirdi. İngiltere hükümetinin de işgal konusunda Amerika ile omuz omuza durduğunu belirten Corbyn o dönemde İngiltere’de savaş karşıtı tek sesin Stop the War Coalition (Savaşı Durdurun Koalisyonu) olduğunu sözlerine ekledi. Afganistan’da binlerce genç erkeğin terörist olduğu iddia edilerek öldürüldüğü yada Guantanamo kampında insanlık dışı uygulamalara maruz bırakıldığı gerçeğine değinen Corbyn, Afganistan’daki savaşa karşı Irak ve savaşında olduğu gibi kitlesel bir muhalefet yaratabilmenin gerekliliğini vurgulayarak konuşmasını bitirdi.
Küresel BAK’tan Haberler
Dink cinayeti tanığı: Ogün Samast saatlerce internette chat yaptı!
Radikal – 12.07.2010
Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin görülen davada tanık olarak dinlenen Cavit Kılıç, “Olay günü Ogün Samast, bizim işlettiğimiz internet kafeye geldi. Yaklaşık 2,5 saat birileriyle yazıştı. Yazışırken heyecanlı olduğunu gördüm. Olaydan sonra ilk eşkal veren benim” dedi.
AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgi davada, ‘tetikçi’ olarak yargılanan Ogün Samast’ın cinayetten önce gittiği internet kafenin sahibi polis Cavit Kılıç tanık olarak dinlendi. Cinayetten sonraki ifadesinde Samast’ın kafeye gelmediğini söyleyen Kılıç dünkü duruşmada Samast’ı teşhis edip, “Olaydan önce kafede iki buçuk saat birileriyle yazıştı. Çıktıktan sonra silah sesi geldi. camdan baktım. ‘Birini öldürdüm’ diye bağırarak koşuyordu” dedi. Kılıç, daha önce ‘ilan’ için AGOS’a gittiğini ve Dink’i gördüğünü de anlattı. Bu arada Kılıç’ın anlatımlarına göre kafedeki bilgisayarların harddiskleri cinayetten sonra koplayandı. Ancak bugüne kadar Samast’ın cinayet öncesi görüşmelerini ortaya çıkarması bakımından önemli olan bu yazışmalarla ilgili bir sonuç ortaya çıkmadı. Dink’in 19 Ocak 2007’de gazetesinin önünüde öldürülmesiyle ilgili davanın 14. duruşması dün İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapıldı. Duruşmaya tutuklu sanıklar Erhan Tuncel, Yasin Hayal, Ogün Samast ile tutuksuz sanıklar Ahmet İskender, Ersin Yolcu ve Salih Hacısalihoğlu katıldı. Duruşmaya 14. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Erkan Canak’ın yerine Hakim Resul Çakır başkanlık yaptı.
Beş altı kişiyle yazışıyordu
Duruşmada Samast’ın cinayetten önce Şafak Sokak’ta gittiği internet kafenin sahiplerinden polis memuru Cavit Kılıç tanık olarak dinlendi. Bir cinayet suçundan başka bir davada tutuklu yargılanan Kılıç, Samast’ı teşhis etti ve şunları anlattı:
“Biz babamla bu işlerine ’temizlik hizmetleri, güvenlik sistemleri ve danışmanlık ticaret’ olarak açtık. Sonra bilgisayar alarak bir kısmını internet kafeye çevirdik. Olay günü Ogün Samast internet kafede, yaklaşık iki buçuk saat kaldı. Kimlerle yazıştığını bilmiyorum, beş altı kişiyle msn görüşmesi yaptı. İnternet kafede biraz heyecanlıydı. Ekranı cama yansıdığı için gözüme ilişti. Msn’de konuştuğu kişilere İstanbul’u fazla bilmediğini yazmıştı. Belimdeki silah kılıfını gördü. Hiçbir şey sormadı. Kafeden ayrıldıktan 20 dakika sonra silah sesi duydum. Camdan baktığımda Samast’ı gördüm. ‘Birini vurdum’ diyerek kaçıyordu. Arkasında başka birisi yoktu. Olay günü ben izinliydim.”
İnternet kafeyi 2004 yılında açtığını, 2008’de kapandığını söyleyen Kılıç, daha önce AGOS Gazetesi’ne gittiğini de belirtti ve “2006 ya da 2007 yılında mezarlık temizliği ilanı için AGOS’a gitmiştim. Hrant Dink’i bir kapı aralığından gördüm” dedi. Kılıç’ın anlatımları üzerine Dink ailesi avukatlarından İnci İşbulur, “Gördüğün kişinin Dink olduğunu nasıl anladın?” diye sordu. İlk ifadesinde “Dink’i iyi tanırım” diyen Kılıç, “Gazetede resimlerin gördükten sonra anladım” yanıtını verdi.
İlk ifadesiyle çelişti
Bu arada Kılıç’ın olaydan sonraki ilk ifadesinde tüm bu ayrıntaları anlatmadığı ve hatta Samast’ı görmediğini söylediği anımsatıldı. Kılıç, tutuklu olması nedeniyle psikolojisinin iyi olmadığını söyledi. Dink ailesi avukatlarından Arzu Becerik, “Burada psikolojisi kötü olan başkaları da var” deyince Kılıç’ın “Hiç belli olmuyor” yanıtı vermesi desalondakilerin tepkisine neden oldu. YArgıcın müdahalesiyle ortam sakinleşirken Becerik, tanığa “Neden cinayetten sonra internet kafenizin camına ’Hepimiz Türk’üz’ diye yazdınız?” sorusunu yöneltti. Bunun üzerine Kılıç, “Hepimiz Ermeniyiz diye yürüyenler tüm sokağı taşladılar. Ben de Türk’üz diye yazdım. Ölen kişinin kim olduğu beni ilgilendirmiyor” diye yanıt verdi. Fethiye Çetin de Kılıç’a “Emniyet ifadenizde ’Samast’ın kaçarken söylediği söz yok. Neden söylemediniz” diye sordu. Kılıç, “Ne söyleyip söylemediğimi hatırlamıyorum” dedi.
Harddisk bilgileri nerede?
Ogün Samast’ın yazışma yaptığı bilgisayarda Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü’nde görevli polislerin gelerek inceleme yaptıklarını anlatan Kılıç, “Bilgisayara baktılar. Bir cihaz bağladılar. Ne yaptılar bilmiyorum. Bizim bilgisayarda oturum kapatıldığında herşeyi silen bir program vardı. Bu program yapılan tüm yazışmaları ortadan kaldırıyordu. Ellerinde ne olduğunu bilmiyorum” diye konuştu.
Tuncel: Dink’in adını vererek konuştu
‘Azemettirici’ olmakla suçlanan tutuklu sanık Erhan Tuncel ise telefon ve internet kayıtlarının çıkarıldığı takdirde kendisinin beraat edeceğini ifade ederek, “Dört tane önemli görüşmem var. İçinde Hrant Dink’in ismi geçiyor. Bu görüşmelerim dosyada yok. Bu görüşmeler çıkarılırsa ben bu davadan beraat ederim. Ben Hrant Dink’in öldürüleceği istihbaratını emniyete verdim. Hatta nokta da söyledim. Agos gazetesinin önünde Dink’in ensesinden vurularak öldürüleceğini söyledim. İstihbarat mantığında değerlendirildiğinde benim ödüllendirilmem lazım. Bu olayın Türkiye’ye verdiği zarar ortadadır. Tahliyemi talep ediyorum” diye konuştu.
Rakel Dink’in gözyaşları
Duruşmada Dink ailesinin avukatları Hrant Dink’in konuşmalarını ve hakkında açılan davalar sırasında adliye önünde ya da gazete önünde yapılan eylemleri barkovizyonla mahkemede izlettirdi ve bu eylemlere katılanlardan isimleri geçenlerin dinlenmesini istedi. Bu görüntüler duvarda yansıdığı Rakel Dink gözyaşlarını tutamayarak ağladı.
Hrant arkadaşları yine orada
Duruşma öncesi Beşiktaş Meydan’da toplanan ‘Hrant’ın Arkadaşları’ grubu üyesi bir grup ‘Faşizme inat kardeşimizsin Hrant’ sloganları atarak adliye önüne kadar yürüdü. Rakel Dink yaptığı açıklamada geçen ay intihar eden Dink ailesi avukatlarından Hakan Karadağ’la ilgili olarak “Aramızda olmayışı bizim için çok acı. Bugün o olmadan yapılan ilk mahkememiz. O ilk günden beri bizimle birlikte kendi payını, kendi katkısını koydu. Yanımızda bulundu. Ailesine, dostlarına, iş arkadaşlarına ve hepimize kutsal ruhun tesellisini diliyorum. Özellikle annesi için çok üzgünüm. Teşekkür ederim” dedi.
Beşiktaş’ta Bu Kez “Hrant İçin, Hrant İçin” Buluşma
BİA Haber Merkezi – 12.07.2010 / Semra PELEK
Dink cinayeti davasında adalet taleplerinin gerçekleşmediğini söyleyen “Hrant’ın arkadaşları” bu kez “Hrant için, adalet için” yerine “Hrant için, Hrant için” dediler. Basın açıklaması yerine Dink’in öldürülmeden önceki son yazısı “Ruh halimin güvercin tedirginliği”ni okudular.
Hrant Dink cinayeti davasında tüm sorumluların yargılanıp ceza almasını, cinayetin her yönüyle aydınlığa kavuşturulmasını isteyen “Hrant’ın arkadaşları”, 14. duruşmadan önce, yine Beşiktaş İskele Meydanı’nda buluştu.
Afişlerde her buluşmadakinden farklı olarak “Hrant için, adalet için” yerine “Hrant için, Hrant için” yazılıydı. “Hrant’ın arkadaşları”ndan Bülent Aydın bunu “Üç yıldır burada toplanıyoruz. Ama adalet taleplerimiz yerine getirilmiyor. Artık söyleyecek bir şeyimiz olmadığı için ‘Hrant İçin, Hrant İçin’ dedik” diye açıkladı.
Bu kez basın açıklaması yerine gazetecinin 19 Ocak 2007’de öldürülmeden önce yazdığı son yazıyı, “Ruh halimin güvercin tedirginliği”ni Hayko Bağdat okudu.
Yaklaşık 200 kişilik grup buluşmanın ardından, “Hrat İçin adalet için” sloganlarıyla davanın görüldüğü Beşiktaş’taki mahkemeye doğru yürüdü.
Gazeteci- yazar Oral Çalışlar, yargılamaya ilişkin şunları söyledi:
“Üç tane tetikçiyi bütün cinayetin sorumlusu olarak yargılayan bir mahkeme ile yüzyüzeyiz. Biz de bütün Türkiye’de biliyor ki bu cinayet üç kişi tarafından işlenmedi. Bunun içinde jandarmadan polise devlet görevlileri ve gazeteciler var. Bunların hiçbirinin hesabı sorulmadan bu mahkeme bitirse ki öyle gözüküyor, bu cinayet de aydınlanmamış olacak.”
Hrant Dink cinayeti dava sürecini anlatan “19 Ocak’tan 19 Ocak’e ne oldu” belgeselini hazırlayan Ümit Kıvanç ise “Burada üç tetikçiyi yargılıyorlar, gerçeğin bu olmadığını bunun organize bir suç olduğunu biliyoruz. Dava sadece bu üç tetikçi cezalandırılarak sonlandırılırsa ne diyebilirim; memleket utansın” diye konuştu.
Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkanı Alper Taş, “Kollektif bir cinayetle karşı karşıyayız; valisinden İçişleri Bakanlığı yetkililerine kadar devletin içinde olduğu bir cinayet taşeronlara yıkılıyor. Hrant’ın arkadaşları ve Türkiye’nin sabrı tükeniyor” dedi.
Dansçı Zeynep Tanbay ise sona yaklaşan dava süreciyle ilgili şu yorumu yaptı:
“Bir taraftan umutsuzluğa kapılıyoruz. Ama diğer taraftan bu cinayetin sonuna kadar peşinde olacağız, hepimizin birada olarak mahkeme önüne kadar yürümemiz çok anlamlı. Davada sona yaklaşıldı ama kamuoyunda bu dava kapanmadı ve kapanmayacak.”
Hrant’ın arkadaşları buluşmaya çağrı metninde şunları dile getirmişti:
“Geçiştiriyorlar, savsaklıyorlar, yok sayıyorlar… Sanıyorlar ki vazgeçeceğiz… Unutacağımızı sanıyorlar… Unutturabileceklerini sanıyorlar… Balık hafızalardan silinen yüzlercesi gibi bu cinayetinde zamana yenilmesini umuyorlar… Kararlarını verdiler, artık sadece zamanını bekliyorlar…
“Hrant Dink’in katillerinin yalnız silahı doğrultanlar, yalnız tetiğe basanlar değil, ‘öldür diyenler olduğunu söyledik, söylemeye devam ediyoruz! ‘Katili tanıyoruz’ dedik, duymak istemediler! ‘Yalnız değillerdi, yanlarında abileri vardı’ dedik, kıllarını bile kıpırdatmadılar…
“Hrant’ın Arkadaşları, yine aynı yerde, Beşiktaş İskele Meydanı’nda, bir araya geliyoruz. Ve bu kez Hrant için! Hrant için!”
Hrant Dink Davası Avukatları, Savcıyı Göreve Çağırdı
BİA Haber Merkezi – 12.07.2010 / Erol ÖNDEROĞLU
Dink ailesinin avukatları, eski İstanbul Vali Muavini Erhan Güngör, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) İstanbul eski Bölge Başkan Yardımcısı Özer Yılmaz, eski Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz ile Ergenekon davası sanıkları Kemal Kerinçsiz ve Erhan Timuroğlu’nun davaya dahil edilmesini istedi.
Türkiyeli Ermeni gazeteci Hrant Dink’in 19 Ocak 2007’de öldürülmesiyle ilgili davanın 14. duruşmasında müdahil avukatlar, Dink’in basın özgürlüğü davası çerçevesinde hedef haline getirilmesi ve İstanbul Valiliği’nde tehdit edilmesi olaylarıyla ilgili savcıları göreve çağırdı.
Dink ailesinin avukatları, her iki olayda adı geçen eski İstanbul Vali Muavini Erhan Güngör, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) İstanbul eski Bölge Başkan Yardımcısı Özer Yılmaz, eski Ülkü Ocakları Başkanı Levent Temiz ile Ergenekon davası sanıkları Kemal Kerinçsiz ve Erhan Timuroğlu’nun davaya dahil edilmesini istedi.
Duruşma sırasında Hrant Dink’in hedef gösterildiği süreçle ilgili bir projeksiyon sunumu yapan avukatlar, Dink’i valilikte tehdit eden Özer Yılmaz, Kemal Kerinçsiz ve Erhan Timuroğlu’nun da Ergenekon sanıkları arasında yer aldıklarını vurguladılar.
Fethiye Çetin, Hrant Dink’in öldürülmeden önce kaleme aldığı “Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği” ve “Neden Hedef Gösterildim” başlıklı yazılarını da okudu.
“İstihbarat mantığı içinde ödüllendirilmem gerekir”
Duruşmada savunma yapan Erhan Tuncel, Aralık 2006’ya kadar Mehmet Ayhan isimli polisle dört önemli telefon görüşmesi yaptığını ve bunların dosyada yer almadığını söyledi. Tuncel’in cinayet öncesi Ayhan ve diğer polislerle yaptıkları telefon haberleşmesinin kayıtları bugüne kadar mahkemeye ulaştırılmadı.
Tuncel, Başbakanlık Teftiş Kurulu ve diğer makamların raporlarında “Yardımcı haber elemanıyla irtibatın kesilmesi, olayların akışı konusunda bilgi akışında aksama meydana getirmiştir” tespitinin yerinde olduğunu söyledi:
“Biri hariç her görüşmede Hrant Dink’in Agos gazetesi önünde ensesinde kurşunla öldürüleceğini söyledim. İstihbarat mantığı açısından benim ödüllendirilmem gerekir. 43 aydır işlemediğim bir suçtan dolayı tutukluyum. Cezaevinde İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti ‘Bir başkadır’ diyorlar. ‘Babasını öldürsen adaletle karar verir’ diyorlar.”
Duruşma savcısı, Tuncel, Hayal ve Samast’ın tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesi ve eski istihbarat daire başkanı Sabri Uzun’un dinlenmesini talep etti. Mahkemenin aldığı kararlar henüz açıklanmadı. Yargılama 25 Ekim’e bırakıldı.
Dink Davası’nda “Laubaliliği” Yazan Cengiz Çandar Sanık
BİA Haber Merkezi – 13.07.2010
Hrant Dink Davası’nda gizliği tanığın duruşma salonuna getirilememesini ve mahkeme başkanının laubaliliğini yazan Referans gazetesi yazarı Cengiz Çandar hapis istemiyle yargılanıyor. Dava 13 Aralık’ta…
Hrant Dink Davası’nda gizli tanığın 8 Şubat günkü duruşmaya getirilmemesini eleştiren Referans gazetesi yazarı Cengiz Çandar, “devlet memuruna görevinden dolayı hakaret” iddiasıyla 1 yıldan 3 yıla kadar hapis istemiyle yargılanıyor.
Söz konusu 12. duruşmada “Gizli tanık” ile ilgili dava tutanağındaki teşhir edici bilgiler ve İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi başkanı hakim Erkan Canak’ın, “Gizli tanık Türkçe’yi tam bilmiyormuş” sözleri gizli tanığın can güvenliğini gündeme getirmişti.
9 Şubat 2010 tarihli “Hrant’la ve ‘adalet’le dalga geçiliyor” yazısında Çandar, “Yani, o salondan adalet çıkmaz, çıkamaz. Hrant Dink cinayeti davası öyle laubali bir şekilde görülüyor ki, laubalilikten adalet çıkmaz, çıkamaz” demişti.
Mahkeme Başkanının gizli tanığın adliyeye çağırılmadığının ortaya çıkmasından sonra sarf ettiği “Bana ‘gizli tanık geldi’ diye not geldi ama gelmemiş. Gizli tanık evde polis bekliyor. Polis burada gizli tanığı bekliyor. Ben ne yapayım?” şeklindeki sözlerine de atıf yapan Çandar, şöyle yazmıştı:
“Her durumda “Ben ne yapayım?” diye çaresizliğini ilan eden bir Mahkeme Başkanı mı verecek adalete ilişkin hükmünü?
“Aynı Mahkeme Başkanı, ikide bir müdahil avukatlarla polemik yapıyor ve yüzünde alaycı bir gülümseme ile ellerini iki yana açıp, sanık avukatlarına durumdan şikâyet eder gibi dönüyor. Tarafsız, adaletin tecellisine gayret gösteren bir yargıçtan ziyade, sanık avukatlarıyla üstü kapalı bir yakınlık içinde olduğuna ilişkin izlenimler veriyor…”
Çandar’ın Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargılanmasına 13 Aralık’ta devam edilecek. İlk duruşmada davaya bakan hâkim Vasfi Uğurer’in yıllık izinde olması nedeniyle beş ay ertelenmiş oldu
Hrant Dink davası Türkiye’nin yüzkarası…
Radikal – 13.07.2010 / Oral Çalışlar
Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu eski eşbaşkanı yazar Joost Lagendijk, Hrant Dink cinayeti davasını izlemeye gelenler arasındaydı. ‘Duruşmayı izleyecek misin?’ diye sordu. Durakladım. İzlemek istemediğimi hissettim. İçimden gelmiyordu. Ama Rakel Dink’i ve avukatları orada yalnız bırakmak da istemiyordum. Duruşmayı izlemek konusundaki isteksizlik hissimin nedeni, adalet çıkabileceği izlenimini veren bir manzara göremiyor olmamdı…
Daracık ve basık bir salonda üst üste oturan insanlar… Cinayet sanıklarıyla ailenin neredeyse iç içe girdiği bir tablo… Yalnızca tetikçiler üzerinden yürüyen bir dava…
***
Şu noktanın altını yeniden çizmekte yarar görüyorum: Hrant Dink cinayeti, örgütlü ve toplu bir cinayettir… Bu cinayete doğru giden süreci biraz gözlemlemiş olan herkesin bunu görebilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Önce bazı gazeteler ve köşe yazarları Hrant’ı hedef gösterdiler. Arkasından Kerinçsizler şikâyet dilekçeleri yazdılar. Savcılar davalar açtılar. Duruşma salonlarında Hrant Dink linç edilmek istendi. Agos gazetesinin önüne gelen ülkücüler ölüm tehditlerini sakınmadan dile getirdiler.
Mahkemeler onu mahkûm ettiler. İstanbul Vali Yardımcısı, onu vilayete çağırarak ‘ayağını denk alması’nı istedi. Ona ne koruma verdi, ne de onu tehditler konusunda uyardı. Daha sonra, Hrant’ın öldürüleceğine ilişkin polis raporlarının İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne ulaşmış olduğundan haberdar olduk. Trabzon’da örgütlenen cinayet şebekesinden devletin bütün kurumlarının haberdar olduğu ortaya çıktı.
Biraz daha eşeleyince şunu öğrendik: Trabzon’daki Jandarma, Trabzon’daki Emniyet İstihbaratı her şeyi biliyormuş. İstanbul da biliyormuş. Cinayet girişimi raporları önlerinde duruyormuş. Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü, günümüzün Osmaniye Valisi Celallettin Cerrah cinayetin hemen ardından, cinayetin herhangi bir siyasi boyutunun ve örgüt bağlantısının bulunmadığını, suikastın milliyetçi duygularla işlendiğini açıklarken, ‘acaba önündeki istihbarat raporlarına mı dayanıyordu?’ sorusu akıllara geldi. Sonradan öğrendik ki, Cerrah, katillerin ‘örgütlü’ hazırlıklarına ilişkin çok sayıda rapordan haberdar edilmişti.
***
Bütün dünyanın gözü önünde, bu ülkenin bir gazetecisi olan Hrant Dink düşüncelerini söylediği için, Türklerle Ermeniler arasında yeni bir kardeşlik projesini Türkiye’nin önüne koyacak yürekliliği gösterdiği için öldürüldü… Ve gene bütün dünyanın gözü önünde,
Hrant Dink davası tıkanmış durumda. Bir kaç tetikçinin cezalandırılması dışında bir sonuç
çıkmayacağı artık iyice belli oldu. Dava dosyası bu şekilde kapanacak gibi görünüyor…
Onun nasıl ölüme gittiğine ilişkin çok sayıda kitap yazıldı. Bu kitaplarda, devlet kurumlarının belgeleri, bilgileri nasıl hasır altı ettikleri, cinayetle dolaylı, ya da dolaysız ilgisi olan devlet görevlilerinin nasıl korunup kollandıkları bütün ayrıntılarıyla anlatılıyor.
Gerçeği herkes biliyor. Mahkeme de biliyor, Başbakan da. Herkesin bildiği gerçeğin asıl mahkemesi görülemiyor. Asıl sorumlular hesap vermiyor. Hrant’ın duruşma için toplanan arkadaşları, doğal olarak, ‘Asıl dava ne zaman başlayacak?’ sorusunu soruyorlardı.
***
Bu davanın bu şekilde sürüp gitmesi (ve muhtemelen bu şekilde sonuçlanacak olması) ülkemiz açısından, adalet açısından bir utançtır, bir yüzkarasıdır.
Mahkeme salonundaki manzara vicdanları kanatıyor. Salonda sırıtan tetikçilere bakıyor,
ruhumuzun daraldığını hissediyor ve bunların dışında da pek bir şeye ulaşamıyoruz… Adalet, vicdan, erdem gibi soyut kavramlarla açıklanması pek kolay olmayan, ancak yaşayanın algılayabileceği bir çaresizlikle karşı karşıyayız…
Katili de biliyoruz, azmettirenleri de, onların arkasındaki örgütlü devlet çetelerini de… Sorun, herkesin farkında olduğu gerçekleri adalete dönüştürecek bir mahkeme kararının oluşmuyor olması.
***
Sabah gazetesinin Genel Yayın Müdürü Erdal Şafak, 2 Temmuz 2007 tarihinde köşesinde
şunları yazdı: “Geçen yılın sonbahar aylarıydı. Hrant Dink davalarına bakan yargıçlardan biriyle tesadüfen bir araya geldik. Sohbet sırasında Dink’in ‘Mahkûm olursam Türkiye’yi terk ederim’ sözünü hatırlattık. Yargıç bıyık altından güldü ve başımızı döndüren bir yanıt verdi: ‘Ya sevecek ya terk edecek. Başka seçeneği yok!’ Yargıcın fikriyatı buydu.”
Bu cinayetin oluşum sürecine egemen olan fikriyat tam olarak budur. Devletin, idarenin birçok kurumuna egemen olan bir fikriyattır bu…
Duruşmanın görüldüğü salona baktım…
‘Buradan nasıl adalet çıkabilir’ diye düşündüm kendi kendime…
Soruyu yeniden soruyorum: Asıl dava ne zaman başlayacak?
ASF: Afganistan’a barış gelsin
Etkin Haber Ajansı / 02.07.2010
Savaş karşıtları, Avrupa Sosyal Forumu’nda Afganistan’ı ve savaş karşıtı hareketi tartıştı. Farklı ülkelerden konuşmacılar seminerde Afganistan’da askeri olan ülkelerde yaşayan halkların “Askerlerimiz geri dönsün” sloganını bayraklaştırması gerektiğini belirtti.
İSTANBUL- Savaş karşıtları, Avrupa Sosyal Forumu’nda düzenlenen “Afganistan’daki Savaşı Durdurmak İçin Harekete Geçin” seminerinde 9 yıldır işgal altında olan Afgan topraklarına barış istediler.
MADEN KAYNAKLARI BİLİNİYORDU
İngiltere’deki savaş karşıtı gruplardan INES’in temsilcisi Reiner Braun, Afganistan’daki kanlı işgale karşı barış taraftarlarının ortaklaşamadığını belirtti. Braun, “Dünyanın her yerinden çoğu insan ‘savaşa hayır’ diyor, ancak savaş karşıtı gösteriler organize ettiğimizde Vietnam’da olduğu gibi kitlesel eylemler yapamıyoruz. Bu büyük açıklık, barış mücadelesinin önündeki en büyük engel” dedi.
Afganistan’da askeri bir yöntemin barış getirmeyeceğinin defalarca kanıtlandığını ifade eden Braun, Afgan halkının işgal değil, bağımsızlık istediğini kaydetti. İşgalcilerin şimdi de savaşı sürdürmek için maden kaynaklarını piyasaya sürdüğünü anlatan Braun, bu kaynakların varlığının zaten bilindiğini ifade etti. Braun ‘kan ve ölüm getiren’ işgale karşı aktif mücadele çağrısıyla sözlerini bitirdi.
TÜRKİYE DE BU SAVAŞA ORTAK
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK) adına Tayfun Mater da, Afganistan’ı silah yoluyla ele geçirme çabalarının işlevsiz olduğunu kaydetti. ABD Başkanı Barack Obama’nın çekilme tarihi olarak koyduğu 2011’in gerçekçi olmadığını belirten Mater, “2011 yılında bu çekilmenin gerçekleşmesi neredeyse imkansız. Son bir ayda 100’e yakın asker öldü” dedi.
Türkiye’nin de başından beri savaşa destek verdiğini söyleyen Mater, George Bush’un sonradan itiraf ettiği Türkiye’nin işgal uçaklarının yakıt ikmaline yardımcı olduğu gerçeğini hatırlattı. Türk askerinin Kabil ve çevresinde işgalcilerin güvenliğini sağladığını dile getiren Mater, Türkiye ve dünyanın diğer bölgelerindeki halkların işgal askerlerinin geri dönmesi için faaliyet yürütmesi gerektiğini kaydetti. Mater ayrıca İncirlik ve Konya askeri üslerinin işgale destek veren faaliyetlerini durdurması gerektiğini belirtti.
SAVAŞ MI HASTANE Mİ?
Savaşı Durdurun Koalisyonu üyesi İngiliz parlamentosu üyesi Jeremy Corbin, sözlerine “Savaş 9. yılına giriyor ve biteceğine dair hiçbir işaret yok” diyerek başladı. Savaşın tekellere ve silah şirketlerine yaradığını ifade eden Corbin, savaşın başlama gerekçesini hatırlatarak, bu gerekçelerin bugün unutulduğunu ifade etti. Corbin, “ABD’nin Usama Bin Ladin’i yakalatmak istediğini düşünmüyorum. Sanırım Bin Ladin New York’dadır ve ne olup ne bittiğini izliyordur” dedi.
Corbin, El Kaide veya Taliban üyesi denilerek Afganistan’da birçok insanın katledildiğini, insansız hava uçaklarıyla yapılan saldırılara hedef olduğunu dile getirdi. Savaşın başka bir yönünün de ekonomiyi zayıflatması olduğunu belirten İngiliz parlamenter, halklara “savaş mı istiyorsunuz hastane mi?” sorusunu sormak gerektiğini ifade etti. Corbin, Guantanamo ve Begram üslerinde insanlık dışı uygulamaların sürdüğünü söyledi, savaşta ölen yüzlerce askerin yanında yaralanan 3-4 bin askerin unutulduğunu dile getirdi.
15-21 KASIM’DA LİZBON’A ÇAĞRI
Savaş karşıtları seminerin sonunda 15-21 Kasım’da Portekiz’in Lizbon şehrinde düzenlenecek NATO Karşıtı Hafta’ya çağrıda bulundular.
Savaş karşıtları bir araya geldi
Etkin Haber Ajansı / 03 Temmuz 2010 Cumartesi, 18:14
Avrupa Sosyal Forumu savaş karşıtlarını ağırladı. “Savaş karşıtı hareket” başlığıyla yapılan seminerde, emperyalist devletlerinin savaş ve işgal ısrarı teşhir edildi. 15-21 Kasım’da Lizbon’da toplanacak NATO zirvesini protesto eylemlerine çağrı yapıldı.
Türkiye ve Avrupa ülkelerinden savaş karşıtları Avrupa Sosyal Forumu’nda bir araya geldi. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu tarafından düzenlenen panel, İTÜ Yabancı Dillir Fakültesi’nde gerçekleştirildi.
Küresel BAK adına konuşan Şenol Karataş, uluslararası savaş karşıtı hareketin yarattığı etkiye dikkat çekti. Türkiye’de Irak’a asker gönderilmesi ile ilgili 1 Mart tezkeresinin Meclis’ten geçirilememesi, işgal altındaki Irak ve Afganistan’da işlerin yolunda gitmemesi, yardım konvoyları ile Filistin ambargosunu delme girişiminin savaş karşıtı hareketlerin başarısı olduğunu dile getirdi.
Türkiye’de Kürt sorununun en önemli gündem olduğunu belirten Karataş, “Türk ordusu Kürt halkına karşı bir savaş yürütüyor” dedi, Kürt halkıyla dayanışma amacıyla yarın Beyoğlu’nda insan zinciri oluşturacaklarını belirtti.
Karataş, uluslararası savaş karşıtı hareketlerin 15-21 Kasım’da Lizbon’da toplanacak NATO zirvesini protesto eylemleri yapacağını da duyurdu.
Almanya’dan Die Linke Partisi Milletvekili İnge Höger, Afganistan’daki askerlerin geri çekilmesi için hükümete sürekli baskı yaptıklarını söyledi. “Savaşların gerekçesini nefsi müdafaa olarak sunuyorlar. Barış hareketinin en önemli görevi bu söylemi boşa çıkarmaktır” dedi.
Gazze’ye yardım taşıyan Mavi Marmara gemisinde olduğunu belirten Höger, yaşadıklarını anlattı. İsrail askerlerinin yardım gönüllülerini öldürdüklerini belirten Höger, saldırıdan sonra ambargo kaldırılsın talebinin daha güçlü yükseldiğini ve Almanya’daki bütün partilerin bunu savunduğunu kaydetti.
Höger, 15-21 Kasım’daki NATO protestolarına katılım çağrısı yaptı.
Savaşı Durdurun Koalisyonu üyesi ve Britanya Parlamentosu üyesi Jeremy Colvin, İngiltere’de Blair hakkında açılan soruşturmalara değindi. NATO’nin bir soğuk savaş dönemi organizasyonu olduğunu söyleyen Colvin, 1990 sonrası yeni işlevler kazandığını ifade etti. ABD’nin Afganistan ve Irak’ta savaş sırasında kurduğu üslere dikkat çekti.
Nükleer silahsızlanmanın barışın temel koşulu olduğunu söyleyen Colvin, savaşı yaratan koşulları ortadan kaldırmak gerektiğini söyledi. Colvin, Avrupa’da IMF’nin reçeteleri uygulayan devletlerin sosyal güvenceleri tasfiye ettiğini ama silahlanma ve savaş için ciddi harcamalar yaptığını söyledi.
İstanbul Milletvekili Ufuk Uras ise konuşmasında, ASF etkinliklerini değerlendirdi, “Kendi benzemezlerimize, militarizme ve milliyetçiliğin etkisi altındaki kesimlere ulaşmalıyız” dedi.
ABD ile yapılan gizli anlaşmalara değinen Uras, İncirlik Üssü’nde 90 nükleer başlık olduğunu söyledi.
Avrupa Solu: NATO’ya, savaşa, nükleere karşı…
Turnusol – 05.07.2010 / Bülent Aydın
1 – 4 Temmuz’da İstanbul’da yapılan 6. Avrupa Sosyal Forumunda gerçekleşen ‘Savaş Karşıtı Buluşmalar’da NATO Zirvesine karşı mücadele, Afganistan’daki işgale karşı kampanya, Avrupa’nın askerileştirilmesine, üslere ve nükleer silahlara karşı ortak direniş kararları alındı.
Sosyal Forum’un ilk günü olan 1 Temmuz Perşembe sabahı İTÜ Maçka binasında yapılan seminerin konusu NATO’ya karşı mücadele, AB’nin askerileştirilmesi ve nükleer silahlara karşı mücadele ile savaş karşıtlarının gündemi idi. Toplantının Moderatörlüğünü Fransa Barış Hareketinden Ariella Denis yaptı. Toplantının konuşmacıları şunlardı: Reiner Braun (Almanya – Uluslararası Bilim İnsanları), Kerem Kabadayı (Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu), Andreas Speck (Uluslararası Savaş Karşıtları), Ayşegül Devecioğlu (Yazar ve Kadın Barış Hareketi), Tobias Plüger (Almanya – Silahlanma Karşıtı), Inga Mortensen (İsveç Kadınları Sol Kanat)
Ariella Denis, toplantının açılışında ‘6. ASF’nin organizasyonunu üstlenen Türkiye’den yoldaşlara teşekkür ediyorum’ diye başladı. Toplantıda özellikle AB’nin askerileştirilmesi, savaş politikaları, NATO’ya karşı mücadele konularının birleştirildiğini söyleyen Ariella, Türkiye’deki savaş karşıtı mücadelenin gündemi, Afganistan’daki işgale karşı mücadele konularının da konuşmacılar tarafından sunulacağını belirtti.
Toplantının konuşmacıları sunlardan söz etti:
SAVAŞ ÖRGÜTÜ NATO ZİRVESİNE KARŞI BARIŞ ZİRVESİ…
Reiner Braun (Almanya): NATO’ya karşı çıkmak için pek çok nedenimiz var. Geçtiğimiz Kasım ayında Portekiz’de eylemler yaptık. NATO’nun oluşturulmaya çalışılan yeni stratejik belgesinde ise her türlü kötü şey yer alıyor. Nükleer silahlanmadan, istenen ülkeye müdahale hakkına kadar. Biz NATO’ya ve savaşa karşı çalışan bir hareketiz. NATO zirvesine karşı büyük bir karşı çıkış için 15 – 21 Kasım 2010’da Portekiz’in başkenti Lizbon’da olacağız. Bu ‘Uluslararası NATO’ya Hayır’ ağının ortak eylemidir.
Benim ülkemde insanlar Afganistan’daki savaşa da militarizasyona da karşılar. Ama NATO ile ilgili aynı algı yok. NATO güvenlikle ilgili çalışmalar yapan bir kuruluş sanılıyor. Bunu değiştirmemiz şart. Belki de bu mücadele yıllar sürecek ama barışa karşı en büyük engelin NATO olduğunu anlatacağız. Hepimiz tküm ülkelerde NATO’ya karşı bilinç oluşturmak için halka gerçekleri anlatalım. Polutukacılar bunu asla yapmayacaklar. Konuşu gizli toplantılarda ele almaya devam edecekler.
Biz Lizbon’da NATO Zirvesiyle aynı tarihlerde bir büyük ‘Karşı Zirve’ örgütlemeye çalışıyoruz. Bu organizasyonda sizler de yer alın. Kasım’da Lizbon’un orta yerinde büyük bir ‘Barış Meydanı’ yapacağız. Portekizlilerin mücadele deneyimlerinden de yararlanacağız. O halk, 1975’te faşist rejimi devirdiler. Onlardan öğreneceğimiz var. Avrupa’nın bütün ülkelerinden, diğer NATO ülkelerinden , Angola ve Mozambik’ten katılımcılar olacak.
En büyük barışçı gösteri ise 20 Kasım Cumartesi günü olacak. Bütün bu süreç şimdiden herkese açık şekilde olacak. Lütfen kendi ülkelerinizde bu mücadeleyi şimdiden başlatın…”
İNCİRLİK ABD VE NATO’NUN ÖNCELİKLİ SAVAŞ ÜSSÜ…
Kerem Kabadayı (Türkiye): Konuklarımızı sıcak duygularla selamlıyorum. Son Forumu gerçekleştirdiğimiz Malmö’den bu yana hepimiz pek çok kampanya yaptık. Türkiye’de de Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak, 2008’den bu yana 3 ana kampanya yaptık. Çok sayıda basın toplantıları, basın açıklamaları, yürüyüşler ve kitlesel eylemler yaptık. Bu kampanyalar: ‘Afganistan’a asker yok’, ‘NATO’ya hayır’ ve ‘İncirlik Üssü kapatılsın’ kampanyalarıydı.
Adana yakınlarındaki İncirlik Üssü, ABD ve NATO’nun öncelikli olarak kullandığı işgal üslerinden biridir. Irak ve Afganistan işgallerinde kullanımı, Parlamento ve kamuoyundan gizli tutulan bir anlaşmayla sürdürülüyor. Biz bunu teşhir ettik. Gizli anlaşmanın açıklanması ve uzatılmamasını istedik. Daha geçen hafta bu konuda TBMM’deki arkadaşımız ve İstanbul milletvekili Ufuk Uras, bir konuşma yaptı ve hükümete sorular yöneltti. Anlaşmanın süresinin uzatıldığını bile halktan gizliyorlar. Bu üste 90 adet nükleer başlık olduğu biliniyor. Biz de sokakta aynı saatlerde bir eylem yaparak bu silahları sorduk.
18 Haziran 2009’da bir kitlesel gösteri yaparak, ABD’nin Afganistan’daki işgalini ve savaşı sona erdirmesini istedik. Erdoğan – Obama görüşmesi sırasında da bir açıklama yaptık ve Afganistan’daki 750 Türkiyeli askerin geri dönmesini istedik. Maalesef Erdoğan Hükümeti bunun tam tersini savunuyor ve 1000 askeri daha oraya gönrderdiler. Askerlerin geri hizmette, kamu işlerinde calıştığı söylenerek halkın tepkisi bastırılıyor. Ama böylece Türkiye’nin de işgale destek gücü olarak Afganistan’daki varlığı kesinleşmiş oldu. Biz bundan utanç duyuyoruz.
‘Kozmik oda’ deyimini nasıl açıklamak lazım ingilizcede bilemiyorum ama yerel , kendi halkına karşı kullanılan, kürtlere karşı sürdürülen psikolojik savaş, NATO tarafından kurulmuş ve soğuk savaştan kalma paramiliter yapılar tarafından veya bunlardan arta kalanlar tarafından sürdürülüyor. Bu konunun bir soruşturma vesilesiyle gündeme gelmesi üzerine Küresel BAK olarak bir eylem yapıpıp bu örgütlerin dağıtılması, NATO’ya bağlı ve halka karşı bu gizli yapıların kaldırılmasını istedik.
Kürt halkının yıllarca uğradığı saldırılar, faili meçhuller ve Kürt aydınlarına karşı suikastler de bu yapıların işleridir. Türkiye, Avrupa’dan bakınca biraz zon anlaşılacak bir ülkedir. Burada gündem çok hızlı değişiyor. Örneğin son bir ay içerisinde bakınız burada neler oldu: Türkiye’nin Rusya ile yaptığı stratejik bir anlaşma ortaya çıktı. Bu anlaşmanın içinde üç nükleer santralın yapımı da var. Halk buna kesinlikle karşı ve bu henüz Meclis’e de getirilmedi. Hukuki ayak oyunlarıyla oldu bittiye getirilmeye çalışılıyor. İran ve Brezilya ile Türkiye bir anlaşma yaptı. Bir takım nükleer maddelerin Türkiye’ye girmesine ve bun-rada tutulmasına yol veren bir anlaşma bu. Bununla ilgili ayrıntılar da henüz kamuoyuna açıklanmadı. Gazze’ye giden uluslararası barış ve yardım filosu İsrail askerlerinin vahşi saldırısına uğradı. 9 ölü ve çok sayıda yaralı ile sonuçlandı. Aynı süreçte Kürt sorunu çerçevesindeki çatışmalar ve can kayıpları yeniden başladı.
Şimdi elimizde yanıtsız sorular ve birçok komplo teorisi var. Kürt hareketine karşı başlatılan TSK saldırısı ve böylece ateşkesin sona erdirilerek savaşın tırmandırılması en büyük komployu oluşturuyor. Buna bağlı olarak con kaybı yüyük bir hızla artmış bulunuyor. Bir diğer komplo teorisi ise çatışmanın yeniden başlaması konusunda Kürt hareketinin İsrail tarafından teşvik edildiğinin söylenmesi oldu. Oysa açılım denen sürecin tıkanması ardından bu tür gelişme herkes tarafından zaten bekleniyordu. Demokratik açılım sürecine farklı kesimlerden birçok kişi de destek verdi. Ama gereken adımlar kesinlikle atılmadı. Bir çıkmaza girildiği görülüyor. Şu günlerde Türkiye’de kötümser bir hava var. Kimse ve hatta generaller dahil, bu sorunun askeri çabalarla çözüleceğini söylemiyor. Ama ortalık milliyetçilik ve savaş kışkırtıcılığından da geçilmiyor. Önümüzdeki günlerde ve aylarda bu konuda da eylemlerimiz olacak. Pazar günü üç barış inisiyatifi ile birlikte ‘Ölüm değil çözüm istiyoruz’ diyen bir yürüyüş yapacağız İstanbul’da…
Mesajlarımız daha çok, ateşkes sağlanması ve eşik haklar üzerinden kalıcı bir barışın sağlanması yönünde olacak. İncirlik kampanyamız devam edecek. NATO karşıtı eyleme bbizler de katılmak isteriz…
AFGANİSTAN BELKİ UZAK AMA SAVAŞ BURADA DA SÜRÜYOR…
Andreas Speck (İngiltere): Açıkça görülüyor ki Afganistan savaşı işgalciler açısından son derece umutsuz ve çıkmaz bir durumda. Savaş genişliyor ve Pakistan’a doğru ilerliyor. Buna askeri bir çözüm bulmak da mümkün değil. Buradaki Irak’taki gibi bir ABD savaşı değil NATO savaşıdır. Bütün ülkelerde de bu bağlantıyı açıkça kurmak lazım. Çünkü NATO Afganistan’daki savaş demek. NATO ölüm ve yıkım demek.
NATO’nun yeni stratejik konsepti dedikleri bir süreç. Yani NATO’yu küreselleştiriyorlar. Bu savaş örgütünü üyelerinin çok dışında ülkelere doğru yaymak istiyorlar. Son olarak ortadoğudaki Arapq ülkelerini bile buraya eklemlemeye çalışan bir İstanbul girişimi var bildiğiniz gibi.
NATO Birleşmiş Milletler’e alternatif olarak kuruldu. Bütün askeri müdahaleler de ona atfedildi. Elbette NATO içinde de bazı fikir ayrılıkları var. Bunları takip etmeli ve NATO saldırganlığı hakkında halk içinde bilinç oluşturmalıyız. Örneğin kamuoyu bizim ülkede de pek çok ülkede de Afganistan savaşına karşı ama bu yetmez. Hükümetler bildiğini yapmaya devam ediyor. Tüm NATO ve savaş karşıtlarının her fırsatta bir araya gelmesi ve mücadele etmesi gerekir. Bu insanlık dışı savaşın bir NATO savaşı olduğu mutlaka iyi anlatılmalı.
Afganistan uzak bir yer ama bu savaş sadece orada değil burada da sürüyor. Tüm malzeme bizim ülkelerimizden gidiyor. Askeri üsler kullanılıyor. Askerler buradan gidiyor. Bu mekanizmayı mutlaka kırmamız gerekir. NATO’nun bu savaşı sürdürebilmesi için her şeyden önce askere ihtiyacı var. Bazı ülkelerde gönüllüler alınıyor. Bunu yapmalarını kampanyalarımızla zorlaştırabiliriz. Örneğin ABD’de askere katılmaya karşı güçlü bir direniş var. Bir yandan ekonomik kriz va yoksullaşma, askere gitmeye kadar vardırıyor insanları. Türkiye gibi zorunlu askerliğin hala olduğu ülkelerde tabii sorun daha ağırdır. Ama burada bile direniş var. Vicdani retçileri desteklemeleyiz. Türkiye’de halen 100’den fazla vicdani retçinin olduğunu ve gayet ağır koşullarda olduklarını öğrendik.
NATO’ya ve savaşa karşı kararlı ve güçlü eyleyler yapacağız. Şiddet içermeyen eylemler bunlar. Direnişi sadece yasal platformları kullanarak değil, sivil itaatsizlik geliştirerek yapmalıyız. Şiddet içermeyen her türlü eylemi yapmaktan çekinmeyeceğiz.
TÜKENEN ENERJİ KAYNAKLARININ KULLANIMI SAVAŞLARI MEYDANA GETİRİYOR…
Ayşegül Devecioğlu (Türkiye): Ben Kadın Barış Girişimi inisiyatifinin bir üyesiyim. Bir yıldır barış ve çözüm için sokaklarda eylemler yapıyoruz. Büyük kentlerde barış noktaları oluşturuyoruz. Türkiye’de yaklaşık 30 yıldır süren kanlı bir savaş var. Neredeyse tamamı Kürt olan 50 bin kişi öldürüldü. Kadınlar savaşa karşı ellerindeki tüm olanaklarla mücadele ediyorlar.
1968’lerden bu yana aslında Türkiye’de sol hareketler NATO karşıtı mücadele içinde oldu. 12 Eylül 1980’den itibaren solun tamamen ezilmesiyle bu anti emperyalist potansiyel de bastırılmış oldu. Daha sonradan anti kapitalist hareketler ve burada anlatıldığı türden barış hareketleri gelişti. Bu eylemlere biz de destek veriyoruz.
Halen Türkiye’de nükleer santrallar kurulmaşa çalışılıyor. Türkiye – İran – Brezilya arasında yapılan nükleer anlaşma ve başka bazı girişimler yeni bir nükleer güç olma hevesini gösteriyor. Anlatıldığı gibi İncirlik üssünde zaten 90 adet nükleer bomba var ve bunlar Japonyaya atılanlar kadar güçlü. Bu heves bölgemizde çok büyük bir tehlike demektir. Ortadoğu diye anılan bölgede gidişatın büyük bir felakete ve kaosa sürüklenmekte olduğunu görüyoruz. Muhtemelen bütün bu hazırlık ve gizli anlaşmalar bir yandan Türkiye’deki Kürt özgürlük hareketini yok etmeyi hedefliyor.
Komplo teorilerinden söz edildi. Evet bunların en saçması da Kürt hareketinin İsrail’in taşeronluğunu yaptığı iddiasıdır. Böyle bir şey mümkün değil. Türkiye bu kanlı savaşta İsrail’den aldığı silahları, araç gereci ve İsrailin lojistik desteğini kullanıyor. Bu bir yalan ama zaten hükümetler yalan üzerine inşa ediyor politikalarını.
Nükleer yasa henüs Meclis’e gelmedi. İnsanlar buna karşı büyük bir güçle mücadele ediyorlar. Biliyoruz ki güvenli nükleer santral yok. Çernobil’e de güvenli demişlerdi. Nükleer çok pahalı bir enerji üretiyor. Atıklarının saklanması ve tutulması büyük maliyat oluşturuyor. Kamdı ki en ucuz enerji olsa bile doğayı ve yaşamı savunanlar nükleer enerjiyi kullanmak istemiyoruz. Dünyeyı tüketen, savaşları üreten enerji kaynakları yerine yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımını istiyoruz. Nükleer enerji küresel bir risk içeriyor.
Tükenen enerji kaynaklarının kullanımı savaşları meydana getiriyor. Savaşlar ekonomik yıkıma ve göçe yol açıyor. Bu ise ırkçılığa ve yeni çatışmalara yol açıyor. Irkçılık sisteme yeni ucuz işgücü üreten bir sistemdir.
Nükleersiz bir avrupa, öncelikle piyasa ekonomisinden kurtulmuş bir Avrupa demek. Artık çevre felaketlerinin bedeli bile satın alınabiliyor. Uluslar arası anlaşmalar önemli ama piyasa ve kar mantığı oldukça bu kötü gidiş durdurulamamaz. Kapitalizm adım adım dünyanın sonunu getiriyor. bu tehdit en yoksulları ve özellikle kadınları derin etkiliyor.
Yalnız nükleer enerji değil, cinsiyetçiliğin gölgesini taşıyan hiç bir teknoloji güvenilir değildir. Güvenlik egemenlerin anladığı gibi, atıkları yomsul ülkelere göndermek değildir…
SOSYAL VE BARIŞÇI BİR AVRUPADAN SÖZ ETMEK ZORLAŞTI
Tobias Plüger (Almanya): NATO kriminal bir kurumdur burası çok açık. Savaşları hazırlıyor ve Afganistan savaşından da o sorumludur. AB de artık bir askeri birliktir. Lizbon anlaşması ile bunu gerçekleştirdiler. Artık AB’yi yeniden değerlendirmek gerekir. Avrupa’da değişik askeri gruplar var. Bunlar operasyon birlikleri. 60 bin kişilik özel bir ordu bulunuyor. Bunları harekete geçirecek politik çekirdekler de oluşturulmuş durumda. Kararlara ağırlığını koyan da tabii Almanya gibi en fazla katılım yapan ülkeler. Ama faturayı herkese çıkaracaklar. Savaş ekonomisinin faturası bizim cebimizden çıkacaktır.
Yeni bir olgu olarak sivil kuvvetllerin de askerilyeştirilmesi ve ordu ile entegre edilmesi söz konusudur. Çevik kuvvet denilen polis gücüyle askerlerin dayanışması çok önemli. Bu da avrupanın askerileştirilmesiyle yakından ilgilidir. Tabii Avrupa’da nötr durumda olan ülkeler de var ama artık sosyal ve barışçı bir avrupadan söz etmek zorlaştı. AB’nin askeri sanayi kompleksine ihtiyacı var. 6 ülkede büyük çapta silah üretimi var. Dünyadaki silah ihracatının yüzde 75’i batılı ülkelerden çıkıyor. savaşların sorumlusu kim buradan anlaşılabiliyor. Şimdi kayıpları azaltmak için insansız silahlar üretilmeye başlandı. Savaş teknolojisini bu yönde geliştiriyorlar ve bunları Pakistan”da kullanıyorlar. Sivilleri bunlarla katlediyorlar. Bu yeni teknoloji silah endüstrisi ihraca dayanıyor. Barış hareketi silah ihracını mutlaka durdurmalıdır. Elbette bunun yanısıra silah üretimini de durdurmak gerekir.
Dünyadaki bütün savaşların sorumlusu da silah ihraç eden AB ve NATO ülkelerinidr. Örneğin yıllardır gerilim yaşayan Yunanistan da Türkiye de büyük silah ihracatçışı ülkelerdir. Bunlar da silahların önemli bölümünü 6 Avrupa ülkesinden alıyorlar.
Avrupa ülkelerinde bu silahların üretildiği noktala gitmek ve yerinde protesto eylemleri yapmak gerekir. Siviul üretim merkezlerine de gitmek lazım. Öyle merkezler var ki hem gemi makinesi motoru ama hem de tank motoru imal ediyor. Sivil bir yermiş gibi görünüyor ama silah üretiliyor.
Şurası açık ki savaş silahsız ve askersiz olmaz. Buralara odaklanmalıyız. AB artık bir askeri birliktir. Silah sanayisinin tek amacı da daha fazla ölüm demektir.
NÜKLEER SİLAHLAR HEPİMİZİ DÜNYADAN SİLEBİLİR…
Inga Mortensen (İsveç): İsveç kadın hareketinin sol kanadından geliyorum. Nükleer silahlara karşı kampanya yürütüyorum. Obama geçen yıl Pnag’da yaptığı konuşmada nükleer silahların hiç olmadığı bir dünyadan söz etti. Bu umut yarattı ama gelişmeler hiç de böyle olmadı. Öyle ki var olan silahlar bir anda bu dünya üzerinden hepimizi silebilir. Bir yandan yeni laboratuvarlar kuruyorlar. Obama yeni silah teknolojisine ayırdığı bütçeyi yüzde 14 artırdı. Çok daha tehlikeli yeni silahlar üretmeye hazırlanıyorlar.
Obama yani dünyanın en büyük ve saldırgan ordusunun başı Nobel Barış ödülü aldı. Biz isveçli savaş karşıtları olarak bundan büyük utanç duyduk. ABD ordusunun başındaki adama barış ödülü verilmesi ayıptır.
Obama’nın konuşmaları elbette sözde kaldı. Nükleer silahlarda herhangi bir azalma olmadı. Üstelik tehlikeli baska gelismeler de oluyor. Örneğin İsveç bir NATO üyesi değil ama ortak olarak NATO’nun da bir anlamda içindeyiz. Barış hareketi olarak buna karşı çıkıyoruz. Kuzey İsveç’de yani kutup bölgesinde ortak tatbikatlar yapıyorlar. Bombalama tatbikatları yapılacak. ABD bomba denemeleri yapacak. Buna kesinlikle karşıyız. Biliyorsunuz kutup bölgesinde buzlar hızla eriyor ve altında büyük gaz ve petrol yatakları var.Bunları kim işleyecek? ABD ve NATO çoktandır bu bölgeye dikkatlerini çevirmiş durumdalar.
NATO kuzey kutup bölgesinde Rusya ile egemenlik mücadelesinde. Dünyanın geleceği açısından özellikle Kutup bölgesinde ve Ortadoğuda nükleer silah bulunmamalıdır.
TARTIŞMA…
Sunuşların ardından salonda bulunan katılımcılara söz verilerek tartışmaya devam edildi. Belçika’dan katılan savaş karşıtı Ludo, Kuzey Belçika’da yapılacak savunma zirvesine dikkat çekti. Afganistan’da olduğu gibi sivil operasyonlarla askeri operasyonları bir arada kullanan yeni stratejilerin çok sorunlu olduğunu söyledi. NATO’nun yeni konseptine göre, NATO üyesi bir ülkeye saldırı olursa bütün ülkeler müdahel olacak. ‘Saldırı’ kavramı ise alabildiğine genişliyor. Belmçikalı savaş karşıtları, aktif protestolara hazırlanıyor ve şu sıra NATO ile ilgili teşhir kampanyası sürdürüyorlar.
Avrupa parlamentosu Yeşil Sol grup üyesi Portekiz’den gelen Hilda, NATO zirvesine karşı büyük bir kampanya yaptıklarına dikkat çekti. Özellikle 29 Ekim’de büyük bir yürüyüş olacak ve herkesi buraya davet ediyoruz dedi. Kasım ayında yşapılacak etkinliklere Portekiz sendikaları da katılacak.
3 TEMMUZ CUMARTESİ: SAVAŞ KARŞITI HAREKET
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun düzenleyicilerinden olduğu dördüncü savaş karşıtı buluşma 3 Temmuz Cumartesi saat 09.30’da İTÜ Maçka binasında yapıldı. Toplantıya katılım yine yoğun oldu. Moderatörlüğünü Fransa’dan Ariella Denis’in yaptığı seminerin konusu ‘Savaş Karşıtı Hareket’ idi. Ariella özellikle konuşmacılar ve katılımcılardan önümüzdeki dönemde yapacakları kampanyalar hakkında bilgi vermelerini istedi.
Bu toplantının konuşmacıları şunlardı: Jeremy Corbin (İngiltere – İşçi Partisi Milletvekili), Ufuk Uras (BDP İstanbul Milletvekili), Şenol Karakaş (Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu), İnge Hogan (Almanya – Sol Parti), Ricardo Robles (Portekiz)
Şöyle konuştular:
Şenol Karakaş (Türkiye): 1 Mart 2003’te, ABD’nin kuzey’den Türkiye ile birlikte Irak’ı işgali için gereken Meclis tezkeresi, savaş karşıtlarının çabası ve halkın tepkisi neticesinde reddedildi. Bu aslında o dönemde tüm dünyada yükselen savaş karşıtı hareketin bir başarısıydı. Savaş karşıtı hareket de Seattle’da yükselen anti kapitalist hareketin bir ürünüydü. Bush tüm dünyada bir nefret simgesi oldu. Afganistan’ın işgali, Irak işgalinin hazırlığıyda. Savaş karşıtı hareket tüm ülkelerde bir kampanya örgütledi. O güne kadar görülmemiş büyüklükte bir dayanışma ağı oluşturuldu. Milyonlarca insan aynı günde sokaklara çıktı. Hatta savaş karşıtı hareket kastedilerek artık dünyada iki süper güç var denildi.
Son olarak Gazze’deki ambargoya karşı Filistin halkıyla dayanışmak için giden yardım gemilerine saldırdılar. 9 kişinin öldürülmesi ve onlarcasının İsrail askerleri tarafından yaralanması üzerine büyük uluslararası tepki oluştu. Türkiye’de tüm illerde gösteriler oldu. Biz de Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak protestolara katıldık.
Savaş karşıtı hareketin başka kazanımları da oldu. Irak savaşına ABD’nin yanında katılann bazı ülkelerde hükümetler düştü ve yöneticiler kaybetti. ABD’de de Bush sokağa çıkamaz hale geldi. Cumhuriyetçiler seçimi kaybetti. Obama savaş politikalarını eleştiren bir vurguyla seçimi kazandı. Savaşı ABD hiç bir aşamada kendi istediği şekilde yürütemedi. Küresel çapta örgütlediğimiz büyük eylemler ise bizim için kazanım oldu.
Uluslararası enternasyonalist dayanışma bu süreçte biraz daha güçlenmiştir. Kazanana kadar devam eden kampanyalar örgütlenmesini öğrendik. Obama savaşa karşıyım dedi ama Afganistan’a daha fazla asker sevk etti. Orada Türkiye’nin de askerleri var. Bölgemizde kriz ve savaş tehdidi yükseliyor.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak, Afganistan’daki işgale karşı kampanya yapacağız. Filistin halkıyla dayanışma eylemlerimiz olacak. NATO zirvesinin protesto edilmesine ve alternatif zirveye biz de katılacağız. 4 Temmuz Pazar günü İstiklal Caddesinde ‘Ölüm değil çözüm’ eylemi yaparak, barışın sesini yükseltmeye çalışacağız. Bu eylemi dört barış inisiyatifi gerçekleştiriyoruz ve burada bulunan tüm arkadaşlarımızı da bizimle birlikte yürümeye davet ediyoruz…”
AFGANİSTAN’DAKİ TÜM ASKERLER GERİ ÇEKİLMELİ…
İnge Hogan (Almanya): Ben Die Linke’den geliyorum. Biz seçim kampanyası boyunca ve parlamentoda da Afganistan’daki savaşı önemle ele aldık ve buna karşı kampanya yaptık. Afganistan’daki tüm askerlerin hemen oradan geri çekilmesini istiyoruz. Angela Merkel, Afganistan’daki savaşı olumlamak amacıyla NATO’nun geleceğiyle ilişkilendiriyor. Obama barış sözleri ettikten sonra, tuttu 60 bin olan işgalci askerlerinin sayısını 100 bine çıkardı. Üstelik oraya saldırma gerekçesini nefsi müdafa dediler ama 11 Eylül 2001’den itibaren zaten hep böyle diyorlar.
Afganistan’da bulunmalarının ve bu kadar insanı öldürmelerinin tek bir nedeni var. Bölgedeki doğal kaynakları ele geçirmek, enerji yollarına hakim olmak istiyorlar. Bu bir hegemonya savaşıdır.
Seçim kampanyasında bunları savunduk ve insanlar bizi desteklediler. NATO’nun savaşının sona erdirilmesi halk atrafından da isteniyor.
Burada söz edilen Gazze’ye yardım filosu içindeki Mavi Marmara gemisinde olanlardan birisi de bendim. Söylenenler az bile. Biz Die Linke’den 5 kişi katıldık. Aniden saldırıp insanları öldürüp resmen katlettiler…”
KÜRESEL SİLAHSIZLANMAYA İHTİYAÇ VAR…
Jeremy Corbin (İngiltere): Ben de Savaşı Durduralım Koalisyonu ve Nükleer Karşıtı Hareket adına buradayım. İngiltere’de başından beri büyük bir kampanya yürüttük. Çok geniş katılımlı mitingler yaptık. Görülmemiş sayılara ulaştık. Milyonlarca insan savaşa karşı sokaklara döküldü. Kısa bir sürede Irak’taki işgale ve savaşa karşı kamuoyu tepkisi canlandı. Ben milletveiliyim. Parlamentoda da mücadele yürüttük.
Blair yalanlar söyledi ve yasalar geçirdi ama giderek imajı çok zedelendi ve savaş süreci nedeniyle görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Parlamentoda çok sayıda ve çeşitli önergeler vererek, savaşın ardındaki hukuki boşluğu açığa çıkarmaya çalıştık. Çünkü İngiltere’nin ABD’nin yanında bu savaşa sokulması kesinlikle hukuki değildir. Resmen yalan dolan ve sahtekarlıkla onca insanın ölümüne yol açtılar.
NATO’yu 1948 yılında İngiltere ile ABD kurdular. Bu bir soğuk savaş örgütüydü. Bu dönem sona erdi ve Varşova Paktı dağıldı. Ama NATO devam etti ve aksine yapısını güçlendirdi. 11 Eylül sonrası batı ülkelerinde askeri harcamalar arttı ve savaşa gidildi. Sadece Irak ve Afganistan savaşları değil, orta asya ülkelerinde büyük üsler kuruldu. Irak savaşı tamamen gayrı meşrudur. Irak’a silahlar batılı ülkeler tarafından satıldı. Ben 1980’lerde de Irak’a silah satışına karşı çalışıyordum. İngiltere’de 1949 sonrası nükleer silahlar geliştirildi. Büyük paralar harcandı. 1957’de hidrojen bombasını yaptılar. Daha sonra bu tür silahları ABD’den temin ettiler. Nükleer silahlar savunma amacıyla değil. Nükleer silahlanma caydırıcı falan değil tamamen saldırgandır.
Rusya, Çin, ABD ve Fransa nükler silahlar yapan ülkelerdir. Nükleer silahlanma aynı zamanda aşırı pahalı bir politikadır. Güvenlik ve silahlanma politikalarını İngiltere’de de kışkırtıyorlar. Parlementoda ‘nükleer silahlara ihtiyacımız var’ diyen milletvekilleri oldu. Bunu insani gerekçelere dayandıranlar oldu. Oysa herkes biliyor ki buraya akıtılan dev kaynaklar, başka alanlara aktarılabilir. Eşitsizlik ve adaletsizlikler böyle azaltılabilir.
Askine küresel silahsızlanmaya ihtiyacımız var. Nükleer silahların azaltılmasını mutlaka sağlamalıyız. Örneğin Hindistan ve Pakistan arasında süregelen gerilim çok tehlikelidir ve her ikisinde de nükleer silahlar var. Kuzey Kore’de de bunlardan var ama onun ekonomik durumu çok kötü ve Çin’in sürekli baskısı altında. Kendi başına davranabilmesi zordur. İsrail’in de en az 200 nükleer başlığı var. Ortadoğu’da barış dünye için çok önemli ve önceliklidir. Ne yazık ki dünyanın büyük bölümünde insanlar bununla ilgili değil.
Tabii bütün bunlar hep savunma adı altında yapılıyor. Hiç saldırı sözü edilmiyor. Oysa tüm savaşlar, iktidar, güç, yer altı kaynaklarını ve ticaret yollarını ele geçirmek içindir. 1980’lerdeki savaş yanlılarıyla bugünküler aynı savları kullanıyor. Bunları teşhir etmek ve silahlanmaya ayrılan kaynakları sınırlamak gerekiyor. Bu kolay değil çünkü dünyadaki en güçlü lobi silahlanma ve nükleer lobisidir.
Silahlanmaya bütçeden önemli bir pay ayrılıyor. Oysa kriz var denip, sağlık, eğitim ve kamusal hizmetlerden kesintiler yapılıyor. Böylece sosyal sistem çöküntüye uğratılıyor. Sosyal toplum çöküşe götürülüyor. Afganistan savaşına son vermek ve nükleer silahlanmayı engellemek sosyal toplumu sürdürmek için de gereklidir.
BAŞKA BİR SOSYAL FORUM DA MÜMKÜNDÜR…
Ufuk Uras (Türkiye): “Öncelikle konuklarımıza İstanbul’a hoş geldiniz diyorum. Bu gördüğünüz İstanbul, savaşın sonucu büyük göç hareketleri ile bugün 17 milyon nüfüslu en büyük Kürt şehridir aslında. Yapısal ve sosyal sorunları ise giderek büyüyor. Doğudaki savaşın açıları burada da derinden hissediliyor.
Öncelikle ‘başka bir sosyal forum mümkündür’ şiarıyla yola çıkmamız lazım. Biririmizle konuşmaktan ziyade, mutlaka kendi benzemezlerimize de ulaşmalıyız. Bizim gibi düşünmeyenlerle de tartışma olanakları gerçekleştirmeliyiz bu tür platformlarda.
Dün TBMM’de nükleer santral kurulmasına ilişkin anlaşma Dışişleri Komisyonundan geçti. Önümüzdeki hafta da büyük ihtimalle genel kuruldan geçecek. Muhalefetimizi yapıyoruz ama Meclis’te ağırlığımız yeterli değil, bu tür kararları etkileyemiyoruz. Tartışma açıyor, gerçekleri gündeme getiriyoruz.
Savaş karşıtı bir milletvekili olarak çalışıyorum Meclis’te. Geçtiğimiz günlerde, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonunun İncirli Üssü ile ilgili soru önergesini Meclis’e ilettim ve Başbakan’a soru yönelttim. Henüz bir yanıt yok. İncirlik ile ilgili gizli anlaşmayı sordum. Bunun bilgisini bugüne kadar yasal ve demokratik yollardan alabilmiş değiliz. Yine geçtiğimiz hafta Meclis’te Lüban’da asker bulundurma süresi uzatılarak yenilendi. Kamuoyuna pek yansımadı. Oysa bu konularda fikri takip çok önemli. Ben TBMM’de bugüne kadar nükeer karşıtı ve savaş karşıtı bir hat tutturmaya çalıştım. Nükleer santrallerin de nükleer silah olduğunu biliyorum.
Almanyadaki Die Linke benzeri bir geniş sol oluşum için çalışırken, DTP’nin kapatılması ve 2 milletvekilinin düşürülmesi üzerine, yerine kurulan partinin yeniden parlamentoda grup oluşturabilmesi için BDP’ye katıldım. Bunun olumlu sonuçlarının olduğu kanaatindeyim. Türkiye’de sol, gelişen milliyetçi dalgadan ötürü Kürt hareketi ile arasına mesafe koymayı tercih ediyor. Parlementoda durum daha da vahim. Örneğin sınır ötesi operasyon tezkerelerine sadece BDP hayır oyu veriyor. Sol ve sosyal demokrat olarak bilinen ama ne sosyal de de demokrat olabilen muhalefet partisi tüm bu konularda tamamen miliyetçi bir tutum takınıyor.”
ŞİDDET VE 12 EYLÜL REJİMİNİN TASFİYESİ BİRLİKTE SAĞLANACAK…
“Kürt sorununda şiddetin ve 12 Eylül rejiminin tasfiyesini birlikte sağlamak gerekir. Ama bugün bu sürecin öznesi yoktur. Bu kilitlenme döneminde Küresel BAK gibi sivil ve geniş yapıların üzerine büyük görevler düşüyor.
Savaş lobisi yenidenharekete geçmiş görünüyor. Her gün yeni çatışmalar ve yeni ölüm haberleri var. Bir süredir en çok cenaze de Şırnak’a geliyor Eskiden bu bölgelerden askerleri çatışmalara sürmezlerdi. Şimdi bu politika değişmiş görünüyor.
Kısmi Anayasa değişikliği var gündemde. Referandum yapılacak. Bu konuda daz kamuoyunun kafası karışık görünüyor. Biz yurttaş merkezli bir anayasayı savunduk. Mecliste BDP’lilere yapılan baskının kaldırılmasını, taş atan çocukların serbest bırakılmasını ve %10 seçim barajının indirilmesini istedik.
Barış mücadelesinin en önemli yanı militarizme de karşı olmaktır. Militarizme karşı olmadan savaş karşıtı olunamaz. Geleneksel sosyal demokrat sol militarizmle arasına kesinlikle mesafe koymuyor. Bizim sol ise güçsüz durumda. Önümüzde seçimler var ve görünen o ki solun çok büyük bir kısmı yine CHP’nin peşine takılacak. Üçüncü bir seçeneği mutlaka yaratmalıyız.
Kapitalizm yeni sorunlara ve büyük acılara yol açıyor. Rosa Luxemburg kapitalizmi ‘kuyruğunu yiyen yılana’ benzetmişti. Ne uzun kuyrukmuş demekten alamıyor insan kendini. Sol her şeyden önce savaşa ve militarizme karşı olmalıdır. Küçük dalgalardan büyük dalgalar oluşturmalıyız. Dalga kıyıya doğru giderken öndekine şikayet ediyormuş ‘kıyıya vurup yok olacağız’ diye. Hayır demiş öndeki dalga, yok olmuyoruz, denize karışacağız…
Bugünkü durum ne kadar elverişsiz olursa olsun, birlikte yaratacağımız barış ve sol dalganın hepimizin hayatını değitireceğini biliyoruz. Zaten bizi ayakta tutan da budur…”
NATO DAHA DA TEHLİKELİ OLUYOR…
Ricardo Robles (Portekiz): NATO Karşıtı harekettenim. Gördüğüm kadarıyla bu ASF’de savaş karşıtı tartışmalar önemli bir yer tutuyor. Bu gereklidir gerçekten de. Dün Portekiz’de NATO zirvesi planlarını konuşuyorlardı. Yapılacak zirvenin NATO’nun geleceğini şekillendireceğini söylüyorlardı. Doğrudur ama bu geleceğe biz de müdahalede bulunabiliriz. Bu amaçla buradayız.
Savaş ve barıştan söz ederken NATO’yu konuşmamak zaten mümkün değil. NATO en saldırgan ulus-ötesi savaş aygıtıdır. NATO’nun başkanı Anders Rasmussen’in talebiyle ABD eski dışişleri bakanı Madeleine Albright hazırlamış yeni konsept raporunu. Anlayın artık siz bunun içeriğini. Aslında bu belgede yeni olan da hiç birşey yok. Aslında 1990’larda NATO’nun varlık gerekçesi ortadan kalkmış bulunuyor. Şimdi kendilerine yeni bir rol oturtmak istiyorlar. Bu nedenle NATO’nun zirvede hazırlanacak belgeye ihtiyacı var. Çünkü halkları ikna etmeleri de gerekiyor. Çünkü bu dev savaş makinesinin bütün masrafını sıradan insanların vergileri ödüyor.
Yeni NATO belgesinde birkaç ana fikir var. Küresel müdahale kavramı oturtuluyor. Yeni belgede müdahale koşulu savunma gerekçesinin ötesine taşınıyor. Zaten yıllardır tüm saldırılar savunma bahanesiyle yapıldı ama artık bu bahaneye de ihtiyaçları olmayacak. NATO’nun tüm üsleri aslında saldırı üsleridir. Dünya’da yeni tehditler olduğu ve buna topluca yanıt geliştirilmesi gerektiği fikri işleniyor. Yani NATO, dünyadaki suç örgütleriyle de mücadele edecekmiş. Tabii bu istediğimiz yere müdahale ederiz demek…
Yine ‘ticaret yollarının güvenliği’ gibi yeni tanımlanan tehditlere karşı da strateji öneriliyor. Öyle geniş bir çerçeve çiziliyor ki artık NATO istediği zaman istediği yere müdahale edebilir.
Çoklu ortaklık anlayışı geliştiriliyor. Böylece NATO sadece üyeleriyle sınırlı kalmayacak ve yeni ortaklıklar oluşturacak. Yani NATO isteyen her ülkeye açıktır demek istiyorlar. Tabii böylece NATO’ya yeni kaynaklar bulmayı düşünüyorlür. Ortaklık tanımıyla NATO üyesi olmayan ülkeler de askeri operasyonlara katılabilecek. Bunu örneğin Afganistan’da zaten gerçekleştirdiler.
Yeni stratejik belge rapou gerçeklerin tam tersini söylüyor. Örneğin Afganistan bugün NATO tarafında kontrol ediliyor değil, tam aksine tamamen kontrolden çıkmış durumda.
15 – 21 Kasım’da Lizbon’da yapılacak 1 haftalık NATO karşıtı zirve ve eylemlerimiz onun için önemlidir. Herkesi buraya bekliyoruz. Geleceğin şekillendirmesinde biz de pay sahibi olabiliriz. Hep birlikte barış dalgasını yaratalım…”
TARTIŞMA…
Sunuşların ardından her oturumda olduğu gibi salonda bulunan katılımcılara söz verilerek tartışmaya devam edildi. Almanya’dan ‘Nato’ya ve savaşa hayır koalisyonu’ndan Reiner Braun, NATO’nun mevcut stratejininin de zaten çok ağresif olduğuna dikkat çekti ve şöyle dedi: “İki önemli yeni nokta var yeni belgede. NATO füze kalkanı sisteminin iplerini eline almak istiyor. Sistemlerin tüm masrafını da elbette bizlerden alacaklar. İkincisi, Avrupa Birliği, NATO içinde ikinci bir ortak gibi kabul ediliyor. Tüm üye devletlerin vatandaşları NATO’nun militarizasyonununun kaynaklarını ödeyecekler. Yani okul hastane yerine silah ve mühimmat… Arkadaşlarımın söylediği gibi, burada en kilit konu Afganistan savaşıdır. Eğer tüm ülkelerdeki savaş karşıtı hareket savaşın durmasını gerçekleştirirse NATO da kaybetmiş olur. Bu da ABD’nin Vietnam savaşını kaybetmesi kadar önemli bir durumdur. O yüzden ben de çağrıyı tekrarlamak istiyorum. Lizbon’a hepimiz gidelim…”
Toplantının moderatörü Ariella Denis, 15 – 21 Kasım’da Lizbon’da yapılacak NATO karşıtı etkinliklerin ve Afganistan savaşının yıldönümünde 8 Ekim’de yapılacak savaş karşıtı toplantıların ajandada yerini aldığını ve anti nükleer kampanyanın önemle gündeme alınması gerektiğini çünkü risk altında olanın hepimizin geleceği olduğunu söyledi. Katılımcılara da kendi kampanyalarını dile getirmelerini duyurdu. Metin önerileri ise Pazar günü yapılacak asambleye getirilecek.
Küresel BAK’tan Şenol Karakaş, Kürt sorunu çerçevesindeki çatışmaların hızla yükseldiğini belirterek militarist ve milliyetçi odakların çabalarına karşı Türkiye’de Barış Günü olarak kutlanan 1 Eylül’e kadar bir barış kampanyası önerileceğini belirtti ve diğer ülkelerdeki hareketlerin de bu konu çerçevesindeki gelişmeleri takip etmesini istedi.
Gürcistan’dan gelen savaş karşıtı Ucha Nanacvili, Kafkasya ülkelerinden katılımla Haziran 2011’de uluslararası bir barış toplantısı yapılacağını ve herkesi oraya davet ettiklerini belirtti.
Belçika’dan katılan Ludo, AB’ye yumuşak güç denildiğini ama gitgide askeri bir güç haline geldiğine dikkat çekti. AB Lizbon anlaşmasından sonra bu sürecin kesinleştiğini belirten konuşmacı, NATO karşıtı tutumun belirleyici olacağını söyledi.
Danimarka’dan gelen katılımcı, Orta asya ülkelerinde çok tehlikeli gelişmeler olduğuna ve oradaki saldırganlıkların batılı ülkeler tarafından da desteklendiğine dikkat çekti. Afganistan’daki savaş, Orta asyadaki çatışmaların da yayılmasını tetikliyor.
İtalya’dan Martin, Birinci ASF’de kararlaştırılan büyük yürüyüşün savaşı durduramadığnı ama uluslararası dayanışmayı güçlendirdiğini belirtti. Şimdi Irak’ta yeniden bir sivil toplum oluşuyor. Çok zor koşullarda çalışıyorlar. Küresel sivil toplumu ve tüm savaş karşıtlarını Irak’taki bu tür kuruluşlarla dayanışmaya çağıran konuşmacı, Irak halkının kendilerini dinleyecek inisayiflere ihtiyacı olduğunu belirtti.
İngiltere’den Jasmin, küresel çapta yayılan savaşlar ve militarizmle ilgili farkındalığın artırılmasının çok önemli olduğunu belirterek, son savaşlarda rol oynayan özel güvenlik şirketlerine karşı da bir farkındalık oluşturmaya çalıştıklarını belirtti. Bu çok önemli çünkü bu tür özel şirketlerin faaliyetleri savaş üzerindeki demokratik kontrolü azaltıyor. Örneğin İsrail, özelleştirimiş ordu konusunda en önemli örnek. Gazze’deki son saldırılarıda taşeron güvenlik şirketlerini kullanmışlar. Jasmin, savaş karşıtı hareketlerin tüm etkinliklerinde özel ordular ve askerlerin faaliyetine de dikkat çekmelerini ve bunların sınırlandırılmasını sağlamayı istedi.
KIBRIS’I UNUTMAYIN…
Kıbrıs Savaşa Hayır Koalisyonundan ve Yeni Kıbrıs Partisi Genel Sekreteri Murat Kanatlı söz aldı: Herkes işgalden söz ediyor. Dikkatinizi Kıbrıs’taki işgale de çekmek isterim. Kıbrıs bir türlü uluslararası ajandaya giremiyor. Türkiye kıbrısın üçte birini yıllardır işgal altında tutuyor. Kıbrıslıların desteğinize ihtiyacı var. b1974’den bu yana Türkiye 40 bin askerini adada tutuyor. Biz adaya yeni asker ve malzeme getirilmesini engellemeye çalışıyoruz. Temmuz ve Ağustos ayları işgalin yıldönümü sayılıyor. Adaya yabancı askerlerin inmesi bu aylarda oldu. Bu aylarda eylemlerimiz olacak. Adada halen kayıp üc binkişi var. Bu sorun da kampanyalarımızda yer alıyor.
Ardından söz alan İngiltere İşçi Partisi Milletvekili Jeremy Corbin, Kıbrıs’ın NATO için büyük askeri önemi bulunduğuna vurgu yaptı. Adada bulunan İngiliz varlığına dadikkat çeken konuşmacı, adadan sadece Türkiye’ninkiler değil tüm yabancı askerlerin çekilmesi gerektiğini belirtti.
Anarşist Kolektif’ten Çetin Gürel söz alarak, Türkiye’de ordunun profesyonelleştirilmesi adımlarının atıldığına dikkat çekti. “Özel ordu kurulması için 500 bin yeni eleman alınacak. Bu durum Kürt sorunu çerçevesindeki çatışmaları muhtemelen daha kötü bir hale getirecek. Bu ülkede yaşayanlar olarak neler kaybeceğiz?”
UFUK URAS: POLİTİKA KONUŞMAKTAN POLİTİKA YAPMAYA GEÇMELİYİZ…
İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, kendisine yöneltilen soruları yanıtlamak ve önerileri için tekrar söz aldı:
Başbakan Erdoğan Kürt sorununun çözümü için Kuzey Irak’taki baskıyı artırmak için NATO’nun devreye girmesini istedi ama bu konuda pek destek görmedi. Spekülatör Soros, Türkiye’nin en büyük ihraç kaleminin ordusu olduğunu söylemişti. NATO’nun ikinci büyük ordusu burada bulunuyor. Türkiye’de bir anti – NATO anlayışı mevcut değil. Zaten bizde dış politika meseleleri pek gündem olmuyor. Bizler de artık politika konuşmaktan politika yapmaya geçmeliyiz. Örneğin Avrupa Sosyal Forumu çerçevesinde oluturulmuş barış grupları, Kürt sorununun çözümüne yarayacak diyalog için inisiyatif alabilirler mi? İmralı’ya ve Kandil’e gidebilirler mi?
NATO konsepti gerçekten değişti. Soğuk savaş dönemi geride kaldı. Artık NATO’nun hedefi yoksullar ve isyan edenlerdir. Bütün dünyada gettolaşmanın hız kazandığını görebiliyoruz. Tatil yerlerinde bile ingiliz turistlerin ingilizlerle tura çıktıklarını, almanların almanlarla etkinlik yaptıklarını görüyorum. Yani gettolaşma ve partikülleşme siyasi konular dışında bile geçerli.
Örneğin, Gazze’ye uluslararası yardım götüren Mavi Marmara gemisinin simgesel bir önemi oldu. Portekiz’deki NATO karşıtı zirve için de böyle bir yöntem uygulanabilir mi ona bakmak lazım.
Savaşlar ve yoksulluk büyük göç hareketleri yaratıyor. Bu konuda Türkiye de batının gardiyanı konumunda görülüyor. Hemen şurada Kumkapı’da bir göçmen kampı var. Sosyal Forum bu konuyla da ilgilenmeli.
Ordunun profesyonelleşmesi tartışması var. Biz ordu amatör kalsın da demeyelim ama 15 günlük askerlerin cepheye sürüldüğü bir gerçek. Bu kabul edilemez. Şurası bir gerçek ki bu sorun kanla ve şiddetle çözülemez.
Barış hareketinin en önemli sorunu ‘suyu bulandırmayın’ konformizminde saklı. İnsanlar mevcut durumu değiştirilemez kabul etmiyi eğilimli. hani Dario Fo’nun ‘Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü’ oyununda denildiği gibi: Boynuna kadar pisliğe batmış olana el uzatılınca ‘aman suyu bulandırma’ demiş…
Dünyadan Haberler
2010 Afganistan’da En Kanlı Yıl Oldu
VOA HABER – 12.07.2010
Afganistan’da 2010 yılının sivil kayıplar açısından en kanlı yıl olduğu açıklandı.
Afgan İnsan Hakları İzleme örgütüne göre, bu yıl ilk 6 ay içinde en az bin sivil hayatını kaybetti.
Örgütün raporuna göre sivil kayıpların yüzde 60’ından Taleban militanları sorumlu ve en yaygın ölüm nedeni yol kenarına yerleştirilmiş bombalar.
Raporda, ölümlerin yüzde 20’sinden NATO, geri kalanlardan ise Afgan askerleri, polis ve yabancı şirketlerin koruma görevlileri sorumlu.
Raporda, NATO’nun geniş çaplı operasyonlarının, Taleban militanları tarafından “ülkeyi terketmeden önceki son bir hamle” olarak yorumlandığı da yazılı.
Afganistan’da sadece geçen ay içinde 100 NATO askeri öldü.
Kayıplar arttıkça önlemler değişiyor
Evrensel – 12.07.2010
AFGANİSTAN işgalinde ABD’nin en yakın müttefiki olan İngiltere’nin bu ülkede verdiği kayıpların sayısının giderek artması, ülkeyi değişik askeri koruma yolları aramaya itti.
AFGANİSTAN işgalinde ABD’nin en yakın müttefiki olan İngiltere’nin bu ülkede verdiği kayıpların sayısının giderek artması, ülkeyi değişik askeri koruma yolları aramaya itti.
İngiltere Savunma Bakanlığı, Formula 1 yarışında pilotların olası kazalardan korunmaları için uygulanan teknolojinin, Afganistan’daki askerleri için de kullanılmasını amaçlıyor. Afganistan’da her gün ölen İngiltere askerlerinin sayısı yükselirken, hükümet üzerinde de baskılar yoğunlaşıyor. İngiltere hükümeti, Afganistan’daki askerlerini patlamalardan, mayın tuzaklarından korumak için yüksek teknoloji kullanımına gitmek istiyor.
İlk etapta F1 yarışlarına teknoloji tedarik eden bir şirketle yapılan anlaşma gereği, başta Afganistan olmak üzere İngiltereli askerlerin yurtdışında bulundukları yerlerde kullanılan askeri araçlara yüksek teknoloji entegre edilecek. Bu teknoloji sayesinde araçlar herhangi bir patlamada, patlamanın verdiği zararın ne boyutta olduğunu, operasyona devam edip edemeyeceğini araç içerisinden anlayabilecek.
F1 teknolojisini kullanacak olan İngiltere’nin hedefi, kendi askerlerinin mayın patlaması sonucu ölmelerinin önüne geçmek. İngiltere, 2001 yılından bu yana Afganistan’da 310 askerini kaybetti. Bunların çoğunluğu da mayın patlamaları sonucu öldü.
Bağdat’ta 58 bin köpek katledildi
Taraf – 12.07.2010
Irak’ın başkenti Bağdat ‘ta son üç ayda öldürülen köpek sayısı 58 bini buldu.
Polis ve veterinerlerden oluşan 20 ekip her gün kentte sokak köpeği avına çıkıyor. 1.25 milyona ulaştığı tahmin edilen sokak köpeklerinin bu kadar çok olması, işin garibi, ülkede normale dönmeye başlayan gündelik yaşamla ilişkilendiriliyor. Başkentte sokak köpeklerinin saldırdığı çocuklar arasında yaşamını yitirenler oldu. Sabahın erken saatlerinde yollara düşen “sokak köpeği ekipleri” bölgede yaşayanları da önceden uyarıyor, zira sokakta yerde buldukları etleri almamaları gerekiyor, onlar köpekleri öldürmek için konan zehirli etler.
NATO’dan İslam karşıtı el kitabı
TİMETURK – 13.07.2010 / Turgut Alp Boyraz
Afganistan’da ki NATO kuvvetlerinin komutanı General David Petraeus tarafından yazıldığı iddia edilen bir el kitabında isyankarlık İslam’la özdeşleştirildi.
2006’da Petraeus’un yazdığı rapor edilen anti-isyan el kitabında “İslami isyan,” “İslami aşırıcılık,” ve “İslami yıkıcılık” gibi ifadeler kullanılıyordu.
Yine bu el kitabında Müslüman gruplarla teröristler arasında bağlantı iddiaları General James Amos tarafından detaylandırıldı.
ABD Başkanı Barack Obama, James Amos’u donanma kuvvetlerinin bir sonraki başkanı ve ittifak kuvvetleri şeflerinden olarak seçdi.
Bu el kitabının içeriğinde yazılanlar, Obama’nın milli güvenlik baş danışmanı John Brennan tarafından anti-terörizm için işaret edilen son zamanlardaki politikalara tezat oluşturuyor.
Jhon Brennan ABD’ye ‘İslami terör’ ifadesini kullanmayı engelleme çağrısı yaparak, bu tür ifadelerin ABD için uzun vadede daha fazla zararlara yol açacağını söyledi.
Bu el kitabı, Beyaz Saray’ın resmi politika olarak “İslam” kelimesini, terörizmi tanımlarken kullanmayı yasaklamasının, Irak ve Afganistan’da ABD ordusunun kumandanlarına rehberlik eden savaş doktirinine doğrudan tezat oluşturduğunu söylüyor.
Irak’ta bombalı saldırılar: 6 ölü, 13 yaralı
Ajanslar – 13.07.2010
Irak’ın başkenti Bağdat ile Anbar ve Diyala vilayetlerinde düzenlenen saldırılarda 6 kişi öldü, 13 kişi yaralandı.
Irak’ın resmi ajansı INA’nın güvenlik kaynaklarına dayanarak verdiği habere göre, başkent Bağdat’ın Mühendisler bölgesinde düzenlenen bombalı saldırıda 2 kişi öldü, 5 kişi yaralandı.
Asvat El Irak haber ajansı ise Anbar vilayetine bağlı Felluce kentinde bir kamyona iliştirilen bombanın patlaması sonucu kamyon sürücüsünün öldüğünü bildirdi.
INA ve Asvat El Irak haber ajansları, Diyala vilayetinin merkezi Bakuba’nın 15 kilometre kuzeyindeki El Halis ilçesinde de yol kenarına yerleştirilen bir bombanın ilçede gösteri düzenleyen kişilerin yakınında patlaması sonucu 3 kişinin öldüğünü, 8 kişinin yaralandığını duyurdular.
Göstericilerin, 21 Mayıs 2010’da El Halis’te 30 kişinin ölümü, 80 kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan bombalı saldırıyla ilişkili bulunan kişilere idam cezası verilmesini istedikleri belirtildi.
Askeri rapor İsrail ordusunu akladı
Radikal – 13.07.2010
İsrail’in kanlı Mavi Marmara baskınına dair askeri raporunda operasyonun kaçınılmazlığı savunulsa da planlama ve uygulama hataları eleştirildi. Donanma ve askeri istihbaratın üst düzeyi suçlanırken, komandolar övüldü. İsrail ordusu: Rapor ateşli silah kullanımını haklı bulup operasyonu selamladı.
İsrail ordusunun Gazze’ye yardım götüren Özgürlük Filosu’na uluslararası sularda düzenleyip dokuz Türk’ü öldürdüğü saldırıyla ilgili askeri soruşturmada, ‘baskında operasyonel ve istihbarat hatası yapıldığı’ belirtilse de operasyon haklı bulundu.
Eski Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Giora Eiland başkanlığında emekli askerlerden oluşan askeri komisyon, 31 Mayıs’ta Mavi Marmara gemisinin hedef alındığı baskınla ilgili soruşturmayı tamamladı. Öncesinde İsrail basını komisyonun suçu Deniz Kuvvetleri Komutanı General Eliezer Marom ve donanma istihbaratına yıktığını yazmışken dün açıklanan raporda, planlama ve uygulamada üst düzeyde kısmen hatalar yapıldığı belirtildi. Hatalardan sorumlu tutulan yetkililerin istifa etmesi, ordudan atılması ya da disiplin cezası verilmesi çağrısı yapılmazken gemiyi askeri operasyonla kontrol altına almaktan başka seçenek olmadığı savunuldu. Donanmanın bilgi toplamak için Mossad ve diğer istihbaratlarla yeterince işbirliği yapmadığı eleştirisi yer aldı. Gemi gönderme duyurusu yapıldıktan sonra Mavi Marmara gemisinin sahibi İnsani Yardım Vakfı (IHH) ve vakfın Türk hükümeti ile bağları hakkında gerekli istihbaratın toplanmadığına dikkat çekildi.
‘Havadan indirilmeyebilirdi’
Yine de ‘operasyonel başarısızlık ya da umursamazlık değil operasyonel hatalardan bahsedilebileceği’ vurgulandı. En büyük kusur olarak yardım gönüllüleri arasında havadan komandoların indirilmesi zikredil ama baskına katılan komandolarda kusur bulunmadı. ‘Güvertede düzinelerce eylemci görüldükten sonra havadan komandolar indirilmeyebilirdi’ denildi. Bu aşamada geminin kontrolünü ele geçirmek için alternatif plan olması gerektiği belirtilerek ‘Donanma bir B Planı hazırlamalıydı’ denildi. Ayrıca donanmanın öncesinden gemiyi durduracak teknik imkanlar edinmesi gerektiği ama böyle bir hazırlık iki yıl alacağından gemiye asker çıkarmadan başka seçenek kalmadığı savunuldu.
‘Kritik iddia: Kurşun bizim değil’
İsrail ordusu, saldırı sonrası açıklamasında eylemcilerin askerlerin ellerinden aldığı silahlarla ateş açtığını öne sürmüşken rapordaki şu kritik iddia yer aldı: ‘Yaralanan askerlerden birinin dizinden çıkartılan kurşun donanmanın kullandığı silahlardan ateşlenmedi.’ Ancak gemideki bir ABD’li gönüllü, askerlerden ele geçirilen silahların şarjörlerini bizzat kendisinin boşalttığını va ardından gönüllüler tarafından denize atıldığını anlatmıştı. Raporda operasyonun bazı bölümleri de övüldü.
Şayetet 13 özel birliğine ait komandoların, gönülleri eline geçen ‘üç yaralı askeri 40 dakikada başarıyla kurtarıp tahliye ettiği’ belirtildi. Komandoların gerçek mermi kullanılması da kendi yaşamları tehlikeye girdikten sonra güce başvurdukları gerekçesiyle ‘haklı’ bulundu. Eiland, raporu sunarken “Güvertede ellerinde soğuk silahlar (bıçak vs.) bulunan onlarca insan varsa ve askerleri öldürmeye kast ediyorlarsa öldürülmeyeceklerini garanti edemeyiz” dedi. Eiland, yüksek rütbeli bazı askerlerin aldığı ‘yanlış kararlar’ın, operasyonun beklenen şekilde gerçekleşmemesine yol açtığını kaydederken, raporu hazırlayan komisyonun askeri bir komisyon olduğunu politikacıların davranışlarını yargılama yetkisinde olmadıklarının altını çizdi. İsrailli komutan “Bazı hatalar söz konusu komutanların… Ancak bir ihmal olduğunu sanmıyorum” diye konuştu.
‘İnsan dolu gemiye asker inmez’
Türkiye’nin uluslararası soruşturma çağrısını bertaraf için İsrail’in eski Yüksek Mahkeme yargıcı Yakop Tirkel başkanlığında kurduğu sivil komisyon ise çalışmalarını sürdürüyor. Operasyonlara katılan askerleri ve İsrail hükümetinden yetkilileri sorgulama yetkisi tanınmayan komisyon, askeri soruşturmadan çıkan bu sonuçları esas alacak.
Donanmadan emekli bir korgeneral ise, “İnsan dolu bir geminin güvertesine hiçbir şartta, asla asker indirilmez. Sorumluluğun tümü Deniz Kuvvetleri’nde, başarısız oldular. Donanma komutanı kesinlikle bedel ödemeli; ya istifa etkeli ya da ordudan atılmalı. Bütün İsrail devleti bedel öderken o görevine devam edemez” dedi.
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Bülteni, 12 Temmuz 2010
İletişim: www.kureselbarisveadalet.org, kureselbak@gmail.com;
koalisyon@kureselbarisveadalet.org; 0090 5362196341