1990 yılında Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesini bahane eden Cumhuriyetçi Parti’nin başkanı baba Bush, 37 ülkenin dahil olduğu koalisyon gücü oluşturup Irak’a karşı askeri harekat düzenledi. Irak’ın yaklaşık 35 bin kayıp verdiğini, 75 bin Iraklının da yaralandığını biliyoruz. Baba Bush’tan sonra gelen Bill Clinton Birleşmiş Milletler kararına uymayan Saddam Hüsey’i uyarmak için Irak’a hava saldırısı düzenledi. Ardından ABD liderliğinde NATO, insani yardım bahanesiyle Sırbistan’ı bombaladı. Clinton Demokrat Partiliydi.
Clinton’dan sonra bir savaş baronu olan oğul Bush Cumhuriyetçilerin adayı olarak başkan seçildi. Afganistan ve Irak’a karşı görülmemiş bir emperyalist işgal başlattı. Afganistan ve Irak hâlâ kendilerine gelemediler. Irak’ta yaklaşık 1 milyon kişinin öldüğünü biliyoruz.
Ardından Demokratların başkanı Obama’nın dönemi başladı. Suriye’ye, Libya’ya askeri müdahalelerini hatırlıyoruz. Temmuz 2013’te Mısır’da Sisi cuntasının gerçekleştirdiği darbeyi, “Mısır ordusu demokrasiyi inşa ediyor.” diyerek değerlendiren John Kerry Obama’nın başkanlık döneminin Dışişleri Bakanı’ydı.
Sonra Trump iktidara geldi. Cumhuriyetçi. Şimdi sıra yeniden Demokratların Biden’ında.
Sadece savaş konusunda tutum benzerliği yok Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında. ABD’de hem Cumhuriyetçiler hem de Demokratlar serveti on yıllardır işçilerden zenginlere transfer etmeye adanıyor. İngiltere’de yayınlanan Socialist Workers gazetesinde vurgulandığı gibi 1970’lerin sonunda, ABD nüfusunun gelire göre sıralanmış en zengin yüzde 10’u, toplam gelirin takriben üçte birini ele geçirmişti. Günümüzde ise neredeyse yarısı onların elinde.
Gelir sıralamasının en üstteki binde biri, en altta yer alan ve ABD nüfusunun yüzde 40’ına karşılık gelen nüfusun toplam servetine sahip. Bu soygun, Demokratlardan Bill Clinton ve Barack Obama döneminde de tıpkı Cumhuriyetçilerden Ronald Reagan ve George Bush dönemlerinde olduğu gibi sürdürüldü.
Trump kimi zaman ABD yönetici sınıfının bazı kesimleriyle çatışıyor ve bu nedenle onların çoğu Beyaz Saray’da Biden’ı görmeyi tercih ediyor. Yine de Trump, Amerika’nın en zengin ve en güçlülerinin temsilcisi olarak görülmeye devam ediyor.
Neredeyse 170 yıl önce kölelikten kurtulan Frederick Douglass, zamanın Amerikan siyasi düzeniyle alay eden harika bir konuşma yapmıştı. Sistemin “dolandırıcılık, aldatma, inançlara saygısızlık ve ikiyüzlülük” üzerine kurulu olduğunu söyleyip “suçların üstünü örten bir perde” gibi kullanılmasını kınadı. Douglass’ın bu tanımı gerçeği ortaya seriyordu: İster Trump, ister Biden tarafından temsil edilsin, mücadele bu sistemin bütününe karşı yürütülmeli.
Yine Socialist Workers’ın altını çizdiği gibi, Trumpçılığın alternatifi Demokratlar değil. Hareket, Siyahların Hayatı Önemlidir direnişinde, kadınların yürüyüşlerinde, öğretmen grevleri dalgasında ve 40 yıldır ilk defa ortaya çıkan ulusal otomobil işçileri grevinde kök salmalı. Bu tam olarak, Biden’ın, isyancılara karşı ılımlı bir tavır alıyor gibi görünmekten korktuğu, sosyalist politikaların destekçisi olarak anlaşılmaktan imtina ettiği ve bu nedenle kasten reddettiği güçtü. Ne var ki Trump gibilerin sandıkta sahtekarlık yapmasını önlemek için böyle bir gücün harekete geçirilmesi gerekir.
Ama daha da önemlisi, ırkçılıkla mücadele edebilmek için, koronavirüsün nüfusu silip süpürmesine izin vermek yerine salgının kontrol altına alınmasını talep etmek için bu gücün büyütülmesi gerekiyor.
Sosyalist bir sınıf mücadelesi, çoktan kokmaya başlamış olan bir ceset gibi ortaya serilmiş ABD siyasetinin tek alternatifidir.
(Marksist org)