Konusunu ‘Polisiye edebiyatında savaş ve barış’ olarak belirlediğimiz VI.Dönem Edebiyatta Savaş ve Barış Atölye’sinin, 08.01.2015 tarihinde yapılan yedinci kitap sunumunda Didem Arslanoğlu, İtalyan yazar Antonio Tabucchi hakkında bilgi verdikten sonra kitabını tartışmaya açtı. 1960Lı yıllarda gittiği Paris’de, Portekizli yazar Fernando Pessoa’nın, 1928 yılında yazdığı ‘Tütüncü Dükkanı’ isimli şiirle tanışması, Tabucchi’nin yazarlık felsefesinin oluşmasında büyük bir etki yaratır. Pessoa’nun karamsarlığı ve ölçülü umudu, Tabucchi için bir karar noktasını oluşturur. Yazarın Portekiz’e ve Portekizceye, bu ülkeye, diline ve edebiyatına yönelmesindeki en büyük etken, işte Fernando Pessoa’nın yapıtlarına duyduğu bu hayranlık ve onu ana dilinden okuma arzusu olur. Nitekim ölümünden sonra Portekiz Kültür Bakanı onu ‘En Portekizli İtalyan’ olarak tanımlar. ‘Bu kitabı başka bir dilde yazmak mümkün değil’ denilen, kavurucu bir temmuz sıcağına teslim olan işsiz güçsüz Lizbon’da bir pazar gününü anlatan ‘Requiem’i Portekizce yazar.
Tabucchi’nin edebi arayışının özünde ‘ben’in keşfinin yer aldığına vurgu yapılır. Eserlerinde ölüm’le iletişim kurmaya çalışır. Zaman önemli bir tema olarak kullanılır.
Doğa ve Kent olguları çok büyük önem taşımaktadırlar. Kentlerinin merkezleri yoktur. Kahramanın kaybolduğu dağınık bir labirenttir.‘Küresel köy’ simgeleri bulunmaz, henüz küreselleşme tarafından işgal edilmemiş, Avrupalı bir alandır. Kent bir labirentken, doğa karakterlerin huzur bulabilmek için çekildikleri, toplumdan uzaklaşmak isteyenlerin veya uzaklaştırılanların sığındıkları yerdir.
Atölyemizin konusu olan Damasceno Monteiro’nun Kayıp Başı eserinde, kentte yaşayanların nefret ettikleri Çingeneler, ormanlarda yaşarlar. Doğa ile özel bir ilişkiye sahiptirler. Doğa ve özel olarak, deniz kıyısı, birçok gizemli olayın çözüldüğü, cinayet işleyen suçluların bulunduğu veya fantastik ve hayali buluşmaların gerçekleştiği yerdir.
Özgürlükler, özellikle de basın özgürlüğü, basın üstünde iktidarların baskı ve sansürü, Tabucchi’nin politik yaşamında önemli mücadele alanları olur. Berlusconi’nin basın üstündeki baskılarına, Salman Rüşti’nin Şeytan Ayetleri kitabı hakkında yürütülen kampanyalara karşı çıkar. Sansür ve baskılara karşı 1993 yılında kurulan Uluslararası Yazarlar Parlemento’sunun kurucu üyeleri arasında yer alır. Bir röprtajında ‘Faşizm derin bir tarihi yaradır ve henüz iyileştirilmiş de değildir,’ der.
Atölye’de, Antonio Tabucchi’nin Damasceno Monteiro’nun Kayıp Başı isimli eserinin, bu dönemde okuduğumuz polisiye eserlerler farklı bir yerde durduğunu konuştuk. Dili,özenli sözcük seçimi, işleyişi, konusu ‘kayıp kesik baş’ üstüne olsa da hikayenin kuruluşu açısından barışçıl olarak değerlendirdik. Antonio Tabucchi adeta Atölye’mizin bir üyesiydi.
Bir polisye eserden farklı olarak gizem yoktu. Kitabın hemen başlarında, okur olarak bizler roman başkişisi gazeteci Firmino’dan biraz önce katilin kim olduğunu öğreniyorduk; polis devleti. Toplum dışında kalanların, çingenelerin, travestilerin, hatta mesleği avukat bile olsa, toplumun genelinden farklı olanların, devletin resmi güçlerince dışlanmaları, aşağılanmaları, hafife alınmaları,öldürülmeleri, onları ‘olağan suçlu’ ve ‘olağan vakalar’ sınıfına sokuldukları için kabul edilebilir kılınır.
İşlenen cinayetler çok çaba harcanmadan çözülüyordu. Ancak adalet sisitemi bir komedyayı andırır. Ülke neresi olursa olsun, biz zaten bu suçluları, bu suçların işleniş biçimini biliyoruz. İtalyan yazarın, Portekiz’de işlenişini anlattığı cinayetin, devlet güçlerinin, suçluların, polis ve mahkemelerin işleyişiyle komediye dönen yargılanma biçimlerinin, Türkiye’de işlenmediği, bu adalet sisteminin Tüğrkiye’de yaşanmadığını kim söyleyebilir? Pislikler, devlet eliyle halının altına süpürülüyor.
Kitap da nitekim, adaletin nasıl ve kimler tarafından sağlanacağının, sağlanıp sağlanmayacağının soru işareti olarak bırakılmasıyla bitiyor.
Kitapda Salt Hukuk Kuramı ile anılan Hans Kelsen’in (1881- 1973)) hukuk teorisini, sosyolojik ve politik unsurlardan ayrı bir kapsamda incelemeye çalışmasına vurgular yapılır. Avukat Don Fernando, saf hukuk teorisinin temel konusu insan davranışının kontrol edilmesine, takıntılı biçimde bağlıdır. Hikâye boyunca yazar bize sürekli olarak sorular sordurur: Kuram, gerçekle ne denli ilintilidir? Ve edebiyat bu acımasız dünyayla bir bağ kurup onu yansıtabiliyor mu?
Tabucchi bize’Bu öykülerden bazıları kitabımda yaşam bulmadan önce gerçekte var olmuşlardır. Ben onları dinlemekle ve kendime göre anlatmakla yetindim,’der. Geçmişin zamanıyla bugünkü zamanı üstünde düşünmemizin zamanının geldiğini söylüyor. O acıları bir kez daha yaşamamıza gerek yok. Geçmişte yaşanan acıları, yeniden yaşanmamak için düşünelim!