Cizre’nin HDP’li Belediye Başkanı Mehmet Zırığ hakkındaki soruşturmalar ve “terör örgütüne üye olma” suçundan yargılanıyor olması nedeniyle görevden alınarak yerine kayyum atandı. Bir hafta önce ise Diyarbakı’da Kayapınar Belediye Başkanı Keziban Yılmaz, Bismil Belediye Başkanı Orhan Ayaz, Kocaköy Belediye Başkanı Rojda Nazlıer, Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılan operasyon kapsamında sabah evlerinde gözaltına alınmıştı. Son olarak Van’ın Saray ilçe belediyesine kayyum atanmasıyla, 31 Mart yerel seçimlerinden sonra kayyum atanan belediye sayısı 14 oldu.
KHK ile görevinden atıldığı için mazbatası verilmeyen belediye başkanlarını da sayarsak 19 belediye ediyor. 31 Mart seçimlerinde HDP 3 Büyükşehir 4 il, 50 ilçe, 11 belde belediyesi olmak üzere toplam 69 belediyede seçimi kazanmıştı.
Kazanılan belediyeler devlet tarafından teker teker kayyum atanarak geri alınıyor.
31 Mart seçimlerine katılanların ne düşündüğünün bir önemi yok. Öyle ya, Kayapınar Belediye Başkanı Keziban Yılmaz, 31 Mart yerel seçimlerinde yüzde 66,35 oranla 104 bin 690 oy ile Kayapınar Belediye Başkanı seçilmişti. Seçimlere katılmak için Yüksek Seçim Kurulu’nun ayıklama süzgecinden geçmiş, seçimlere girmeye hak kazanmıştı. Uzun soluklu bir kampanyayla da seçimleri kazanmıştı.
Bu yeni bir durum değil. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL koşullarında, kayyum atamak giderek bir devlet geleneği haline gelmişti. Ocak 2018’deki İçişleri Bakanlığı verilerine göre HDP’li 102 belediyeden 94’üne kayyum atandı.
Devlet yetkilileri bu olguyu hangi gerekçeyle açıklamaya çalışırsa çalışsınlar, gerçek ortada külçe gibi duruyor: Milyonlarca insan için oy vermek giderek anlamsızlaşıyor. Demokrasinin en temel işleyiş mekanizması, Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bölgede yok sayılıyor. Seçme hakkı, seçilme hakkı, devletin istediği zaman kayyum atama hakkının yanında anlamsızlaşıyor.
Demokrasinin bu en kolay hayata geçebilen ve egemen sınıf ve devlet açısından da kabullenmesi kolay olan özelliği kayyum yöntemiyle kitlelerin bir hakkı olmaktan çıkartılınca, genel olarak demokrasiden geriye pek bir öğe kalmıyor. Diyarbakır belediyesine kayyum atayan, işçilerin grev hakkını da yasaklayabilir. Ahmet Türk’ün seçilme hakkının gaspedilmesiyle Soma madencilerinin haklarını almak için başlattıkları yürüyüşün jandarma tarafından kesilmesi arasında sanıldığından çok daha büyük bir bağlantı var. Demokratik en sıradan hakkın bile gaspedilmesi, gaspedene “yapabiliyorum” duygusunu yükler. Antidemokratik uygulamalar alışkanlık haline geldikçe bu alışkanlık yeni sahalara ihtiyaç duyar. Seçme hakkı elimizden alınınca, gösteri hakkının alanı da işgal edilmiş olur. Gösteri alanı işgal edilince, düşünce özgürlüğü alanı da daraltılır. Her daralan alan örgütlenme alanını daha da sınırlar. Hakların kullanımının doğruluğu-yanlışlığı seçmen iradesinden ve eşit hukuksal uygulamalar açısından değerlendirilmek yerine güç sahibinin tasarruf yapma keyfiyetine bağlı olduğunda geriye kalan haklar elimizden hızla uçup gidebilir. Elimizdeki hakları korumanın yolu, elimizden alınan hakları geri almak için de mücadele etmektir aynı zamanda.
(Marksist org)