Edebiyatta Savaş ve Barış Atölyesinin ‘İtalyan/Roma Edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz X. Döneminin beşinci oturumunun konusu Giovanni Boccaccio’nun (1313-1375) Decameron Hikâyeleri idi. Asuman Kafaoğlu Büke önce Rönesans’ın ortaya çıkış nedenlerinden, dönemin özelliklerinden söz ettikten sonra, yazarın edebi kişiliğini vurgulayarak kitaptaki yansımaları hakkında bilgi verdi. Ardından kitabı Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açtı.
Yaşamını yitirmiş bir kişinin yeniden hayata gelmesi, ‘yeniden doğuş’ anlamına gelen rönesans sözcüğü (İtalyanca rinascita/rinascimento, Fransızca rönesans) ilk kez dini bir terim olarak kullanılır. Gerçek anlamda ölüp yeniden dirilmekten çok günahlardan arınma gibi bir anlama sahiptir. Rönesans sözcüğü ilk kez 1860 yılında Jacop Burchardt’ın ‘İtalya’da Rönesans Kültürü’ adlı eserinde kullanır.
İtalya’da doğan bu akım zamanla tüm Avrupa’ya egemen olur. Sözcükle Avrupa’da cehalet çağının kapanması ve Yunan-Roma kültürünün gelmesiyle oluşan bir ‘yeniden doğuş’ anlatılmaktadır. Bu yenilenme ile birlikte Avrupa’da cehalet ölmeye başlar ve dini otorite derinden sarsılır. Rönesans hareketi Avrupa’da her ülkede aynı zamanda olmaz. Yeniden doğuş önce, o dönem için Avrupa’nın ekonomik anlamda en gelişmiş, sermaye birikiminin hızlandığı kentlerinden biri sayılan, bankacılığın merkezi Floransa’nın bulunduğu Toskana bölgesinde ortaya çıkar. Ekonomik gücüyle bağlantılı olarak rönesansa hazırlık döneminde, Floransa’daki başta Medici Ailesi olmak üzere Pitti, Rucelai, Strozzi gibi zengin ailelerin sanatçılara ve bilim adamlarına destek vermiş olması bu kenti Rönesans’ın merkezi yaparken, dinin uygulanma biçimindeki bozulma ve yozlaşmanın din adamlarının yargılarına fazla önem verilmemeye yol açması bu süreci hızlandırır.
Ancak bir ülkede ya da bir dönemde gelişmenin nereden başladığını anlamak karmaşık bir süreci değerlendirmekle mümkün olur. Gelişme fen bilimlerinde mi, üretim ilişkilerinde mi, hukukta mı, kültürde mi başlar yoksa hepsinin birbiriyle etkileşim halindeki bir süreç midir? Bu nedenle Rönesans’ı ve neden ortaya çıktığını anlamak için Orta Çağ dönemine kısaca bakmak gerekir.
Coğrafi keşiflerle birlikte Amerika, Afrika ve Asya kıtalarına ulaşılması ve oradaki zenginliklerin Avrupa’ya taşınmasıyla başlayan ekonomik canlanma, bilim ve sanatta yeni bir dönemin başlamasını sağlar. Ekonomik gelişmenin yarattığı zenginlik ve refah, Ortaçağ’ın durağan, sıkıcı hayat ve düşüncesini bir kenara bırakmayı, doğallık, yaşama tutkusu, zevk ve sevinç içinde yaşamayı ön plana çıkarır.
Rönesans, modern sanayi toplumuna geçişin bir aşaması olur, bir başka deyişle parasal güçle bilimsel gelişmelerin hızlanması ortaçağ ile yeniçağ arasında bir basamak işlevi görür. Reform hareketleri, Sanayi Devrimi, Fransız İhtilali, Rönesans’ın yarattığı sonuçlar olarak görülür.
Ortaçağın sonlarına doğru bilim ve sanatta bir birikimin gerçekleşmesi, astronomi alanında dünya merkezli evren yerine güneş sisteminin koyulması, Eski Yunan ve Roma uygarlıklarına ait eserlerin incelenmesi, değerlendirilmesi ve üniversitelerde okutulması, kağıdın bollaşması ve matbaanın bulunmasıyla yeni buluş ve düşüncelerin geniş kitlelere ulaşma imkânının doğması, coğrafi keşifler sonucu refah düzeyinin yükselmesiyle düşünce ve sanat eserlerinden hoşlanan bir sınıfın ortaya çıkması, yine bu keşiflerle insanların düşünce ufuklarının genişlemesi, kültür ve sanat faaliyetleri ile bilim adamı ve sanatçıları himaye eden varlıklı kişilerin ortaya çıkması, elverişli ortam nedeniyle üstün yetenekli bilim ve sanat adamlarının yetişmesi, Osmanlı’nın İstanbul’u almasından sonra birçok Bizanslı bilgin ve sanatçının İtalya’ya gelmesi ve buradaki bilim ve sanat çalışmalarına katkıda bulunmaları Rönesans Hareketinin başlama nedenlerinden bir kaçıdır.
Rönesans’ın önce İtalya’da başlamasının birçok nedeni vardır. İtalya’nın coğrafi konumu nedeniyle Akdeniz uygarlığına ve İslam dünyasına yakınlığı, Haçlı Seferleri sonunda Akdeniz ticaretinin canlanmasına paralel olarak, İtalya’da bir çok liman kentinin zenginleşmesi, siyasi birlikten yoksun olan İtalya’da cumhuriyetleri andıran devletlerin bulunması, bu devletlerde diğer Avrupa ülkelerine göre daha serbest bir düşünce ortamının bulunması, İtalya’nın dini merkez olması nedeniyle Papalığı ve Vatikan Kilisesini ziyarete gelenlerin bol miktarda bağış yapmalarıyla ekonomik refahın yükselmesi bu nedenler arasında sayılabilir.
Rönesans hareketleri önce İtalya’da başlasa da etkisi daha sonraları Fransa, Almanya, İngiltere, Hollanda ve İspanya’ya yayılır. İtalya’nın dini, eğitim, kültür ve ekonomik merkez olması, veraset savaşları nedeniyle birçok kralın bu ülkeye gelmesi ve buradaki gelişmeleri kendi ülkelerinde uygulamak istemeleri Rönesans’ın İtalya’dan diğer ülkelere geçişini kolaylaştıran nedenler olarak görülür.
İtalya’da Rönesans hümanizma ile başlar. Bu akımın temsilcileri eski Yunan, Latin ve İbrani metinlerini yeniden yorumlayıp yayımlarlar, Ortaçağ’ın skolastik düşüncesini yıkıp yerine pozitif düşünceyi koyarlar. Hümanizma, insana insan olduğu için değer veren bir felsefi anlayıştır. İnsanın, kendi doğasını tanımasını, kendi yasalarını yapmasını, kendi hakkına sahip çıkmasını sağlar. Hümanizm, akıllı insanın varlığını temel alan ve en büyük değer olarak gören, kişinin ahlak ve yaratıcılık anlamında kendi kendine yetmesini ve herhangi doğaüstü-dini kavrama başvurmamasını belirten, böylece insanın salt doğallığını ve özgürlüğünü ortaya çıkarmayı amaçlayan felsefi bir düşüncedir. Bu felsefe insanı ‘Micro Cosmos / Küçük evren’ olarak tanımlamaktadır. Bu felsefi yaklaşım Rönesans’a hazırlık için uygun bir ortam oluşturur.
Rönesans’ın resim ve mimari alanındaki yeniliklerinin iki ana temel üzerine kurulu olduğu kabul görür. Birincisi Yunan-Roma sanatlarında uygulanan formlar, yani klasik sanat, ikincisi yeni ortaya çıkan perspektif tekniğinin uygulanması ve geliştirilmesidir. Bütün bunlar bir araya geldiğinde Rönesans’ta sanatın da gücünü matematikten ve bilimden aldığını söyleyebiliriz.
Resimde matematik ve perspektifin kullanımı resim yüzeyi üzerinde (kağıt, tuval v.s) üç boyutlu görüntüler elde etme imkanı sağlar. Klasik Sanat etkileri ise özellikle mimari alanında kendini gösterir. Mimarlar klasik dönem mimarilerini doğrudan inceleyebilme ve bunlardan yararlanma fırsatını bulurlar. Başka bir deyişe Rönesans sanatçıları kendilerini Klasik Sanat geleneklerinin mirasçıları olarak görürler. Antik formları ve Klasik Sanatın ruhunu yaşatarak bu ruhun ‘yeniden doğuşunu’ yani Rönesans’ı gerçekleştirmek isterler. Sanatçıya eserini herkesin anlayıp görebileceği şekilde taslak hazırlama imkanı sunması nedeniyle perspektif konusu bu dönemde büyük ilgi odağı olur.. Sanatçılar ortak çalışmalar yapan esnaf loncalarından kurtularak bireysel çalışmalarını yapmaya başlar ve sanat tarihine damgalarını vururlar. Rönesans döneminde kullanılan çoğu tekniğin günümüzde de hala kullanılıyor olması dönemin gücünü anlatır.
Rönesansla birlikte skolastik düşüncenin etkisini yitirerek yerini hümanizma ve pozitif bilimlere bırakması, bilim ve sanatta önemli gelişmelerin başlaması, ölümsüz eserlerin ortaya koyulması, ulusal dillerin gelişmesi, ulusal edebiyatların ortaya çıkması, düşünen, araştıran insan tipinin ortaya çıkması, İncil’in yeniden incelenmesi, kutsal kitaplar ve din adamlarının eleştirilmesi, kilise otoritesinin sarsılnası ve reform hareketlerine zemin hazırlanması, toplumda, edebiyattan ve sanattan zevk alan ve bunlarla uğraşan sınıf (Mesenier) ile sanata ilgi duymasına rağmen sanatla uğraşamayan fakir sınıfın belirgin olarak birbirinden ayrılması, yaşlanmış Avrupa’nın daha güzelleşip cazibesini arttırması, Avrupa’nın her alanda ilerleme sağlayarak dünyada üstünlük kurmaları Rönesans’ın sonuçları olarak değerlendirilebilir.
İnanç ve yaşamda önemli değişimlere yol açan hareketle, bilim, sanat, felsefe de yeni bir evreye girer. Kara inanç ve batıl inançlardan kopularak sanatsal ve entelektüel gelişim çağına girilir. Bu nedenlerden ortaya çıkan sonuçlar, Hümanizmanın yanı sıra bireycilik, laiklik ve eşitlik olur. ‘Öteki’ yaşam arayışı yerine ‘Bu yaşam’ önem kazanır. Sıradan ortaçağ insanı için yaşamın anlamı yaşam sonrasına hazırlanmakla geçer, bu yaşamın kendisini önemsemek günah sayılır, yaşam yalnızca öteki yaşam için hazırlık devresiyken ideal Rönesans insanı için dünyevi güzelliklerin farkına varmak, anı yaşamak değer kazanır.
Antik dünyada fayda devlete hizmet, ortaçağda dine hizmet iken hümanizmada insana hizmete döner. Dinin özü iyidir ancak kötü ellerde yozlaşmıştır. Rönesans cennetin yeniden bulunması, doğmasıdır.
İtalyan edebiyatında Dante, Petrarca ve Boccaccio hümanizmanın öncüleri kabul edilir. Ardından Macchiavelli, Ariosto, Tasso ve Storia d’Italia’nın yazarı tarihçi, diplomat ve devlet adamı Francesco Guicciardini (Gişarden), dinden bağımsız bir kültür oluşturan, insan ve dünya ile ilgili bir felsefe akımı ortaya koyan önemli yazarlar olurlar.
Rönesans hümanisti Giovanni Boccaccio Floransa doğumludur. Doğumundan sonra babası çevrenin ünlü ailesine mensup bir kadınla evlenince varlıklı bir çevreye girer ve tahminen Dante’nin öğrencisi olur. Daha sonra eğitim için Napoli’ye gönderilir. Hukuk okur ama sonradan bilim ve edebiyat araştırmalarına başlar. Napoli’nin entelektüel çevresine girerek hem soylular hem de şairlerle dost olur, şiirler yazmaya başlar. Napoli kralı Roberto’nun kızı Maria’ya aşık olur ve eserlerinde onu Fiammetta karakteri olarak sık sık kullanar, ölümsüzleştirir. Ancak Maria başkasıyla evlenir ve kısa bir süre sonra veba salgınında genç yaşta ölür. Boccaccio 1341 Yılında Floransa’ya döner ve şiir yazmaya devam eder. Veba salgını 1348’de Floransa’ya ulaşır. Kara ölüm, şehrin halkının dörtte üçünün ölümüne neden olur, salgında Boccaccio’nun üvey annesi ve babası da ölür.
Boccaccio 1349 Yılında Decameron üzerinde çalışmaya başlar ve 1353 yılında bitirir. 1371 Yılında son düzeltmeleri yaptığı el yazması eser bugün hala durmaktadır. Bu eserin yarattığı etkiyle şehrin kültür faaliyetlerinde rol oynamaya başlar, Yunanca metinlerin çevrilmesini sağlar. Homeros, Euripides ve Aristoteles’in özgün dilden çevirilerinin yapılması Floransa hümanizması için çok önemli bir gelişme olur. Petrarca ile dostluğu da bu yıllara rastlar. Birbirleriyle yaptıkları fikir alışverişi Floransa Rönesans’ının bu iki edebiyatçının düşünceleriyle başlamasına yol açar. Her ikisi de Dante hayranıdır ve halk dili (ulusal dil) İtalyancanın gelişmesi konusunda büyük katkı sağlarlar.
Petrarca’nın etkisiyle Boccaccio Yunanca öğrenir, arkeoloji çalışmalarına yönelir. 1351 Yılında Padova’da buluşmalarındaki tartışmaları, fikir alışverişleri ikisi tarafından ayrı ayrı kaleme alınır. Onbeş kitap olarak Latince yazılan, bir çok klasik mitin açıklamalarınının yer almasının yanı sıra, Yunan ve Roma mitolojilerindeki tanrıların akrabalık ilişkilerini ve secerelerini anlatan ‘Genealogia deorum gentilium’ (Tanrıların şecereleri) adlı eser bu fikir tartışmalarının ürünüdür. Yüzyıllar boyunca hala referans kitabı olarak kullanılır, antik çağı en iyi anlatan birkaç eserden biridir. Bu arada Hıristiyanlığa bu fikirlerin zarar vereceğini öne süren kilise adamlarıyla savaşması gerekir. Pagan geçmişten öğrenilecek şeyler olduğunu kiliseyi ikna etmeye çalışır ve bunu makaleleriyle savunur.
Boccaccio diğer yandan Dante biyografisini yazar, Floransa’da Dante enstitüsünün başına getirilir, burada dersler verir, Ravenna’da Dante’nin Komedyası’nı halk huzurunda okur ve kitabın ismine İlahi sözcüğünü ekler. 1360-1374 Yılları arasında 106 ünlü kadının biyografisinin kaleme alındığı ‘De mulieribus claris’i yazar.
Başı siyasetten kurtulmaz, dostları başarısız darbe girişiminden sonra hapse atılınca, o da Floransa’yı terk eder ve politik görevleri bırakır. Petrarca’nın ölümüne kadar Venedik’te onunla birlikte yaşar ve yazar.
Hayatı boyunca kadınları öven, aşk dolu şiirler yazmasına rağmen, son yıllarında kadınlarla ilişkisinde hayal kırıklığına uğrar. Aşkı acı tanımlarla yazmaya başlar. 62 Yaşında kalp krizi sonucu ölür.
Decameron hikâyeleri ortaçağda, belki de önceki bin yıl içerisinde yazılmış en güzel, en başarılı ve ilk düzyazıdır.
Decameron (on gün), vebadan Floransa yakınlarındaki bir köye sığınan yedi genç kız ve üç genç erkek tarafından on gün boyunca anlatılan yüz öyküden oluşur.
Orta sınıf, tüccar sınıfın ahlakına sahip bu on genç insanın batıl inançları yoktur, pratik zekâya sahiptirler. Zekâ eser boyunca üstün tutulan bir özellik. Aptallık, cehalet, sıradanlık, basitlik ise sadece kötülenmez, cezalandırılır da. Bu temalar ortaçağ insanı için büyük bir yeniliktir. İnsanın kendi değerini bulmaya başladığı bir çağın ilk başlarındayızdır ve Decameron’da bu hissedilir. Feodal sistem ya da engizisyon düşüncesi yoktur.
Aşk en önemli temalardan biridir, çünkü kadınlara ders vermek üzere yazılan çok sayıda öykü bulunur. Kadınlara, bir söyleşi ortamındaymışçasına hitap edilir. Aşk her sosyal sınıfta görülür. Anlatıcılar her seferinde gerçek aşk ile cinsel arzuyu ayırırlar. Gerçek aşk derin ve kalıcı olarak anlatılır, oysa tutkulu arzular geçici ve genelde utanç verici sonuçları beraberinde getirir. Rönesans özelliği olan güzellik ile aşk çoğu zaman bağdaştırılır. Aşk, hedonist hayat tarzının bir uzantısı, güzellik ve uyum ile yaşanır. En karakteristik öyküleri, baştan çıkarmalarla ilgilidir.
Öykülerde kimi zaman eğlence için, komik dille anlatılan kimi zaman da ceza vermek için şiddet yer alır.
Bahçe zamandan ve mekândan kopuş anlamında hem öykülerde hem de hikayelerin anlatıldığı mimari dış çevrede yer alır. Askıya alınmış bir gerçeklik içinde yaşar insanlar burada ve toplumun baskısı, kuralları, sınırlamalarından uzaktırlar.
Boccaccio özellikle gerçek ile kurgusal karakterleri birbirine karıştırır. Kullandığı bir başka teknik ise basit bilinen bir hikâyeyi kurgusal olarak daha karmaşık ve derin hale sokmaktır. Bu kurgu ve karakterler daha sonra Shakespeare, Molière, Goldoni tarafından kullanılır.
Yine de bu öykülerde kader sıkça işlenir. Kader Dante’nin eserlerinde tanrısal bir düzenken, Boccaccio’da şeylerin doğasında olan, engellenemeyen bir şeydir. Kaderin oyunu, kader çarkı, insanın nasıl bir anda kaderin cilvesi sonucu kendini her şeyini kaybetmiş bulabileceği sık sık öykülerde işlenen konulardan biridir.
İnançlı olmasına rağmen kilise içinde iyi gitmeyen şeylerin farkındadır ve öykülerde bunları da dile getirdi. Karakterler arasında sahtekâr papazlar, paragöz rahibeler var. Ne kadın düşmanı ne de Hıristiyanlığı savunan bir tavra sahiptir. Kendi çağının normal kabul edilen değerlerinden yana ama hümanist bir tavırlıdır.
Asil duruş, cömertlik, bir erkeğin en önemli faziletlerinden biridir. Boccaccio’nun erdemli karakterleri bu özelliklere sahiptir. Öykülerin içinde önemli bir yer tutan temalardan biri, baştan çıkarma ya da kur yapma olsa da karakterler çoğu zaman sadık ve ahlaklıdır. Sevginin nasıl soyutlanmış ve temiz bir duygu olduğunu vurgular. Son, 100. öykü ahlaklı bir kadını anlatır. Boccaccio büyük eserini ahlak tablosuyla bitirmek istemiştir anlaşılan.
Suça eğilimli, kötülüklere yol açan karakterler de Avrupa edebiyatında ilk örneklerdir ve arkası gelir. Hümanizmayla iyilik, ahlak, erdem gibi vicdani değerlerin yerini zeka alır. Yeni zamanların erdemi budur: ‘erdemli olan zekidir.’ Zeka, doğal dürtüleri, doğal hakları, doğal hukukunu kavrama, bunları tatmin etmeyi bilme enerjisi ve becerisi anlamında kullanılır.
Boccaccio’nun kuraltanımaz dünyası, Antik çağdan bu yana ilk defa bir eserde kadını ana eksene yerleştirmiştir. Zaman zaman kadınların ağzından, erkeğin kadına baskın bakış açısının ipuçlarını görsek de, Atölye için bu dönemin en önemli deneyimi, bu ‘görünen kadın’ olur.