‘Postkolonyal Dönem Edebiyatında Savaş ve Barış’ teması ile XV. Dönemine giren Atölyenin 6 Aralık 2023 tarihli üçüncü oturumunda Özlem Tatlıcan bizlere E.M.Forster’in (1879-1970) yaşadığı dönemdeki Hindistan ve İngiltere hakkında genel bir bilgi verdikten sonra yazarın hayatı ve Atölye’nin konusu olan 1924 yılında yayınlanmış ‘Hindistan’a bir geçit’ isimli kitap hakkında bilgi verdi. Daha sonra kitap Atölye katılımcılarının tartışmasına açıldı.
Hindistan
Hindistan’da sömürge hareketleri 16. yüzyıl başlarında Portekiz’le başlar. Vasco de Gama’nın öncülük ettiği süreçte Portekiz, Batı Hindistan’daki önemli liman şehirlerini hâkimiyeti altına alır. Portekiz’den yaklaşık bir asır sonra, 1608’de bu kez İngilizler bölgeye ayak basar ve sömürgecilik tarihinin en önemli dönemlerinden biri olarak değerlendirilebilecek süreç böyle başlar. İngiltere, 19. yüzyıl ortalarına gelindiğinde kuzeyde Keşmir’den güneyde Sri Lanka’ya, doğuda Burma’dan batıda Peşaver’e kadar büyük bir sömürge imparatorluğu kurar, prensliklerle yaptığı anlaşmalarla konumunu güçlendirir. İngiliz sömürge yönetimi, uyguladığı toprak reformları, tekelci anlayış, zorunlu üretim politikaları ve kapitalist üretim anlayışıyla halkı yoksulluğa sürükler. Hindistan, 19.yüzyıl sonlarında tüm İngiliz hatta belki tüm Avrupa sömürgeleri içinde en büyük, en uzun süreli ve en kârlı olanı konumuna gelir. Hindistan’da 1608’deki ilk İngiliz seferinden 1947’de son İngiliz Vali’nin ayrılmasına kadar, ticaret ve alım-satım, sanayi ve politika, ideoloji ve savaş, kültür ve imgelem açılarından İngiliz yaşamı üstünde yoğun etkiler görülür.
İngiltere 15. yüzyıldan itibaren sömürgeciliğin aktif olarak başlamasından sonra İspanya, Portekiz ve Hollanda gibi devletleri takip ederek, dünyanın en büyük sömürge güçlerinden birisi haline gelir. İngiltere’nin uyguladığı soğukkanlı ve planlı politikalar diğer rakiplerini kısa sürede bertaraf etmesini sağlamış ve onu bir bakıma sömürge imparatorluğuna dönüştürmüştür.
İlk olarak Tüccar Maceracılar ismi ile 1581 yılında örgütlenen İngiliz tüccarlar faaliyete geçer, bir grup tüccar 1583 Şubatı’nda Kraliçe Elisabeth’in Hindistan’da egemenlik kuran Büyük Babür İmparatoru Ekber’e hitaben yazdığı bir mektup ile yola çıkar. 1599 Yılında maceracı tüccarların himayesi altında 30,133 sterlinlik 101 hisseli bir şirket kurulur; 31 Aralık 1600’de devlet fermanıyla İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası resmiyet kazanır. Kumpanya “Doğu Hindistan ile ticaret yapmakla yetkili, Londra Tüccar Şirketi ve Valisi” unvanını alır, imtiyazlar elde eder ve toplumun geri kalan kısmı kumpanyanın belirlediği sınırlar dışında ticaret yapmaktan men edilir. Kuruluşundan itibaren üç temel ilke doğrultusunda hareket etme kararı alır; diğer İngiliz tüccarlar karşısında doğu ticaretinde elde ettiği ayrıcalık ve tekel haklarını korumak, doğuda yer alan diğer ticari organizasyonları saf dışı bırakmak ve satıcı ülkelerden alınan malları elde etmek hususunda doğulu yöneticilerden aldıkları özel imtiyazların güvenliğini sağlamak. Böylelikle bir tekel oluşur.
Şirket ilk seferini 1601’de Doğu Hint Adaları olan Malezya ve Endonezya’ya yapar ve oldukça kazançlı çıkar. Şirket asıl büyük ilerlemesini 1698 yılında Bengal valisi Şehzade Azimüşşan’ın Kalküta civarındaki üç köye ait toprakları kullanma hakkını İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası’na vermesi ile gerçekleştirir. Hint‐Türk İmparatorluğu’nun sınırları içerisinde hukuki bir statü kazanmış olur. Yine de İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyası’nın asıl kuruluş tarihi olarak 18. yüzyılın başları kabul edilir.
Kumpanya 18. yüzyılın başlarına kadar bölgede yer alan diğer Avrupalı devletler ve Hindistan’ın yerel hükümdarlarıyla askerî bir mücadele içine girmekten kaçınır. Ancak Babür İmparatoru’nun 1707 yılında ölüp imparatorluğun çökmesinden sonra tüm bu düşünceler değişir, Avrupa’nın ticaret kumpanyalarının görevlileri kendilerini koruma gereği duyarak ‘Sepoy’ adı verilen Hintli askerleri eğiterek kendi askerî birliklerini kurarlar. Serüvenciler de kendi amaçları için bu tür birlikler edinmeye ilgi duyunca bu durum bölgede güçlü bir Hindistan Kumpanyası kurmaya çalışan Fransızlar ile İngilizler’i karşı karşıya getirir. Bu sürede kumpanyanın kendi yönetimini, işleyişini ve İngiliz hükümetiyle ilişkilerini düzenleyen kanunlar bu yapıya uygun olarak düzenlenir. İngilizler, Kumpanya aracılığıyla Plassey Savaşından sonra kendisi adına görev yapan askerler de dahil 50.000 kişiden az bir kadro ile Hindistan’da yaklaşık 150 milyon insanın üzerinde bir imparatorluk kurmayı başarır. Bölgede ciddi kayıplar veren Fransızlar 1756‐1763 yılları arasında meydana gelen Yedi Yıl Savaşları sırasında sömürgelerini kaybetmeye başlar, Hindistan’da İngilizler ile yapılan çatışmalar istenen sonucu vermez ve nihayet 1763 yılında imzalanan Paris Barış Anlaşması ile Kanada ve Louisiana’da olduğu gibi Hindistan’da da Fransız sömürge imparatorluğuna son verilir.
Bu dönemde, Doğu Hindistan Şirketi’nin silahlanma ve askerîleşmeye yönelik etkileri Hindistan politikalarında daha sık görülmeye başlar. Şirketten Hindistan yerel yöneticilerinin piyade tümenlerini eğitmeleri yönünde talepler yapıldığı gibi, kumpanya birliklerinden kraliyet ordusunu desteklemeleri de istenir. Şirket kendisini egemenliği elinde bulunduran bir devlet olarak göstermediği gibi, kraliyet sembolleri kullanarak bir kral ya da sultan gibi davranıp aleni bir toprak genişletme talebinde de bulunmaz.
İngiliz kumpanyası Bengal’de yönetimi ele geçirdikten sonra bölgede hem kumpanya hem de “nevvab” adı verilen yönetici hüküm sürmeye başlar. 1772 Yılında Bengal valisi Warren Hastings bu uygulamayı sonlandırarak polis ve adalet mekanizmasını da kumpanyanın hakimiyeti altına alır. Bundan sonra her bölgeye bir İngiliz hakim atandığı gibi bu hakimler vergi toplamanın yanında mal davalarına da bakabilme yetkisine sahip olur. Ancak İngiliz parlamentosunda kumpanyanın haksız uygulamalarına karşı 1773 yılında çıkarılan ‘düzenleme kanunu’ ile İngiliz hükümeti kumpanyanın tüm işlerini denetleme hakkına sahip olurken Bengal valisi de aynı zamanda İngiliz Hindistan’ının genel valisi durumuna gelir. Oluşturulan bu kanun ile Hindistan’da yeni bir sömürge yönetimi meydana getirilmiş olur. 1772 yılında genel vali seçilen ve usta bir devlet adamı olan Warren Hastings ilk olarak işe sömürü ve yağmayı durdurmaya çalışmakla başlasa da bunu başaramaz. Hastings dil çalışmalarına önem verir, çeviri yapabilecek kişilere burs ve destek sağlar, bunun gibi adımlarla Hint halkı üzerinde İngiliz etkisi giderek artmaya başlar.
Lord Bentinck döneminde ekonomik alanda İngiliz ithalatını zenginleştiren ve eski Hindistan tekstil ürünlerinin yerini alıp endüstriyel pamuk üretiminin yolunu açan yatırımlar yapılır. Sosyal alandaki en önemli girişimlerinden birisi olarak, Hintli dul kadınların kocalarının ölüsüyle birlikte yakılarak kurban edilmesi olarak tanımlanan ‘sati’ uygulaması kaldırılır. Hindistan’da oldukça yaygınlaşmış olan kölelik 1833 Köleliği Kaldırma Yasası ile tüm İngiliz sömürgelerinde kaldırılmak istense de sadece Batı Hint Adaları, Mauritis, Kanada ve Ümit Burnu’nda bu yönde düzenlemeye gidilebilir.
1840’lı yıllarda Pencap ve Sind ilhak edilir, İngilizler neredeyse tüm yarımadayı yönetir hale gelir. 1833 Yılında kumpanyanın elinden Çin ticaret tekeli alınır. Farsça olan resmî yazışma dili kaldırılır ve ilkokul eğitiminin İngilizce olmasına karar verilir. Aslında İngilizceyi öğretmek, İngiliz imparatorluğunun Hintli kitleleri ezmesine yardımcı olmak için tasarlanmış bir sömürge aracıdır. Doğu Hindistan Şirketi’nin bu stratejik kararı, dili konuşmayan milyonlarca Hintli arasında bir köprü görevi görebilecek bir Hintli sınıfı olan ‘Babus’u oluşturmak için kullanılır. Denetim Kurulu Sekreteri Lord Macaulay 1835’te Genel Valiyi, Hintli bir azınlığa İngilizce öğretmeye teşvik ederek: “Aralarında tercüman olabilecek bir sınıf oluşturmak için elimizden gelenin en iyisini yapmalıyız. Biz ve yönettiğimiz milyonlar; kanda ve renkte Hintli, zevkte, görüşte, ahlakta ve zekâda İngiliz olan bir insan sınıfı olmalı.”der.
1843’te Genel Vali Charles Hardinge, demiryollarının inşasının imparatorluğa fayda sağlayacağını ve ‘ülkenin ticaret, hükümet ve askeri kontrolüne’ yardımcı olacağını söyler. Demiryolu inşaatının masrafları Hintli vergi mükellefleri tarafından ödenirken İngiliz hissedarlar, bu alana yapılacak yatırımların büyük getiriler garanti ettiğini belirtir. Ülkenin iç kesimlerini limanlarla birbirine bağlayacak demiryollarının yapımına başlanır ve 1856 yılına kadar 200 mile ulaşan uzunlukta demiryolları inşa edilir, uzunluğu sürekli artan ilk telgraf hattı kurulur. Sömürgeciler, kömür, demir cevheri, pamuk ve diğer doğal kaynaklar gibi maddeleri, İngilizlerin fabrikalarında kullanmak üzere evlerine göndermeleri için limanlara taşır, Hindistan’dan gelen hammaddeler İngiltere’ye götürülür, üretilmiş ürünler ise Hindistan pazarlarına ve dünyanın diğer bölgelerine geri gönderilir. Böylece kendi iç dengesi bozulan Hindistan, İngiliz malı ithalatçısı olur.
Hindistan’ın pek çok bakımdan dönüşüm geçirdiği bu dönemde 1857 yılında meydana gelen Sıpoy (Sipahi) ayaklanması ile İngiliz Doğu Hindistan Kumpanyasının sonu gelir. Bölgede yapılan demiryolları Brahman’ları rahatsız eder, halktan tahsil edilen vergilerin arttırılması gerilim yaratır. İngilizlerin özellikle 19. yüzyılın başlarından itibaren bölgede giriştikleri misyonerlik faaliyetleri Hint halkını tedirgin eder ve Hıristiyanlaşma korkusu uyanır. Bu gibi etkenlerin yanında şirketin Hindistan’da önemli bir oluşum olan kast sistemini kaldırmak istemesi, sanayi çökertildiği için pek çok işsizin ortaya çıkması gibi sebepler de isyanın altyapısını hazırlar. İsyanın son noktasını Hindistan ordusundaki Hintli ve Müslüman askerlerin, mermileri için sığır ve domuz yağı kullanıldığından şüphelenmeleri oluşturur. 10 Mayıs 1857’de Mecrut’ta başlayıp Delhi’nin alınmasına kadar süren isyan neticesinde isyancılar pek çok Avrupalıyı öldürür. İngilizler isyanı kaba ve sert biçimde bastırır. Bazı tarihçilerin Hindistan‘ın Birinci Bağımsızlık Savaşı olarak nitelediği bu hareketin sonucunda, Hintliler ağır kayıplar verir.
İngilizler tarafından çok sert bir biçimde bastırılan 1857 İsyanı sonrası kumpanyanın yetkileri tamamen sona erdirilir. Kraliçe Victoria’nın 1858 Kasım’ında Doğu Hindistan Kumpanyası’nın yetkilerine son verip Hindistan yönetimini kendi üzerine almasıyla birlikte renk ve millet ayrıcalığının resmî memurlar için kaldırılması ve bağımsızlık için savaşanlar hakkında çıkan idam kararlarının bağışlanması yönünde adımlar atılır. Yönetimin İngiliz hükümetine geçmesi bölgede daha da artan İngiliz baskısını beraberinde getirir. Kumpanya sonrası yönetimde İslam halkı idari görevlerden tamamen uzaklaştırılmış, hukuk sistemi ve vakıflar düzeni tamamen değiştirilerek Farsça ve Urduca yasaklanmış olur. Ortaya çıkan kültür asimilasyonu ile birlikte Hıristiyan misyonerlere geniş imkanlar tanınır, siyasi sistem yeni baştan düzenlenerek Avrupa mimarisi, giyim tarzı ve düşünce yapısı Hint halkına hızla empoze edilmeye çalışılır. İngiltere ve Hindistan sermayesi arasındaki ilişkilerdeki değişim ve kapitalist düzene geçiş kendisini Lord Bentinck’in genel valiliği döneminde gösterir. Onun yönetiminde önceki bazı politikalar terk edilmiş ve daha güçlü reform ve gelişim politikaları getirilmiştir.
Britanya Rajı ya da Hindistan İmparatorluğu 1858-1947 yılları arasında kadar Birleşik Krallık’ın Hindistan Kolonisinin adıdır. Dominyon Periyodu olarak da adlandırılan İngiltere kontrolündeki bölge bugünkü, Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Myanmar ülkelerini kapsayan geniş topraklarda egemen olur. 1900’Lerin sonrasında yükselen Hint milliyetçiliği ve sömürgeye karşı duruş, öne çıkan iki isim tarafından benimsenince ülke geneline yayılır; Müslüman lider Muhammed Ali Cinnah ve Hinduların lideri Mahatma Ghandi. 1930’lu yıllarda Londra’da bulunan Cinnah, ülkesindeki çağrılara kulak vererek Hindistan’a döner ve bağımsızlık hareketine öncülük ederek Müslüman Hintlileri ayrı bir bayrak altında toplamaya çalışır.
Ghandi de, Cinnah gibi ülkesinin bağımsızlığı için mücadeleler verir, barışçıl ayaklanmalara liderlik eder, Hint topluluğunun vatandaşlık haklarını sonuna kadar savunur.1915 Yılında Güney Afrika’dan Hindistan’a dönen Mohandas Karamçand Gandi, dünya çapında yayılan bağımsızlık anlayışını savunur. Güney Afrika’da birçok ayrımcılığa ve şiddete uğrayan Gandi, kendi ülkesinde sadece orta sınıfta bulunan bilinçlenmeyi köylü halka da aşılamak ister. Gandi, Güney Afrika’da yürüttüğü şiddetten uzak ‘Pasif Direniş’i Hindistan’da da sürdürür. Zamanla kendisiyle özdeşleşen, “düşmanla savaşarak değil, düşmanı değiştirerek başarıya ulaşma” amacını taşıyan Satyagraha akımını benimseyerek uygular.
19. Yüzyılın sonlarında başlayan bağımsızlık mücadelesi, zamanla Hindu ve Müslüman Hindistanlıları, sömürgeci İngiltere’ye karşı birlikte hareket etmeye yöneltir, uzun ve zorlu bir sürecin ardından bölge, 15 Ağustos 1947’de Hindistan ve Pakistan adıyla iki ayrı devlet olarak bağımsızlığını ilan eder. Hindistan, bağımsızlığını Hindistan Ulusal Kongresi önderliğinde büyük ölçüde şiddetsiz direniş ve sivil itaatsizlik ile elde etmiştir.
Edward Morgan Forster
Yirminci yüzyıl İngiliz yazarlarının en önde gelenlerinden biri olarak kabul edilen Edward Morgan Forster, 1879 yılında Londra’da dünyaya gelir. Babasını henüz bir yaşındayken veremden kaybeden Forster, annesi ve halası Marianne Thornton tarafından büyütülür. Bu iki kadın Forster’ın ahlak anlayışı, adalet duygusu ve hayatı boyunca benimsemiş olduğu ideallerinin oluşumunda etkili olurlar. Clapham Sect adlı grubun ileri gelen üyelerinden birinin kızı olan halası ulusal karakteri desteklemektedir. 18. Yüzyılın sonunda Clapham meydanında yaşayan Protestan, hayırsever ailelerden oluşan bu grubun üyeleri köle ticaretini ortadan kaldırmaya ve hayırseverlikle toplumsal adaletsizliğe karşı koymaya çalışmaktadır. Orta sınıfın üst tabakasına mensup, kültürlü, varlıklı, din sahasında reforma taraftar olan grup, parlamentoda, kilisede, şehir hayatında, üniversitelerde, sivil ve askeri hizmetlerde çok çeşitli faaliyetlerde bulunmaktadır.
Forster, 19. yüzyıl İngiltere’sinin sosyal hayatında rol oynamış bulunan entelektüel-aristokrat bir çevrede yetişir. Mutlu çocukluk günleri 1883-1893 yılları arasında Londra’nın kuzeyinde Hertfordshire’da Rooknest adlı bir evde geçmiştir ki bu ev daha sonra yazarın ‘Howard’s End’ romanına ilham kaynağı olur. Yalnız bir çocukluk geçiren Forster, yine de buradaki sessiz hayatı sever. Eğitimine geleneksel İngiliz devlet okullarında devam eder, daha sonra da eğitimine Cambridge’de devam eder. Burada aynı fikirleri paylaştığı bir topluluk bulur, önce klasik filoloji daha sonra tarih eğitimi alır.
Forster, inanç ve fikirlerinin birçoğunu, Cambridge’de geçirdiği yıllara borçludur. Üç yıl süreyle öğrenci olarak bulunduğu King’s College’da, çocukluğunda okumuş olduğu özel okulların birçok yönleriyle kötü ve sakat kurumlar olduğunu anlar, hayatta ekip çalışmasından ve kriketten daha hayati şeyler bulunduğunu öğrenir. Cambridge Üniversitesi o dönem duygulu gençlerin sığınağı bir yerdir. Gençler burada hırslı babalarının sosyal hayatta buldukları tatmin duygusunu sanatta bulurlar.
Forster, Cambridge’de okuduğu yıllarda insani ilişkilerin ve zihinsel sorgunun önemini vurgulayan hocası G.E. Moore’dan etkilenir. Hocası daha sonraları Bloomsbury olarak bilinen Apostles (Havariler)grubunun bir üyesidir. Leonard Woolf (Virginia Woolf’un kocası olan yayıncı ve eleştirmen) , Lytton Strachey (Virginia Woolf’un ablası ressam Vanessa Bell’in kocası olan yazar), Clive ve Stephen Bell (Virginia Woolf’un kardeşleri), J.M.Keynes (Makro İktisat’ın babası), Duncan Grant (ressam), Roger Fry (ressam ve eleştirmen), Desmond MacCarthy (yazar ve eleştirmen) gibi üyeleri olan gurup felsefi ve ahlaki konuları tartışan ve ortak bir bakış açısına sahip bir grup sanatçı, yazar ve Cambridge’de okuyan seçkin öğrencileri bir araya getirmeyi amaçlamaktadır. 1901 Yılında Apostles grubuna seçilen Forster, bu grup aracılığıyla Bloomsbury grubuna da dahil olursa da daha muhafazakar ve yalnız bir yaşam sürdüğü için, bu grubun biraz dışında kalır.
Cambridge’den mezun olduktan sonra, İtalya, Türkiye ve Yunanistan’a geziler yapar, bu gezi deneyimleri, bakış açısının giderek genişlemesine katkıda bulunur ve yazar olmaya karar verir. 1903 Yılında Cambridge’de ders verirken bir yandan da Venedik’te geçen ‘Manzaralı Bir Oda’yı yazmaya başlar. Büyük halasından kalan miras sayesinde refahı artar, annesinin yanına yerleştiği, Weybridge’de 1924’e kadar yaşar ve bu dönemde İngiliz kırsal kesimine olan tutkusu derinleşerek artar.
1905 Yılında ilk romanı ‘Meleklerin Uğramadığı Yer’, 1907’de ‘The Longest Journey’, 1908 yılında ‘Manzaralı Bir Oda’, 1910’da ‘Howards End’ yayınlanır. Son romanıyla büyük başarı kazanır. Yazar bu kitaplarıyla okuyucularını İngiliz sınıf sistemini, endüstrileşmeyi ve İngiliz üst sınıf liberalizmini incelemeye davet ederken, ülke dışında yaşayan İngilizler, dostluğun değeri, liberalizm ve emperyalizm çekişmesi gibi temalara ısrarla işler.
Syed Ross Masood adındaki Hintli öğrenciyle ilişkisi, Forster’ın ilgisini Hindistan’a çeker, ilki 1912 yılının olmak üzere 3 kez Hindistan’a seyahat eder. Kuzeydoğu Hindistan’da Ganj Nehri kıyında uzanan Bankipore kasabası Hindistan’a bir Geçit kitabında mekan olarak kullanılan Çandapur kenti için model olur. Yine bu seyahatlerinde Dewas Mihracesi’nin dostluğunu kazanır. 1924 Yılında yayınlanan bu son roman a Hintli arkadaşına adanır ve her çevreden övgüyle karşılanır.
Yazarlık ve üretkenlik konusunda yaşadığı sıkıntılar, 1914 senesinde Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle derinleşir. Bu dönemde Londra National Gallery’de arşivcilik yapar. Savaş sırasında, pasifist olarak savaşta yer almayı reddetmiş ve Mısır’da Kızılhaç’ta gönüllü olarak çalışır. 1940 Yılında BBC ‘de Nazi rejimine ve baskısına karşı konuşmalar yapar ve savaş boyunca BBC ile çalışmaya ve bir dizi yayında yer almaya devam eder.
1946 Yılında King’s Kolej, Cambridge’de fahri öğretim üyesi olur, burada ders vermeye başlar ve hayatının sonuna kadar yaşamak üzere buraya yerleşir. 1949 Yılında kendisine layık görülen şövalyelik ünvanını reddeder. 1960 Yılında D.H.Lawrence’in sansüre uğrayan romanı Lady Chatterley’nin Aşığı davasında tanık olarak yer alır, roman suçsuz bulunarak yayınını sürdürme kararı alır. 1969 Yılında, doksan yaşında Liyakat Nişanı’na layık görülür. 7 Haziran 1970 günü arkadaşları Bob ve May Buckingham’ın Coventry’deki evlerinde hayata gözlerini yumar ve külleri bir gül bahçesine dökülür.
İçine kapanık ve çekingen bir insan olduğu bilinen Forster’ın, gerek anılarındaki gerekse yazışmalarındaki ketumluğu pek bir ipucu vermediğinden, yarım bıraktığı romanına neden uzun süre el sürmediği, neden roman yazarlığını bıraktığı gibi sorular, edebiyat araştırmacılarının cevabını bulamadıkları konulardır. İnsancıl değerlere bağlı bir yazardır. İnsan haklarına, bireyin ve toplumun bağımsızlığına, insani ilişkilere, demokrasiye, tabiata bağlı, totaliter rejimlere, savaşa, sömürgeciliğe, tabiatın tahribine karşıdır. Ona göre doğanın özgürlüğü insan ruhunun özgürlüğüyle birdir. Düşünceye, kişisel özgürlüğe sınır çekerek, insanın iç dünyasının tüm olanaklarıyla gelişmesini engelleyebilecek her türlü dar görüşe, biçimselliğe ve bağnazlığa karşıdır. Romanlarının başarısı büyük ölçüde toplumsal değerler ile kişisel değerler arasındaki ilişkileri incelemekte gösterdiği büyük ustalığa bağlanır. Eserlerinde değindiği problemleri bireysel planda ele alır, insanlar arasındaki farklılıkları, uyuşmazlıkları, zıtlıkları, anlaşmazlık ve çatışmaları toplumsal olmaktan çok şahsi meseleler olarak değerlendirir. Konu seçimi çok çeşitlidir ve sanat, tarih, politika, seyahat, ahlak, diğer kültürler gibi kısacası uygarlık ile ilgili temalarda yazılar yazar.
Hindistan’a Bir Geçit
1924 yılında yayımlanan Hindistan’a Bir Geçit, Edward Morgan Forster’ın on dört yıl aradan sonra yazdığı son romanıdır. Sembolizm yönünden zengin ve ustaca kurgulanmış olan roman aslında sömürgecilik, emperyalizm, ırkçılık, önyargı, ötekilik ve inanç kavramlarını gibi birkaç konuyu bir arada işlese de asıl sorduğu “bir İngiliz’le bir Hintli dost olabilir mi?” sorusudur. Soru görünüşte İngiltere’nin sömürgesi olan Hindistan ile İngiliz ve Hintliler arasındaki etkileşim hakkında bir yıl bulma çabasını gösterir. Bu soru çerçevesinde arkadaşlığın gerekliliği, farklı kültürlere mensup kişiler arasında arkadaşlık, dostluk gibi ilişkiler oluşturmanın zorluğuna değinilir. Hindistan’ın dil, din, etnisite, yemek tercihleri, gelenekler ve yaşam biçimi açısından çok büyük farklılıklara mekân olan bir ülke olmasına, bu topluluklar arasındaki çatışmalar ve çekişmelere yer verilse de esas sorun sömürgeci İngilizler ve yerli halk arasında yaşananlardır. İki medeniyetin çatışması olarak değerlendirilse de yazarın bütün romanlarında özellikle üzerinde durduğu ve büyük bir ilgi ve itina ile işlediği şahsi dostluklar ve insani ilişkiler teması baskındır. İnsanca değerleri savunan bir yazar her zaman, her koşulda, bireyleri ve onların duygularını önemser. Romanda, bir anlamda Forster, insanca değerlerin, değer ayrımının yok edildiği bir dünyada gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini ve iyilik-kötülük ortaklığının bireysellikten daha iyi olup olmadığını ortaya çıkarmaya çalışır. Aslında ancak Cambridge de İngilizlerle Hintliler dost olabilmektedir.
Romanda da her etnik kökenden ve dinden Hintli, kendi ülkelerinde ‘öteki’ oldukları için İngiliz İmparatorluğunun kurucusu ve hâkimi olan İngilizlerin ırkçılığa varan ayrımcılığından ve sömürgeci idaresinin uygulamalarından acı çekmektedir. İngilizlerin Hintliler ile ilişkisini betimleyen birinci unsur Hindistan’da bulunan İngilizlerin Hintliler araya koydukları fiziksel ve sosyal mesafe ile tepeden bakıcı ve ayırımcı tavırlardır. Evleri bile şehirdeki diğer evlerden ayrı bir yerde tepenin üzerindedir ve şehrin geri kalanı ile tek ortak noktası gökyüzüdür. Romanda Hindistan’daki İngilizlerin Hintlileri nasıl aşağı gördüklerini ve dışladıklarını, İngilizler tarafından bakıldığında da Hintlilerin onlara itimat etmediklerini ve yanlış değerlendirdiklerini, ve bu ikisi arasındaki uçurumun nasıl giderek genişlediğini ve köprü kurulamaz hale geldiğini gösterilmektedir. Hintlilerin ve İngilizlerin uyumsuzluğu, bağdaşmazlığı her boyutta izlenir. Sömürülen ile sömürenin arkadaş/dost olamayacağı, uluslar ya da bireyler arasında böyle bir ilişkinin baştan yanlış olduğu, böyle bir ilişkiye teşebbüs edilmeden bitirilmesi gerektiği hissettirilmektedir.
İlginç bir diğer gözlem, romanda, bir dünya imparatorluğu olan Birleşik Krallık yurttaşlarının İngiltere dışındaki hal, tavır ve ilişkileri üzerinde farklılıklardır. 1920’Li yıllarda İngiltere’den Hindistan’a gelen ‘medeni’ bir İngiliz’in burada yaşadığı değişim, yerli halkın sömürgeleşmiş Hintli ile İngilizleşmiş Hintli olarak ayrışması, kültürel bir yarılmanın (doğu-batı yarılması) sömürge yönetimleri tarafından nasıl içinden çıkılmaz hale getirildiği, sahici karakterler oluşturularak, dinleri, etnik/kültürel farklılıkları ile birlikte hikâye edilir.
Romanda yazar derin çatışmaları yansıtır bizlere:
1. Değerler çatışması ve kültürel farklılık
Doğu ve Batı ikili karşıtlıklar kullanılarak anlatılır. Karşıt anlamlı nitelemelerin kullanılması, sömürgecilik sonrası yazın olarak adlandırılan yapıtlarda, ikili karşıtlıklar olarak anlatılan dünyanın çarpıcılığını gözler önüne serer. Bu karşıtlıklar doğulu ne kadar duygusalsa batılı o kadar mantıksaldır şeklinde sürüp gitmektedir.
Hintlilerin, İngilizlere ters düşen tarafları, İngilizlerin anlayamadığı ya da garip karşıladıkları bir takım adet ve davranışları vardır. Bu tür tavır ve davranışları İngilizler bazen hayret ve şaşkınlıkla, bazen tepki ile ve çoğu zaman da ironiyle karşılarlar. Örneğin, Pazar günleri yerlilerin tembel tembel oturmaları İngilizlere göre hiç de hoş değildir: “Günlerden pazardı. Doğu’da kaçamak ve belirsiz bir gün ve tembellik için de iyi bir özür…”
Yönetimleri altındaki Doğulularla iyi geçinme niyetinde olduklarını söyleyen Batılılar, aslında Hindistan’ı ve Hintlileri anlama niyetinde değildir. Camide bir Hintliyle tanıştığını söyleyen Mrs. Moore’a oğlu Ronny’nin tepkisi, sert ve emredercesine annesini sorguya çekmesi barışçıl değildir, “ Sana camiinin içinde mi seslendi dedin? Nasıl? Saygısızca mı?….” Demek sana ayakkabıların için seslendi. Bu bir saygısızlık. Bu eski bir hile. Keşke ayakkabılarını çıkarmamış olsaydın, “Cevap vermemeliydin.” Adela ise Ronny’nin bu sözlerine karşılık, “Bakın, bir Müslümana kilisede şapkasını çıkarmasını söyleseniz size cevap verir miydi dersiniz’” diye sorar. Ronny’nin bu soruya karşılık verir “Aynı şey değil, aynı şey değil , anlamıyorsunuz.” Aslında İngiltere’de saygılı biri olan Ronny Hindistan’da sömürgeci modelini benimsemiş ve katı bir şekilde bu modeli savunmaya başlamıştır. İngiltere’den Hindistan’a gelmiş olan çoğu İngiliz gibi ilk vardığı zamanlar oldukça çekingen ve alçakgönüllü olan Ronny’nin, daha sonra iyi bir unvanla taçlandırıldıklarında kendilerini bile şaşkına çeviren saygınlıklarını fark eden Hindistan İngilizlerinden bir farkı yoktur .
2. Irk ve Sınıf Farklılığı Çatışması
İngilizlerle Hintliler arasındaki uyuşmazlığın sebepleri arasında en büyük çatışma ırk faktörüdür. Rudyard Kipling The Ballad of East and West’te şöyle söyler: “East is East and West is West, and never the twain shall meet.”(1889) / Doğu doğudur, batı batıdır, asla bir araya gelemezler- iki zıt kutup bir araya gelmez-birleşmez.
Doğu ve Batı birbirinden çok farklıdır ve bu iki farklı kültür bir araya gelmek zorunda kaldığında sorunların ortaya çıkması muhtemel ve kaçınılmazdır. Batı, Çandapur’da bulunan Hindistan İngilizleri (İngiliz yöneticileri ve onların aileleri) ile temsil edilir. Hindistan İngilizleri yönetim merkezinde Hintlilerden ayrı yaşarlar ve sayıca oldukça az olmalarına rağmen, birbirine bağlı bir topluluk oluştururlar. Yönetim merkezi romanda şöyle tasvir edilir: “Yönetim merkezine gelince, burası insanda hiçbir duygu uyandırmaz. Göze ne hoş görünür, ne de çirkin. Akıllıca planlanmıştır. Ucunda kırmızı tuğladan bir kulüp binası vardır, daha gerilerde bir bakkal, bir de mezarlık. Ufacık evler, birbirini dikine kesen yollara dizilmiştir. Göze batan bir biçimsizliği yoktur, güzel olan tek şey de, doğanın görünümüdür. Bu yörenin kentle tek ortak yanı, tümünün üstünü örten koca gökyüzüdür.” Hindistan İngilizlerinin bir arada yaşadığı yönetim merkezi, Hintlilerden izoledir ve buranın Çandapur’la tek ortak noktası ortak gökyüzüdür. Hindistan İngilizlerinin sosyal hayatı Hintlileri kabul etmedikleri kulüp binasında geçer. ‘Çandapur’da Hintliler konuk olarak dahi kulübe kabul edilmezler,’der.
Hindistan’da yerleşip uzun süre kalarak halkla ilişkiler kuran İngilizlere nazaran yeni gelenlerin ırk konusundaki düşünce ve davranışları farklıdır. Hintlilerin İngilizlerden beklediği nezaket, sıcak ve yakın alakadır. Fakat İngilizler Hindistan’a ilk geldikleri günlerde ne kadar samimi ve iyi kalpli olurlarsa olsunlar, eskiler derhal onları etkisi altına almayı, bu düşünce ve duyguların nefret ve kötü muamele ile yer değiştirmesini başarır.
3. Örf, Adet, Anane ve Gelenek Çatışması
İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da bir arada yaşamak zorunda bırakılan iki farklı millet arasında örf, adet ve gelenek çatışması da yaşanmaktadır. Örneğin, samimiyet ile gösterişi birbirine karıştırmak ve misafirperverliği abartmak İngilizlere göre Doğuluların bir başka zaafıdır “Doğuluların çoğunda olduğu gibi, Aziz konukseverliği abartıyor, laubalilikle karıştırıyor, bu duygunun içine bir tutam da bencillik katıyor, onların işine karıştığını fark etmiyordu.”
4. Din ve İnanç Çatışması
Özellikle birden çok kültür ve dinin yaşandığı toplumlarda gerçek anlamda kültürel etkileşim de yaşanır. Farklı inanç ve kültürlere sahip toplum bireylerinin birbirleriyle iletişimden kaçınıp içe kapanmaları pek mümkün değildir.
Forster’ın Hindistan’a bir Geçit romanına yapılan önemli bir eleştiri, batının oryantalist bir bakışla doğuya atfettiği karakteristik kimi kültürel özelliklerin, romanda ‘evrensel batı değerleri’” veri alınarak değerlendirilmiş olarak verilmesidir. Gerçi yazar İngiliz sömürge yönetiminin yanlış uygulamalarını gözler önüne serer, batılı değerlerin buradaki yönetim tarafından ne kadar kötü, ikiyüzlü uygulandığını gösterir ama bu batılı değerlerin kendisine ilişkin ve o topluma dayatılmasının doğruluğuna ilişkin bir şüphesi yoktur: İngiliz değerleri doğrudur ama Hindistan’daki sömürge yönetimi tarafından yozlaştırılmıştır ya da yanlış uygulanmaktadır. Nitekim Dr. Aziz, romanda öteki olmaya direndiği, iki toplum arasındaki kültürel uçurumu kapatmak için daha fazla “İngiliz” olmaya çabaladığı ölçüde sevimli bir karakter olarak sunulur.
Atölye Takvimi aşağıdaki gibidir:
1879-1870 | E.M. Forster | Hindistan’a Bir Geçit | 6.12.2023 | Özlem Tatlıcan |
1903-1988 | Alan Paton | Ağla sevgili yurdum | 20.12.2023 | Faruk Sevim |
1930-2013 | Chinua Achebe | Parçalanma | 3.01.2024 | Hatice Morkaya |
1931-2019 | Toni Morrison | Sevilen (Sevgili) | 17.01.2024 | Kamer Badur-Eğilmez |
1940 | J. M. Coetzee, | Barbarları Beklerken | 31.01.2024 | Murat Tekelioğlu |
1943 | Michael Ondaatje | İngiliz Hasta | 14.02.2024 | Yıldız Önen |
1975 | Zadie Smith | İnci gibi dişler | 28.02.2024 | Şengül Çiftçi |
1961 | Arundhati Roy | Küçük Şeylerin Tanrısı | 13.03.2024 | Ceren Aydos |
1958 | Yan Lianke | Günler aylar yıllar | 27.03.2024 | Aliye Zorlu |
1952 | Jung Chang | Yaban kuğuları | 17.04.2024 | Nilüfer Uğur Dalay |
1977 | Jesmyn Ward | Söyle Hayalet Şarkını Söyle | 1.05.2024 | Yasemin Kilit Aklar |