Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye ‘sinin ‘İtalyan/Roma Edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz X. Döneminin on ikinci oturumunun konusu Natalia Levi Ginzburg’un (1916-2091) Aile Sözlüğü isimli eseriydi. Faruk Sevim, yazarın hayatı, yaşadığı dönemin özellikleri hakkında bilgi verdikten sonra kitabı Atölye katılımcılarının değerlendirmesine açtı.
Natalia Levi Ginzburg 1916 yılında Palermo’da doğar. İtalyan yahudisi olan babası Giuseppe Levi, Palermo Üniversitesi’nde karşılaştırmalı anatomi profesörü olarak çalışır; daha sonra büyük bir üne sahip bir dokubilimci ve biyolog olacaktır. Lombardiyalı bir katolik olan annesi Lidia Tanzi, İtalyan sosyalist sosyoloğu Filippo Turati’nin arkadaşı ve sosyalist avukat Carlo Tanzi’nin kızıdır. Ailesindeki diğer önemli kişiler arasında annesinin amcası, psikiyatrist Eugenio Tanzi, genç yaşta ölen dayısı, müzikbilimci Silvio Tanzi ve tiyatro uzmanı, eleştirmen amcası Cesare Levi vardır.
Yazar ve ailesi 1919 Yılında Torino’ya taşınır, çocukluk ve gençlik yıllarını Torino’da geçirir. 11 Yaşına kadar okula gitmez, evde eğitim alır. 1935 Yılında liseden mezun olur ve edebiyat fakültesine kaydolur. Ancak ırkçı yasalardan dolayı bu fakülteden mezun olamaz.
Rusya göçmeni Rus edebiyatı uzmanı, bugün büyük ve saygın bir yayınevi olan Einaudi’nin kurucularından Leone Ginzburg ile evlenir. Leone Ginzburg, faşizme karşı görüşleri yüzünden 1940 yılında sürgüne gönderilir, 1943 yılında Roma’da yasa dışı yayın yapmaktan tutuklanır ve işkencede öldürülür. Ginzburg, çocuklarıyla birlikte önce teyzesinin Floransa’daki evine, sonra Roma’ya bir arkadaşının evine, daha sonra da Einaudi yayınevinde editör olarak Torino’ya ailesinin yanına gider ve edebiyat çalışmalarını sürdürür. 1950 yılında, Trieste’de İngiliz edebiyatı profesörü olan ünlü eleştirmen Gabriele Baldini ile evlenip Roma’ya taşınır. 1960 yılında Londra İtalyan Kültür Derneği’ne müdür olarak atanan kocasıyla beraber Londra’ya, sonra tekrar Roma’ya döner.
Aile Sözlüğü romanı 1963 yılında yayınlanır ve İtalya’nın en prestijli ödüllerinden olan ‘Strega’” ödülünü kazanır. Eşi 1969 yılında ölünce Natalia kendini daha fazla edebiyata adar. 1983 Yılında İtalya Komünist Partisi listesinden milletvekili olur ve ekmeğin fiyatının azaltılması, Filistinli çocuklara yardım, tecavüz davalarındaki kovuşturma ve evlat edinme kanunlarında reform yapılması için mücadele eder. İtalyan komünistlerinin 1990 yılında Demokratik Sol Parti adı altında yeniden adlandırılmasını şiddetle eleştiren Natalia Ginzburg, bunu kişisel bir acı olarak taşır. Ölümünden iki gün öncesine kadar çalışmalarını sürdüren yazar, son olarak “Einaudi” yayınevinin ‘yazarların çevirdiği yazarlar’ serisi için Maupassant’ın bir çevirisini tamamlar. 1991 Yılında Roma’daki evinde ölür ve haber kültür dünyasını mateme boğar.
Faşizm İtalyası döneminin güçlükleri, zulmü, trajedileri ve yol açtığı ölümler dramatik bir şekilde Natalia Ginzburg’un hayatını çizer. İkinci Dünya Savaşı öncesi, sırasındaki ve sonrasındaki dönemi dingin, abartısız, yalın anlatımıyla yansıtmış, yeni bir yaşama uyum sağlamak gibi güç bir görevle baş başa kalan savaş sonrası kuşağın hüzünlü öyküsünü, çelişkilerini en küçük bir yapaylığa düşmeden, büyük bir gözlem ve anlatım gücüyle okuyucularına aktarmıştır. Bu tarihsel dönem, büyük dönüşümün ve hızlı ekonomik gelişmenin yaşandığı bir süreçtir ve yazar bu dönüşümün sosyal ve kültürel hayata yansımalarını, yarattığı travmayı eserlerinde canlandırır.
Romanlarını, öykülerini, denemelerini gerçekle yoğurmuştur ki bu Natalia Ginzburg’un evrensellikle buluştuğu noktadır. Gerçekliğin arayışında insanların ruhlarına nüfuz etmiş, insan ilişkilerini ustalıkla incelemiş ve yerinde psikanaliz yaparak, gerçeği ortaya koymaya çalışmıştır. Gerçeklik, yaşamının merkezindedir. Yazdıklarının anlamı, ağırlığı ve önemi yüzeyin altında ve satır aralarında kendini göstermektedir.
Natalia Ginzburg’un hemen hemen bütün eserlerinin başlıca motiflerinden biri ölüm motifidir. Çünkü kendi yaşamı da sevdiklerinin trajik ölümleri nedeniyle acılarla geçmiştir. Ona göre ölüm tek kaçınılmaz sondur. İntihar, başka bir çıkış yolu yoksa, insanın hür seçimidir. Romanlarındaki kişilerin acılarını büyük bir merhametle izler, ancak onları bu acılardan kurtarmak için hiçbir şey yapmayı denemez, onlara hiçbir yol göstermez.
Natalia Ginzburg, Aile Sözlüğü’nde aile yaşamının inceliklerini, ayrıntılarını, tartışmalarını büyük bir başarıyla, gerçekçi bir bakış açısıyla anlatır. ‘Gerçek ve yalan içimde birbirine karışmıştı.’ Kitap, İtalya’nın faşizm öncesinin, faşizm döneminin ve faşizmden kurtuluş dönemlerinin, bir aile üzerindeki etkisini, ailenin değişimini gözler önüne koyar. ‘Faşizmin yakında bitecek gibi göründüğü mutlu, neşeli bir dönem olarak konuşuyorlardı.’, ‘Babamın ve annemin dostları arasında çoğu faşist olmuştu ya da en azından, onların hoşuna gidecek kadar faşizm karşıtı görünmüyor ya da bunu açık açık söylemiyorlardı.’, ‘Babama kalırsa, faşizme karşı elden gelebilecek hiç, ama kesinlikle hiçbir şey yoktu….Anneme gelince, bir gün birinin, bir yolunu bulup Mussolini’yi alaşağı etmesini iyimserlikle bekliyordu.’, ‘İşte can sıkıcı yaşam yine başlıyor.’,’ Evimize yeni yeni sözlükler girmişti. “Artık Salvatorelli’yi çağıramayız, başımız derde girebilir”…. “Şu kitabı evde tutmayalım. Bakarsın arama yaparlar”…” “Sokak kapımız gözaltında bulunuyor… Orada hep sırtında yağmurluk olan bir herif duruyor”… “Paola da gezmeye çıktığında hep izleniyormuş gibi bir duyguya kapılıyordu.’, ‘Miranda’nın anne ve babası, bizler kendi halinde insanlarız! Kendi halinde insanlara kimse, hiçbir zaman bir şey yapamaz! diyordu’ Böyle düşünülür ama sessizce faşizm geliverir. ‘Faşizm, yakın bir zamanda, hatta herhangi bir zamanda tarihe karışacağa benzemiyordu.’, ‘Kimse kimseye umut sözleri söylemiyor, ortalıkta ne idüğü belirsiz bir korku kol geziyordu.’, ‘Papaz yönetimi her zaman için, faşizmden iyidir gene de, diyordu annem. Aynı şey diyordu Mario. Aynı!’, ‘Mussolini de, faşizm de çoktan yok olup gitmişti çünkü; bu yüzden, komünistlere karşı bir koşnutsuzluk kalmıştı annemde.’, ‘Annem komünizmden korkmaya başlamıştı.’
Basit bir aile destanı gibi başlayan bu kitabın satır aralarına tarihi gerçeklik, etkileyici karakterlerle nakış gibi işlenir. Disiplinli, sert kişilikli ama kararlı bir antifaşist olan bir baba ve sosyalist kökenli bir aileden gelen sakin bir annenin çelişkili dünyasında büyüyen Natalia, yıllar sonra kaleme aldığı Aile Sözlüğü kitabında yalın bir üslupla, kişiliğinin ve yapıtlarının temelini oluşturan ailesine ışık tutar. ‘Babam fıkralara çok kızardı. Şakacık derdi. Şakacıklardan sadece faşistlere karşı olanlara katlanabiliyordu.’, ‘Antifaşistler giderek azalıyordu. Babam birinin öyle olduğunu duyunca, hemen keyiflenirdi.’, ‘Babam, her yaptığı işte olduğu gibi, şiddet kullanarak araya girerdi.’, ‘Babam odadan çıkar çıkmaz rahatlıyorlardı (ağabeyleri), çünkü hoşgörüsüzlükleri annemi kapsamıyor, sadece babama yönelik oluyordu.’, ‘Hıncını Mussolini’den mi, yoksa hala dönmemiş Alberto’dan mı çıkarmaya çalıştığını anlayamazdık.’,’Gino, Adriano’nun faşistlere karşı olduğunu ve gene Turati’nin arkadaşı bir sosyalistin oğlu olduğunu söylemiş olması nedeniyle babam ona hiç zenci demezdi.’
Romanda atölyemizin üzerinde durduğu, ayrımcı, ırkçı (zenci deyişi) , cinsiyetçi bazı söylemlere rastlanıyor. ‘Hep bilinir ya, Museviler çirkindir zaten.’, ‘ Çok çirkin çünkü bir Seferad Yahudisi. Ben Aşkenazi Yahudisiyim, bunun için o derece çirkin değilim.’ Alberto karısı Miranda’ya ‘Sen hasta değilsin, sadece ikinci sınıf malzemeden yapılmışsın,’ diyordu.
Bu söylemler yazarın kendi görüşü olmayıp, gözlem yaptığı insanlardan kaynaklanıyor. ‘Paola Ablam çalışmazdı ama bu babam için önemli değildi; kızdı o ve babama göre kızlar, çalışmaya pek istekli olmasalar bile zararı yoktur, çünkü nasıl olsa evlenirler.’, ‘Paola Ablam Adriano ile evlenince babam artık ona hiçbir şey diyemezdi, artık onun hiçbir şeyini ne yasaklayabilir, ne de ona bir şey buyurabilirdi.’,’Hizmetçilerle politika konuşmanı yasaklıyorum.’, ‘Aptal hizmetçiler sözde iş görürdü.’, ‘En az onlar kadar aptal ve hortlağa benzer yeni hizmetçiler gelirdi.’, ‘Beni anlatırken kızım Ginzburg demeye başladı. Çünkü o her zaman durum değişikliklerini tanımlamaya hazırdı ve evlenen kadınları hemen kocasının soyadıyla çağırırdı.’ ‘Irkçı kampanyanın başlamasıyla…’
Yazarın dilini Atölyemiz barışçı olarak değerlendirdi. En karmaşık konular, tutuklamalar, devlet baskısı, dünya savaşının etkileri yalın ve duygusal olarak insanları rahatsız etmeyecek şekilde anlatılıyordu.
Natalia’nın babasının hoşlanmadığı insan davanışları için söylediği ‘zenci’ ve ‘eşek’ kelimeleri Atölyemiz tarafından ayrımcı bulundu. Babanın, anneyi sürekli aşağılaması, hor görmesi, genel olarak kadınları küçümsemesi cinsiyetçi bulundu.
Babanın anti-faşist tutumu, insanların faşizme karşı mücadele etmesi gerektiğini sürekli söylemesi, kendi evini, ailesini tehlikeye atacak biçimde kaçakların barındığı bir yer haline getirmesi övgüye değer bulundu.
Annenin özgürlükçü, özgüveni yüksek, iyimser davranışları olumluydu. Faşizmin tüm baskılarına rağmen sürekli kocası ve çocukları için koşturması, sürekli onlar için çabalaması değerliydi..
Kitapta İtalya’da savaşın nasıl başladığı anlatılırken, bir kaç yıl (1939-1942) savaşın gündelik yaşama olumsuz etkisinin olmadığı, ama 1942’den sonra birden her yerde bombaların patladığı ve savaşın gerçek yüzünün göründüğü, faşizm günlerinde yazarların, şairlerin perhiz yaptığı, sadece düşler kurdukları anlatılıyor. Faşizmin yapabileceklerini bilemeyen insanların düşünce dünyası ‘Bizler kendi halinde insanlarız, kendi halinde insanlara kimse hiç bir zaman bir şey yapmaz.’ Yanılgısındadır ama insanlar bir nedenle, kitapta sırf yahudi oldukları için tutuklanırlar, toplama kamplarına gönderilirler, onlardan bir daha haber alınamaz.
‘Oysa ki savaştan sonra dünya sonsuz, tanınmaz ve sınırsız görünür olmuştu.’
‘Gene de, savaş biteli çok olduğunda bile, o, savaştan korkmayı sürdürdü; hepimiz gibi. Çünkü böyle olur, savaş biter bitmez, hemen yeni bir savaştan korkmaya ve hep onu düşünmeye başlarız.’