Konusunu ‘Rus Edebiyatında Savaş ve Barış’ olarak belirlediğimiz VII. Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin 6 Nisan Çarşamba akşamki toplantısında, Murat Tekelioğlu bize Mikhail Bulgakov’un yaşamı, yazarın ‘Genç Bir Doktorun Anıları’ kitabı, Kamer Badur-Eğilmez Vladimir Mayakovski’nin (1893-1930) yaşamı ve şiirleri, Asuman Kafaoğlu-Büke ise Rus fütürizmi konularında sunum yaptıktan sonra tartışmaya geçtik.
Vladimir Vladimiroviç Mayakovski, 1893 doğumlu şair, oyun yazarı, sinema ve tiyatro oyuncusudur. Lise yıllarından itibaren sanatla, özellikle de Fransız yazar Jules Verne’nin romanlarına ilgilenir. Mayakovski’nin sanata olan bu yakınlığı öğretmeni tarafından fark edilir ve okulda çeşitli sanat eğitimi verilmeye başlanır. Bu dönemde politikaya da ilgi duymaya başlar. 1905 Devrimi sırasında yaşadığı kent Kutais Bolşevik Parti’nin yeraltı eylemlerinin merkezlerinden biridir ve o da bu eylemlerin içinde olur. Bu dönemden sonra şiir ve devrim onun için ayrılmaz bir bütün haline gelir. Babasının ölümü üzerine aile Kuatis’den Moskova’ya göçer.
Mayakovski, şiire karşı duyduğu yoğun bir ilginin yanında Moskova’da sosyalist kişilerden bir çevre edinir. Bolşevik Partisi’nin eylemlerine katılır, çeşitli etkinliklerde yer alır ve bu etkinlikler sırasında defalarca tutuklanır. Henüz 15 yaşında olduğu bu etkinliklerin birinde tutuklanır ve 12 ay hücre cezasına çarptırılır. Hapis cezasının ardından Moskova Resim ve Heykel Okulu’na yazılır ve sanatçı kişiliğini, özgünlüğünü burada da kanıtlamayı başarır.
Mayakovski, bu dönemde Rusya’daki Fütürizm akımının en sağlam temsilcilerinden olur. Sıradan düşünce biçimlerini bir kenara atan bu akım geleceğin sanata en büyük yansıması olarak kabul edilir. Rus fütürizmini devrimle kurulacak yeni bir düzenle resme yansıtan Mayakovski, bir yandan da şiirleriyle insanları etkilemekte, yazdığı oyunların yanı sıra tiyatro oyunculuğuyla da anılmaya başlanır. Mayakovski’nin Moskova’nın fütürist sanatı kabul edeceğine dair en ufak bir şüphesi yoktur. Ona göre devrim onun devrimidir ve devrim gerçekleştiğinde tüm düşleri gerçek olacaktır. Bu duygularla 1917 Ekim Devrimi’ni coşkuyla karşılar ve devrimin başlıca sözcülerinden birisi olur. Devrim sonrası çıkan iç savaşta sanatını propaganda afişlerinde göstermeye başlar. Ekim devrimi ile Rusya’da fütürizmin gelişmesinin aynı döneme denk gelmesi nedeniyle fütürizm, bir tür komünist fütürizm olarak algılanır ve bir araya gelen fütürist sanatçılar halka seslenmeye başlar.
I. Dünya Savaşı’nın başlarında Mayakovski heyecanlıdır ve zafer kazanma duygusu ile başı dönmüştür. Ancak ilk meydan savaşından sonra tanık olduğu şeylerle fikirleri değişmeye başlar.
1915-1917 yılları arasında, yıllarca etkisi altında kalacağı Lili Brik ile büyük bir aşk yaşar ve yazdığı lirik şiirleri ona adar. 1930 yılında silah ile yaşamına son verir. Kısacık ömrüne büyük bir mücadele ve özgün bir sanat sığdırmayı başarmıştır.
Reel dünyaya rağmen estetiğe dönük gizemsel bir söylem tutturan Rus sembolistleri, ülkelerinde yaşanan kargaşanın içinde umutsuzluğa düşer ve 1905 Devriminden umduklarını bulamazlar. Bekledikleri çıkışın gürültüsü 1908’de İtalya’dan gelir. İtalya’da Marinetti’nin başı çektiği bir grup, yaşamı ve sanatı değiştirip daha canlı kılmak istemektedir. Arayış içinde olan genç Rus sanatçıları için de bu akım kaçınılmaz bir fırsat, tepkilerini göstermek için onlara uygun düşen bir mecra olur. Neden İtalya ve Rusya’da ortaklaşan bir akım olması sorusuna yanıt Troçki’den gelir: ’Tarihte birkaç kez yinelenen bir olgu, bir kez daha görülüyordu; herhangi bir kültür düzeyine ulaşamamış geri ülkeler, ileri ülkelerin gerçekleştirdiklerini, kendi ideolojilerinde daha büyük bir güç ve parlaklıkla yansıtıyorlardı.’
Rus fütürizmi, milliyetçiliğe, faşizme doğru evrilen İtalyan fütürizminin aksine akışını proleter devrimine doğru sürdürür. Bunda da en büyük etken de, fütüristler arasında yer alan Mayakovski’nin şairlikten önce politik bir geçmişe sahip olmasıdır. Bir gurup kurarlar ve İtalyan fütürizminin tekniklerinden yararlanmak isterler. Ancak içlerinde bulunan sosyalist devrimci kimlik, özünde tamamen onların karşısında bir yol almalarına sebep olacaktır. Fütürist Komünist Beyannamenin imzalayıcısı(l9l2) vahşi bakışlı, uzun boylu, limon sarısı gömleği ve kocaman siyah kravatıyla bütün alımlı kadınlara aşk ilan eden, devrimin en itibarlı edebiyatçılarından bir olur Mayakovski.
Atölye’de daha sonra Mayakovski şiirleri okunarak Bulgakov ve ‘Genç Bir Doktorun Anıları’ kitabına geçildi.
Bulgakov 1891 yılında Kiev’de eğitimli ve kültürlü bir, ‘beyaz Rus’ ailede dünyaya gelir. Tıp eğitimi alır. I.Dünya Savaşı sırasında cephe gerisinde doktorluk yapar. Bolşevik Devrimi sonrasında, Rus İç Savaşı sırasında (1917-23) hem beyazlar hem de Bolşevikler için doktorluk mesleğini sürdürür. Daha sonra doktorluğu bırakarak edebiyata ve tiyatroya yönelir.
Yaşanan yıkımın, altüst olan hayatların, üstünden geçilen hayallerle ilgilenmeye başlar. Hayata kayıtsız kalmaz ve o kadar sıkıntıya ve dışlanmaya rağmen çoşkusunu hep korur, anlatacaklarını direkt anlatır, dolaylı sanatlara ve zımni yazınlara kaçmaz. ‘Kahrolsun eğreltilemeler, üstü kapalı sözler. Özgür insanlarız köle değil; gerçeği masallaştırmaya gerek yok’ sözlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Romanları ve hikayeleri mevcut Sovyet Rejimi tarafından, içlerinde komünist kahramanlar olmadığından ya da rejimi çok az desteklediğinden dolayı yasaklanır. Rejim yazarları iç savaşla anoloji kurarak Bulgakov’u kızıl-beyaz savaşında hep beyaz olarak görüp aşağılar. Oysa ki o kendini ne ‘beyaz’ ne de ‘kızıl’ olarak tanımlamıştır.
Stalin yönetimi altında 1930’da tüm yapıtlarının yayımlanması yasaklanır. Bu yasaklamayla açlığa, yalnızlığa ve baskıya mahkûm edilen Bulgakov sonunda isyan ederek Stalin’den ülke dışına çıkma izni ister. Ancak Stalin bu talebi geri çevirdiği gibi kendisine Moskova Sanat Tiyatrosu’nda yönetmen yardımcılığı ve metin danışmanlığı vererek aşağılar. Son yıllarında Bulgakov yaşadığı bütün baskı ve çirkinliklere bir de İkinci Dünya Savaşı’nın eklenmesine itiraz edermişçesine 1940’da hayata erkenden veda eder. Eserleri ancak ‘deStalinizasyon’ dönemine denk gelen 1962 yılından sonra basılabilir.
Atölye, Bulgakov’un otobiyografik sayılan eserini severek okumuş ve yazarı, dilini, olayları aktarış biçimini umutlu, coşkulu ve barışçıl olarak değerlendirmiştir.
‘Bilirim sözlerin kudretini
Bilirim sözlerin etkin çağrısını
Bunlar locaların alkış tutacağı sözler değildir.
Bunlar öyle sözlerdir ki, tabutlara
Dört meşe ayağıyla tempo tutturur.
Mümkündür yayınlanmadan, basılmadan
Eserin atılır bir kenara.
Gel gör ki, söz rüzgar gibi fırlar,
Kolanları gererek yayılır.
Etkisi, yüzyıllar boyu,
Çan sesleri gibi kalır.
Öyle ki nazımın nasırlı ellerini,
Tren dolusu yalakalar,
Yalamak üzere, akabinde gelir.
Bilirim sözlerin kudretini.
Boş görünse de aslında,
Dans içinde ökçelerin altında,
Düşen çiçek yaprağı misali,
İnsan ruhu dudaklarında,
Teşrih bulur o ifadesini.’
Mayakovski (1930) Çeviren: Melaike Hüseyin