"Barış 2012″ Kampanyası Basın Metinleri – 1 Ocak/31 Aralık 2012

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

5 Ocak 2012 – İnsan Zincirine Çağrı – İstanbul

Milli Savunma Bakanı, İçişleri Bakanı ve Genelkurmay Başkanı istifa etmelidir!

Uludere’de devletin halkı bombalaması sonucunda 35 kişi öldü. Çoğu çocuk 35 kişinin ölümünü hükümet yetkilileri, “operasyon hatası” olarak değerlendirdi. Ortada bir operasyon hatası yok, basbayağı bir cinayet var. Aralarında DurDe aktivistlerinin, aydınların, sanatçıların, gazetecilerin ve aktivistlerin olduğu bir grup, Uludere’ye taziye ziyaretine gidiyor. Bizler de Barış İnisiyatifleri çatısı altında bir araya gelen kurum ve bireyler olarak, 7 Ocak Cumartesi günü, sorumluların istifa etmesi için saat 15.30′dan itibaren Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi yapıp, Uludere’den dönen arkadaşlarımızın tanıklığını dinleyeceğiz. Ardından saat 16.00′da katliamın sorumlularının istifa etmesi için insan zinciri oluşturacağız.

Barış İnisiyatifleri 

7 Ocak 2012 – İnsan Zinciri – İstanbul

 “Uludere’de insanlık suçu işlendi! Sorumlular istifa etmeli, yargılanmalı!

Yeni yıla girerken, çocuk bedenlerinin F-16 tarafından bombalandığını, paramparça edildiğini öğrendik. Uludere’de 35 insan, savaş uçakları tarafından bombalandı. Yaşamlarının baharında apaçık bir devlet şiddetiyle öldürüldü. 2011′in son günlerinde, savaşın, militarizmin, şiddetin ne anlama geldiğini bir kez daha gördük. Uludere’de gerçekleşen devlet eliyle işlenmiş bir katliamdır! Ne hükümetin uzun süren sessizliğinin ardından yaptığı nobran açıklamalar, bakanların iddia ettiği “Operasyon kazasıdır” beyanları ne de  Genelkurmay’ın yapay açıklaması, bu gerçeği gizleyebilir.

Dışişleri Bakanı Davutoğlu, insansız savaş uçakları, Predatörlerin Türkiye’ye geldiğini müjdelediğinde, bizler, “Görmüyor musunuz, Predatörlerinizden kan damlıyor!” demiştik. ABD’nin Irak işgalinde kullandığı ve yüzbinlerce masum Iraklının ölümünde kullanılan Predatörler, Kürt sorununun adil, demokratik ve barışçıl çözümünde hiçbir işleve sahip olamazdı. Olmadı da. Genelkurmay, Predatörlerin sınıra doğru bir hareketlilik gözlediğini ve bombardımana bu bilginin yol açtığını söylüyor.

Ve onlarca çocuk, bombalanarak öldürülüyor!

Bizler, barış duygusunun hâkim olması için çabalayanlar, bu katliam karşısında ne diyebileceğimizi bilemiyoruz.

Ölü genç bedenler, katırların sırtında, battaniyelere sarılı olarak taşınıyor.Kardeşlerimiz artık konuşamayacak, gülemeyecek, değişen mevsimleri göremeyecek… devlet şiddetiyle çekilip alındılar aramızdan.

Ama şunu biliyoruz: barış mücadelemize ara vermeyeceğiz.Ve şunu biliyoruz: bu katliama katılan, onay veren, katliamın siyasi sorumluluğunu yapanlar hesap vermeden, görevlerinden istifa edip yargılanmadan, 2011 yılı bizim açımızdan asla bitmiş olmayacak.

Bu yüzden, hükümet derhal özür dilemelidir! Ölenlerin ailelerine verilecek 100’er bin lirayı bir lütuf gibi açıklamaktan utanmalıdır. “Kan parası” değil istediğimiz. Sorumluların hesap vermesi. Kan hiç bir zaman silinmez, devlet terörü, Kürt halkının yüreğinde yeni bir yara daha açtı. Bu kan, ancak adaletle susabilir.

Bu yüzden adalet istiyoruz.Adalet için sorumluların derhal istifa etmesini istiyoruz!

Irkçı, savaşı tırmandırmayı hedefleyen açıklamalar yapan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin istifa etmelidir.

Açıklamasında 35 sivilin öldürüldüğüne hiç değinmeyen ve bu katliamı teröre karşı mücadele azmine bağlayan Genelkurmay Başkanı istifa etmelidir!

F-16′lara sivillerin üzerine bomba yağdırma emrini veren Hava Kuvvetleri Komutanı istifa etmelidir!

Biz, kardeşlik, adalet ve barış  mücadelesi verenler,  bir kez daha söylüyoruz: katliamın sorumluları hesap verene kadar bu yıl bizim için sonlanmayacak!

Yüzünüz biraz kızarıyorsa, vicdan denilen duygudan çok az nasibinizi almışsanız, bir daha insan içine çıkmazsınız.

Başbakan, “devlet halkını bombaladı” haberine çok kızdı!

Istediğiniz kadar kızın! İşte apaçık gerçek. Işte 35 ölü, parçalanmış beden. O insanlar Kürt oldukları için öldürüldüler. O insanlar, devlet tarafından öldürüldüler.

Bu katlilamın siyasi ve askeri sorumluları hesap verene kadar mücadeleye devam edecğiz.

Bu hesap sorulmadan, barış ve çözüm üzerine konuşmak boş nutuk atmak anlamına gelecektir çünkü.

Evet! Ölüm değil çözüm istiyoruz. Ama çözüm için Uludere katliamının sorumluları hesap vermelidir!

Barış İnisiyatifleri adına Ayşe Demirbilek

 

8 Ocak 2012 – Hrant Dink Davası’na Çağrı – İstanbul

24. DURUŞMA! AYNI YERDEYİZ!

10 Ocak 2012 SALI, Saat 10.00, Besiktas Iskele Meydani

Hrant Dink’in katledilisinin uzerinden 5 yil geçti. 24. kez sahnelenen temsilde bir arpa boyu yol kat edilmedi.  Biz bu davanin tanigiyiz, takipcisiyiz, nobetcisiyiz. Tehdit eden de, isaret eden de, pusu kurup tetik cektiren de, ceken de; bütün suç ortakları tek tek yargı karşısına çıkana dek bu dava bizim için bitmeyecek! Adalet nobetimizi tutmak, davamiza sahip cikmak, “Bu dava boyle bitmez!” demek icin, 10 Ocak SALI sabahi saat 10’da, ayni yerde bir araya geliyoruz.

HRANT ICIN ADALET ICIN!

Hrant’in Arkadaslari

 

10 Ocak 2012 – Hrant Dink Davası Basın Metni – İstanbul

“Beş yılın sonuna yaklaştınız.

Bizler değil siz.

Beş yıl boyunca gerçek katilleri, O’nu aramızdan kalleş bir pusuyla çekip almak için tuzak kuranları, cinayete giden yolun kanlı taşlarını döşeyenleri devlet kalkanının ardında gizlediniz.

Beş yıl boyunca delilleri kararttınız; gerçek katilleri günışığına çıkaracak kanıtları gizlediniz, sakladınız.

Beş yıl boyunca önümüze üç beş tetikçi çıkardınız ve bununla yetinmemizi istediniz.

Tam beş yıldır bunu sinsi, soğuk bir inatla sürdürdünüz. O’nun ardından yürüyen yüz binler, O’nun ardından ağlayan milyonlar sizleri etkilemedi. Soğumuş yürekleriniz hiç kanamadı. Adaletin devleti size çok uzak. O yüzden bizlere devletin adaletini göstermeyi yeğlediniz.

Gördük.. Beş yıl boyunca sadece bunu gördük…

Artık beş yılın sonuna yaklaştınız.

Biz değil siz.

Bizler genç ve yaşlı, kadın ve erkek Hrantlarız…

Beş bin yıldır adalet arayan büyük insanlığın çocuklarıyız…

İçimizden birini, Hrant Dink’i pusu kurup öldürdünüz, saflarımızdan çekip aldınız. Ama bilin ki biz çokuz. Biz yedi iklim dört bucakta ve adalet için dimdik ayakta Hrantlarız…

Bugün beş yılın neredeyse sonu ve 24. duruşma günü. Hâlâ tek adım atmadınız, hâlâ gerçek katilleri saklamaktasınız.

Ama bilin ki bizler, biz Hrantlar çok sabırlı ve çok inatçıyız.

Beş değil 95 yıl bile geçse ellerimiz gerçek katillerin ve onları koruyup kollayan sizlerin yakasındadır.

Bugün, bu meydanda bir kerre daha haykırıyoruz. Sesimiz kulaklarınızda çınlayacak ve uykularınız kaçacak. Duyun işte sesimizi:

Hrant İçin Adalet İçin…”

Hrant’ın Arkadaşları adına Aydın Engin

 

15 Ocak 2012 – Hrant Dink Anması’na Çağrı – İstanbul

19 Ocak Perşembe 13.00’de Taksim Meydanı, 15.00 Agos’un önü

Hrant Dink’i yok ettikleri günden bu yana tam beş yıl geçti. Beş yıl önce onu yüz binler İstanbul caddelerinde akarak, milyonlar ağlayarak uğurladı.

Beşinci yılında o büyük dayanışmayı, o sessiz çığlığı, o çok büyük anlam taşıyan demokratik çıkışı tekrarlamak dileği ve umudundayız.

Beş yıl boyunca cinayetin yargılanma sürecini hepimiz içimiz burkularak, öfkelenerek, isyan ederek izledik. Karşımıza üç beş tetikçi çıkardılar ve bununla yetinmemizi istediler.

O yüzden 19 Ocak 2012 Perşembe günü Hrant Dink’i olabildiğince büyük bir kitlenin katılımıyla anmak daha da bir anlam ve önem kazanıyor.

Ama bunu olabildiğince geniş kesimlere duyurmakta ve katılımlarını özendirmekte sizin yardımınıza, desteğinize şiddetle ihtiyacımız var. Katkılarınız olmadan bunu başaramayız.

19 Ocak Perşembe günü saat tam 13’de Taksim Meydanının Elmadağ’a olan yönünde toplanacağız ve AGOS’un önüne yürüyeceğiz.

Slogan yok. Örgütsel flama, bayrak yok. Bu sessiz bir çığlık.

Önümüzdeki Pazartesi, Salı ve Çarşamba boyunca ulaşabildiğiniz herkese, üyesi olduğunuz her maiel grubuna, meslek örgütüne, STK’yabu çağrıyı duyurmakta bize omuz verin.

19 Ocak günü kendinizin de o yürüyüş kolunda  saf tutun.

Şimdiden teşekkürler…

Hrant’ın Arkadaşları

 

15 Ocak 2012 – Hrant Dink Davası’na Çağrı – İstanbul

17 Ocak SALI, saat 10.00’da, Besiktas Iskele Meydani’nda

Emniyetiyle, jandarmasiyla, istihbaratiyla, medyasiyla, hukumetiyle, muhalefetiyle Hrant’i aramizdan almaya karar vermis olanlar simdi de adalet saraylarinda bir karar daha verecekler.

Diyecekler ki “Biz masumuz, suclu bu üç tetikcidir!” Bilmedikleri bir sey var; biz bitti demeden bu dava bitmeyecek!

Yine oradayiz!

Hrant’ın Arkadaşları

 

16 Ocak 2012 – İncirlik Üssü kitap tanıtımı –  İstanbul

İncirlik Üssü, ABD’nin Üs Politikası ve Türkiye

Selin M. Bölme, İletişim Yayınları 2012

“Teröre karşı savaş” yeni yüzyılda, küresel imparatorluğunu kurmak, dünya sistemine egemen olmak isteyen A.B.D.’nin, bu amaca yönelik olarak kurduğu baskı sisteminin adıdır. Politik ve ekonomik çıkarları çerçevesinde bu baskı sisteminin kurulmasını ve sürekliliğini sağlayan en önemli ve vazgeçilmez araçlar ise askeri üslerdir.

Bugün dünyada 130’dan fazla ülkede, 737’si Amerikan olmak üzere, diğerleri Rusya, Çin, İngiltere ve İtalya’ya ait, 1.000’den fazla bilinen askeri üs bulunmaktadır. Ayrıca çok sayıda bilinmeyen üslerin varlığı da bilinmektedir. Bu üsler küresel genişleme, egemenlik kurma, ülkeleri, bu ülke insanlarını ve doğal kaynaklarını denetim altında tutma stratejisinin bir parçasını oluşturmaktadır.

Pentagon sözcüsüne göre: “Askeri birliklerin amacı Amerikan ulusu için savaşları kazanmak, en ufak bir politik sınırlama yaşamadan A.B.D.nin çıkarlarını koruyacak şekilde gerekli yerlerde etkin bir biçimde bulunmaktır”.

•    Askeri üsler bulundukları ülkenin yerleşmiş koşullarını sürdürmek amacıyla vardırlar.

•    Askeri üsler, düşman olarak adlandırılan ülkeleri kuşatmak için vardırlar.

•    Askeri üsler, A.B.D.nin denizlerdeki üstünlüğünü sağlamak amacıyla vardırlar.

•    Askeri üsler, askeri personelin eğitilmesi için kurulurlar.

•    Askeri üsler, askeri müdahalelerde sıçrama tahtası olmaları amacıyla kurulmuşlardır.

•    Askeri üsler, konvansiyonel ve nükleer savaşlarda, istihbarat amacıyla, iletişimi, denetim ve komuta etme olanaklarını kolaylaştırmak amacıyla vardırlar.

•    Askeri üsler, yeni petrol ve doğal gaz kaynaklarını denetlemek ve güvence almak amacıyla vardırlar.

•    Askeri üsler, bulundukları ülke yönetimlerini denetleyebilmek ve onlar üzerinde etkili olmak amacıyla vardırlar.

•    Askeri üsler, misafir olunan ülkede “kendi bayrağı”nı dalgalandırarak güç gösterisinde bulunmak amacıyla vardırlar.

•    Bugün her ne kadar söylenmesi erken de olsa, kara, deniz ve hava’da üstünlüğünü kuran A.B.D., ayda Rover üssünü kurarak  uzayda da egemenliğini ilan etmek istemektedir.

İncirlik Üssü Türkiye’deki Amerikan üslerinin en eskisi ve jeo-politik ve stratejik olarak en önemlisidir. Hukuki durumu bugün dahi tartışmalı olan üs, Pentagon kaynaklarına göre “39.th Air Base Wing” ( 39.Hava Kanat Üssü),  T.S.K. kaynaklarına göre 10.Tanker Üssü olarak anılmaktadır.

2005 Yılında yayınlanan ancak bugüne kadar reddedilemeyen raporlara göre, İncirlik Üssü’nde  1998 yılından bu yana  90 adet B-1 tipi nükleer başlık bulunmaktadır. Her bir B-1  başlık, Hiroşima ve Nagazaki’yi 9 dakikada yok eden bombalardan 9 kat daha güçlü bir tahrip gücü anlamına gelmektedir.

İncirlik Üssü, 1990 Körfez Savaşında, 2001’den itibaren Afganistan ve Irak işgallerinde yakıt ikmali ve operasyon lojistik destek gücünün ana üssü olmuştur.

2004 Tarihinden itibaren Üs, Irak’tan Amerika’ya dönen, ya da kısa süreli geri hizmete, hava değişimine gönderilen askerlerin konaklama ve transfer merkezi olarak kullanılmaya başlanmıştır. İncirlik bu dönemdeki kullanımı ile A.B.D.’nin en büyük “askeri kıtalarının yer değiştirme yeri” olarak kabul edilmiştir.

Ağustos 2010 tarihinden itibaren Irak’dan A.B.D. askerlerinin çekilmesi programı çerçevesinde, bir bölümünün ülkelerine bir bölümünün ise Afganistan’a yönlendirilmesi için “ara durak”, transfer üssü olarak kullanılmıştır.

Gerek Afganistan Operasyonları, gerekse, Irak Operasyonları için İncirlik Üssü’nün kullanılması, BM ve NATO anlaşmaları ihlal edilerek ve halktan gizli kararnamelerle yürütülmektedir.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu 2005 – 2007 – 2009 yıllarında olmak üzere ülke genelinde  üç “İncirlik Üssü Kapatılsın” kampanyası yürütmüştür.

Bilgi Edinme Yasası’nın sağladığı hakla, Başbakanlığa, 2005 yılında, 2003 yılında imzalanan İncirlik Üssü’nün kullanımına ilişkin gizli kararnamenin içeriği sorulmuş, 2005 yılında, Anayasa’nın 92.maddesi ihlal edildiği gerekçesiyle, gizli kararnamenin iptal edilmesi için dava açılmış ve geçmiş kararnamelerin iptal edilmesi kararı Danıştay’dan çıkmıştır. Kararnamenin iptal davası temyizden on beşe karşı on dört oyla dönmüştür.

“İncirlik Üssü, Türkiye’de Amerikan karşıtlığının, dış politika tartışmalarının önemli bir dayanağı olmuş ve ülkedeki Amerikan varlığıyla özdeşleşmiştir.” Selin M.Bölme, İncirlik Üssü’nü, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde bu gerçek doğrultusunda doktora tezi konusu yapmıştır. 2010 Yılında sunularak kabul edilen tez, İncirlik Üssü ekseninde değişen siyasal dönemleri, Türkiye Siyasi Tarihi’ni ve II. Dünya Savaşı sonrası ABD’nin inşa ettiği hegemonyayı anlatmaktadır. 40 Sahifelik tez İletişim Yayınları tarafından basılmış ve bu hafta satışa çıkartılmıştır.

Kitabın bir diğer özelliği de düzeltisinin Küresel BAK aktivistlerinden Tayfun Mater’in yapmış olmasıdır. Değerli bir çalışma ürünü olan kitap, savaş karşıtı kampanya yürütenlerin önemli bir başucu kitabı olmaya adaydır.

Nilüfer Uğur Dalay

 

17 Ocak 2012 – Hrant Dink Davası Basın Metni – İstanbul

“Biz Hrant için içeride neye göre karar vereceklerini biliyoruz.”

Bu karar devletin kararıdır. Emniyetiyle, jandarmasıyla, istihbaratıyla, yargısıyla, medyasıyla, hükümetiyle, muhalefetiyle beş yıl önce Hrant’ı aramızdan almaya karar vermiş olanlar şimdi adalet saraylarında bir karar daha verecekler. İki, üç tetikçinin işi diyecekler. Karanlık dünyalarında gizlenmeye çalışacaklar. Bunu nasıl başarabilirler. Biz onları tanıyoruz.

Bilmedikleri bir şey var, biz bitti demeden bu dava bitmeyecek. İki gün sonra arkadaşımızı aramızdan almalarının 5. yılı olcak. Tam beş yıldır yüzlerine haykırdığımız gibi sözümüzü yineleyeceğiz. Katilsiniz. Ve akıttığınız kanımız ancak adaletle susacak. 19 Ocak’ta, Taksim’den Hrant’a doğru yürüyeceğiz. Saklandığınız yerlerden bir bir bulup çıkarana kadar sokaklarda olacağız.”

Hrant’ın arkadaşları adına Garo Paylan

 

17 Ocak 2012 – Hrant Dink’in Avukatlarının Açıklaması

Bu Dava Yeni Başlıyor

Bu karar yerleşik bir geleneğin bozulmadığı anlamına geliyor. Devletin siyasi cinayetler ve ötekileştirdiği vatandaşlarına düşmanlık geleneğinin… Gelenek bozulmadı. Geleneğin bozulmasına izin vermediler. Bu devletin katil, halkını bombalayan, imhacı, suikastçı, katliamcı, kundakçı gibi sıfatlarla anılmasından, devletin bu sözcüklerle birlikte anılmasından çok rahatsız olanlar, devleti bu sıfatlardan arındırmak için ellerindeki fırsatı kullanmadılar.

Kanlı ve acılı tarih ve bu tarihi yaratan geleneklerle yüzleşmek, arınmak, dönüşmek ve böylece yeni cinayetlere “bir daha asla” diyebilmek ve demokratikleşmek için bu dava onlara eşsiz bir fırsat sundu. Ama onlar bu fırsatı henüz kullanmadılar. Daha düne kadar devletin ötekisi ve hedefi olanlar yani bugünün egemenleri, bugün kendilerini ötekileştiren gelenekle ittifak kurmuş görünüyorlar. Ama bilsinler ki, bu ittifakları geçicidir. Tarihte örneği görüldüğü gibi, uzlaştığınızı sandığınız bu gelenek şartlar değiştiğinde ve oluştuğunda önce geçici müttefiklerini ortadan kaldırarak yoluna devam edecek. Bugün burada bu kararla cinayet tetikçilerinin yargılandığı dosyanın ilk safhası kapandı. Ama dava bitmedi. Biten sadece bir dosyadır, dava değil.

Tetikçilerin yargılandığı bu süreçte “bebekten katil yaratan o karanlığa” fener tutulmuş ve karanlıkta saklanmaya çalışan gerçek fail ve failler olanca çıplaklığıyla açığa çıkmıştır.

İşte bu nedenle, bu dava yeni başlıyor!

Gideceğimiz pek çok yol, kullanacağımız çok sayıda alan var. Bunların her birini büyük bir kararlılıkla kullanacağız. Karanlıkların sorgulanmasına, faillerin yargılanmasına, bu dava biz bitti diyene kadar…

Hrant Dink davası avukatları adına Fethiye Çetin

 

19 Ocak 2012 – Hrant Dink Anmada Okunan Metin

“Sevgili canlar,

19 Ocak bir anma günü değil. Hiçbir zaman da olmadı. Zaten bu topraklarda ayrı ayrı yaşatılmış ne kadar acı varsa, hiçbirinin anma günü olmadı. Herkes acısının yaşatıldığı o tarih geldiğinde, kendince, bir başına kahroldu.

Sonra 23 Ocak günü geldi. Bundan beş yıl önceydi. “Türklüğü tahkir ve tezyif” ten mahkûm edilen, Türk düşmanı ilan edilen bir Ermeni gazetecinin cenazesi hepimizi buluşturdu. Çünkü Hrant Dink bu ülkenin bütün acılarının dermanına talipti. Onu güpegündüz, şimdi durduğumuz bu kalabalık Halaskargazi Caddesi üzerinde sırtından vurdular. Hepimizi de o cinayete görgü tanığı kıldılar.

O cenaze gününde 1915′i, Dersim’i, Maraş’ı, Çorum’u, tekmil faili meçhulleri, ihtilalleri, olağanüstü halleri, bitmek bilmez darbe girişimlerini buluşturduk. Kompartıman usulü ayrı ayrı yaşamamız buyrulmuş ne varsa, bir kıldık. Büyük oyunu onun birleştirici ruhuyla bozduk.

Onu bir kez de öldürmediler sevgili canlar. Önce Sabiha Gökçen haberi üzerine Genelkurmay’ın bildirisiyle öldürdüler. İstanbul valiliğinde MİT mensuplarınca tehdit edilirken öldürdüler. Hrant Dink’i, barış yolunu gösteren yazılarından cımbızladıkları, cümlelerle “Türk düşmanı” ilan ederek öldürdüler. Her yazıya, her söyleşiye nefes tüketir, kendini izaha mecbur hissederken öldürdüler. Agos’un önünde “Hrant Dink bundan sonra bütün öfkemizin ve nefretimizin hedefidir” diye bağırırlarken öldürdüler. Mahkemeden mahkemeye koşturtur, bilirkişi raporuna rağmen ısrarla mahkûm ederken ve o mahkûmiyeti onaylamakta beis görmezken öldürdüler. Kendisi yetmezmiş gibi oğlunu ölümle tehdit ederken ve kimbilir daha ona, bizlere hiç söylemediği neler neler yaşatırken öldürdüler.

Gerisi de çorap söküğü gibi geldi. Silinen telefon görüşmeleri, karartılan deliller, gizlenen bilgiler, imha edilen raporlar, başlatılmayan ya da kapatılan soruşturmalar, zamanaşımından aklanan istihbarat memurları birbirini izledi.

Başta Veli Küçük ve Kemal Kerinçsiz olmak üzere Ergenekon sanığı pekçok ismin daha Hrant Dink sağken, mengeneye dönüşen yargı süreci ve linç kampanyalarını hazırladıkları biliniyordu. Derken Kafes eylem planı da ortaya çıktı. Gel gör ki bu davanın Ergenekon ile bağlantısı bir türlü kurulamadı.

Dört yanımızdan yalanlarla sardılar sarmaladılar bizi. Tam beş yıldır böyle bu. En sonunda iki kişi verdiler elimize. Bununla yetinin dediler. Yeter de artar hepinize.

Ortada zaten silahlı terör örgütü olmadığına göre onun yöneticisi ve üyeleri de yok. Ve beraat eden Erhan Tuncel’in hemen o akşam tahliyesi öyle büyük bir aciliyet ki, telaşta bir sanıkla ilgili hüküm kurmayı unutmuşlar. Tuncel şimdi ilim irfana adanmak üzere taze bir üniversite adayı. Böyle gözümüze baka baka, yangından mal kaçırır gibi verdiler bu kararı. Müdanaasızlığı da onun arkasındaki devasa korkuyu da gördük. Devlet çıplak dedik. Devlet çıplak.

İyelik eki kolay kullanılmıyor. Burası benim ülkem de bu devlete benim devletim diyebilir miyim? Cumhurbaşkanım, Başbakanım, Bakanlarım, Hükümetim, Muhalefetim, Meclisim… Böyle diyebilmek için tek bir seçeneğim var. Bu kepazeliğe bir son verin artık. Yargıtay, cinayete giden süreçteki rolüne inat, bir kez de adalet adına temyiz mekânı olsun. Bunları yapmak borçtur, yükümlülüktür, şarttır. Çünkü bize yaşatılan “ayıptır, zulümdür, günahtır.”

 

“HRANT DİNK HAYDARPAŞA GARI’NDAN SÜRGÜNE GÖNDERİLEN ERMENİ AYDINLARIN SON HALKASIDIR”

Hrant Dink’i hepimiz kaybettik ama biz Ermeniler için onun kaybı takdir edersiniz ki başka bir yoksunluk. 1915′te Anadolu’da kafilelerce insan aç-susuz çölün ortasına sürülmeden önce bir Nisan günüyle 250′ye yakın Ermeni aydın Haydarpaşa Garı’ndan trenlere konup Ayaş’a sürgüne gitti. İçlerinden sadece birkaçı geri dönebildi.

Anlayacağınız önce sesimizi aldılar elimizden. Bu insanlar Osmanlı Meclisinde mebustu, yazardı, gazeteciydi, çevirmendi, doktordu, avukattı. Ermeni halkına hizmet kadar Osmanlılığa inanır, Meşrutiyet sonrası bayram geleceğini sanırdı. Öyle olmadı.

Bugün burada içlerinden birkaçının adını anacağım. İsmi çağrılan duyar, gelir, “Burada” der: Rupen Sevag, Siamanto, Taniel Varujan, Diran Kelekyan, Yerukhan, Rupen Zartaryan, Hampartsum Boyacıyan, Sımpad Pürad, Keğam Parsekhyan, Krikor Zohrab… Hrant Dink bu aydınların son halkasıdır. O yüzden de 2007, 1915′e geri ışınladı hepimizi. Demek hâlâ hakkıyla Ermeni ve bir o kadar da yurtsever olan bir insanı öldürmek bu kadar kolaydı. Bu kadar mübahtı.

Tarihi inkâr ede ede geldik bu noktaya dayandık. Şu kaldırıma dikilen taş, Hrant Dink kadar diğer bütün susturulmuş aydınların ve isimsiz mezarsız kurbanların da simgesi olsun.

Bu son kararla birlikte şimdi bir kez daha 19 Ocak 2007 cinayet günündeyiz. Hrant Dink operasyonlarla daraldığımız, komplolarla bunaldığımız bugünlerde özellikle yanyana görmek isterdi hepimizi. Anlaşılan o ki koca bir devlet böyle bir Ermeni vatandaşının yaşamıyla da ölümüyle de ne yapacağını bilemedi. Şimdi biz ona öğreteceğiz hep birlikte demek ki.

Dosya kapandı diyorlar bize. Kapandı mı bu dosya? Hrant Dink dosya değil ki kapatasın, o bir yara… Artık köprüden önceki son çıkıştayız. Oradan hakkıyla geçmeden tamamlanacak ödeşme, kurulacak düş, inanılacak adalet, yaşanacak memleket yok. Öbür türlüsü sadece yalan olur ve bir gün başımıza yıkılır. Altında kalırız hep birlikte.

O yüzden gün, sadece söz söylemek değil söz vermek zamanı.

 

“BU DAVA DAHA BİTMEDİ”

Söz verelim mi birbirimize? Bu dava daha bitmedi.

Söz verelim mi birbirimize? İnsanlık daha ölmedi.

Söz verelim mi birbirimize? Devlet daha hesabını vermedi.

Sözümüz söz olsun. Bu adaletsizlikle yaşamak hepimize haramdır. Aksi için uğraşan hepimize helal olsun.”

Hrant’ın Arkadaşları adına Karin Karakaşlı

 

17 Şubat 2012 – NATO üyeliğinden çıkılsın! Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

Türkiye’nin üyeliğinin 60.yılında artık yeter!

NATO üyeliğinden çıkılsın!

Savaş mekanizması NATO dağıtılsın!

18 Şubat 2012 Türkiye’nin NATO’ya üye olmasının 60. yılı. Sevinmeli ve kutlamalı mıyız bu üyeliği? Elbette hayır, çünkü NATO, 60 yıl sonra bugün ne Türkiye’yi ve ne de dünyayı daha güvenli bir yer yapmamıştır.

4 Nisan 1949′da kurulan NATO, bir saldırganlık organizasyonu olarak, o günden bugüne, tırmandırılarak sürdürülen askeri güce dayalı bir sistemin ve askerileşmenin (militarizm) simgesi bir kuruluştur.

Sosyalist Sisteme karşı kurulan NATO, Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra kendini dağıtmamış, aksine güçlendirmek için stratejik değişime gitmiştir. Kendine 1999 Washington Zirvesi’nde ‘terörizmle mücadeleyi’, 2006 Riga Zirvesi’nde ‘enerji hatlarının güvenliğini’ görev biçen NATO, 2010 Lizbon Zirvesi’nde açıkladığı Yeni Konsepti ile de Rusya’yı da içine alan Amerika-Avrupa-Avrasya üzerinden ‘Yeni Batı Ekseni’ oluşturarak Çin’i hedefe koymuştur.

Türkiye 1952 de NATO’ya üye olmadan önce, daha 1950 yılında Kore’ye asker göndererek “Pakt’a bağlılığını” göstermek zorunda kalmıştır. Kore Savaşı hem NATO’nun hem de Türkiye’nin anlaşma maddelerinde yer alan “savunma bölgesi” ve “meşru müdafaa” ilkelerinin ilk ihlali, ilk alan dışı, ülke dışı müdahalesi olmuştur.

Bu tek örnek olarak da kalmamıştır. Kuruluşundan bu yana NATO, kuruluş tanımlarının tersine, sürekli alan dışı etkinlik yapan saldırgan kuruluş olmuştur. 1958 Lübnan, 1990 Körfez Krizi, 1998-1999 Kosova, 2001’den itibaren Afganistan ve 2011 Libya müdahaleleri bunlara örnektir.

NATO’nun saldırgan bir askeri örgüt olmasının yanı sıra politik hedef ve stratejileri de olan emperyal bir oluşum olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Dünya askeri harcamalarının 1.5 trilyon dolara ulaştığı günümüzde, bu bütçe içinde  p payı olan NATO bir  savaş mekanizmasıdır.

Biz savaş karşıtları olarak, “60 Yıl yeter!  NATO üyeliğinden çıkılsın!

NATO dağıtılsın” diyoruz, çünkü,

1.    NATO savaş demektir.

2.    NATO ABD, silah ve enerji şirketleri için genişlemektedir. NATO silah tacirlerinin birliğidir.

3.    NATO, bağlı ülkeler için derin devlet, askeri darbe demektir.

4.    NATO hukuk tanımamazlıktır.

5.    ‘Füze Kalkanı’ gibi yeni oyuncakları ile NATO dehşet dengesini yeniden hortlatmıştır.

6.     NATO nükleer tehlike demektir ve nükleer yıkım kaynağıdır.

7.    NATO üyesi olmayan ülkelerin kaynaklarına göz koymuş bir saldırgan güçtür.

8.    NATO, müdahale ettiği ülkelerde sivil halkın katilidir.

9.    NATO yaşamı ve çevreyi tehdit eden bir örgüttür. Askeri üsler, askeri manevralar, tatbikatlar, yeni silahların denenmesi yaşanılan çevreyi çöplüğe dönüştürmektedir.

10.    NATO var oluş nedenini, kimliğini kaybetmiş bir oluşumdur. ABD ve diğer egemen güçlerin dünya politikalarını düzenleyen, yoksul ve korumasız ülkelerin üzerinde baskı aracı olan bir örgüttür.

11.    NATO kendini ‘küresel jandarma’ olarak görmektedir.

Özellikle Türkiye örneğinde yaşadığımız gibi, NATO’nun militarizminin aşama aşama demokratik kurumlara, oradan da gündelik hayatımıza girmesi ve toplumsal olarak normalleştirilmesi ile dünyada ‘vatandaş orduları’ yaratılmaktadır. NATO, bağlı ülkelerde sivilleşmeyi güçleştirmektedir.

Özgür, barış içinde ve adil bir dünya için NATO’ya ihtiyacımız yok.

NATO’YA HAYIR, SAVAŞA HAYIR!

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adına Nilüfer Uğur Dalay

 

27 Şubat 2012 – Basın Açıklamasına Çağrı – İstanbul

ESAD, KATLİAMLARA SON VER! SURİYE’YE ASKERİ MÜDAHALEYE HAYIR!

SURİYE HALKLARININ YANINDAYIZ

Suriye’de Esad rejimi kan dökmeye devam ediyor. Muhalifleri tanklarla ezen, Humus’u hayalet şehire çeviren, baskıcı rejimini korumak için kendi halkına karşı savaş açan Esad diktatörlüğüne karşı Suriye halklarının demokrasi ve özgürlük mücadelesini desteklememiz gerekiyor.

Biz savaş karşıtları, Suriye’de diktatörlüğe karşı ayaklanan halkların yanındayız. Esad diktatörlüğünün bir an önce halkının önünden çekilmesini, silahları susturmasını ve yönetimi halka teslim etmesini istiyoruz. Bu mücadelede Suriye halkları bütün dünyanın demokrasiden, özgürlükten ve barıştan yana olan güçlerinin desteğini hak ediyor. Ancak diktatörlüğe karşı mücadeleyi kendi stratejik çıkarları, ulusal projeleri veya egemenlik hesapları için kullanmaya kalkan ikiyüzlü devletlerin çıkar hesaplarının oyuncağı olmayı hak etmiyor.

Esad diktatörlüğünün döktüğü kanı Ortadoğu’ya yönelik yeni bir askeri müdahalenin ve savaşın gerekçesi yapmak isteyen bütün güçler, ister ABD, ister NATO, ister Türkiye olsun, karşılarında yine biz savaş karşıtlarını bulacaklar.

Bütün savaş karşıtlarını Esad diktatörlüğünün kendi halkına karşı yürüttüğü savaşa dur demek ve Suriye’ye karşı düşünülen bir askeri müdahaleye karşı çıkmak için, Irak savaşına karşı yaptığımız ve Türkiye’nin savaşa girmesini engelleyen tezkereye red kararını çıkarttığımız tarihi mitingin 9. yılında, 1 Mart 2012’de bir araya gelmeye çağırıyoruz.

Tarih: 1 Mart 2012, Perşembe, Saat: 12.30, Yer: Suriye Arap Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosluğu, Maçka Cad., Ralli Apt. No: 59, Teşvikiye

 

1 Mart 2012 – Suriye Halklarının Yanındayız! Basın Açıklaması Metni – İstanbul

SURİYE HALKLARININ YANINDAYIZ!

Suriye’de Esad rejimi kan dökmeye devam ediyor. Muhalifleri tanklarla ezen, Humus’u hayalet şehire çeviren, baskıcı rejimini korumak için kendi halkına karşı savaş açan Esad diktatörlüğüne karşı Suriye halklarının demokrasi ve özgürlük mücadelesini destekliyoruz.

Suriye’de bundan yaklaşık bir yıl önce Ürdün sınırındaki Derea kentinde başlayan olaylar, bugün hem Derea’nın, hem Türkiye sınırına yakın İblid’in, hem de Humus ve Hama’nın tamamen ya da kısmen Suriye hükümetinin kontrolünden çıktığı bir iç savaş noktasına geldi.

Çatışmalar Duma, Madaya, Zabadani gibi kentlerde de sürüyor. Kuzeydoğu’daki Kürt bölgesinde de rejimin meşruiyeti sorgulanır halde. Suriye ordusunun roket atışları altındaki Humus ve Hama’dan gelen görüntüler büyük bir yıkımı gösteriyor.

Gelen haberlere göre 2011′in Mart ayından bu yana Suriye’de ölenlerin sayısı 8.343’e ulaştı. Londra merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi örgütünün raporuna göre ölenlerin 590′ı çocuk. En çok ölüm ise 1.128 kişi ile Hama’da gerçekleşti.

Öte yandan Esad rejimine muhalif Kürtlere karşı suikastlar yapılıyor; gazetecilere, blog yazarlarına ve rejim muhaliflerine karşı büyük bir baskı dalgası devam ediyor. Hatta Humus’un bombalanması sırasında iki Batılı gazetecinin bilerek öldürüldüğü iddia ediliyor.

Tarih boyunca bütün diktatörlükler varlıklarını baskı ve şiddet yoluyla sürdürdüler. Ancak kendi halkının üstüne roket yollayan bir diktatörlük kendi kendini yok ediyor demektir.

Suriye’de yaşanan olaylar, Tunus, Mısır, Libya, Yemen, Bahreyn gibi Ortadoğu ülkelerinde yaşanan halk ayaklanmaları dalgasına katılan Suriye halklarına karşı rejimin kendi halkına doğrulttuğu ağır silahlarla verdiği bir yanıttır.

Biz savaş karşıtları, Suriye’de diktatörlüğe karşı ayaklanan halkların yanındayız. Esad diktatörlüğünün bir an önce silahları susturmasını, ister gerçek demokratik reformlar yoluyla, isterse iktidarı terk ederek olsun, bu şiddet yolunu derhal bırakmasını ve halkının önünden çekilmesini istiyoruz.

Bu mücadelede Suriye halkları bütün dünyanın demokrasiden, özgürlükten ve barıştan yana olan güçlerinin desteğini hak ediyor. Ancak diktatörlüğe karşı mücadeleyi kendi stratejik çıkarları, askeri projeleri veya egemenlik hesapları için kullanmaya kalkan iki yüzlü devletlerin çıkar hesaplarının oyuncağı olmayı hak etmiyor.

Uluslararası platformların Suriye’deki  şiddetin sona erdirilmesine yönelik kararlarını dahi Suriye’ye yönelik emperyal müdahalelere ‘uluslararası hukuki meşruiyet şemsiyesi’ oluşturmak için kullanmak isteyenler var.

Türkiye’de AKP hükümetinin de izlediği dış politikayla komşusuna yönelik bir askeri müdahaleyi tamamen reddetmediği, ABD ve diğer emperyalist güçler askeri müdahaleyle sorunu çözmeye karar verirlerse, tıpkı Irak müdahalesinden önce olduğu gibi katılmayı, hatta bölge liderliği hayaliyle başı çekmeyi deneyecekleri anlaşılıyor.

Türkiye ancak savaş karşıtı ve insan haklarına dayalı bir dış politika anlayışıyla bu yanlış yönelimi durdurabilir.

Çünkü Suriye’ye yönelik bir askeri müdahaleyle rejimi değiştirmek, bölgeyi kendi çıkarları doğrultusunda yeniden şekillendirmek ve bu arada İran’a yönelik bir askeri müdahalenin kapısını aralamak isteyen güçler, Suriye’nin demokratikleşmesine değil, çatışmaların şiddetlenmesine, bölgedeki istikrarsızlık ve savaş ortamının yayılmasına neden olacaklardır.

Irak savaşında 1 milyon Iraklı’nın hayatını kaybettiğini, Irak halklarının savaş öncesinden çok daha büyük bir yıkım ve sefalet içine sürüklendiği ortadadır. Bu yanlışın Suriye ve İran’da tekrarlanmasını önlemeliyiz.

Esad diktatörlüğünün döktüğü kanı Ortadoğu’ya yönelik yeni bir askeri müdahalenin ve savaşın gerekçesi yapmak isteyen bütün güçler, ister ABD, ister NATO, ister Türkiye olsun, karşılarında yine biz savaş karşıtlarını bulacaklardır.

Bugün, Türkiye’nin Irak savaşına katılması için Meclis’e verilen tezkereyi, Ankara’da 100 bin kişilik bir mitingle önlediğimiz 1 Mart 2003’ün 9. yıldönümü. Savaş karşıtları olarak yine bir 1 Mart günü, yine savaşa hayır diyoruz.

Esad diktatörlüğünün kendi halkına karşı yürüttüğü savaşa dur diyor, Suriye’ye karşı düşünülen bir askeri müdahaleye bütün gücümüzle karşı çıkacağımızı ve Suriye halklarının demokrasi mücadelesinin yanında olduğumzu açıklıyoruz.

ESAD, KATLİAMLARA SON VER! SURİYE’YE ASKERİ MÜDAHALEYE HAYIR!

SURİYE HALKLARININ YANINDAYIZ…

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adına Nilüfer Uğur Dalay

 

10 Mart 2012 – Nükleere Hayır, Akkuyu Fukuşima olmasın Yürüyüşü Basın Metni – İstanbul

Japonya’da yaşanan Fukuşima nükleer kazasının üzerinden tam bir yıl geçti. Bu felaket nükleer enerjinin en tehlikeli, en kirli ve en kabul edilemez enerji üretim biçimi olduğunu bir kez daha gösterdi. Bu felaket hâlâ nükleer enerjiyi savunmaya devam eden çevrelerin söylediği yalanları ve çarpıtmaları bir kez daha ortaya koydu.

Bu felaket bize nükleer enerjinin demokrasiyle ne kadar çeliştiğini, nükleercilerin nasıl kazaları ve kazaların ölümcül sonuçlarını halktan gizleyerek varlıklarını sürdürmeye çalıştıklarını bir kez daha kanıtladı. Fukuşima’nın birinci yılında Japon hükümetinin ve santralı işleten Tepco şirketinin kazayı örtbas etme çabalarıyla ilgili yeni kanıtlar ortaya çıkmaya devam ediyor.”

“Bütün bunlara rağmen AKP hükümeti anlaşılmaz bir biçimde Akkuyu’ya nükleer santral kurma kararında ısrar ediyor. Türkiye halkının büyük çoğunluğu nükleer santral istemiyor. Kimse Akkuyu’nun yeni bir Çernobil, yeni bir Fukuşima olmasını istemiyor. Ancak hükümet Rusya ile yaptığı kabul edilemez anlaşmayı sürdürmek uğruna halkın sesine kulaklarını tıkıyor.”

“Hükümete sesleniyoruz: Halkın sesine, bilime ve demokrasiye birazcık saygınız varsa, Akkuyu nükleer santral kararını derhal iptal etmelisiniz.

Akkuyu’da, Sinop’ta, İğneada’da, Türkiye’nin, ya da dünyanın hiçbir yerinde nükleer santral istemiyoruz. Hükümetin nükleer balonunu hep birlikte patlatıyoruz.

Akkuyu, Sinop, Fukuşima olmasın. Nükleersiz Türkiye, nükleersiz kalsın.

Doğa, insanlar ve gezegen için felaket anlamına gelen enerji üretim biçimleri kabul edilemez.

Ne kömür, ne petrol, ne de nükleer! Güneş, rüzgar bize yeter!

KEG adına Ümit Şahin

 

19 Mart 2012 – Newroz Yasaklanamaz, Barış Engellenemez! Basın Açıklamasına Çağrı – İstanbul

NEWROZ YASAKLANAMAZ! BARIŞ ENGELLENEMEZ!

21 Mart 2012 Çarşamba, Saat: 19.00, Taksim Tramvay Durağı

18 Mart günü hemen hemen tüm illerde ama özellikle İstanbul’da bayramını kutlamak isteyen Kürtlere ve onlarla birlikte sokaklara çıkan herkese karşı uygulanan şiddetin sonucunda, bir kişi yaşamını yitirdi. Çok sayıda insan yaralandı ve yüzlerce kişi gözaltına alındı.

Bu şiddetin sorumlularını ve Newroz kutlamalarını yasaklayanları protesto etmek için 21 Mart Çarşamba günü saat 19.00’da Taksim Tramvay Durağı’nda buluşuyoruz.

Halkların kardeşliği için tüm barış gönüllülerini ve aktivistlerini barışın sesini yükseltmeye çağırıyoruz.

Savaş değil barış istiyoruz! Newroz piroz be!

BARIŞ İNİSİYATİFLERİ

 

21 Mart 2012 – Newroz Yasaklanamaz, Barış Engellenemez! Basın Açıklaması Metni- İstanbul

Newroz yasaklanamaz! Barış engellenemez!

Kürt halkı bayramını, anadilini, önemli günlerini istediği gibi, dilediğince kutlayamıyor. “Kürt sorunu mu var?” diye soranlara yanıt, bu sorunun nasıl bir sorun olduğunu kanıtlarcasına, 18 Mart günü İstanbul’da bir kez daha verildi.

İşte Kürt sorunu budur: anadilini özgürce konuşamayan bir halka, bayramını da kutlatmıyorlar. 18 Mart günü hemen hemen tüm illerde ama özellikle İstanbul’da bayramını kutlamak isteyen Kürtlere ve onlarla birlikte sokaklara çıkan herkese karşı uygulanan şiddetin sonucunda, bir kişi yaşamını yitirdi. Çok sayıda insan yaralandı ve yüzlerce kişi gözaltına alındı.

İşte Kürt sorunu budur: Kürt halkının özgürlüklerinin baskı altına alınmasıdır. http://www.youtube.com/watch?v=Q0xbJCdnvYk&feature=email

Oysa başka bir yöntem tercih edilebilir.

Barışın dili hayata geçirilebilir.

Bu yüzden buradayız. Bir Kürt kardeşimiz daha koparılıp alındı aramızdan.

Bayramını kutlamak isteyen bir kardeşimiz daha öldü.

Savaş çığırtkanları medyada, mecliste, sokakta sahnelerini yeniden aldı. Atılan savaş naraları kulaklarımızı tırmalıyor. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor.

Ve bu gürültü arasında bayramını kutlamak isteyen bir kardeşimiz daha alınıyor aramızdan.

Bizler, yine de umutlarımızı söndürmüyoruz.

Savaşa, savaş tacirlerine, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz. Bombardıman gürültülerini bastırmak, çatışmaları sona erdirmek, çocukların ölmesini, daha fazla kan akmasını engellemek için feryat ediyoruz.

Bizler kardeşlik, adalet ev barış istiyoruz!

Eşit koşullarda kardeşlik, mutlak adalet, onurlu barış istiyoruz!

“Çözüm diyalogda, çözüm müzakerede!” diye haykırıyoruz…

“Barışın formülü çok da karmaşık, çok da belirsiz değil” diyoruz. Birçok mecrada, birçok kesim uzun süredir dile getiriyor, biz tekrarlıyoruz:

KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın.

Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın.

Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın.

Bu yöntemlerin tercih edilememesinin nedeni, halka açıklansın.

Kardeşlik ve barış, bir adım ötemizde. Elimizi uzatsak ulaşacağız. Ama bunun yerine savaşı ve militarizmi körükleyen, yasakçı açıklamalarıyla barış duygusunun gelişmesini engelleyen siyasetçilerle karşı karşıyayız.

Newroz kutlamalarını yasaklayanlar, barışın önünde engeldir ve istifa etmelidir.

Barışı kazanmak için daha fazla geç kalamayız.

Şimdi tam zamanı. Daha fazla ölüm acı ve yasaklamayı sona erdirmek için herkesi onurlu bir barış ve kardeşlik ve  adalet mücadelesinde birlikte olmaya çağırıyoruz.

Barış İnisiyatifleri adına Meltem Oral ve Fatih Aras

 

27 Mart 2012 – Nükleersiz Bir Dünya Mümkün Toplantısına çağrı – İstanbul

Japonya’dan Barış Gemisi ile gelen ve Hiroşima, Nagazaki ve Fukuşima deneyimlerini yaşamış tanıkların katılımıyla.

Konuşmacılar: Şevval Sam, Erol Kızılelma, Akira Kawasaki (Barış Gemisi Koordinatörü), Lee Jongkeun (Hiroşima’dan katılımcı), Ufuk Uras, Şenol Karakaş

29 Mart Perşembe, 11.00,  Taksim Hill Oteli

Merkezi Japonya’da bulunan uluslar arası bir sivil toplum girişimi olan BARIŞ GEMİSİ, nükleersiz bir dünya için 5. Yolculuğuna çıktı. 20 ülkede 21 limanı ziyaret edecek olan gemi 29 Mart Perşembe günü İstanbul’da olacak.

Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombaları ve Fukuşima’da yaşanan nükleer felaket gösterdi ki güvenli nükleer santral yoktur ve nükleer silahlar varolmaya devam ettikleri sürece her zaman kullanılma olasılıkları vardır. Hiroşima, Nagazaki ve Fukuşima’da yaşanan felaketlerin bir daha yaşanmamasının tek yolu nükleer silahlardan ve nükleer enerjiden tamamen arındırılmış bir dünyadır.

Not: Barış Gemisi hakkında daha fazla bilgiyi ekte bulabilirsiniz.

ICAN TÜRKİYE (Nükleer Silahların Tamamen Ortadan Kaldırılması İçin Uluslar arası Kampanya)

Destekleyenler: Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV), Küresel Eylem Grubu, Greenpeace, Mayınsız Bir Türkiye Girişimi

 

29 Mart 2012 – Lee Jong Keun Konuşması – İstanbul

“Atom bombası mağduru ve sağ kalmış bir insan olarak tanıklığımdır” LEE Jong Keun

29 Mart 2012, İstanbul, Taxim Hill Otel’de Barış Gemisi için yapılan basın toplantısında konuşma :

Herkese merhaba. Benim adım Lee Jong Keun. Ben Japonya’da yaşayan bir Koreliyim. Sizin güzel ülkeniz Türkiye’yi ziyaret  etmek beni çok mutlu etti. Barış Gemisiyle yolda gelirken bu güzel İstanbul şehrini va baharların açtığı ağaçları görmek çok güzeldi. Ülkeniz dünya mirasının pekçok değerli örneğini bağrında taşıyor. Benim ülkem Japonya’da da dünya mirasının birçok örneği vardır. Dünya mirası dediğimiz zaman akla sadece geçmişten gelen ve korunması gereken değerler geliyor. Oysa dünya mirası sayılabilecek olumsuz örnekler de var. Mesela, Hiroşima’yı da dünya mirasının bir parçası sayabiliriz. Ders alınması ve bir daha tekrarlanmaması gereken bir örnek. Size neden Japonya’da yaşadığımı anlatmak isterim. Japonya 1592 yılında Kore’yi istila etmeye başladı. 1910’da Japonya Kore ile tek taraflı bir anlaşma yaptı. Bu, Japonya’nın Kore’yi İlhakı Antlaşması diye anılır. Çin-Japon Savaşı ve İkinci Dünya Savaşı sırasında  Japonya Korelileri zorla Güney-Doğu Asya’ya götürdü, çünkü ordusunda yeterince askeri yoktu. Bunların çoğu orada öldü.  Japonya’nın bu yaptığı belki Afrika’daki köle ticareti kadar berbat değildi ancak şurası da bir gerçek ki 16 yaşından büyük pekçok Koreli kadın, kanun uyarınca, Güney Pasifik Okyanusundaki savaş alanlarında Japon askerlerinin hizmetinde fahişe olarak çalışmaya mecbur edildi. O dönemde babam da zorla Japonya’ya getirilmiş ve ben de orada doğmuşum.  Ben 15 Ağustos 1928’de doğdum. Bu yıl 84 yaşında olacağım. 6 Ağustos 1945 tarihinde ben Japonya Ulusal Demiryollarında lokomotif  bölümünde çalışıyordum. Trenlerin onarımı, manevraları ve konumlandırılması gibi işler yapıyordum. Evim, atom bombasının düştüğü merkeze 16 km uzaklıktaydı. Hiroşima’ya trenle gidip geliyordum. Hergün bindiğim trene binseydim o gün bombadan etkilenmeyecektim. Ancak o gün treni kaçırdım ve işyerime yakın bir durakta indikten sonra köprüden geçerken bombaya maruz kaldım.

O sabah pırıl pırıl, göz kamaştıran bir güneş vardı. Birden güneşin ışığından kat kat kuvvetli parlak sarı bir ışık farkettim. Daha önce de Amerikalılar bizi bombaladığında ışık bombası kullandıkları için gene öyle bir bomba sandım. Bu durumda bize yere yüzükoyun yatıp gözlerimizi, kulaklarımızı ve burnumuzu elimizle örtmemiz gerektiği öğretilmişti, ben de öyle yaptım. Oysa bir patlama sesi duymamıştım. Ama o kadar korkmuştum ki kıpırdamaya cesaret edemiyordum.  Nihayet başımı yavaş yavaş kaldırıp gözlerimi açtığımda ortalığı kapkara bir gecenin kapladığını farkettim. Oysa az önce pırıl pırıl bir Ağustos sabahı vardı. Aslında günü böylesine karartan bombadan düşen parçalar değildi, çöken ve yıkılan binaların kaldırdığı tozdu bu. Başlangıçta hiçbir şey göremiyordum, sonra yavaş yavaş, ortalık ağarmaya başladı.

Yaptığım ilk iş yemek kutumu bulmaya çalışmak oldu, ama bulamıyordum. Oraya buraya koşuştuktan sonra, bulunduğum yerden 20 metre ötede buldum onu. Kaptığım gibi köprünün altına doğru koşmaya başladım, oraya sığındım. Vardığımda orada 4-5 yetişkin insan olduğunu gördüm. Bunlardan biri, « Bu yeni türden bir bomba olmalı » diyordu, ama ben bunun ne anlama geldiğini anlayamıyordum. Bir başkası bana « Yanakların kıpkırmızı » dedi. O zaman yanaklarıma dokundum. Canım yandı. Ellerim, bacaklarım ve ensem de acımaya başladı. Orada kalıp bir şey yapamayacağıma göre işyerime gitmeye karar verdim. İşyerime doğru hızla yürürken yıkıntıların altından çıkmaya çalışan ve yardım isteyen insanlara rastladım. Ama çok kaygılıydım ve yaralarım da canımı çok yakıyordu, düşündüğüm tek şey bir an önce güvenli bir yere dönebilmekti. « N’olur bana yardım edin » diyen sesleri duyuyordum ama koşa koşa oradan uzaklaştım.

Yolda işyerime dönerken yerde yatan birine rastladım ve onunla konuştum ama cevap vermedi, işte o zaman farkettim, « bu insan ölmüştü ». Etrafımda hiç kimse yoktu, bir gölge bile. Koşarak işyerime girdim. İşçi arkadaşlarım ve amirlerim gayet iyi görünüyorlardı ve beni buyur ettiler. Hepsi de o sırada binanın içindeymiş ve bombadan doğrudan etkilenmemişler. Bana yaklaştılar ve « Her tarafın yanık içinde. Yağ yanıklara iyi gelir, » dediler. Yüzüme, ellerime, bacaklarıma ve enseme yağ sürdüler. Aslında bu, trenlerde kullanılan kapkara bir ziftti. Fena halde canımı yaktı. Acıdan ağlamaya başladım. O anda annemi babamı hatırladım, nasıllar diye merak ettim, acaba onlar da bombadan etkilendi mi diye endişe içindeydim.

Öğleden sonra saat 4 civarı eve dönerken işçi arkadaşlarımdan dördüne rastladım. Hep birlikte yürüdük. Bombanın düştüğü yer benim eve dönüş yolumun üzerindeydi.  Her yer yanıyordu sanki. Bombanın isabet ettiği yere yakın yanmış bir at ölüsü buldum. Hızlı hızlı yürüyor, yanmış, kararmış ölülerin, kadınların, çocukların yanından geçiyordum, kokuya dayanmaya çalışıyordum. Durup, ellerimi kavuşturup onlar için bir dua bile okuyamadım. Gördüklerim bakılamayacak kadar feciydi.

Köprüden geçmek zorundaydım. Köprünün üstünde bir sürü insan toplanmıştı. Bunların çoğu inliyorlardı ve giysileri yırtık pırtıktı. Yoldan geçenlere bakıyor, belki köprüden geçen bir yakınıma, ailemden birine rastlarım umuduyla geçenleri izliyorlardı. Ben evime doğru yürümeye devam etmekten başka bir şey yapamadım.

Eve vardığımda gece 9 civarıydı. İçeri girip « Ben geldim » dedim ama ne annem, ne de babam evdeydi. Erkek kardeşime « Neredeler ? » diye sordum, o da şehirde beni aramaya gittiklerini söyledi. Kardeşim karnının acıktığını söyledi, ben de o zamana kadar hiçbir şey yemediğimi farkettim. Ama annem evde yoktu, ben de yemeğin nerede olduğunu bilmiyordum. Annemizi bekledik, bekledik ama bir türlü gelmedi.

Annem nihayet geceyarısı eve geldi, tekbaşınaydı. Babam hala şehirde beni arıyormuş. Beni görünce hayretler içinde « Sen hayattasın » dedi ve gözyaşlarına boğuldu. Anneme sarıldım ve ikimiz de öylece ağladık durduk.

O sırada yanıkların tedavisi için ilaç bulunamıyordu, hastanelerde bile. O yüzden evde bulunan bir merhem sürüyorduk, o da yaraları kurutuyor, derinin pul pul dökülmesine sebep oluyordu. Ben de elime ayna alıp o pul pul olmuş derileri ayıklıyordum. Ama ensemdeki yarayı göremediğim için benim yerime annem merhemi sürüyordu. O sırada yaz mevsimindeydik ve hava da çok sıcak olduğu için yaram tam iyileşmeden yaraya sinekler konuyor ve yumurtalarını bırakıyorlardı. Böylece yaranın içnde kurtçuklar üremeye başladı. Annem her gün yemek çubuklarıyla o kurtçukları tek tek çekip çıkarırdı. Bir yandan da yakınır dururdu, « Yaşayan bir vücutta kurtçuklar da yaşamaya başladıysa, o insan artık hayatını bir insan gibi yaşamaya devam edemez. Keşke bir an önce ölsen de huzura kavuşsan ». Bu sözleri bir yandan söylerken, bir yandan da ağlardı. Gözyaşları yanaklarıma damlardı. Onun o gözyaşlarının sıcaklığının verdiği duyguyu hiç unutmam.

Kurtçukları yaramdan ayıklamak annemin günlük ev işlerinin arasında düzenli bir mesai haline gelmişti. Benim bu illetle mücadelem dört ay sürdü.  O dört ayın sonunda nihayet işime dönebildim.

Savaştan sonra Japona’da hayat zordu. Elde avuçta ne kaldıysa paylaşarak birlikte yaşamaya ve yardımlaşmaya devam ediyorduk. Bu zorlu dönem çok uzun sürdü ama Japonya kendini toparlamayı başardı. Japonya artık barışın hüküm sürdüğü bir ülke.

Ne var ki geçen yıl Fukuşima’da büyük bir nükleer kaza meydana geldi. Fukuşima’daki kazanın yol açtığı hasar nükleer bir hasardır. Bundan sonra kaç yıllık ömrüm kaldı bilemem ama bu güzel yeryüzü gezegenimize yeniden kavuşmak için, yaşadığım sürece dünyanın dört bir yanındaki insanlarla elele vermek ve bütün nükleer silahların yasaklanması, bütün nükleer enerji tesislerinin varlığına derhal son verilmesi için çağrıda bulunmak istiyorum. Bugün benim tanıklığımı dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyorum.

Çeviren: Nur Deriş

 

8 Nisan 2012 – Askeri Harcamalar, İnsanlığa Zarar Basın Açıklamasına Çağrı – İstanbul

DAHA İYİ BİR DÜNYA İÇİN ASKERİ HARCAMALARI DURDUR! SAVAŞA DEĞİL, İNSANA BÜTÇE!

Bir ülkenin büyüklüğü beslediği orduyla, başka ülkelere yolladığı askerlerle, savaşa ve silahlanmaya ayırdığı bütçeyle değil, barışa ve insanına verilen değerle anlaşılır.

– 149 Ülkenin analiz edildiği Dünya Barış Endeksi’nde Türkiye 128. sırada.

– Küresel Militarizasyon Endeksi’nde Türkiye 27. sırada.

Askeri harcamalar insanlığı harcıyor. Askeri harcamalara karşı birleşelim.

ÇAĞIRAN KURUM VE İNİSİYATİFLER: Barış için Sanat, Barış için Vicdani Red/ Kadın ve Vicdani Red, Başak Kültür ve Sanat Vakfı, Başkent Kadın Platformu Derneği, Çocuklar İçin Adalet Takipçileri, DÖH, DSİP, Düşünce Suçu’na Karşı Girişim, Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe, ICAN, KAMER, Kürd Vicdani Red Hareketi, Info-Türk Vakfi, Kadın Dayanışma Vakfı, Kaos GL Dernegi, Küresel Eylem Grubu, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Mayınsız Bir Türkiye Girişimi, Sarmaşık Derneği, Sivil Değişim Derneği Sosyal Politikalar Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Dernegi, Uçan Süperge, Uluslar arası Baran Tursun Vakfı, Van Kadın Derneği, Yeşiller, Yüzleşme Derneği.

 

12 Nisan 2012 – Askeri Harcamalar, İnsanlığa Zarar Basın Açıklaması Metni – İstanbul

DAHA İYİ BİR DÜNYA İÇİN ASKERİ HARCAMALARA KARŞI BİRLEŞELİM!

Bugün dünyanın çeşitli ülkelerinde askeri harcamalara karşı eylem ve açıklamaların yapıldığı bir gün. Biz de silahlanmaya ve militarizme karşı mücadele etmek için, devletlerin silahlanma politikalarıyla ilgili sırlarını ortaya çıkarmak için, neler olup bittiği hakkında farkındalık yaratmak için toplandık. Dünyada askeri harcama yapmak demek, silahlanmanın ekonomik, sosyal ve insani maliyetlerini halkın sırtına yüklemek demektir. 200 silah üreticisi şirket kârlarını arttıracak diye insanların dünyada daha güvensiz yaşaması ve bu kârların bedellerini yaşamları ile ödemeleri demektir.

2010 yılında acil insani yardım gereken 7 ülkenin toplam talebi 305 milyon dolar iken en büyük silah üreticisi Lockheed Martin’in 2010 kârı bu rakamın tam 10 katı, yani 3.024 milyon dolardır.

Son on yıllık dönemde askeri harcamalar yüzde 50 artarak, dünyadaki toplam üretimin % 2,5’i olan 1.630 milyar dolara ulaştı.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü (SIPRI)’nin yayınladığı verilere göre 1.630 milyar dolarlık askeri harcamanın C’ünü 698 milyar dolarla ABD yapıyor. ABD’nin ulaştığı bu rakam onu izleyen 25 ülkenin askeri harcama toplamına eşittir.

NATO ülkelerinin savaş bütçesi toplamı 955 milyar dolar ve dünya bütçesi içindeki payı b oranındadır.

 

BÜYÜMENİN ARKASINDAKİ GERÇEK TABLO

Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) Nisan ayı başında Türkiye’nin 2011 yılı Gayri Safi Milli Hâsılasını (GSMH) 772 milyar dolar, büyüme oranını %8,5 olarak açıkladı.  Bu durumda Türkiye,  Çin’den sonra dünyanın en hızlı büyüyen ikinci ülkesidir.

Türkiye’nin durumuna bir de şu açıdan bakalım:

* Türkiye dünya askeri harcamalar listesinde 17,5 milyar dolarla 15. sırasındadır.

* Türkiye’nin askeri harcamalar toplamı son 5 yılda @ artmıştır.

* Türkiye Gayri Safi Milli Hâsılasının % 2,4 ünü askeri harcamalara ayırmaktadır.

* Son 5 yılda 2 kat artarak toplam 8 milyar dolara ulaşan iç güvenlik harcamasını da askeri harcamalara eklediğimizde 2010 yılında toplam 24 milyar dolarlık bir askeri ve iç güvenlik harcaması yapıldığını görmekteyiz. Zorunlu askerlik nedeniyle 16 ay boyunca üretimden koparılan insanların ekonomik değerlerini eklediğimizde Türkiye’nin toplam üretiminin % 5’inin askeri ve iç güvenlik konularında harcandığını görmekteyiz.

* Türkiye’nin askeri harcamalarının GSMH’ya oranı, Fransa, İngiltere ve Yunanistan dışındaki tüm Avrupa ülkelerinin üzerindedir. NATO ortalaması olan %2 seviyesinin de üzerindedir.

* Türkiye vatandaşları, yıllık gelirlerinin 244 dolarını yani 440 TL. sini silahlanmaya ayırmaktadır.

* 2012 için belirlenen net asgari ücret 701 liradır.

* Türkiye silah ithal eden ülkeler içinde 15. sıradadır.

* Türkiye 2010 yılında silah alımı için 3,6 milyar dolar harcamıştır.

* Dünya silah ticareti içinde en büyük 200 firma içinde 2 Türk firması, Aselsan ve MKEK yer almaktadır.

 

SİLAHLANMA HARCAMALARI DÜNYAYI DAHA GÜVENSİZ YAPIYOR!

İnsanlık, savaş için günde 4.4 milyar dolar harcıyor ve yetkililer bunun güvenlik için olduğunu söylüyor. Son 10 yıla baktığımızda dünya daha güvenli bir yer olmuş mudur? Hükümetlerin en önemli görevi halkın yaşam seviyesini yükseltmek, kamu harcamalarında etkinlik sağlamaktır. Sizce son on yılda yaşam seviyemiz yükselmiş midir?

Türkiye’de halen silah alımı gizlilik gerekçesi ile Sayıştay denetimi dışında tutulmaktadır.  Yaratılan kaynaklarla, ödenen vergilerle silah alımları yapılmakta ve bunun bedelini ödeyenler bunun hesabını soramamaktadır.

Eğitime ve sağlığa sırasıyla % 3 ve % 4 bütçe ayrılan Türkiye’de askeri ve güvenlik konularına bu kadar bütçe ayrılması ve bu ayrılan bütçenin denetim dışı olması  çok tehlikeli bir yönetim anlayışıdır.

 

SAVAŞA DEĞİL, İNSANA BÜTÇE!

Bir devletin büyüklüğü beslediği orduyla, başka ülkelere yolladığı askerlerle, savaşa ve silahlanmaya ayırdığı bütçeyle değil, barışa ve insanına verdiği değerle anlaşılır.

* 149 Ülkenin analiz edildiği Dünya Barış Endeksi’nde Türkiye 128. sırada.

* Küresel Militarizasyon Endeksi’nde Türkiye 27. sırada.

İşte bu tabloyu değiştirmek için, savaşa değil insana bütçe diyoruz. Askeri harcamalar insanlığı harcıyor. Askeri harcamalara karşı birleşelim.

ÇAĞIRAN KURUM VE İNİSİYATİFLER adına Kerem Kabadayı

Konuşmanın videosu: http://youtu.be/CXL05ofM4qc

 

12 Nisan 2012 – Askeri Harcamalar, İnsanlığa Zarar Basın Açıklaması Destek Konuşması– İstanbul

Askeri Harcamalara Karşı Küresel Eylem Günü – İstanbul Mesajı

Sevgili İstanbullu Barış dostları!

Öncelikle hepinize Uluslar arası Barış Bürosu’nun dayanışma mesajını ve en içten tebriklerini iletmek istiyorum. Geçen yıl, Politika Çalışmaları Enstitüsü ile birlikte ilk yıllık Askeri Harcamalara Karşı Küresel Eylem Günü’nü düzenledik. Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 37 ülkeden 100’e yakın grup bu etkinliğe katıldı – bu yıl da çok daha fazlası katılıyor. Bu devasa bir başarı! Ancak hepimiz biliyoruz ki halen jeo-politiğimize hâkim olan askeri sistemler üzerinde gerçek bir etki yaratabilmek için çok daha fazlasını yapmak zorundayız. Mark Twain’in ne dediğini hatırlıyor musunuz? “Eğer sahip olduğunuz tek şey bir çekiçse, o zaman bütün problemler bir çivi gibi görünür”.

Konuşmanın videosu: http://youtu.be/m06YMw2qn-sEvet, ABD açık ara dünyanın en fazla askeri harcama yapan ülkesi. Ancak diğer güçler de giderek yükseliyor ve azalan petrol kaynakları düşünüldüğünde büyük ve orta büyüklükteki devletler arasında büyük savaşların başlamasına dair ciddi tehlikeler bulunuyor. Başka bir çıkış yolu, barışçıl bir yol bulmalıyız. Bu da, aklımızı yeni silahlar icat etmek için değil, yoksulluk ve iklim değişikliği ile mücadele etmek üzere kullanmamız gerektiğini gösteriyor. Savaşlar için harcanan yıllık 1.700 milyar dolarlık bütçe çok ama çok fazla.Yaklaşık 10 yıl önce sizler, hükümetinizin Irak’taki savaşa asker gönderme politikasını geri çevirdiniz. Bugün sorunlar çok daha karmaşık ve tehlikeler çok daha büyük. O yüzden Türkiye’de mücadeleyi yürüten herkese bol şans diliyorum – Umarım ileride birlikte çalışmaya devam ederiz. Teşekkür Ederim.

Colin Archer, Secretary – General International Peace Bureau

 

17 Nisan 2012 – Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

TÜRKİYE ASKERİNİN AFGANİSTAN’DA NE İŞİ VAR?

15 Nisan günü Afganistan’ın başkenti Kabil’e giren Taliban güçleri büyük bir saldırı başlattı. Saldırıda, parlamento binası, NATO karargâhı, yabancı ülke temsilcilikleri hedef alındı. Türkiye askerlerinin bulunduğu üsse de havan topu atıldı. Çatışmalarda ölü ve yaralıların olduğu bildirildi. Kabil ve diğer üç büyük kentte yapılan eylemleri Taliban örgütü üstlendi. Örgüt yaptığı açıklamada, bu eylemlerle kukla olarak nitelendirdikleri Kabil hükümetine ve onun batılı destekçilerine çok açık bir mesaj verdiklerini söyledi. 21 Mart 2012’de Afganistan’da Türkiye askerlerini taşıyan bir helikopter başkent Kabil’deki bir evin üstüne düşmüş, kazada 12 Türkiye askeri ve 2 Afganistan vatandaşı yaşamını yitirmişti.

Bütün bu olaylar, “Türkiye askerinin Afganistan’da ne işi var?” sorusunu bir kez daha gündemimize taşıyor. ABD ve müttefikleri, 11 Eylül 2001’deki saldırılara cevap verme gerekçesi ile 7 Ekim 2001’de BM’nin de desteğiyle Afganistan’a karşı savaş başlattı. Kısa sürede işgale dönüşen bu savaş, dünya kamuoyuna, 11 Eylül saldırılarına karşı bir cevap ve Afganistan’a “demokrasi” getirmek olarak sunuldu.

İşgalin başlamasından kısa bir süre sonra NATO, Afganistan işgalini yönetmek için Uluslararası Güvenlik Yardım Kuvveti-ISAF komutanlığını kurdu. O tarihten beri Afganistan halkının kendi kaderini tayin etme hakkı fiilen ISAF komutanlığının elinde bulunmaktadır.

Türkiye bu sürecin başından beri ISAF içinde yer aldı. 50 ülkeden 135 bin askeri barındıran ISAF içinde 1800 Türkiye askeri görev yapıyor. Türkiye askerlerinin şimdiye kadar işgal gücü olarak değil de imar ve emniyet gücü olarak orada bulunduğu iddia edildi. Bu gülünç bir iddiadır. Bir işgalin ve savaşın yaşandığı ülkede. Tam teçhizatlı askeri birliğin savaşın bir parçası olması kaçınılmazdır. Nitekim son çatışmalar bu iddiayı tamamen temelsiz hale getirmiştir. Çok açık ki, Türkiye askeri Afganistan’da işgale destek olmak üzere bulunmaktadır.

 

İŞGALCİLER YENİLECEK HALK KAZANACAK!

İşgalin başladığı 2001 yılından beri 26 milyon nüfuslu Afganistan’da 10 bini çocuk olmak üzere en az 30 bin sivil öldü. 2 milyon kişi Pakistan ve İran’da mülteci olarak bulunuyor.  20 milyon Afganlı açlık sınırının altında yaşıyor. Kentlerde işsizlik oranı yüzde seksenlere ulaştı. Uçaklarla yapılan bombalamalar yüzünden ormanların yüzde 40’ı yok oldu, göçmen kuşlar yollarını değiştirdi. Halkın üçte ikisinin ruh sağlığı bozuk. Artan tek konu uyuşturucu üretimi. Afganistan’ın 6 milyar dolarlık toplam yıllık gelirinin yarısı uyuşturucudan elde ediliyor, uyuşturucu üretimi son on yılda yüzde 60 arttı.

Afgan halkının içinde bulunduğu bu durumun bir numaralı sorumlusu ABD ve NATO işgalidir. ABD ve NATO işgal kuvvetleri Afganistan’dan çekilmelidir.

Afgan halkı kendi kaderini tayin etme hakkına sahip olmalıdır. Dışarıdan yapılan her türlü dayatma, adı demokrasi de olsa, halklara baskı ve zulüm getirir. Her halk gibi Afgan halkı da kendisi için en uygun yönetim şeklini kendi iradesi ile bulacaktır.

İşgalciler, Vietnam ve Irak’ta olduğu gibi Afganistan’da da yenilmektedir. Tıpkı Vietnam ve Irak’ta olduğu gibi Afganistan’da da halkın işgalcilere karşı direnişi ve dünyadaki savaş karşıtlarının inatçı mücadelesi kazanacaktır. ABD’nin ve NATO’nun Afganistan’daki sonu da, bütün işgalcilerin sonu gibi yenilgi olacaktır.

ABD ve NATO, işgal ettiği 10 yıl içerisinde Afganistan’da işlediği insanlık suçlarının, öldürdüğü sivillerin ve ülkede yol açtığı yıkımın hesabını mutlaka vermelidir.

Afganistan’da bulunan Türkiye askerleri derhal geri çekilmelidir.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adına Yıldız Önen

 

24 Nisan 2012 – Uludere Katliamının 120. Günü Basın Açıklamasına Çağrı – İstanbul

Uludere Katliamının 120. Günü,  Özür Dilensin, Hesap Sorulsun!

28 Aralık’ta Uludere’de 34 kişi katledildi. 120 gündür ne özür dilendi ne de hesap soruldu. Protesto ediyoruz. Basın açıklamasında hem Genelkurmay yetkililerini hem de hükümeti uyaracağız. Barış İnisiyatifleri “Hesap sorulsun, özür dilensin!” etkinliğine tüm savaş karşıtlarını çağırıyor.

28 Nisan Cumartesi saat 18.00, Galatasaray Meydanı.

Barış İnisiyatifleri

 

28 Nisan 2012 – Uludere katliamının 120. günü Yürüyüşü Basın Metni – Kürtçe&Türkçe – İstanbul

Di ser komkujiya ku li Qilabanê qewîmî  re tam sed û bîst roj derbas bû. 34 kes ku di nava wan de pir ciwan jî hebû bi komkujiyeke xedar ji nava me hatin standin. Bedenên wan hatin perçe kirin. Tu kes, tu sazî, tu hikumet nikareli hemberî vê komkujiyê wek tiştek ne casino online qewimiye  tevbigere. Lê berpirsiyarên komkujiyê yên fermana bombebarandinê dan, hikumet mina tiştek neqewimiye berdawama helwesta xwe dikin. Tam 120 roj çêbû.

Di nava van 120 rojan de tenê çend fermandar ji kar hatin dûr xistin. Nê lêborîn hat dayîn ne jî bi awayek rasteqîn hesab hat pirsîn. Tam beravajî wê, hesabpirsinê aliyekî, berpirsiyarên komkujiyê hewl didin ku serê komkujiyê binixumînin.

Di resepsiyona 23 Nîsanê de Serokfermandar xwe spart biryara veşartîkirina ya dadgehê û rave kir ku; divê tiştên ku li Qilabanê çêbû, bê deng nêzikî van tiştan werin kirin.

Çima, Em ê derbarî 34 kesan ku ji wan 17 kes zarok in, neaxivin.

Heke em Qilabanê ji bîr bikin ji mirovahiyê me çi bimîne? Heke em ê li ser Qilabanê neaxivin, em ê li ser çi biaxivin?

Di bombebarandina gel ku bi destê dewletê qewîmî de du berpirsiyar hene; Yekî Serokfermandartî, yekî jî hikumeta AKP ye.

Divê teqez berpirsiyarên leşkerê ku di buyerê de berpirsiyaritiya wan heye, ji kar werin dûr xistin.

Berpirsiyareke din ku li Qilabanê qewimî jî hikumeta AKP ye.AKP bi piştgiriya CHP û MHPy.3e ji TBMMyê raye operasyona derveyî sînor stand û di pirsgirêka kurd de şûna riya aşîtî û gotubejî riya leşkeriyê tercîh kir. Ev tercîh jî zemîna komkujiya Qilabanê afirand.

Lê em dizanin ku berpirsiyarê din ê komkujiya Qilabanê jî heye. Ew jî Wezirê Karê Hundirê İdris Naim Şahin e. İdris Naim Şahin ji her kesî ku ne tirk e, nefret dike. Her cure çalakiyên çandî, hunerî, rojnamevanî, akademîk bi navê “teror” bi nav dike. Ew dixwaze ku pirsgirêka kurd bi tifkirinê çareser bike. İdris Naim Şahin di mîtinga Hocaliyê de bê şerm derket ser kursiyê û daxuyaniyên neteweperestî dan. İdris Naim Şahin berpirsiyarê sereke yê komkujiyê ye.

Ji ber vî yekî divê derhal îstîfa bike.

Ji ber buyera Qilabanê pewiste ji gelê kurd derhal lêborinê bixwaze.

Divê berpirsiyarên vê buyerê hema ji kar werin dûr xistin.

Hesaba vê yekê werin pirsîn.

Ji bo ku buyerên mîna Qilabanê dîsaa neqewîme, divê hikumet riyên aşîtiyê bixe devreyê.

Divê girtiyên KCK û girtinên parlamanî demildest werin berdan.

Me gotibû ku “ Em ê Qilabanê ji bîr nekin.”

Em ê ji bîr nekin.

Em ê birayên xwe nedin ji bîr kirin. Jibîrkirina yên li Qilabanê mirin, tê wateyê jibîrkirina aşîtiyê ye.

Gelê kurd ji we ne pereyê xwînê, lêborîn û hesabpirsina ji berpirsiyarên komkujiyê dixwazin.

Gelê kurd ji we bombe, komkujî, girtin, qedexekirina cejnan naxwazin; ew ji we ji bo biratiya rasteqîn  – peyva biratiyê di devê we de bûye benîşt- gavên aşitiyê dixwazin.

Em, yên ku ji bo aşitiyê têkoşin dikin; em aşitiyê dixwazin, em ê aşitiyê diqirin.

Em dizanin ku hesabpirsina Qilabanê beriya her tiştî ji bo mirovbûnê pewîst e û ji bo aşitiyê gavekî pir girîng e.

Li Ser Navê Însiyatifa Aşitiyê Yıldız Önen

 

 “Uludere katliamının 120. günü”

Uludere’de gerçekleşen katliamın üzerinden tam 120 gün geçti. Kış aylarının en soğuk günlerinde devlet, göz göre göre halkını bombaladı. Aralarında çok sayıda gencin olduğu 34 kişi, korkunç bir katliamla aramızdan çekilip alındı. Bedenleri parça parça edildi.

Hiç kimse, hiçbir kurum, hiçbir hükümet, bu vahim katliamın sonunda, hiçbir şey olmamış gibi davranamaz. Ama katliamın sorumluları, bombalama emrini verenler, hükümet, hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam ediyor.

Tam 120 gün oldu.

Bu 120 günde sadece birkaç komutana görevden el çektirildi.

Ne bir özür dilendi ne de gerçekten bir hesap soruldu.

Tam tersine, hesap sorulması bir yana, sorumlular pişkin bir şekilde katliamın üzerinin örtülmesi için çabalıyor. 23 Nisan resepsiyonunda, Genelkurmay Başkanı yargının aldığı gizlilik kararına yaslanarak, Uludere’de yaşananların sessizce karşılanması gerektiğini açıkladı.

Neden 17’si çocuk 34 kişinin devlet tarafından bombalanması hakkında konuşmayacak mışız?

Uludere’yi unutacaksak, insanlığımızdan geriye ne kalacak? Uludere’yi konuşmayacağız da neyi konuşacağız?

Devletin halkı bombaladığı olayda iki sorumlu var: Birisi Genelkurmay, diğeri ise AKP hükümeti!

Olayda sorumluluğu bulunan askeri yetkililerin tamamı derhal görevden el çektirilmelidir.

Uludere’de yaşananların bir diğer sorumlusu da AKP hükümetidir. MHP ve CHP’nin desteğiyle TBMM’den sınır ötesi operasyon yetkisi alan AKP, Kürt sorununda barışçıl ve müzakereci bir yol yerine, sorunu güvenlik meselesi olarak gören askeri yöntemleri tercih etmiştir. Bu tercih, Uludere katliamının gerçekleşeceği siyasi iklimi yaratmıştır.

Ama biz biliyoruz ki Uludere katliamının bir başka sorumlusu daha var. O da içişleri Bakanı İdris Naim Şahin’dir. Türkiye’de Türk olmayan her kesimden nefret eden; sanatsal, kültürel her türlü etkinliğe, gazeteciliğe, akademik faaliyetlere “terör” etiketi yapıştırmaktan gocunmayan; Kürt sorununu tükürerek halletmek gerektiğini açıklayan, Hocalı mitinginde hiç çekinmeden kürsüye çıkarak savaşçı-milliyetçi açıklamalar yapan İdris Naim Şahin de katliamın gerçekleştiği iklimin baş sorumlularındandır.

Bu yüzden derhal istifa etmelidir!

Uludere’de yaşananlardan dolayı, Kürt halkından özür dilenmelidir.

Sorumlular derhal görevden alınmalıdır.

Hesap sorulmalıdır!

Uludereler tekrar etmesin diye, hükümet Kürt sorununun çözümünde barışçıl adımları devreye sokmalıdır.

KCK tutuklularını ve tutuklu milletvekillerini derhal serbest bırakmalıdır.

Biz Uludere’yi unutmayacağımızı söylemiştik.

Unutmayacağız.

Kardeşlerimizi unutturmamaya devam edeceğiz. Uludere’de ölenleri unutmamak, barışı unutmamak anlamına gelecek.

Kürt halkı sizden kan parası değil, bir özür bir de sorumlulardan hesap sorulmasını bekliyor.

Kürt halkı sizden bomba, katliam, tutuklama, bayram yasaklama değil; dilinizden düşürmediğiniz “kardeşlik” terimine yakışır barışçı adımlar bekliyor.

Kürt halkı yaşadığı tüm bu acılara rağmen, hala inatla barıştan yana duruyor, barış için uğraşıyor, barışı bekliyor.

Bizler, barış için mücadele edenler; barış konuşuyor, barış haykırıyoruz.

Bizler biliyoruz ki Uludere’nin hesabının sorulması önce insan olmanın gereği, sonra barış konuşmaya başlamanın zorunlu adımıdır.

Barış İnisiyatfileri adına Feryal Öney

 

15 Mayıs 2012 – Nato’ya Hayır Basın Açıklamasına Çağrı – İstanbul

19 Mayıs 2012, Yer:  Galatasaray Meydanı, Saat: 13,30 Chicago’dan İstanbul’a, DÜNYANIN BÜTÜN SOKAKLARI, NATO’CULARA KARŞI BİRLEŞİYOR!

NATO’cular, gelecek hafta Chicago’da toplanıyor. Dünyanın dört bir yanından savaş karşıtları ve insan hakları savunucuları da 18-19 Mayıs’ta Chicago’da BARIŞ ve EKONOMİK ADALET İÇİN KARŞI ZİRVE’de buluşuyorlar. Türkiyeli savaş karşıtları olarak, İstanbul’da sokağa çıkıp sesimizi onların sesine katacağız, bir savaş ve ölüm makinesinden başka bir şey olmayan NATO’ya HAYIR diyeceğiz. Çünkü, Afganistan’daki NATO ve ABD işgali sona ermeli, bu zirve bu savaşın bir kez daha onaylandığı bir yer olmamalı. Türkiye de dahil olmak üzere Afganistan’da bulunan bütün askerler hemen geri çekilmelidir.  Çünkü, İran ve Suriye’ye yönelik savaş tehditlerine son verilmeli. Dünyada insanlar ekonomik krizin pençesinde okul paralarını, faturalarını, ev kiralarını ödeyemezken yeni savaşlara ve işgallere değil, eğitime, sağlığa ve iş olanakları yaratılmasına para ayrılmalı. Çünkü;Soğuk Savaş çoktan bittiği halde İNCİRLİK de dahil olmak üzere, ABD’nin NATO Antlaşması çerçevesinde Avrupa’da bulunan bütün nükleer silahları geri çekilmeli.

 

19 Mayıs 2012 – Nato’ya Hayır Basın Açıklamasının Metni – İstanbul

BARIŞ VE ADALETİN EGEMEN OLDUĞU BİR DÜNYADA NATO’YA YER YOK!

Değerli basın mensupları, Sevgili savaş karşıtları,

Kendilerini ‘dünyanın efendileri’ olarak ilan eden NATO’cular, ABD’nin Chicago kentinde yapılan NATO zirvesinde bir araya geliyor. Zirvenin gündeminde İran’a saldırı, Suriye’ye müdahale ve Afganistan işgali konuları da var. Bu toplantıyla aynı günlerde NATO karşıtları da ‘alternatif zirve’de buluşuyor. Dünyanın bir çok kentinde bugün ve yarın sokaklara çıkan savaş karşıtları ve küreselleşen adalet yanlıları NATO politikalarına ‘hayır’ diyecek. ‘İran ve Suriye’ye askeri müdahaleye hayır, Afganistan’ın işgaline son’, ‘Savaşa değil, eğitime, sağlığa bütçe!’ diye haykıracaklar. Biz de buradan sesimizi onların sesine katıyor ve ‘NATO’YA HAYIR!’ diyoruz.

Çünkü NATO tüm dünyaya ölüm getiren dev bir savaş mekanizmasıdır. Balkanlar, Afganistan ve Libya; yakın zamanlarda NATO’nun ‘insani müdahale’ adı altında kana buladığı ve onlarca sivilin ölümüne neden olduğu yerlerden sadece bir kaçı…

NATO liderleri Afganistan’da çıkmaza giren savaştan kurtulabilmek için bir yol arıyorlar. Afganistan’dan 2014 yılında çekileceklerini ama ‘bir grup’ NATO birliğinin ülkede kalmaya devam edeceğini söylüyorlar. Pek çok suçsuz Afganlının canını almış olan bu vahşi savaş sorunları daha da derinleştirmenin dışında bir işe yaramamıştır. Bir an önce bitmeli, Afganistan’da tek bir işgalci NATO askeri dahi kalmamalıdır.

ABD’nin Avrupa’daki üsleri ve bu üslerde bulunan nükleer bombaları NATO’nun Chicago toplantısının gündem maddelerinden bir diğeri.

Dünyanın farklı ülkelerinde sayıları 750 yi bulan askeri üsleriyle ABD şiddetle gücünü korumaya çalışmaktadır. Bu üslerden bir tanesi olan İncirlik Üssü’nün gizli kararnamelerle her yıl neden ABD’nin emrine veriliyor. ABD’nin bu üssü ne tür operasyonlarda kime karşı kullandığını hala açıklanmamıştır.

İncirlik Üssü’ndeki 90 nükleer başlık kime karşı kullanılmak üzere orada tutuluyor? NATO’nun güvenlik doktrini çerçevesinde tutulan bu nükleer bombalar sadece Türkiye için değil, komşu ülkelerdeki halklar için de büyük bir tehlike oluşturuyor. ABD, Avrupa’daki nükleer silah dayatmasına son vermeli, İncirlik’teki nükleer bombaları geri çekmelidir.

Chicago zirvesinin bir diğer önemli gündem maddesi de ‘füze kalkanını’ da kapsayan ‘akıllı savunma sistemleri’ olacak. Şu anda bu kalkanın radarları Malatya’nın Kürecik ilçesine yerleştirilmiş durumda. Bu zirvede Türkiye’nin ‘akıllı savunma sistemleri’ çerçevesinde başka bir dizi projeyi de üstlenmesi bekleniyor. Kürecik üssünün hukuki durumunu nedir? Kürecik bir ABD Üssü ise bu üssün açılması için anayasa gereği T.B.M.M.nden yetki alınmış mıdır? Yetkililerin bu üssün durumunu kamuoyuna açıklanmasını bekliyoruz.

Biz ‘savunma’ adı verilenler de dahil, her çeşit füze sistemine karşı çıkıyor,  bu sistemler yerine devletler arası dış ilişkilerde barış kültürü geliştirilmesini öneriyoruz.

 

Değerli dostlar,

Dünya askeri harcamalarının b’sini, bir savaş makinesi gibi davranan NATO, yapıyor.

Küresel ekonomik krizin yaşandığı bir dönemde, NATO bütçesinin yaşam standartlarının düşürülmesi, ücretler ve sosyal haklarda yapılan kısıntılarla karşılanması bir insanlık suçudur.

Bu silahlar, uluslar arası ilişkilerde barış kültürü yerine savaş kültürünün hakim olmasına neden oluyor ve yeni bir silahlanma yarışı başlatıyor.

Biz savaşsız bir dünya istiyoruz. Dünya kaynaklarının savaş ve toplu imha silahları, şiddet ve militarizasyon için kullanılmasını reddediyor, dünyanın ve insanlığın kirletilmesine karşı çıkıyoruz.

Barış ve adaletin egemen olduğu bir dünyada, saldırgan, yayılmacı, militarist politikalara, NATO’ya yer yok.

Bugün biz Türkiye’li savaş karşıtları burada, dünyanın tüm sokakları ile birlikte bir kez daha ‘NATO’YA HAYIR’ diyoruz.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu adına Nilüfer Uğur Dalay

 

20 Mayıs 2012 – Unutursak Kalbimiz Kurusun Basın Açıklamasına Çağrı – İstanbul

28 Aralık’ta Uludere’de 34 kişi katledildi. 4 ayı aşkın süredir ne özür dilendi ne de hesap soruldu.Katliamın 120. gününde sokağa çıktık. Sorumluları protesto ettik. 26 Mayıs Cumartesi günün yine sokağa çıkacağız.Basın açıklamasında hem Genelkurmay yetkililerini hem de hükümeti uyaracağız. Barış İnisiyatifleri “Hesap sorulsun, özür dilensin!” etkinliğine tüm savaş karşıtlarını çağırıyor. Unutursak kalbimiz kurusun demiştik. Unutmayacağız!

Galatasaray Meydanı, 26 Mayıs Cumartesi,

Barış İnisiyatifleri

 

26 Mayıs 2012- Unutursak Kalbimiz Kurusun Basın Açıklaması Metni– İstanbul

Tam beş ay önce, Uludere’de, devlet halkını bombalayarak 34 kardeşimizi öldürdü. Öldüren, öldürme emrini verenler, bir açıklama yapmak, vur emrini kimin verdiğini halka açıklamak, açılan yarayı onarmak için adım atmak yerine, pervasızca açıklamalar yaparak, öldürülenleri suçlamaya başladı. Uludere’de öldürülenleri suçlayan İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin ve İdris Naim Şahin’e sahip çıkan başbakan, Kürt halkını ve vidan sahibi olan milyonlarca insanı öfkelendirdiler.

Başbakan, “TSK Ahmet mi, Mehmet mi nasıl ayırt etsin. Hata da olabilir.” diyerek TSK’yı ve katliamı aklamaya çalışırken, meseleyi karikatürize etmeye çalışıyor.

“Ahmet, Mehmet” değil başbakan!

Uludere’de öldürülen insanların adı ve soyadı var!

Ahmet, Mehmet değil!

Adem And örneğin, Nadir Almak örneğin, Hamza Encü örneğin, Ferhat Encü, Salih Ürek, Osman Kaplan, Şrevan Encü…

Daha sayalım mı başbakan!

“Ahmet’i, Mehmet’i ayrıramıyoruz” diyorsunuz, biz de diyoruz ki Ahmet’i de öldürmeyin Mehmet’i de.

Ölümler dursun, savaş tamtamları sussun!

Uludere katliamının ilk nedeni, Kürtleri düşman gören zihniyetin hakimiyetidir.

Uludere katliamı, Kürt sorununu bir güvenlik sorununa indirgeyen hükümet yaklaşımından kaynaklanmıştır.

Katliam, sınır ötesi operasyon kararının, insansız hava araçlarıyla Kürt sorununu çözebileceğini sanan militarist zihniyetin ürünüdür.

Gök gürültüsü gibi sesler çıkartan uçaklar 34 sivili paramparça etti.

Bu bir iş kazası değildir!

Bu bir teknik hata değildir!

Bunun tek bir adı vardır, göz göre göre işlenen bir katliam!

Uludere kan parasıyla çözülecek bir sorun değildir!

Üzerinde esip gürleyeceğiniz bir politika alanı da değildir!

Uludere’de bizim Kürt kardeşlerimiz öldürüldü. Çocuklar öldürüldü. Ekmek parası peşindeki insanlar öldürüldü. Planlı bir cinayetle öldürüldü. Artık yoklar.

Geri de gelmeyecekler!

Başbakan, birilerinin Uludere’yi istismar ettiğini söylüyor.

Bu doğru değil! Uludere katliamını İdris Naim Şahin ve başbakan dışında kimse istismar etmiyor!

Bizler, sadece unutursak kalbimiz kurusun diyoruz, öldürülen Kürt kardeşlerimizi unutmayacağımızı söylüyoruz.

Onların yasını tutuyoruz.

Ve ölenleri istismar eden İdris Naim Şahin’in tek bir saniye bile bakanlık koltuğunda oturmasını istemiyoruz.

İdris Naim Şahin’in derhal istifa etmesini istiyoruz!

“Vur emrini” verenlerin açığa çıkartılmasını, yargılanmasını istiyoruz.

Ölenlerin ailesinin ve Kürt halkının gözünün içine baka baka, özür dilenmesini istiyoruz.

Sorumlulardan hesap sorulmasını istiyoruz.

Çünkü biz barış istiyoruz!

Savaşın sesinin susmasını istiyoruz.

Bombalar patlamasın, insanlar ölmesin, diyalog, müzakereye başlansın, siyasal çözüm gerçekleşsin istiyoruz.

Kürt halkının hakları tanınsın istiyoruz.

Ama Uludere’yi unutursak, bunların hiçbirisi gerçekleşmeyecek.

Bu yüzden, unutursak kalbimiz kurusun!

Barış İnisiyatifleri adına Zeynep Tanbay

 

13 Temmuz 2012 – Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

Basına ve kamuoyuna,

Barış mitingini yasaklamayın! Barışın sesini kısmayın!

Diyarbakır Valiliği, BDP’nin yarın Diyarbakır’da düzenleyeceği mitingi yasakladı. Bu mitingi yasaklamak, insanların düşünce ve gösteri özgürlüğünün kısıtlanması anlamına gelmiyor sadece. Diyarbakır’da gerçekleşecek mitingi yasaklamak, barışın sesini kısmak, militarist politikaların yaygınlaşması, savaşçı bir gerginliğin yaratılması anlamına geliyor.

Diyarbakır Valiliği, mitingi yasaklama kararından henüz vakit varken vazgeçmelidir.

BDP yetkilileri, mitingin barış için, Kürt sorununun demokratik çözümü için, diyalog ikliminin yeşermesi ve hak ihlallerinin sona ermesi için düzenlediklerini defalarca vurguladı. Bu vurgulara rağmen, mitinge başka anlamlar yükleyerek yasakçılık yapmak, barış isteyen insanları engellemek, 14 Temmuz’u bir gerginlik gününe çevirmeye hizmet eder.

14 Temmuz mitinginin gerginlikten kurtulması ve barışa hizmet eden bir etkinlik haline dönüşmesi için miting üzerindeki yasaklamaya son verilmelidir.

Kürt halkı üzerindeki baskılara son verilmelidir.

Barışı engellemeyin, barışa bir şans verin.

Küresel BAK adına Kerem Kabadayı

 

29 Ağustos 2012 – Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

ORTADOĞU’DA ve TÜRKİYE’DE BARIŞ İÇİN 1 EYLÜL’DE SOKAKLARDAYIZ!

1 Eylül Barış Günü’nü bu yıl yine savaş ve silahlı çatışmaların yaşandığı bir bölgede kutluyoruz. Ortadoğu, halkların üzerine bomba yağdırıldığı, çocukların öldürüldüğü, kurşun seslerinin hiç durmadığı bir yer olmaya devam ediyor. Her gün ölüm haberleri, parçalanmış bedenler, tahrip edilmiş kentler ve ölçüsüz bir saldırganlık ile yüz yüzeyiz.

Ortadoğu halkları sadece dış güçlerin değil, aynı zamanda kendi ülkelerindeki diktatörlerin baskısı altında yasaklarla kuşatılıyor, eziliyor, bombalanıyor, öldürülüyor.

 

KÜRT HALKININ HAKLI TALEPLERİNE KULAK VERİLMELİ, MÜZAKERE İÇİN BARIŞÇI BİR ORTAM YARATILMALIDIR

Türkiye’de hükümetin ve devletin Kürt halkının haklı taleplerine karşı şiddeti ve baskıyı bir politika olarak kullanmaya devam etmesi, şiddetin dozunu giderek artırması sorunu çözümsüz bir noktaya götürmekte, halklar arasındaki kin ve düşmanlığı körüklemektedir.

Bu politikalar çıkmaz bir yoldur. Bu yoldan derhal vazgeçilmeli, Kürtlerin her türlü talebinin müzakere edilebileceği, tartışılabileceği barışçıl bir ortam yaratılmalıdır.

Kürt halkının taleplerinin tartışılması, haklarının verilmesi öncelikle mevcut hükümetin ve devletin sorumluluğundadır. Bu sorunu güvenlikçi, baskıcı politikalarla çözmeye çalışmak, dünyada ve Türkiye’de yaşanmakta olanlardan hiç ders alınmadığını gösterir.

21. yüzyılda artık hiçbir halkı kendi taleplerinden vazgeçmeye, baskı altında yaşamaya razı edemezsiniz. Bu süreç er ya da geç Kürt halkının her türlü meşru talebinin kendilerine verilmesi veya kendileri tarafından kazanılması ile sonuçlanacaktır. Savaş karşıtları olarak dileğimiz bu dönemin barış içinde geçirilmesi, çocukların, gençlerin öldüğü sürecin derhal son bulmasıdır.

 

SURİYE HALKLARININ YANINDAYIZ!

Bölgemizde öne çıkan önemli bir konu da Suriye’deki halk ayaklanmasıdır. Esad diktatörlüğü özgürlük talebi ile ayaklanan kendi halklarının üzerine bomba yağdırmakta, kendi halkının kanını dökmektedir. 2011′in Mart ayından bu yana Suriye’de ölenlerin sayısı 30 bini geçti, 200 bin Suriyeli ise mülteci haline geldi.

AKP hükümetinin; ABD, Suudi Arabistan ve diğer bazı ülkelerle birlikte bir askeri müdahaleye hazırlanmasını ise, emperyalist saldırganlık, Suriye halklarına karşı düşmanlık olarak görüyoruz. AKP, demokrasiden ve özgürlüklerden yana olmaktan çok, mezhepçi ve emperyal güçlerden yana bir dış politika izliyor.

Suriye’de askeri dış müdahaleyle rejimi değiştirmek, Suriye’nin demokratikleşmesine değil, çatışmaların şiddetlenmesine, bölgedeki istikrarsızlık ve savaş ortamının yayılmasına neden olacaktır. Suriye”deki muhaliflere Türkiye”nin silahlı destek vermesini de bir tür askeri dış müdahale olarak değerlendiriyoruz.

Suriye’ye askeri müdahale aynı zamanda İran’a yönelik bir askeri müdahalenin de kapısını aralayacaktır.

Irak savaşında 1 milyon Iraklı hayatını kaybetti. Irak halkları savaş öncesinden çok daha büyük bir yıkım ve sefaletin içine sürüklendi. Bu yanlışın Suriye ve İran’da tekrarlanmasını önlemeliyiz.

Esad diktatörlüğünün döktüğü kanı Ortadoğu’ya yönelik yeni bir askeri müdahalenin ve savaşın gerekçesi yapmak isteyen bütün güçler, ister ABD, ister NATO, ister Türkiye olsun, karşılarında yine biz savaş karşıtlarını bulacaktır.

Açlık ve yoksullukla mücadele için yılda sadece 300 milyon dolar bütçe ayıran, ama savaş için günde 5 milyar dolar harcayan egemen güçlerin Suriye’ye barış getirmesi beklenemez.

Biz savaş karşıtları, Suriye’de diktatörlüğe karşı ayaklanan halkların yanındayız. Esad diktatörlüğünün bir an önce silahları susturmasını, ister gerçek demokratik reformlar yoluyla, isterse iktidarı terk ederek olsun, bu şiddet yolunu derhal bırakmasını istiyoruz.

Halkların kendi ülkelerinde özgürce yaşaması için, güvenli ve umutlu bir gelecek için, barış, eşitlik, kardeşlik için umudumuz hala sürüyor.

 

ORTADOĞU HALKLARI KAZANACAK!

Geçmekte olan bütün bu karanlık günlere rağmen, bombaların silahların olmadığı, barış içinde bir ülkede yaşamak umuduyla, barışı kazanmak için Ortadoğu halkları direniyor.

Ne eli kanlı diktatörler, ne de emperyalist müdahaleler sonuç vermeyecek, Demokratik ve özgür Ortadoğu, halkların kendi çabası ve emeği ile mutlaka kurulacaktır.

 

1 EYLÜL BARIŞ GÜNÜ

Biz, savaş ve işgal karşıtları olarak, barış, özgürlük, kardeşlik, adalet için küresel direnişimize devam edeceğiz. Onların bombaları, tankları, silahları olabilir. Ama biz milyonlarca insanız.

Biz, hakları için mücadele eden Kürtleriz, Esad diktatörlüğüne ve her türlü emperyalist müdahaleye karşı direnen Suriye halkıyız, NATO işgaline karşı mücadele eden Afganlarız, İsrail’e boyun eğmeyen Filistinlileriz!

Biz milyonlarız!

Biz kazanacağız!

Barış kazanacak!

 

1 Eylül 2012 Cumartesi günü, tüm illerde yapılacak basın açıklaması ve mitinglere tüm savaş karşıtlarını davet ediyoruz.

Küresel BAK adına Kerem Kabadayı

 

5 Ekim 2012 – Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

Suriye’ye müdahale tezkeresi geri çekilsin!

Urfa”nın Akçakale ilçesine Suriye”den atılan top mermisiyle yaşamını kaybeden kadın ve çocuklar için üzülürken, aniden savaş tamtamlarının gürültüsünün içinde bulduk kendimizi. Türkiye’de misilleme olarak, Suriye”yi vurdu ve onlarca Suriyeli yaşamını yitirdi.

Hiç unutmamıştık ama bir kez daha hatırladık ki savaş, sadece ve sadece büyük acılar, ölüm, bombalamalar, top sesleri, yıkım ve şiddet demektir.

Ama hükümet, arka arkaya gelen ölümlere üzülmeye bile fırsat bırakmayarak, gece yarısı hazırladığı savaş tezkeresini ertesi sabah Meclis”in gündemine getirdi. Hükümete Suriye ile savaş çıkartma yetkisi veren Tezkere halktan gizli bir oturumda AKP ve MHP”nin oylarıyla onaylandı. Üstelik, bu seferki tezkerenin kapsamı her ülkeyi kapsayacak kadar geniş tutuldu ve hükümetin eline her an kullanabileceği çok tehlikeli bir araç verilmiş oldu.

Başbakan, Türkiye”nin ‘caydırıcı’ olmak için bu savaş tezkeresine ihtiyacı olduğunu açıkladı. George Bush”un ‘önleyici savaş’ doktriniyle, Erdoğan’ın ‘caydırıcı savaş’ tezkeresi yaklaşımı arasında çok ince bir çizgi var. Başbakan çelişkili bir şekilde, savaş tezkeresini Ortadoğu”da barışı istedikleri için Meclis”ten geçirdiklerini söylemeyi de ihmal etmedi tabii.

Oysa Barış isteyen, savaş tezkeresi çıkartmaz!

Barış isteyen, Suriye”yi top ateşine tutmaz!

Barış isteyen, bölgedeki gerilimi tırmandırmaz!

Barış isteyen, komşularına karşı güç gösterisinde bulunmaz!

Barış isteyen, savaşın dilini kullanmaz!

Eğer gerçekten barış istiyorsanız, çok kısa bir adım atmalı ve tezkereyi geri çekmelisiniz!

Suriye’deki yönetimin aylardır kendi halkını bombaladığını, katliamlara ve insani bir drama yol açtığını biliyoruz. Böyle bir diktatörlüğün ömrünü uzatacak olan şey, bu ülkeye askeri müdahaledir. Türkiye, bölgesel çıkarları için Suriye”ye güç gösterisi yapmaya devam ettiği sürece oradaki zorba yönetimi güçlendiriyor. Türkiye, Suriye’ye savaş açtığında ise bu Ortadoğu”nun ve giderek tüm dünyanın korkunç bir savaş girdabına kapılması anlamına gelir. Esad rejiminin ömrünü uzatacak tek formül de zaten budur.

Bizler, savaş karşıtları olarak, Suriye halkının kaderini, Suriye halkının belirlemesini istiyoruz. Suriye”ye ne Türkiye”nin, ABD”nin, NATO”nun, ne de İran”ın, Rusya”nın ve Katar”ın müdahale etme hakkı yoktur.

Suriye”ye her türlü askeri müdahale, Suriye”yle savaş, savaş tezkeresi, güç gösterisi, militarizmin şiddetinin artması, bölgede önüne geçilemez bir kan dökücülüğün oluşması anlamına gelecektir.

Bu yüzden, hükümetin tezkereyi derhal geri çekmesini istiyoruz. Sadece Suriye”ye yönelik değil, Irak”ın Kuzeyi”ne yönelik sınır ötesi operasyon tezkerelerinin yenilenmesine de kesinlikle karşıyız. Kürt sorununda gelinene aşama ve yaz aylarında yaşamını kaybeden gençlerin sayısı, sınır ötesi operasyonların çözüm değil ölüm anlamına geldiğini gösterdi.

Bizler, tüm savaş karşıtlarını Suriye halkıyla dayanışmaya çağırıyoruz.

Bizler, tüm savaş karşıtlarını, Kürt halkıyla dayanışmaya çağırıyoruz.

Suriye halkına da Kürt halkına da en önemli, en yaşamsal, en etkili destek, Türkiye”nin savaşçı maceralarına ve militarist eğilimlerine son vermek, barışın da sesini yükseltecek olan demokratikleşme mücadelesini yükseltmektir.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu tüm savaş karşıtlarını bu mücadelenin sesi, sözü olmaya çağırıyor.

Savaşa hayır!

Türk, Kürt, Arap halkları kardeştir!

Küresel BAK adına Yıldız Önen

 

5 Ekim 2012 – Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

No to the dictator and no to war!

The enactment should be withdrawn!

While we have been mourning for our brothers and sisters who were killed by shell thrown from Syria in the Akçakale district of Urfa province, all of a sudden we found ourselves in screams of warmongers. Turkey answered by hitting Syria and  the Turkish government demanded authorization of cross border military operation from the parliament. The demand was voted in a secret session in the parliament and it passed with the votes of AKP (Justice and Development Party – government party) and MHP (Nationalist Action Party – fascist party).

We know that Esad is a killer and dictator. He has been bombing his own people for months. As a result of attacks of the regime, thirty two thousand people were killed in 18 months and approximately one million people immigrated.

Any dictatorships can’t live forever. If there is anything which can prolong a life of a dictatorship is a foreign military operation.

We, as peace activists, say that only Syrian people can determine their own destiny. Turkey, USA, NATO or Iran, Russia and Qatar have certainly no right to interfere in Syria.

We are with Syrian people and against Esad dictatorship!

Any military action to Syria will transform the region into a blood bath. So we demand our government to withdraw the authorization of military action immediately. We are against any military action not only against Syria but also against north of Iraq. Having military actions in the region means worsening the Kurdish question as well.

We call all the people who are against war to support Syrian people!

We call all the people who are against war to support Kurdish people!

No to War!

On behalf of the Global Peace and Justice Coalition Yildiz Onen

 

15 Ekim 2012 – Barış Ansiklopedisi Toplantı Çağrısı – İstanbul

KÜRESEL BAK – BARIŞ ANSİKLOPEDİSİ

Küresel BAK, savaş karşıtı hareketin ve barışın ansiklopedisini yayınlamaya hazırlanıyor. Barış Ansiklopedisi, Küresel BAK yürütmesinin de içinde olduğu bir editöryel ekip tarafından hazırlanacak ve bir yayınevi tarafından yayımlanacak.

Ansiklopedi, savaş karşıtı hareket ve barış teması çerçevesinde, alfabetik olarak düzenlenmiş maddelerden oluşacak. Ansiklopedide yaklaşık 250 maddenin yer alması hedefleniyor.

Ansiklopedinin maddeleri savaş karşıtı hareket ve barış temasına ilişkin kişiler, kurumlar, örgütler, olaylar, yerler, etkinlikler, teoriler, kavramlar ve özel konular arasından seçilecek. Barış mücadelesinde belirleyici öneme sahip düşünür ve aktivistler, savaş karşıtı hareketin dönüm noktalarını oluşturan olaylar, kampanyalar ve eylemler, yayınlanan bildirgeler, yapılan konferanslar, yazılan önemli yazılar, barış ve savaş karşıtlığının tanımlayıcı kavramları ve savaş karşıtı hareketle sanat ve hayat arasındaki bağlantılara ilişkin özel konular ansiklopedi maddeleri arasında yer alacak.

Küresel BAK’ın Barış Ansiklopedisi’nde yer alan maddelerin yarısından fazlasının Türkiye savaş karşıtı hareketine ilişkin olması ve böylece Türkiye tarihine dair özgün bir ansiklopedi yaratılması hedefleniyor.

 Ansiklopedinin maddeleri geniş bir yazarlar grubu tarafından yazılacak. Yazarlar bir veya daha fazla maddekaleme alabilecekler. Editoryel ekip tarafınan yazılan  maddeler hariç her maddenin altında yazar imzaları yer alacak.

Bu ansiklopedi hakkında konuşmak, fikirler geliştirmek için 17 Ekim Çarşamba akşamı 19.00’da Cezayir Lokalinde bir Danışma Kurulu toplamayı düşünüyoruz. Sizin de bu toplantıya katılarak bize güç vermeniz bizi sevindirecektir.

Küresel BAK adına Ümit Şahin

 

17 Ekim 2012 – BARIŞ ANSİKLOPEDİSİ 1. DANIŞMA KURULU TOPLANTI RAPORU

Barış Ansiklopedisi 1.Danışma Kurulu toplantısı 17 Ekim 2012 Çarşamba günü Cezayir Toplantı Salonunda yapıldı.

Toplantıda önce Barış Ansiklopedisi çalışmaları hakkında bir sunum yapıldı. Yurt dışından getirtilen 4 ciltlik ‘The Oxford International Encyclopedia of Peace’ ciltleri, katılımcılar tarafından incelendi. Daha sonra Barış Ansiklopedisi için oluşturulan taslak sayfa maketi katılımcılara sunuldu.

Katılımcıların ansiklopedi ile ilgili görüşleri alındı, bu görüşler özetle;

•           Yapılmak istenilen barış kavramı ile ilgili bilgi vermek ise bu evrensel nitelikte olmalı. ‘Türkiye Barış Ansiklopedisi’ değil, Barış Ansiklopedisi denilmeli. Madde yazarlarının sadece Türkiye’den olması şart değil. Nobel ödüllü yazarlar örneğin neden olmasın. Gerekli görüşmeler yapıldıktan sonra bazı maddeler Oxford’un ansiklopedisinden alınabilir.

•           Güncellenmesi mümkün bir çalışma için sadece kitap ile sınırlı düşünmeyelim. Örneğin Wikipedia gibi katılıma açık bir internet ortamı düşünülebilir.

•           Dünyadan Bob Geldolf, Live Eight konserleri eklenebilir. Tek tek bazı grup ve sanatçılar yerine örneğin Rock müzik başlı başına bir madde olabilir. Sierra Leone, Ruanda, Nürnberg yargılamaları ortak bir mahkemeler başlığı içinde olabilir.

•           İsmine Ansiklopedi denmeyebilir. Günün gereği olarak elektronik ortama ağırlık vermeliyiz. Yazılı bir metin internet ile birlikte daha anlamlı olabilir. Bütün bu süreçteki mücadelelere ilişkin hafıza çok önemlidir, metinlere bunu yansıtmalıyız.

•           Barış Atölyesi çalışmalarının mutlaka yer alması gerekir. Maddeler konusunda esnek, kapsayıcı olmak gerekir. İsimler, olaylar tekrar çalışılmalı.

•           Bazı maddeler orijinal kaynaktan alınmalı. Oxford yayınları ile görüşüp telif hakları alınabilir.

•           İnternetten yararlanılabilir ama Wikipedia gibi bir şey olursa her şey birbirine karışır, bu anlamda internette olması doğru olmaz. Unesco İnsanlık Ansiklopedisi gibi örnekler var.

•           Küresel BAK’ın kendi mücadele süreciyle ilgili bir kitap olabilir. Hareketin bu süreçte ilişki kurduğu kurumlar, insanlar üzerinden hazırlanabilir. Kitap dışında online bir platform da olması hareketin devamlılığı için gerekiyor.

•           Zamanlama çok doğru. Savaş için kışkırtılan ve çok da çabuk kışkırtılan bir topluma karşı, kavramların altının çizilmesi, olayların doğru olarak yansıtılması önemli. Çalışma usulü nasıl olacak bu saptanmalı. Yayın Kurulu hangi kriterler doğrultusunda yazıları değerlendirilecek? Aykırılıkları da buraya yansıtmamız gerekecek. Türkiye toplumunun nasıl bir katkısı olmuş savaş karşıtlığına? Toplumun her kesiminin kriterlerini gören bir yerden bakalım. Zira medya kavramları da dizayn ediyor. İnternet olanaklarını kullanalım. Örneğin abonelere internetten sunulabilir.

•           Bir tür barış kitabı olabilir, Küresel BAK kitabı olabilir veya Barış Ansiklopedisi olabilir. Zamanla sınırlı olursa ansiklopedi olmaktan çıkar, kitaba döner. Barış Ansiklopedisi ismini koyunca, buna uygun içerik önemlidir. Ansiklopedik esintileri olan bir kitap olabilir. ‘100 Soruda’ kitapları vardı geçmişte. NTV yayınlarının ansiklopedik bilgi kitapları var örneğin.

•           ‘Barış Ansiklopedisi’ diyerek, alıcısı olmayan iki kavramı yan yana getirmeyi başarmışsınız. Böyle bir yayın elbette hazırlanabilir. Geçmişten tecrübeler var. Hazırlanan taslak maddeler listesi problemi de ortaya koyuyor. Burada bir döküm var. Dökümle ansiklopedi olmaz. Entelektüel bir çalışma yapmak lazım. Maddelerin ağırlıklarını iyi ölçmek lazım. Bizler barışın ne başlatıcısı ne de sürdürücüsüyüz. Sadece buraya değil, evrensel – küresel bakmak lazım. Sistematik bakmak lazım. Baştan hacim belirlemek lazım. Bu ansiklopediyi kime ulaştıracağız? Ansiklopedi olacak ise dil ve yazım kuralları da çok önemli. Yeni ve ortak bir dil oluşturulmalı.

•           Eğer referans kitabı olacaksa, yine evrensel olmalı. Kitabı – ansiklopediyi örneğin 100 tane basmak yetmez. Örneğin her hafta bir fasikül çıkarılabilir, her biri vesilesiyle konu gündemde tutulur. Sistematik konusu önceliklidir. Bu işleri layıkıyla yapan ustalardan fikir ve katkı alınabilir. İnterneti kullanmak lazım ama sadece internette olmaz.

•           Ansiklopedide madde olacak isimleri iyi seçmek, bazılarını tartışmak lazım. Oxford yayınları ile görüşüp, ne kadar kısaltılabilir, vazgeçilemeyecek kavramları sorup ona göre devam edilebilir.  Belki onlarda bunun kısa versiyonu da olabilir.

•           Barış adına başlı başına bir başvuru kaynağı olacak bir kitap yapabiliriz. Ne kadar kişiye ulaşabilir bu çalışma?  İnterneti kullanmak bana makul görünüyor. Elbette bunun riskleri de var.

•           Oxford’un hazırladığında da bir sübjektivizm var. 5 yılda 531 akademisyen ve yazarın katkısıyla hazırlanmış bu ansiklopedi. Biz böyle bir şey yapamayız. Ama ben çevremizde oldukça yetkin bir yazı kadrosu olduğunu düşünüyorum. İnternet ortamında olursa bence iş değişir, kimse yazmaz.

•           İki opsiyon görünüyor. Birincisi mevcut kitabın telifinin alınması. Basılı bir şey olacaksa bunun zaten kuralları var. İkincisi bir aktivizm kitabı yapmak için düşünülür ise bunun bedelsiz olması da ayrı bir değerdedir. İnterneti küçümsemeyelim ve düşünelim. Çünkü internet başlı başına uluslararası hareketin artık bir parçasıdır.

•           Ayrı yayın alanları olan tablet ve mobil telefonlar da düşünülmeli. Günümüzde bunlar önemli birer mecra.

•           İnternet versiyonu için ayrı bir çalışma elbette yapılabilir. Bu görsel destekli bir şey de olabilir. Benim dediğim, sadece internet olmaz.

•           Bu çalışma önemli çünkü bence barışın çok anlamlı olduğu bir zamandayız. Barış en çok burada anlamlı.  250-300 madde olacak ise buna uygun bir kurgu çıkartmak gerekiyor. Bence bugünün barış mücadelesine katkı yapacak maddeleri eklemek lazım. Zaman yolculuğumuzu daraltmak doğru olabilir. Kitap çıktıktan sonra internet üzerinden versiyonu geliştirilebilir. Ortak ve katılımcı bir zemin oluşturulabilir.

•           Yöntem önemli. Maddeleri nasıl seçeceğiz? Nasıl çalışacağız? Burada olmaları gerekenler nasıl dahil olacak? Hedef te önemli. Mümkün olduğu kadar insana ulaşması hedeflenmeli. İnternet kullanılmalı. Kaynak için de kullanılmalı. Artık birçok uluslararası yayını pdf olarak indirebiliyoruz.

•           Bu ansiklopediye çalışanlar için de bir aktivizm oluşturalım. İnsanlar bu ansiklopediye madde yazarken de aslında barışı düşünecek. Bu bile başlı başına iyi bir şeydir.

Toplantı sonunda katılımcılara bundan sonraki süreçle ilgili bilgi verildi. Buna göre;

•           Küresel BAK yürütmesinin de içinde olduğu bir yayın kurulu oluşturuyoruz.

•           Bugün burada olamayan ama bu faaliyete davet ettiğimiz arkadaşlarımızla da paylaştıktan sonra, tekrar ve daha geniş bir toplantı yapacağız.

•           Ansiklopedi kurgusu için Danışma Kurulunun önerdiği kişilerle görüşeceğiz.

•           Bu süreçte haberleşmeye devam edeceğiz.

 

16 Kasım 2012 – Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

YAŞAMA VE BARIŞA BİR ŞANS VERİN, ÖLÜMLERİ DURDURUN!

Binlerce Kürt siyasi tutuklu ve hükümlü cezaevlerinde 12 Eylül 2012 tarihinden bu yana açlık grevinde. Bugün, açlık grevlerinin 66. günü. Aralarında seçilmiş siyasetçilerin de bulunduğu grevcilerin bir kısmı hayati tehlike açısından kritik eşiği aşmış bulunuyor. Birçoğu açlık grevleri bitse bile kalıcı sağlık sorunları yaşayacak. Yani artık sorunu çözmek için bekleyecek, kaybedecek bir dakikamız bile yok.

Günlerdir bir çok kentte, açlık grevlerine ve taleplere dikkat çekmek ve bir an önce çözüme ulaşılmasını sağlamak için eylemler yapılıyor. Yetkililer sorumluluğa davet ediliyor. Başta Kürtler, kamuoyunun önemli bir bölümü ayakta. Bugünlerde milletvekilleri ve tutuklu aileleri de dahil pek ço kişi dışarıda da destek açlık grevleri yapıyor. Hepimiz, kötü bir haber gelmesin diye endişe içinde bekliyoruz. Vicdanlar ayakta ve Hükümetin suskunluğuna ortak olmak istemeyen binlerce kişi olarak her gün sokaklardayız.

Türkiye’de daha önce böyle birşey görülmedi. Binlerce insanı ölüm sınırına getiren bir trajedinin tanıklarıyız ve biliyoruz ki bu trajedi istenmeyen sonuçlara varırsa, Kürt sorununda yeni ve daha önce tanık olmadığımız çapta bir kırılma yaşanacak. Buna engel olmak için elimizden geleni yapmalıyız.

2012 yılı, Şırnak – Uludere’de yaşanan ve 34 kişinin öldürüldüğü katliamın yarattığı bir kırılmayla başladı. Bu yılın benzeri yeni bir kırılmayla sonlanmasını istemiyoruz.

Diyalog ve kardeşlik yerine, şiddet dili, çatışma ve ölüm üzerinden biriktirilen nefret duygusuna, artık tahammülümüz yok!

Bunu engellemek ve umutlu bir geleceğin yolunu açmak ise çok basit. Açlık grevlerinin talepler değerlendirilerek sona ermesi mümkündür. Yeni bir kırılmaya izin vermemek ve cezaevlerinde ölümleri engellemek mümkündür.

Bunun ilk adımı da Başbakanın konuşmalarında cisimleşen, süreci geren, aşağılayıcı dilden bir an önce vaz geçmesidir. Bir halkın kimliğini, siyasi temsilcilerini küçümseyen ve insan onurunu zedeleyen yaklaşımlardan, tek kelimeyle şiddetin dilinden vazgeçilmelidir. Süreç kritiktir ve Hükümet sorumlu davranıp çözüm yönünde adım atarsa, açlık grevleri ölüm grevlerine dönüşmeden sonlanabilir.

Hükümet, siyasi tutukluların taleplerini, “bizim zaten üzerinde çalıştığımız düzenlemelerdi” diyerek görmezden gelmemelidir. Cezaevindeki insanları siyasal alanın dışına iten, hak aramanın meşruluğuna gölge düşüren yaklaşımlardan vaz geçilerek, Kürt sorununda barışçı çözümün önünü açacak adımlar bir an önce atılmalıdır.

Yaşama ve barışa bir şans verin. Barış için sayısı zaten azalan köprüler de tahrip olmasın.

Barışçı bir çözüm için, diyalog zemini güçlendirilmelidir. Haklı taleplerin kazanılması için de siyasal zeminin, demokratik alanın kullanılması gerekiyor. Oysa şiddetin dili, bu alanın da kullanılmasını engelliyor.

Biz barışı ve adaleti savunan savaş karşıtları olarak, Başbakana ve hükümete bir kez daha sesleniyoruz: Vicdanları kanatmayın ve barış için, açlık grevinde ölümleri durdurun!

Barış aktivistleri olarak, yıllardır birlikte mücadele ettiğimiz, Irak halkıyla, Filistin halkıyla, Suriye halkıyla dayanışma eylemlerinde birlikte ses çıkarttığımız tüm aktivistlerimizi ölümlerin durdurulması için harekete geçmeye çağırıyoruz.

İncirlik için, Felluce için, Guantanamo için, Gazze için, Bağdat için birlikte küresel eylemleri örgütlediğimiz dünyadaki tüm savaş ve işgal karşıtlarını, Türkiye’de yaşamın ve barışın kazanması için, duyarlı davranmaya çağırıyoruz.

Küresel BAK adına Kerem Kabadayı

 

27 Kasım 2012 – Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

SAVAŞA YATIRIM YAPILARAK BARIŞ SATIN ALINAMAZ!

Suriye ile Türkiye arasında yükselen gerilim tragedyasının son perdesinde sahneye Patriot isimli “yurtsever” füzeler sürülüyor.

Füzeler ABD”nin “dünya krallığına” giden yolunun üzerindeki egemenlik oyununun saldırı stratejisinin yeni oyuncağıdır.

4-6 Nisan 2008 de Bükreş’te düzenlenen NATO Zirvesi’nde, 14 Ekim 2010 de Brüksel’de yapılan NATO Savunma ve Dışişleri Bakanları toplantısında, 19-20 Kasım 2010 tarihleri arasında Lizbon’da düzenlenen NATO Liderler Zirvesinde kabul edilen NATO’nun yeni stratejik konsepti, anti-balistik füzeler, füzesavar sistemler, füze savunma sistemleri ve füze kalkanları  projeleri  bize  bugünlerin geleceğinin ipuçlarını zaten veriyordu.

1950″li yıllarda tırmanmaya başlayan stratejiyle, uzay ve kıtalar arası füzeler yarışı, devletlerin elinde var olan dünyayı yok edecek kadar nükleer başlık, dünyayı uzaydan gözetleyecek ve dinleyecek kadar uzay aracının varlığı ile “Dehşet Dengesi” denilen noktaya kadar gelindi.

Bu süreçte “Ben kendiminkini durdurursam sen kendininkini durdurabilecek misin?” sorusunu herkesin olumsuz yanıtladığını gördük. Kimse durmadı ve bir kez daha savaşa harcanan milyarlarca dolarla barışı sağlayamayacağımıza tanık olduk.

Türkiye-Suriye sınırına yerleştirilmesi planlanan Patriot füzeleri, 5,30 metre uzunluğunda, 900 kilogram ağırlığında, sesten 5 kat daha hızlı ve 80 kilometre etkili menzile sahip.  Komuta merkezinden 30 kilometre uzağa mevzilendirilebilen 16″lı rampalara konuşlandırılıyor. Hedefini çarparak imha eden füzeler,  her biri 225 gram ağırlığında 24 tungsten parçacık saçarak manevra yapan hedefine karşı ölümcül bir duvar örüyor.

Türkiye”ye getirilecek olan PAC2 tipi füzeler, hem uçaklara hem de balistik füzelere karşı kullanılabilecek. Patriot füze sisteminde yaklaşık 200 personel ve 40 araçlık bir konvoy görev alıyor ve ortalama maliyet yaklaşık 1,5 milyon dolar.

8-9 Kasım tarihlerinde Türkiye”ye gelen NATO eşgüdüm komitesi,  Diyarbakır”ın da aralarında bulunduğu üs bölgelerinde inceleme yaptılar. Suriye’nin elinde bulunan uzun menzilli füze tehdidinin boyutları dikkate alınarak kaç bataryanın hangi üslerde konuşlandırılacağını incelediler. Yapılan değerlendirmelere göre İncirlik, Diyarbakır ve Batman’da konuşlandırılmak üzere maksimum 10, minimum 5 füze bataryasının Türkiye’ye getirilmesi gündemde. Urfa ve Maraş da aday iller arasında.

Batarya sayısına bağlı olarak 500 ile 1000 arasında NATO askeri de Türkiye’deki üslere getirilecek.

NATO müttefiki olan Türkiye için, NATO anlaşması, T. C. Anayasası”nın üzerinde bir değer taşıyor. Bu durum “TBMM’den bir yetki tezkeresi geçirilmesi gerekmiyor” açıklamalarının ardındaki nesnel durumu işaret ediyor.

Bu durumda, açıklamaların ardından sorulması gereken sorular var.

Çok bilinen iki askeri ilke vardır. Birincisi, “silahların hedefe en yakın yerlerde bulundurulmasını” öngörür. Diğer ilke ise: “en yakın silahların en kolay hedefler olduğunu” söyler.

 

YANIT BEKLEYEN SORULAR:

1- Suriye için füze bataryalarının konuşlanacağı üslerin bulunduğu bölgeler, aynı zamanda muhtemel bir çatışmada ilk hedef noktaları olarak tanımlanmış olmuyor mu?

2- Hiroşima ve Nagazaki’yi 9 dakikada yok eden bombadan 9 kat güçlü, 90 adet B-61 nükleer başlığın konuşlandığı bir üs olan İncirlik, zaten hem bir saldırı merkezi hem de saldırının hedefi bir merkez değil mi?

3- Patriot füze savunma sisteminin havada imha edeceği varsayılan, Suriye”den geleceği kaygısı taşınan kimyasal füzelerin patlaması sonucunda ortaya çıkacak olan nükleer, biyolojik, toksin ve kimyasal serpintilerin, 12 saat sonra ortaya çıkacak zararlı etkileri öngörülüyor mu?

4- T.C. Anayasa”sı ve TBMM”nin üzerinde yetkilerle donatılmış NATO Anlaşması  ve onun getireceği stratejik durumun bölgede yol açabileceği tehlikeler göz önüne alınmış mıdır?

5- Savunma amacıyla konuşlandırıldığı söylenen füze sisteminin ülkeyi ne zaman terk edeceği öngörülmektedir?

6- Kürecik Üssü”nün kurulması ile başlayan süreç, NATO Stratejik Konsepti”ne uygun olarak Türkiye”yi, “bölgesel jandarma” olarak bir füze saldırı üssü haline mi getirmektedir?

7- Türkiye’de başlatılan Patriot operasyonunun masrafları kim tarafından üstlenilmektedir?

 

BİZ SAVAŞ KARŞITLARI OLARAK;

Patriyot”ların Türkiye”ye getirilmesini kesinlikle istemiyoruz.

Nereye gideceği hiç bilinmeyen bütün bu durumların bir an önce netleştirilmesi gerektiğini söylüyor ve hükümetten yukardaki soruların yanıtını bekliyoruz.

Yalnızca silahların sınırlandırılmasını değil insani zorunluluk olarak silahsız yaşamın benimsenmesini talep ediyoruz.

“Başkalarını ve başka sesleri dinlemeyi öğrenmeliyiz” diyoruz.

 

HER ŞEY İÇİN ÇOK GEÇ OLMADAN!

Silahla, savaşla barışın sağlanamayacağını savunuyoruz.

Şiddetin daha büyük bir şiddet doğuracağını görüyoruz.

Bölge halklarının kendi kaderlerini kendilerinin tayin etme haklarının olduğunu söylüyoruz.

Küresel BAK adına Nilüfer Uğur Dalay

 

28 Aralık 2012 – Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

2013 YILINDA SAVAŞSIZ BİR DÜNYA İÇİN MÜCADELEYE!

ROBOSKİ KATLİAMININ SORUMLULARI YARGILANSIN!

2012 yılına bir katliamla girmiştik. Çoğu çocuk yaştaki 34 kişi, 28 Aralık gecesi uçaklarla bombalanarak öldürüldü. Bir kez daha, devlet, halkını bombaladı.

Roboski katliamı, bütün suçların aynı anda işlendiği bir cinayetti. Savaş suçu, insanlık suçu, devlet suçu! Bu suçun ağırlığı, tüm gözleri hükümetten yapılacak açıklamaya dikti önce. Hepimiz, sorumluların derhal açıklanmasını, yargılanmasını ve Roboskili acılı ailelerden -en azından- bir özür dilenmesini beklerken, Kürt halkını da barış ve adalet isteyenleri de en az katliamın kendisi kadar yaralayan nobran açıklamalarla karşılaştık.

Hükümet sadece açıklamalarıyla değil, Roboski her gündeme geldiğinde, gündem değiştirme manevralarıyla da katliamın acısını yaşayanları yaraladı. Roboskilileri suçlayıp hakaret ettiler. Ölenlerin sivil olmadığını ilan ettiler. Yasadışı ticaret yaptıklarını, kaçakçı olduklarını söylediler. Katliamda can veren yakınlarının yasını tutan,bu açıklamalara tepki gösteren, ölülerini anmak için mezarlığa giden aile üyelerini göz altına aldılar.

Ama ne gerçeği karartma çabaları, ne de geliştirilen taktik hamleler, Roboski katliamını unutturabildi. Roboski 34 evladının acısıyla orada duruyor. Kürt halkı yasıyla, öfkesiyle, adalet talebiyle ayakta. Hepimiz Roboski için ayaktayız.

Barışa ve halkların kardeşliğine vurulan bu darbeyi asla unutmayacağız.  2012’de olduğu gibi, yeni yılda da katliamın emrini verenlerin ve bu katliamı gerçekleştirenlerin yargılanması için çalışacağız.

Roboski halkından bir özrü çok görenlerin, bu özrü dilemesi için çalışacağız.

Kürt sorununda çözüm ve barış için, öncelikle hükümetin ve medyanın Roboski üzerinde yarattığı karartmanın aşılması gerektiğini biliyoruz.

 

KÜRT SORUNUNDA BARIŞ

2012 yılında, Kürt sorununda çözümsüzlük ve savaşçı politikalar yüzlerce genç insanın daha ölmesine neden oldu. Savaşçı politikalar, çatışmacı bir dil, ırkçılık ve milliyetçilik barış umutlarını kararttı.

Operasyonlar ve binlerce BDP üyesinin tutuklanması, 2012 yılına damgasını vurdu. Cezaevleri aralarında milletvekilleri ve belediye başkanlarının da bulunduğu Kürt siyasetçilerle dolduruldu. Hükümetin duyarsızlığı nedeniyle 66 gün süren açlık grevleri, grevciler ölüm sınırına geldikten sonra kamuoyu baskısıyla sona erdi. Ardından, Kürt sorununda barış, diyalog havası yeniden oluştu ama bizzat Başbakan, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının gündeme getirerek bu talebi karşılıksız bıraktı.

 

ÖLÜM DEĞİL ÇÖZÜM

2013 yılında da Kürt sorununda acil bir demokratikleşme, ana dilin kullanımı üzerindeki baskıların sona ermesi ve barışçıl politikaların hayata geçirilmesi için her fırsatta, hep birlikte sesimizi yükseltmeliyiz.

Geride bıraktığımız yıl, her kitlesel gösteride, “Ölüm değil çözüm” sloganının yükselmesi, artık herkesin ölümlerden, bomba seslerinden, çatışmalardan yıldığını gösteriyor. Barışın kapısının biraz olsun aralanması, diyalog zeminin biraz olsun gündeme gelmesi ise herkesi mutlu ediyor. Öyleyse, hep birlikte barışa giden yolun kapısını açmak için, 2013 yılına umutla bakabilir ve savaşsız bir dünya ve Türkiye için daha fazla, daha yürekten, daha birleşik bir şekilde harekete geçebiliriz.

 

SİLAHLANARAK BARIŞ KAZANILMAZ!

Geride bıraktığımız yıl boyunca hükümet, militarizme ve silahlanmaya yoğunlaştı. Sınır güvenliğini bahane eden hükümet, uydu, füze sistemi, insansız hava araçları, Awacs uçakları ve Patriot füzelerinin peşinde koştu. ABD ile yeni silah anlaşmaları yapıldı, Suriye ile savaş tezkeresi çıkartıldı ve en önemlisi, 2013 yılı bütçesinde silahlanmaya ayrılan pay geçtiğimiz yıllara göre artış gösterdi.

Silahlanmaya yatırım yapma, dünya çapında da her geçen yıl güçlenen bir eğilim. “Barış için savaşa hazır olmak” deyimi, biliyoruz ki savaş için hazırlık yapanların barış aktivistlerini ve dünya halklarını kandırmak için kullandıkları bir sözden başka bir şey değildir. Bombalar bir gün patlamak içindir. Silahlanma bütçeleri yeni çatışmalar içindir

Bu yüzden, 2013 yılında militarizme, savaşçı eğilimlere ve bölgesel çatışma risklerine karşı sesimizi yükselteceğiz. Silahlanma girişimlerine, NATO’nun füzelerine hayır diyeceğiz. Türkiye’nin NATO’nun işgal operasyonlarında yer almasına karşı çıkıp, başka ülkelerdeki askerlerini geri getirmesini isteyeceğiz.

 

ORTA DOĞU’DA BARIŞ!

İşgal altındaki Filistin halkının yanındayız. Geçtiğimiz yıl içinde, canı istediği zaman Gazze’yi bombalayacağını düşünen İsrail’in saldırgan tutumuna uluslar arası savaş karşıtı hareketle birlikte karşı çıktık. Çıkmaya devam edeceğiz.

Bir trajedi de Suriye’de yaşanıyor. Ülkedeki ayaklanmayı bastırmak için katliama girişen Esad rejimi bugüne kadar 40 bini aşkın sivili katletti. Milyonlarca Suriyeli, yerini yurdunu terk edip komşu ülkelerde sığınmacı oldular. Türkiye’deki Suriyeli sığınmacıların sayısı 142 bini geçti. Sınır bölgelerinde soğuk hava koşullarında, ölüm kalım mücadelesi vererek bekleyen on binlerce Suriyeli daha var.

Suriye devleti kentleri ağır silahlar ile bombalamaya ve katliamlara bir an önce son vermelidir. Barış ve insan hakları kuruluşlarının çalışmalarına izin verilmelidir. Suriye halkı, geleceğini, ülkedeki tüm farklı kesimlerin özgürlüğünü garanti altına alarak kendisi belirlemelidir. Başta Türkiye olmak üzere, hiç bir ülke Suriye’ye kendi politik ihtirasları için, yayılmacı bir yaklaşımla ve askeri güç gösterisiyle kesinlikle müdahale etmemelidir. Kendi halkının katili olan Esad rejiminin ömrünü uzatacak tek formül de zaten böyle bir askeri müdahaledir.

Suriye’de derinleşen iç savaştan kaygılıyız. Bir an önce çatışmaların sona ermesini diliyoruz. Savaştan kaçıp Türkiye’ye geçen sığınmacılara ayrımcılık uygulanmamalıdır. Suriyeli sığınmacıların tüm temel ihtiyaçlarının karşılanmasını talep ediyoruz.

 

2013’TE BARIŞIN SESİNİ YÜKSELTELİM!

2012 yılının acıları ve yükleriyle yeni bir yıla girsek de, barıştan ve adaletten yana umutluyuz. Yeni yılda, savaşın sesini susturmak, barışın sesini yükseltmek için çalışmaya devam edeceğiz.

Silahlanma yarışına son vermek, Kürt sorununda barışçıl bir sürecin başlamasını sağlamak, Filistin, Suriye, Afganistan halklarıyla dayanışmak için atacağımız her adım, küresel barış ve küresel adaletin tesisine yardımcı olacak tarihsel öneme sahip girişimler olacak.

Savaşsız bir dünya için hepimizin yapabileceği bir şey var. Mücadelemizi ve sesimizi tüm dünyanın savaş karşıtlarıyla birleştirelim. 2013 yılını ülkemizde ve dünyada barış adımlarının atıldığı bir yıl yapalım.

Savaşa hayır!

Küresel BAK adına Şenol Karakaş  

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.