Önce Barış Kampanyası Basında Çıkanlar – 1 Ocak/31 Aralık 2011

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

12 Ocak  – “BDP’li Tutuklular Serbest Bırakılsın!” Basın Açıklaması Haberleri – İstanbul

BİA Haber Merkezi – 13.01. – Kürtler İstanbul’da KCK Davası İçin “Özgürlük” İstedi

Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi, Beyoğlu’nda düzenlediği bir eylemle Diyarbakır’daki KCK davasında yargılanan tutukluların tahliye edilmesini talep etti. Basın açıklamasını Eren Keskin, Türkçe, Veysi Altan Kürtçe okudu; “iktidardan somut adım” istendi. Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi üyeleri ve onlara destek verenin oluşturduğu yaklaşık 300 kişi Tünel meydanında toplanarak Galatasaray Meydanı’na kadar yürüdü. KCK davasında yargılananlar için özgürlük istedi.

Katılımcılar ellerinde Türkçe ve Kürtçe “Kürtler Kürtçe konuşur” ve “Özgürlük istiyoruz” yazılı pankartları “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Şimdi barış zamanı”, “Barışın sesini yükselt”, “Arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın”, “Kürt halkına özgürlük” sloganları attı.

“Mahkemeye dil çıkarıyoruz” ve “BDP’li tutsaklar serbest bırakılsın” pankartlarının açıldığı eylemin Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi adına Türkçe basın açıklamasını Eren Keskin, Kürtçesini ise Veysi Altan okudu.

“İktidar somut adım atsın”

Keskin, KCK davasının gelecekte Kürt sorununun çözümü ve demokrasi mücadelesinde kat edilen mesafe ile yakında ilişkili olacağını söyledi, 13 Ocak gününün Türkiye’nin yaşadığı çelişkilerin nereye evirileceğinin saptandığı tarih olacağını belirtti ve iktidarın “Kürt açılımı”nı eleştirerek Barış ve Demokrasi Partilileirn (BDP) serbest bırakılmasını istedi.

“Tartışmak iyidir ama Kürt sorununun çözümünde devlet somut hiçbir adım atmamıştır. Bilinmeyen bir dil tartışmasında ne yapacaksınız mesela? BDP’li tutuklular anadillerinde konuştuklarında ‘bilinmeyen bir dilde’ konuştuklarını düşünmeye devam mı edeceksiniz? Bunun adı da Kürt açılımı mı olacak? Başbakan gerçekten annelerin gözyaşlarına değer veriyor, babaların yürek sızısını önemsiyor ve gençlerin ölümüne karşı çıkıyorsa, tüm etki gücüyle BDP’li tutukluların serbest bırakılması için çaba göstersin!”

Tuncel: Türkiye’nin özgürleşmesi meselesi

Keskin Kürt halkının çok uzun süreden beri mücadele ettiğini ve bu mücadeleyi sürdürenlerin stratejilerinin barışçıl bir sürecin hakim hale gelmesini sağladığını söyledi.

“Bizler, arzulanan barış sürecinin yüklerinin en azından bir kısmının, Kürt halkının sırtından alınmadan demokrasinin gelişmeyeceğini öngördüğümüz için, Kürt halkının uzattığı barış elinin güçlenmesi için, barış şansının kaçırılmaması için ‘Kürtler Kürtçe konuşur’ demek için yürüyoruz, yürümeye de devam edeceğiz.”

Eyleme destek veren BDP İstanbul milletvekili Sabahat Tuncel, “Bu dava sadece arkadaşlarımızın özgürleşmesi değil, Türkiye’nin özgürleşmesi meselesidir.” dedi.

Eylemcilerin yürüyüşleri esnasında bir kişinin “Türk Kürt kardeştir, PKK kalleştir” şeklinde bağırması üzerine gerginlik yaşandıysa da bu kısa sürdü.

DİHA – 13.01. – BDP’liler ‘dil çıkarttı’

KCK davası kapsamında tutuklu bulunanların serbest bırakılmasını isteyen BDP’liler ‘dil çıkarttı’.

Barış ve Demokrasi Partili (BDP) bir grup “Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi”nin düzenlediği eylem için Beyoğlu Tünel’de biraraya geldi. KCK davası kapsamında tutuklu bulunanların serbest bırakılması istemiyle eylem yapan ve sloganlar eşliğinde Galatasaray Lisesi’ne yürüyen grup, basın açıklaması yaptı.

Grup adına açıklama yapan avukat Eren Keskin ve Veysi Altay, KCK davasının görüleceği 13 Ocak’ın, Kürt sorununun çözümü ve barış sürecinde çok önemli bir gün olarak tarihe geçeceğini ifade etti. Dava gününün, BDP’li tutukluların ana dilde savunma yaptığı ve tüm tutukluların tahliye edildiği bir gün olarak hatırlanmasını istediklerini belirten Keskin, devletin Kürtçe yayın yapan TRT Şeş kanalı bulunmasına rağmen mahkemede Kürtçe için “Bilinmeyen bir dil” ifadesi kullanılmasının çelişkili olduğunu söyledi. Keskin, “Kürt halkının ulusal varlığı her düzeyde tanınana kadar mücadele etmeye devam edenler, barışı bir şans, fırsat olarak bir kez daha kapının önüne kadar getirdi. Bu kapıyı açıp, uzatılan barış elini tutup tutmayacağına karar verecek olanlar iyice düşünmelidir” dedi.

Eylem için hazırlanan “Mahkemeye dil çıkartıyoruz BDP’li tutsaklara özgürlük” pankartındaki “Dil çıkartmış” insan fotoğrafları dikkat çekti.

“KCK DAVASINDA KÜRT HALKI YARGILANIYOR”

BDP İstanbul Milletvekili Sebahat Tuncel de, KCK davasında Kürt halkının yargılanmak istendiğini iddia etti. Kürtçe’nin dışlandığını ve barışın arka plana atıldığını öne süren Tuncel, tutukluların serbest bırakılmasını istedi.

BİR VATANDAŞ EYLEME TEPKİ GÖSTERDİ

Yürüyüş sırasında ise, “Türk-Kürt kardeştir, PKK kalleştir” sloganı atan bir kişiye gruptakiler tepki gösterirken, polis olayın büyümesi ihtimeline karşı bu kişiyi olay yerinden uzaklaştırdı.

13 / 14 Ocak  – KCK Davası Haberleri – Diyarbakır

BİA Haber Merkezi – 13 Ocak  – KCK Davasında Kürtçe Yasak, Tahliye de Yok

KCK, Türkiye Meclisi davasının 15. duruşmasında tahliye kararı çıkmadı. Sanıkların Kürtçe savunma yapmaları reddedilince bu kez avukatlar da görevlerini yapamamaktan şikâyetçi oldu. Davaya yarın devam edilecek.

Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) Türkiye Meclisi davasının 15. duruşmasını ele alan Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, yargılanan 104 tutuklu sanığın tahliye edilmesi taleplerini bugünkü duruşmada değerlendirmedi. Yargılama yarına (14 Ocak) bırakıldı.

Ara kararların açıklanmasından önce aralarında Yusuf Alataş, Öztürk Türkdoğan, Ergin Cinmen, Diyarbakır Baro başkanı Mehmet Emin Aktar, Şiar Rişvanoğlu ve Meral Danış Beştaş’ın da bulunduğu sanık avukatları, tutuklu müvekkillerinin tahliyelerini talep etti.

Alataş, duruşmada kimi zaman gülünen anlar olduğunu ama duruşmanın aslında bir trajedi olduğunu söyledi. 20 milyon insanın konuştuğu Kürt dilinin hırpalandığını dile getiren Alataş hukuksuzluk yaşandığını ifade etti.

Cinmen de, Hizbullah davasında yaşanan tahliyelerin aynı mahkemece karar verildiğine işaret etti: “Katilleri dışarıda bırakan bu sistem hiçbir şiddet eylemi olmayanları ise içeride tutmaya devam ediyor”.

Yargıçların üzerine düşen görevler olduğunu söyleyen Rişvanoğlu ise, İngilizce olarak başladığı savunmasını mikrofonun sesinin kısılmasının ardından Türkçe olarak sürdürdü: “Egemenlerin dili olduğu için İngilizceyi biliyorsunuz ama kendi ülkenizde yaşayan 20 milyon insanın konuştuğu dili bilinmeyen dil olarak tutanaklara geçiriyor. Bu kendine yabancılaşmadır.”

“Karşınızdaki topluluk seçkin bir topluluktur. Elitizmin ortadan kaldırıldığı bir Kürdistan mücadelesi içinde olan insanlardır. Hizbullahçılar serbest bırakılırken, evinde bir çakı bile bulunmayan  siyasetçilerin özgürlüğü kısıtlanamaz. Bu kamu vicdanı adına kabul edilemez. Marx’ın Hegel’de atıf yaptığı hakikat anı vardır. Bu an bizim de sizin de hakikat anınız ve bu ana uygun davranmamız gerekir.”

Dava yarın sürecek

Anadilinde savunma hakkının reddedilmesi dolayısıyla sanıkların hiçbir şekilde sorgulanamamasının kendilerinin de görevlerini yapamamaya yol açtığını ifade eden avukatlar, bu durumun ortadan kaldırılması ve “ayıba” son verilmesini talep ettiler. Mahkeme heyeti ise, tahliye taleplerini bugünkü duruşma sonunda değerlendirilmeyeceğini karara bağladı. Yargılamaya yarın devam edilecek.

Aralarında İnsan Hakları Derneği (İHD) yöneticileri, avukatlar, akademisyenler, sivil toplum örgütü ve sendika üyeleri, yerel TV yöneticisi ve gazete çalışanlarının da olduğu sanıklar  “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak”, “terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmak, “terör örgütüne yardım ve yataklık etmekle” suçlanıyor.

7 bin 578 sayfalık iddianamede 104′ü tutuklu, 151 şüpheli hakkında 15 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezaları isteniyor. Zanlılar, “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak”, “terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmak, “terör örgütüne yardım ve yataklık etmekle” suçlanıyor. 104 tutuklu sanığın bir kısmı yaklaşık 21 aydır cezaevinde bulunuyor.

Barış ve Demokrasi Partililer (BDP) ve Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi, KCK davasındaki tutukluluklara artık bir son vermesi için eylemler yapmıştı.

DİHA – 13 Ocak  – Kürt siyasetçiler ‘li vir im’ dedi

“KCK davası” adı altında yargılanan Kürt siyasetçileri, 15. duruşmada da kimlik tespitine “Li vi rim (Buradayım)”, “Amade me (Hazırım)” şeklinde Kürtçe cevap verdi. Kürtçe cevaplar ise yine, “Kürtçe olduğu düşünülen bir dil ile konuşulduğu” şeklinde tutanaklara geçti. Mahkeme heyeti, Kürtçe savunmaya izin vermeyeceğini söyledi.

“KCK davası” adı altında yargılanan Kürt siyasetçilerinin 15. duruşması Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başladı. Duruşma salonunda jandarmalar, tutuklu kadın ve erkek tutuklu sanıklar arasında kordon oluşturdu. Tutuklu sanıklar jandarma kordonu arkasında konuşurken, tutuklu yakınlar kendilerine ayrılan izleyici bölümünü yurt içinden gelen yerli ve yabancı delegasyona bıraktı.

Duruşmada 104 tutuklu sanık ile 13 tutuksuz sanık hazır bulundu. Kimlik tespiti ile başlayan duruşmada, mahkeme başkanının kimlik yoklamasına Kürt siyasetçiler “Li virim (Buradayım)”, “Amade me (Hazırım)” şeklinde Kürtçe cevap verdi. Bunun üzerine mahkeme başkanı Kürtçe cevapları tutanaklara, “Kürtçe olduğu düşünülen bir dil ile konuşulduğu” şeklinde geçti. Daha önceki duruşmalara katılmayan sanık Seyithan Harran adlı sanığın kimlik tespiti ve iddianamede onunla ilgili kısım okundu.

Kürtçe savunma yapandan mikrofon alındı

Sanık avukatlarından ve Diyarbakır Barosu başkanı M. Emin Aktar, sanıkların adliyeye getirilirken, tutuklu bulundukları odaların fiziki koşullarının kötü olduğunu, bunun için mahkemenin koşulların araştırılmasını, bu durumun giderilmemesi durumunda kötü muameleye gireceğini belirtti. Mahkeme heyeti de, tutuklu sanıkların geçici olarak mahkeme salonunda durabileceklerini söyledi. Sanıkların savunmaya geçilmeden önce mahkeme başkanı, “Daha önce Kürtçe savunma talepleri oldu. Bizde yasalar çerçevesinde kararlarımızı verdik. Türkçe savunmak yapmak isteyen varsa savunması alınıp tutanaklara geçirilecek. Ancak sadece Kürtçe demiyorum başka bir dilde de savunma olursa, başka sanığın savunmasına geçeceğiz” diye ihtarda bulundu. Ardından Kamuran Yüksek’e söz verildi. Yüksek, konuşmaya başlayınca mikrofonun sesi kısıldı. Mahkeme başkanı, “anladığım kadarı ile Kürtçe konuşuyorsunuz” dedi. Yüksek, Kürtçe olarak “evet Kürtçe konuşuyorum. Biz Kürdüz binlerce yıldır bu topraklarda yaşıyoruz” dedikten sonra mikrofonu alındı. Söz alan bütün sanıklar aynı Kürtçe cevap verdiği için savunma hakkı tanınmadı. Tutuklu sanıklar halen söz hakkı alıp Kürtçe savunma yapmaya devam ediyor.

Demirtaş: Arkadaşlarımız doğal haklarını kullanıyor

Mahkemenin başlangıcını izleyen BDP Eşbaşkanları Selehattan Demirtaş ve Gültan Kışanak, daha sonra İstasyon Meydanı’nda yapılan mitinge katılmak için, duruşma salonundan ayrıldı. Adliye binası önünde kısa bir açıklama yapan Demirtaş, mahkeme salonunda arkadaşlarının Kürtçe konuştuklarını belirterek, “Arkadaşlarımız en doğal hakları olan Kürtçeyi konuşmaya devam ediyorlar. Mahkemenin Bu hukuksuzluğu gidermesi gerekiyor. Şu ana kadar mahkemenin tavrında bir değişiklik yok. Mahkemede arkadaşlarımızın Kürtçe konuşması üzerine tutanaklara ‘Kürtçe olduğu düşünülen bir dil ile konuşuldu’ şeklinde geçti” dedi.

Kışanak: Mahkeme Lozan Antlaşmasını çiğniyor

Gültan Kışanak ise, gazetecilerin “Mahkemede tutukluların Kürtçe ısrarı devam edecek mi?” sorusuna, “Bu soru, ‘mahkemenin hukuksuzluğu sona erecek mi’ şeklinde sorulmalı, çünkü doğru olan budur. Arkadaşlarımız demokratik haklarını kullanıyorlar. Mahkemede Lozan Anlaşmasının hükümleri çiğneniyor” şeklinde cevap verdi.

DİHA – 13.01. – Kürtçe savunmaya izin yok

Diyarbakır’da görülen ‘tarihi davanın’ öğleden sonraki duruşmasında mahkeme heyeti, hiçbir sanığın Kürtçe savunma yapmasına izin vermedi.

Kürt siyasetçilerin yargılandığı ‘tarihi davanın’ bugünkü duruşmasının öğleden sonraki oturumuna sanık yakınları salona alındı. Sanık yakınlarıyla sanıklar jandarma barikatı arasında sohbet ettikleri görüldü. BDP Milletvekili Osman Özçelik, sanıklara bu gün yapılan mitingi kastederek Kürtçe ‘150 bin kişi yürüdü’ dedi. Bazı sanıklar memnuniyetlerini zafer işaretleriyle gösterirken, bazıları da ‘150′ tabirine tebessümle memnuniyetlerini dile getirdi. Duruşmanın başlamasıyla BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, Gültan Kışanak, BDP Milletvekili Bengi Yıldız, Osman Özçelik, Emine Ayna, Sebahat Tuncel, Akın Birdal, Hasip Kaplan duruşma salonuna geldi. İstanbul Baro Başkanı Ümit Kocasakal da duruşmanın öğleden sonraki oturumu izledi. Ardından Siracettin Irmak’a söz verilmesiyle duruşmaya geçildi. Irmak “Sayın mahkeme başkanı sözümü kesmeseniz” diye başladı ve mahkeme tarafından mikrofonun sesi kesildi. Irmak, “Ben savunmamı Kürtçe yapmak istiyorum” dedi ve daha sonra mahkeme tarafından mikrofonu elinden alındı. Ardından bütün sanıklar da aynı durumu tekrar etti. Sanıkların Kürtçe kullandığı cümleler avukatlar tarafından Türkçeye çevrildi ve duruşma aynı şekilde devam etti.

Kim Kürtçe ne dedi? Mikrofonu nasıl kısıldı?

Ahmet Makas, “Mahkemenin milliyetçi tutumunu protesto ediyorum” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Abbas Çelik, “Ben Kürdüm kendimi Kürtçe savunacağım. Bizi konuşturmamanız kanunen hukuki değildir” dedi ve mikrofonu alındı.

Mazlum Tekdağ, “Tutumunuz hukuki değildir” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Bahri Çeken, “Ben Zazaca savunma yapmak istiyorum” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Rahmi Özmen, “Siz neden dilimizden korkuyorsunuz?” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Mikail Karakuş, “80 yıldır bu dil inkar edildi. Bu inkar ne zamana kadar sürecek?” diye sordu ve mikrofonun sesi kesildi.

Celal Yoldaş, “Anadilim olan Kürtçe’de savunma yapmak istiyorum” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Ahmet Ertak, “Savunmamı Kürtçe yapmak istiyorum” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Ali Şimşek, “Anadilimde savunma kutsal bir haktır” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Fırat Anlı, “Kürtçe değerli bir dildir. Bizim dilimizde değerli bir dildir ve kendi dilimizde savunma yapmak istiyoruz” dedi ve mikrofonu sesi kesildi.

Zülküf Karatekin, “Benim anadilim zazacadır. Ben de kendi dilimde savunma yapmak istiyorum. Yaklaşık bir yıldan fazla süredir burada tutuklu bulunuyorum” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Necdet Atalay, “Ben Kürtçe savunma yapmak istiyorum” dedi ve mikrofonun sesi kesildi. Daha sonra mikrofonsuz bir şekilde “Ben Batman Belediye Başkanıyım yetmiş bin oyla seçildim. Batman halkına söz verdim onları savunacağım diye” dedi.

Hüseyin Kalkan, “Bende diğer arkadaşlarım gibi Kürtçe savunma yapmak istiyorum. Mahkeme izin verirse?” diye sordu ve mikrofonun sesi kesildi.

Nadir Bingöl, “Bende Kürdüm savunmamı Kürtçe yapacağım” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Ethem Şahin, “İzin verilirse Kürtçe savunma yapacağım. Savunmamı Kürtçe olarak hazırlamışım” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Ferhan Türk, “Biz nasıl ki, dünyadaki bütün dillere hürmet ediyorsak. Bizim dilimize de hürmet edilmesini istiyoruz” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Emrullah Cin, “Dilimiz değerimizdir. İlk önce Kürtçe öğrendim Türkçeyi sonra öğrendim. Kürtçe savunma yapmak istiyorum” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Aydın Budak, “Anadil anamızdan ve babamızdan öğrendiğimiz dildir ve bu dilde savunma yapmak istiyoruz” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Leyla Güven, “Ben iç Anadolu Kürdüyüm 500 yıldır asimile edilemedik, edilmeyeceğiz de” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Gülcihan Şimşek, “Mezopotamya’nın çok dilli olduğunu biliyoruz. Kendi dilimizde savunma yapmak istiyoruz” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Hüseyin Bayrak, “Bin yıl önce burada Kürtler vardı biz nasıl sizin dilinize saygı gösteriyorsak siz de bizim dilimize saygı gösterin” dedi ve mikrofonun sesi kesildi.

Hacı Erdemir, Heval Erdemli, Selahattin Dinç, Abdullah Akengin, Kazım Kurt, Garip Kandemir, Şeyhmus Bayhan, “Bende Kürtçe savunma yapmak istiyorum” dedi.

Hatip Dicle, “Bu tutumunuz barış ve kardeşliğe hizmet etmiyor. Sayın başkan ve sayın mahkeme heyeti” dedi. Daha sonra tutuklu sanıkların tamamı Kürtçe savunma yapmak istediklerini belirtti. Tutuksuz sanıklarda aynı istemlerini dile getirdi. Diski Genel Müdürü Yaşar Sarı, Türkçe savunma yapmak istediğini belirtti. Cumhuriyet Savcılığı’na verdiği ifadesini tekrarladığını söyledi. Dava dosyasında bazı sanıklar, gösterilen delilerin, telefon dinlemelerinin Kürtçe yapıldığını bunların nasıl ki Türkçeye çevrilmişse savunmalarının da o şekilde Türkçeye çevrilebileceğini söyledi.

DİHA – 13.01. – Tarihi dava: Ne merhamet ne zulüm sadece adalet istiyoruz

Kürt siyasetçilerin yargılandığı davada, avukatların tahliye taleplerini dikkate alan mahkeme heyeti, bu aşamada tahliye taleplerinin değerlendirilmesine yer olmadığını karar vererek, duruşmayı yarına erteledi. Duruşmada Kürtçe ifade veren Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, “Sayın başkan biz ne merhamet ne de zulüm istiyoruz. Sadece adalet istiyoruz. Savunmamı Kürtçe yapacağım” dedi.

Kürt siyasetçilerin yargılandığı davanın duruşması, sanıkların Kürtçe savunmasının engellenmesinin ardından verilen ara sonrasında devam etti. Verilen aranın ardından sorgusu yapılmayan Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir de, duruşmaya katıldı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu da davayı izlemek için duruşma salonunda yerini aldı.

‘Ne merhamet ne de zulüm sadece adalet istiyoruz’

Duruşma Baydemir’in ifadesinin alınması ile sürdü. Baydemir, Kürtçe “Sayın başkan biz ne merhamet ne de zulüm istiyoruz. Sadece adalet istiyoruz. Savunmamı Kürtçe yapacağım” demesi üzerine, mikrofonun sesi kısılarak, Baydemir’in savunma yapmasına izin verilmedi.

Savunmanın ardından iddia makamının yapılamayan savunmalara ilişkin, “Bu aşamada savunmalara ilişkin talebimiz yoktur” açıklamasında bulunması dikkat çekti.

‘Burada bir trajediye tanıklık ettik’

Ardından sanık avukatlarından eski İHD Genel Başkanı Yusuf Alataş söz aldı. Alataş, tüm sanıkların çeşitli kurumlarda demokratik faaliyet yürüttüğünü ve sanıkların büyük çoğunluğunun BDP’de demokratik siyaset içerisinde yer aldığını belirterek, davanın insan hakları ve demokrasi açısından ‘ilke’ sayılabilecek bir dava olduğuna dikkat çekti. Davada zaman zaman gülüşmelerin olduğunu hatırlatan Alataş, “Biz burada bir trajediye tanıklık ettik. Aynı zamanda figüranlık yaptık” dedi. “Ben bir Kürdüm burada ana dilimin hırpalanması beni rencide etti” diyen Alataş, “Bununla nereye varılmak isteniyor?” diye sordu. Sanıkların ifadelerinin Kürtçe ve Türkçe yapmak istediklerini hatırlatan Alataş, “Şimdi sanıklar ‘Biz savunmamızı Kürtçe yapmak istiyoruz’ demekle savunma mı yapmış oldu? diye sordu. Mahkemenin ‘terörle mücadele etme!’ görevinin olmadığını ifade eden Alataş, “Aksine ‘terörle’ mücadele eden kurumların hukuk içinde mücadele etmesini sağlama görevi vardır” dedi. Sanıkların kaçma şüphesi olmadığını, delilleri karartma durumlarının bulunmadığını belirten Alataş, tahliye talebinde bulundu.

Alataş’tan sonra savunma yapan İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, İHD Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erbey, İHD üyeleri Roza Erdede ve Aslan Özdemir hakkındaki iddialara yanıt verdi. Türkiye’nin insan hakları savunucularının bu faaliyetlerinin kolaylaştırıcı rol sağlayan uluslararası sözleşmelere imza attığını hatırlatan Türkdoğan, şunları söyledi: “Kolaylaştırıcı görev, kolluk güçlerinde yer alan bir birim tuzak kuracak, bir birim de hakkında delil mi toplayacak? Güvenlik Şube, Sayın Erbey’e ‘falan yerde olay var gelin araya girin yatıştırın’ diyecek, Terörle Mücadele Şubesi de olay yerine giden Erbey hakkında delil toplayacak. Sonra bunlar davaya delil olarak sunulacak.”

‘Kürt halkının diline yabancılaştık’

Avukat Şiyar Rışvanoğlu ise, konuşmasına İngilizce başladı. Rışvanoğlu, “Konuştuğumun hemen hemen herkesin İngilizce olduğu biliyor, aşinadır. Ama yanı başımızda yaşayan Kürt halkının diline yabancılaştık” dedi. Kürt sorunun çözüleceğine inanmadığını belirten Rışvanoğlu, taleplerinin Kürt sorunun çözümü yönünde özgürlüklerin genişletilmesi olduğunu söyledi.

Ardından savunma yapan Avukat Meral Danış Beştaş, Kürt siyasetçilerine yapılan operasyona dair ilginç bilgiler verdi. Beştaş, Kürt siyasetçilere yapılan operasyondan soran AB ülkelerine, yabancı temsilciliklere çeşitli kurum ve kuruluşlara operasyonun haklılığını anlatmak için CD’ler gönderildiğini, seminer ve bilgilendirmeler yapıldığını bilgisine ulaştıklarını aktardı. Beştaş, tüm bunlar bakıldığında bu davanın sıradan bir dava olmadığını, siyasi bir dava olduğunu ve Kürt siyasetinin yargılandığını söyledi.

Savunmaların ardından duruşmaya kısa bir ara veren mahkeme heyeti, avukatların tahliye taleplerinin değerlendirilmesine bu aşamada yer olmadığına karar vererek, duruşmayı yarına erteledi.

CNN TÜRK – 13.01. – KCK Davası Sürüyor

Uzun süren tutukluluk ve yargılamanın başlamaması sebebiyle tepkilere neden olan terör örgütü PKK’nın şehir yapılanması KCK ile ilgili dava başladı. Duruşmada sanıkların tahliye talepleri reddedilirken, Kürtçe savunma ve iddianamenin özetinin okunması talepleri ise yarınki celsede değerlendirilecek.

Davada aralarında kapatılan DTP’lilerin ve belediye başkanlarının da bulunduğu 103′ü tutuklu, 151 şüpheli hakim karşısında. Tutuklu sanık Hatip Dicle, bundan sonra anadilde savunma yapmak istediklerini söyledi.

KCK/TM davasında Mahkeme Başkanı Menderes Yılmaz, duruşmaya tek tek kimlik tespiti yerine firarilerin dışındaki sanıkların isimlerini okudu.

İsimleri okunan sanıklar Kürtçe olarak ‘Buradayım’ veya ‘Evet’ diye karşılık verdi.

Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir, ismi okunduğu sırada hiçbir söz söylemeden ayağa kalkarak elini kaldırdı.

Duruşmaya tutuklu sanıkların tümü katılırken, tutuksuz yargılanan sanıklardan 6’sı gelmedi. Duruşma salonunda 160 avukat sandalyesi bulunurken, salonda yaklaşık 300 avukat hazır bulundu. Avukatlar, hangi sanığın avukatı olduğunu tek tek bildirdi.

Kameraya kaydedildi

Duruşma salonuna 3′ü hareketli 8 kamera konulurken, tutanak tutulmadı. Tutanakların daha sonra görüntü kayıtlarının çözümünden sonra tutulacağı belirtildi. Duruşmada iddianameyi hazırlayan savcı İsmail Aksoy’un yanı sıra savcı Adem Özcan da görev aldı.

“İddianame okunmasın”

Avukatlar adına söz alan Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar, Türkiye, hatta dünyanın gözünün bu davada olduğunu savunurken, “Kürt siyasetçiler, insan hakları aktivistileri, avukatlar yargılanıyor. Savunma hakkını sonuna kadar kullanacağımıza inancımız tam. Sanıklar politik kimlikleri dolayısıyla yargılanıyor. İddia makamı akla hayale zor gelen 7 bin 500 sayfalık iddianame hazırlamış. Bu iddianamenin okunması çok zaman alacak. Savunmaya daha çok yer verilmeli. ‘Burada kim mağdur?’ sorusuna bakarsak, burada yargılanan sanıklara oy veren insanlar madurdur. Bu nedenle iddianamenin okunması zaman alacak. İddianamenin okunmamasını talep ediyoruz” dedi.

Hatip Dicle: “Sanıkların sözcüsüyüm”

Daha sonra söz alan tutuklu sanıklardan Hatip Dicle, salondaki tutuklu tüm sanıklar adına söz aldığını ve tüm sanıkların sözcüsü olduğunu söyledi.

Dicle, mahkeme heyeti, avukat ve sanıklar olarak üçlü yargılamanın sağlıklı yapılabilmesi için sözcü olduğunu ve zaman zaman söz alarak sanıklar adına konuşacağını söyledi.

Dicle, “Keşke bu yargılama olmasaydı. Demokratik bir ülkede, Kürt halkının siyasi temsilcileri faaliyet yürüttükler için sanık sandalyesinde sizin karşınızda oturtulmasaydı. Bu sorunun merkezinde Kürt sorunu var. Devlet katında Cumhurbaşkanı, Başbakanlık makamında bu sorunun tartışıldığı bir süreçte, yargıyı meşgul etmek anlamsızdır. Halk arasında ‘bir musebetten bin hayır çıkar’ sözü var. Umarım bu yargılamadan da hayır çıkar. Bu yargılamla Kürt sorunun çözümüne katkı sunar” dedi.

Hatip Dicle, bundan sonra anadilde savunma yapmak istediklerini bildirirken, “Adil yargılama ve savunma hakkının bir parçası Lozan Antlaşması’nın 37, 42 ve 39′uncu maddelerinde dil hakkı belirlenmiştir. 86 yıldır bu maddeler çok çiğnendi. Bir araştırma yaptım. Bizler bu salonda bulunan 103 tutuklu sanıktan 47’si 10 yıl ve üzeri, 7’si ise 20 yıl ve üzeri cezaevinde kalmışlar. Biz siyasi hareket olarak Türkçe’yi resmi dil olarak benimsedik. Ancak, bizim ana dilimiz Kürtçe yasaklandı. Bugün burada savunmada kendi dilimizi özgürce kullanmak istiyoruz. Çok hassas bir süreçten geçiyoruz. Silahlı şiddet modundan, demokratik siyasetin hakim olmasını istiyoruz. Bu yargılamada bize yaklaşımınız, şiddet alanını daraltır” diye konuştu.

Savunma avukatları söz alarak, sanıkların savunmalarını Kürtçe yapması ve tercüman tayin edilmesi isteğinde bulundu. Mahkeme heyeti, istekleri görüşmek üzere duruşmaya saat 14.15′e kadar ara verdi.

Kürtçe savunma talebi

Davanın öğleden sonraki oturumuna 103′ü tutuklu 20’si tutuksuz olmak üzere toplam 123 sanık katıldı.

Duruşmada söz alan sanık avukatlarından Meral Danış Beştaş, 26 sayfalık yazılı savunmasını okuduktan sonra mahkemeye sundu.

Sanık avukatlarının davayla ilgili beyanlarının ardından iddia makamı, sanıkların Kürtçe savunma yapma taleplerini, “savcılık ve sorgu aşamasında Türkçe savunma yaptıkları” gerekçesiyle reddedilmesini mahkemeden talep etti.

Cumhuriyet Savcısı, sanık avukatlarının iddianamenin özetinin okunması talebini ise olumlu bularak, mahkemeye sundu.

Savcı, sanıkların tutukluluk halinin devamına karar verilmesini istedi. Mahkeme heyeti, “Kürtçe savunma ve iddianamenin özetinin okunması” taleplerini yarınki celsede değerlendireceklerini belirtti.

Sanıkların tutukluluk halinin devamına karar veren mahkeme, duruşmayı yarın saat 9.00′a erteledi.

Geniş güvenlik önlemi alındı

Diyarbakır Adliyesinde özel salonda başlayan duruşma öncesi bina çevresinde geniş güvenlik önlemleri alındı. Bazı kavşak ve caddeler de trafiğe kapatıldı.

Duruşmayı izlemek üzere aralarında avukat, gazeteci, sanık yakınları ile yurt dışından gelenlerin de bulunduğu kişiler üst araması yapılarak içeri alındı.

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş da beraberinde bazı BDP’li milletvekilleri ile duruşmayı izlemek üzere adliyeye geldi.

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada, tutuklu 103 sanığın tamamı hazır bulundu. Aralarında Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın da bulunduğu tutuksuz 48 sanıktan 18′i ve çeşitli barolara kayıtlı 260 avukat da duruşmaya katıldı.

Diyarbakır Emniyet Müdürlüğü ekiplerince çevrede alınan yoğun güvenlik önlemi sürerken, aralarında sanık yakını, yerli ve yabancı heyetler ile BDP’lilerin bulunduğu grup, adliyenin yanındaki Büyükşehir Belediyesi önünde bekleyişini sürdürüyor.

151 sanık yargılanıyor

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nca hazırlanan 7 bin 578 sayfalık iddianamede, 103′ü tutuklu 151 sanık hakkında TCK’nın “devletin birliğini ve bütünlüğünü bozma’, “terör örgütü üyesi ve yöneticisi olma”, “terör örgütüne yardım ve yataklık etme” suçlarından 15 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezaları isteniyor.

Hakkında yakalama kararı bulunan terör örgütü PKK’nın sözde Avrupa sorumlusu Sabri Ok’un ilk şüpheli olarak yer aldığı iddianamede, kapatılan Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) 28 yöneticisi ve Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in de aralarında bulunduğu 12 belediye başkanı, 2 il genel meclisi başkanı ile 2 belediye meclis üyesi de şüpheliler arasında bulunuyor.

26’sı kadın olan 103 tutuklu arasında Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay, Diyarbakır’ın Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin, Şırnak’ın Cizre Belediye Başkanı Aydın Budak, Şanlıurfa’nın Suruç Belediye Başkanı Ethem Şahin ve Viranşehir Belediye Başkanı Leyla Güven, Mardin’in Kızıltepe Belediye Başkanı Ferhan Türk’ün yanı sıra kapatılan DTP’nin eski genel başkan yardımcıları Kamuran Yüksek, Bayram Altun ile Selma Irmak, eski Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi başkan vekili Ali Şimşek, İHD Genel Başkan Yardımcısı ve Diyarbakır Şube Başkanı Muharrem Erbey, kapatılan DEP’in eski milletvekili Hatip Dicle, eski Dicle Belediye Başkanı Abdullah Akengin, eski Batman Belediye Başkanı Hüseyin Kalkan, eski Viranşehir Belediye Başkanı Emrullah Cin, eski Ergani Belediye Başkanı Nadir Bingöl, DİSKİ Genel Müdürü Yaşar Sarı, Ramazan Dede ve Abbas Çelik de yer alıyor.

BİA Haber Merkezi  – 14 Ocak  – “KCK” Davası’nda Tahliye Ümitleri 18 Ocak’a Kaldı

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, KCK Davasında bugüne kadar aldığından farklı bir karar almadı; Kürtçe savunma ve tahliye taleplerini reddetti. Yargılama 18 Ocak’a kaldı. BDP’lilerin “cesur bir karar” beklentisi şimdilik boşa çıktı.

Dün “Kürtçe olduğu zannedilen dil” denilerek Kürtçe savunma taleplerinin reddedildiği ve mitingli protestoya neden olan Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) Türkiye Meclisi davasında bugün de tahliye kararı çıkmadı.

Mahkeme, 152 sanıktan tutuklu yargıladığı 104 kişinin tahliyesiyle ilgili dün (13 Ocak) bir karar almaya gerek görmemişti. Barış ve Demokrasi Partililerin (BDP) ve davayı izlemek için Diyarbakır’da bulunan hak savunucularının tahliye beklentileri bugün de karşılıksız kaldı. Yargılama 18 Ocak’ta sürecek.

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya tutuklu 100 sanık ile aralarında Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş’ın da bulunduğu dört tutuksuz sanık katıldı.

Sanık avukatları, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ile Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş hakkındaki yurt dışına çıkma yasağının kaldırılması için dilekçe sundu.

Yurttaş: “Kürtçeye saygılıyız” ifadesi sözde kalmasın

Sanık avukatlarından Sedat Yurttaş, bu davada konuşması gerekenlerin avukatlar değil, sanıklar olduğunu ancak onların da ana dilde savunma yapma isteğinden dolayı engellendiğini dile getirdi.

Duruşmada komedi-dram yaşandığını savunan Yurttaş, “Mahkemenin daha önce aldığı karar, sanıkların yargılama sürecine girmelerini engelledi. 12 Eylül faşizminin ürünü olan mahkemeler bile Kürtçe savunmaya izin verdi. Birkaç yıl sonra dönüp baktığınızda hayıflanacaksınız.” dedi.

Bugünkü gazetelerde Mahkeme Başkanı Menderes Yılmaz’ın “Kürtçeye saygılıyız” sözlerinin yer aldığını hatırlatan Yurttaş, “Bu ifadeler sözde kalmasın” diye konuştu.

Sanık avukatlarından Mesut Beştaş ise mahkemenin sanıkları yargılama yetkisi olmadığını söyledi, dosyanın Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’na iadesini istedi:

“Bütün sanıklar Demokratik Toplum Partisi’nde (DTP) görev almıştır. Anayasa Mahkemesi DTP’yi kapatırken herhangi bir örgütle bağının olmadığını, odak olduğunu söylemiştir. Yüksek mahkemenin yargılamadığı bir konuyu bu mahkeme yargılayamaz”

Aralarında İnsan Hakları Derneği (İHD) yöneticileri, avukatlar, akademisyenler, sivil toplum örgütü ve sendika üyeleri, yerel TV yöneticisi ve gazete çalışanlarının da olduğu sanıklar “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak”, “terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmak, “terör örgütüne yardım ve yataklık etmekle” suçlanıyor.

7 bin 578 sayfalık iddianamede 104′ü tutuklu, 151 şüpheli hakkında 15 yıl ile ağırlaştırılmış müebbet arasında değişen hapis cezaları isteniyor. Zanlılar, “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak”, “terör örgütü üyesi ve yöneticisi olmak, “terör örgütüne yardım ve yataklık etmekle” suçlanıyor. 104 tutuklu sanığın bir kısmı yaklaşık 21 aydır cezaevinde bulunuyor.

19 Ocak  – Hrant Dink’i Anma Haberleri – İstanbul

BİA Haber Merkezi  – 19.01. – Dört yıldır Agos’un önünde, adalet peşinde

Hrant’ın Arkadaşları Agos gazetesi önünde ”4 yıldır yargı yok”, ”4 yıldır meclis yok”, “Hepimiz Hrant’ız” dövizleriyle toplandı. 2 saat süren anmaya katılan binlerce kişi, “Hrant için Adalet için” ve “Katiller halka hesap verecek” sloganlarıyla adalet aradı; ‘Hrant’ın Arkadaşları’ adına konuşan Nükhet İpekçi adalet arayanların sesi oldu.

‘Hrant’ın Arkadaşları’nın çağrısıyla, saat 14.00′ten itibaren Agos Gazetesi önünde toplanan 4 bin kişi, Hrant Dink’i öldürüldüğü yerde andı. Yapılan anonslar ve atılan sloganlarla Hrant Dink ve faili meçhul kalmış diğer siyasi cinayetlerin aydınlatılması ve adaletin gerçekleşmesi istendi.

Agos gazetesi yayın yönetmeni ve başyazarı Hrant Dink, 19 Ocak 2007′de saat 15.00 sıralarında, Agos Gazetesi’nin Şişli Halaskârgazi Caddesi üzerindeki binası önünde silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmişti.

‘4 YILDIR ADALET YOK!’

Törene katılanlar, Agos binası önünde Hrant Dink’in öldürüldüğü yerde, kalp şeklindeki çelenge kırmızı karanfiller bırakarak mumlar yaktı. Katılımcılar, ellerinde ‘4 yıldır adalet yok’, ‘4 yıldır hükümet yok’, ”4 yıldır yargı yok”, ”4 yıldır meclis yok” yazılı binlerce döviz taşındı. Sık sık “Hepimiz Hrantız, hepimiz Ermeniyiz”, “Hrant için Adalet için”, ‘faşizme inat kardeşimizsin Hrant’, ‘öldür diyenler yargılansın ve “Katiller halka hesap verecek” sloganları atıldı. Agos’un penceresinden, Hrant Dink cinayeti, dava süreci ve adalet talebiyle ilgili anonslar yapıldı. Tören nedeniyle cadde iki yönlü olarak araç trafiğine kapatıldı.

Anma törenlerine katılmak isteyen çeşitli gruplar Taksim Meydanı ve Cevahir Alışveriş Merkezi önünde toplandı ve eş zamanlı olarak Agos Gazetesi’nin önüne doğru yürüyüşe geçti. Saat tam 15.00′te yapılan saygı duruşunun ardından, 1 Şubat 1979′da öldürülen gazeteci Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi, Agos’un balkonundan ‘Hrant’ın Arkadaşları’ adına bir konuşma yaptı. Konuşmanın ardından Hrant Dink’in eşi Rakel Dink de pencereden kitleyi selamladı.

SAYGI DURUŞUNDA HRANT’IN SESİ…

Saygı duruşu, Hrant Dink’in sesiyle ve sözleriyle başladı. Dink konuşmasında, Fransa’dan her yıl üç, Sivas’taki köyüne giden 70 yaşındaki Beatris Hanım’ın terk ettiği köyünde ölümünden sonra yaşadıklarını anlatıyordu. Beatris Hanım ölünce Dink’e haber gelmiş, Dink Beatris Hanım’ın kızına ulaşmış, kızı da cenazeyi almak üzere gittiği Sivas’tan Dink’i aramıştı. Hrant Dink konuşmayı şöyle aktarıyor:

“Beatris Hanım’ın kızı, ‘Ağabey, ben getireceğim cenazeyi ama burada bir amca var, bir şeyler diyor’ dedi ve telefonu ağlayarak amcaya verdi. Kızdım amcaya ‘Neden ağlatıyorsun kızı’ dedim. ‘Oğlum’ dedi ‘Bir şey demedim… Kızım anandır, malındır ama bana sorarsan bırak kalsın, burada gömülsün… Su çatlağını buldu’ dedim’. Ben işte o anda döküldüm. Anadolu insanının ürettiği bu deyişten, bu algılamadan döküldüm. Evet, su çatlağını bulmuştu.”

Dink, bu sözlerinin ardından konuşmasına, “Evet, Ermenilerin bu toprakta gözü var çünkü kökümüz burada. Gözümüz var ama alıp gitmek için değil, dibine girmek için” diye devam ediyordu.

NÜKHET İPEKÇİ’NİN KONUŞMASI

Faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerle öldürülenlerin ailelerinin oluşturduğu Toplumsal Bellek Platformu üyeleri de törene katıldı. Nükhet İpekçi, ‘Hrant’ın Arkadaşları’ ve faili meçhul bırakılan siyasi cinayetlerle öldürülen Kemal Türkler, Ahmet Kaya, Sabahattin Ali, Orhan Yavuz, Doğan Öz, Necdet Bulut, Akın Özdemir, Abdi İpekçi, Cevat Yurdakul, Cavit Orhan Tütengil, Ümit Kaftancıoğlu, Sevinç Özgüner, Mehmet Zeki Tekiner, İlhan Erdost, Metin Göktepe, Necip Hablemitoğlu, Yusuf Ekinci, Yasemin Cebenoyan, Onat Kutlar, Hasan Ocak, Muammer Aksoy, Çetin Emeç, Turan Dursun, Musa Anter, Uğur Mumcu, Nesimi Çimen, Behçet Aysan, Metin Altıok’un aileleri adına bir konuşma yaptı.

İpekçi konuşmasında Hrant Dink’in “Ben büstleri sevmiyorum, ben insanları seviyorum” sözünü tekrarladı. Faili meçhul bırakılmış siyasi cinayetlerin bir an önce aydınlatılmasını istedi. İpekçi, “Biz tek tek katillerin peşinde değiliz. Ancak bu cinayetlerin birer insanlık suçu olduğunu biliyor ve adaletin bir an önce gerçekleşmesini bekliyoruz” dedi.

31 KİŞİNİN SORUŞTURULMASI İÇİN DİLEKÇE

Yapılan anonslarda, Hrant Dink Cinayeti davası avukatlarının iki gün önce 31 kişinin soruşturulması için yeniden dilekçe verdikleri hatırlatıldı. 7 Şubat  Pazartesi günü Beşiktaş Adliyesinde yapılacak 16. duruşmada ‘Adalet Nöbeti’ için saat 10.00′da İskele Meydanında buluşma çağrısı yapıldı.

VEDAT TÜRKALİ’DEN ADALET AĞAOĞLU’NA…

Anma törenine katılanlar arasında şu kişiler de vardı: Yazar Vedat Türkali, yazar Adalet Ağaoğlu, Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya, Yönetmen Sırrı Süreyya Önder, yazar Oral Çalışlar, DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, DİSK eski genel sekreteri Musa Çam, Barış Meclisinden Hakan Tahmaz, sanatçılar Mehmet Ali Alabora, Mustafa Alabora, Yasemin Göksu, Ferhat Tunç, Zeynep Tanbay, Haluk Levent, Yavuz Bingöl, BDP milletvekilleri Ufuk Uras, Sebahat Tuncel, Akın Birdal, EMEP Genel Başkanı Levent Tüzel, ÖDP Genel Başkanı Alper Taş, CHP İstanbul Milletvekili Çetin Soysal, CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, EDP Genel Başkan Yardımcısı Saruhan Oluç, öldürülen DİSK Başkanı Kemal Türkler’in kızı Nilgün Türkler, gazeteci Ali Bayramoğlu, Cengiz Aktar, Ümit Kıvanç, Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Tatyos Bebek, Tayfun Mater, hukukçu Osman Can, yayıncı Fahri Aral, Tuğrul Paşaoğlu, Banu Güven…

‘HRANT DİNK CADDESİ’

Anma töreninin bitiminde, ‘Barış İçin Sanatçılar’, geçen yıl olduğu gibi Ergenekon Caddesi’nin tabelasını ‘Hrant Dink Caddesi’ olarak değiştirdiler.

Hrant Dink için bu akşam saat 19.00′da Taksim’den Galatasaray’a  bir meşaleli yürüyüş yapılacak. Ankara, İzmir ve Bursa’da da yürüyüş ve basın açıklamaları yapılacak.

Marksist.org – 19.01. – Binlerce insan Hrant Dink için adalet istedi

Ermeni gazeteci Hrant Dink devlet tarafından öldürülmesinin 4. yıldönümünde, vurulduğu yer ve saatte 10 bin kişi tarafından anıldı. AGOS gazetesi önünde erken saatlerden itibaren biriken Hrant’ın arkadaşları Türkiye’de milliyetçiliğe ağır bir darbe indiren “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz” sloganını defalarca attı. Dink ailesi ve Hrant’ın arkadaşları 31 devlet görevlisinin derhal yargı önüne çıkarılmasını talep etti.

Hrant Dink, cinayetin üzerinden dört yıl geçmesine rağmen unutulmadı. İstanbul’da öğle saatlerinden itibaren binlerce insan Hrant Dink’in Genel Yayın Yönetmenliği’ni yaptığı ve öldürüldüğü AGOS’un önüne aktı.

Saat 13.30′dan itibaren “Hrant için Adalet için”, “Öldür diyenler yargılansın”, “Faşizme inat kardeşimsin Hrant”, “Katil devlet hesap verecek” sloganları yükseldi.

Anma töreninde matemin yanı sıra 4 yıldır gerçekleşmeyen adalete, cinayet emrini veren Ergenekon’a, 4 yıldır Hrant Dink ölüm emrini verenleri yakalamayana hükümete, davayı üç tetikçiye indiren yargıya öfke vardı.

Saatler üçü gösterdiğinde Rakel Dink ve çocukları Arat, Delal ve Sera Dink babalarının, sevdiklerinin öldürüldüğü yere geldi. Binlerce insan hoparlörlerden konuşan Hrant Dink’in “su çatlağını buldu” sözlerini sessizce dinledi. AGOS’un önü “Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeniyiz” sesleriyle inledi.

Hrant’ın Arkadaşları adına basın açıklamasını yine bir suikatla öldürülen gazeteci Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi okudu.

İpekçi, daha önce yargılanmasına izin verilmeyen 31 devlet görevlisinin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları doğrultusunda yargılanmasını talep etti.

Basın açıklamasının sonunda sevdiklerini, yakınlarını siyasi suikastlar sonucu yitiren ailelerin isimleri tek tek okunurken, topluluk “Katil devlet hesap verecek” diye haykırdı.

4 yıldır Hrant yok. 4 yıldır yüz binlerce insan Hrant Dink için adalet talep etmeye devam ediyor.

İzmir: Katili tanıyoruz, adalet istiyoruz

Hrant için İzmir’de bir araya gelenler, Konak YKM önünde toplanarak eski Sümerbank önüne yürüdü. Adalet vurgusu yapılan eylemde, yaklaşık 1500 kişi “Hepimiz Hrant’ız, Hepimiz Ermeniyiz!”, “Katil devlet hesap verecek!”, “Faşizme inat, kardeşimsin Hrant!” sloganlarını attı.

Eski Sümerbank önüne gelindiğinde, Hrant’ın arkadaşları adına basın açıklamasını okuyan Vezan Karabulut, “Hrant’ın katilleri, dile getirdiği hakikatlerden rahatsız olanlardı. Genelkurmay Başkanlığının açıklamasının hemen ertesi günü Hrant’ı İstanbul Valiliği’ne çağırıp tehdit edenlerdi. Tetikçiyle bayrak önünde fotoğraf çektirenlerdi. Ya sev, ya terk et, çığlıkları atanlardı.” dedi. Karabulut, açıklamayı Türkçe, Kürtçe ve Ermenice “Katili tanıyoruz, adalet istiyoruz!” sözleriyle bitirdi.

Ankara: Hepimiz Hrant Dink’iz!

Ankara’da 19 Ocak akşamında Kızılay’da SSK işhanının önünde toplanan 1000′ den fazla kişi “İnadına hepimiz Hrant Dink’iz” diye haykırdı.

Hrant Dink’in öldürülümesinin 4. yıldönümünde, Türkiye’nin ve Avrupa’nın çeşitli noktalarında yapıldığı gibi Ankara’da da toplanıldı. Polisin uzun süre barikatla yürüyüşünü engellediği gruptan sık sık “İnadına hepimiz Hrant Dink’iz”, “Ergenekon dağıtılacak!”, “Partisi var, adalet yok!” sloganları yükseldi.

Tek pankart arkasında, meşaleler eşliğinde toplanan Hrant’ın arkadaşları, bir buçuk saatlik bir yürüyüş gerçekleştirdi. İçlerinde birçok ünlü yazar, ressam, siyasetçi, tiyatro oyuncusu, radyo programcıları ve DSİP ve EDP gibi siyasi partilerin de bulunduğu grup, Hrant Dink’i hem hüzün hem de öfkeyle andı.

Devletin Ermenilere karşı politikalarının 1915′ten beri değişmediğini vurgulayan grup, engellenmeye çalışılan Ergenekon davasının da takipçisi olduklarını belirtti. Cinayetin çeşitli devlet organlarının bilgisi dahilinde gerçekleştirildiğini vurgulayan Hrant’ın arkadaşları, sadece öldürenlerin değil, “Öldür” diyenlerin ve göz yumanların da yargılanmalarını talep ettiler.

Birçok öğrenci topluluğunun da katıldığı yürüyüş, Yüksel Caddesi’nde yapılan basın açıklamasından sonra Hrant Dink duruşmalarında ve 24 Nisan anmasında buluşmak üzere sona erdi.

Yeşil Gazete – 19.01.4 yıl sonra aynı yerde

Agos gazetesinin ilk Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, katledilişinin 4. yılında anılıyor. Dink’in öldürüldüğü yerde toplanan kalabalık grup, “Hepimiz Hrantız” ve “Hrant için Adelet” sloganları attı.

Halaskargazi Caddesi’ndeki Agos gazetesinin önünde düzenlenen törende, ellerinde ”4 yıldır yargı yok”, ”4 yıldır meclis yok” yazılı dövizler taşıdı.

Törene katılanlar, Agos gazetesi binasının önünde Hrant Dink’in öldürüldüğü yere, kalp şeklindeki çelenge kırmızı karanfiller bırakarak mum yaktı.

Sanatçı Mustafa Alabora’nın da aralarında bulunduğu grup da slogan atarak Taksim’den Agos’un önüne yürüdü.

Gazete önünde toplanan kalabalık grup, “Hepimiz Hrantız”, “Hepimiz Ermeniyiz”, “Hrant için Adalet” ve “Katiller halka hesap verecek” sloganları attı.

Öldürülen gazeteci Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi, gazetenin balkonundan bir konuşma yaptı.

Tören nedeniyle Halaskargazi Caddesi araç trafiğine kapatıldı.

Gazeteci Hrant Dink, 19 Ocak 2007′de genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesi önünde silahlı saldırıya uğramıştı.

Yeşil Gazete – 19.01. – Hrant Dink öldürülüşünün 4. yılında İzmir’de anıldı

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, öldürülüşünün 4. yıldönümünde İzmir’de anıldı. Anma töreninde Hrant Dink’in öldürülüşü tiyatro gösterisi ile anlatıldı.

Tören, Kesk İzmir Şubeler Platformu, İnsan Hakları Derneği, Barış Meclisi İzmir Girişili, Halkevleri, Irkçılığa Milliyetçiliğe Dur De, Sosyalist Parti, İmece-der, EDP, BDP, ÖDP, EMEP, SDP, DSİP, ESP DİP Girişimi, Komünist KÖZ, EHP ve İzmir Süryani Platformu tarafından düzenlendi. Konak YKM önünde toplanan grup ellerinde ’4 Yıldır Yüzleri Yok, 4 Yıldır Savcı Yok’ yazılı pankartlarla ‘Hepimiz Hrant’ız, Faşizme İnat, Kardeşim Hrant’ sloganları ile Eski Sümerbank’a doğru yürüdü. Topluluk adına basın açıklamasını okuyan Vezan Karabulut, Hrant Dink’in katledilişinin 4. yılında anmak için toplandıklarını, O’nsuz özlemle ve adalet arayışıyla 4 uzun yılın geçtiğini söyledi. Geriye dönüp baktıklarında gerçeğin tüm çıplaklığıyla ortada olduğunu belirten Karabulut, ”Hrant’ın katili, dile getirdiği hakikatlerden rahatsız olanlardı. Tabanı delik ayakkabısıyla kanlar içinde, onu yerde yatar vaziyette gördüğümüz ilk andan itibaren katilin kim olduğunu anlamıştık” dedi. Tehdit edildiğini bağıra bağıra söylediği halde, Hrant Dink için hiçbir şekilde tedbir alınmadığını savunan Karabulut, ”Şöyle tarihin derinliklerine baktığımızda, Ermeni kırımından Dersim katliamına, 6-7 Eylül olaylarına, Çorum, Maraş ve Sivas katliamlarına, Fırat’ın öte yakasında yaşanan binlerce faili meçhul cinayete kadar her karanlık olayda kolektif karşımıza çıkmaktadır. Amaç çok açıktır. Bu ülkede istisnasız herkesin iradesizleştirilip susturulması, böylece bir korku rejiminin tüm toplum tarafından içselleştirilmesi istenmektedir.” dedi. Basın açıklamasının ardından yüzlerine Hrant Dink suretinin maskesini takan bir grup, temsili olarak Dink’in öldürülüşünü kısa bir tiyatro gösterimi ile anlattı.

Yeşil Gazete – 19.01. – Ankara’da Hrant Dink için meşaleli yürüyüş

19 ocak 2007′de katledilen Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink,  katledilişinin 4.yıldönümünde yüzlerce kişinin katıldığı törenle Yüksel Caddesi’nde İnsan Hakları Anıtı önünde anıldı.

19 Ocak 2007′de Genel Yayın Yönetmeni olduğu Agos Gazetesi’nin Şişli’de bulunan binası önünde vurularak öldürülen Hrant Dink’in katledilişinin 4. yılında sevenleri tarafından anıldı. Sakarya Caddesi’nde bulunan SSK iş Hanı önünde toplanmaya başlayan  gruplar “Hepimiz Hrant’ız – Unutmayacağız affetmeyeceğiz” pankartıyla  “4 yıldır yürekleri yok, yüzleri yok , 4 yıldır partisi var Adalet yok ” dövizlerini ve meşaleleri taşıyarak Yüksel Caddesi’ne doğru yürüyüşe geçti. Grup “Katil devlet hesap verecek”, “Hrant’ı unutmayacağız, devleti affetmeyeceğiz” sloganlarıyla barış anıtı önüne kadar yürüdü. Anıt önünde basın açıklaması yapıldı.

Sabah – 19.01. – 4 yıl sonra aynı yerde

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, ölümünün 4. yılında silahlı saldırıya uğradığı gazete binası önünde düzenlenen törenle anıldı.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni iken 4 yıl önce silahlı saldırıda hayatını kaybeden Hrant Dink, Şişli’de anıldı.

Kendisine ‘Hrant’ın Arkadaşları’ adını veren grubun düzenlediği anma törenine Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ailesi, Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya, Ufuk Uras, Yavuz Bingöl ile yakınları ve sevenleri katıldı. Tören için saatler önce gelen yüzlerce kişi Agos Gazetesi önünde toplandı. Ellerinde, ‘Katilini arıyoruz’, ‘Hrant İçin Adalet İçin’, ‘4 yıldır yargıç yok’, ‘4 yıldır Hrant yok’, ‘4 yıldır vicdan yok’, ‘Partisi var adalet yok’ yazılı pankart ve dövizler taşıyan kalabalık, yüzlerine de Dink’in maskelerini taktı.

‘Hepimiz Hrantız hepimizi Ermeniyiz’ şeklinde sloganlar atan grup, Hrant Dink’in hayatını kaybettiği yerde saatler öncesinden mumlar yakılarak karanfiller bırakıldı. Dink’in hayatını kaybettiği ve karanfillerin bırakıldığı yere gelen Ahmet Kaya’nın eşi Gülten Kaya gözyaşlarına boğuldu.

Tören nedeniyle Halaskargazi Caddesi taşıt trafiğine kapatıldı.

TAKSİM’E YÜRÜDÜLER

Agos Gazetesi’nin önündeki anma törenini ardından binlerce kişi yolu trafiğe kapatıp, Taksim’e yürüdü. ‘Hepimiz Hrantız hepimiz Ermeniyiz’, ‘Yaşasın halkların kardeşliği’, ‘Hrantın katili kontrgerilla devlettir’, ‘Katil Devlet hesap verecek’, ‘Polis defol bu sokaklar bizim’ şeklinde sloganlar atan grup, Taksim’e kadar yürüdü. Önceki yıllarda yaşanan taşlanma hadiselerini dikkate alan polis, yürüyüş boyunca güzergahta bulunmamaya özen gösterdi. Çevik Kuvvet polisleri de yolun karşı tarafında grupla beraber yürüyerek önlem aldı. Grubun Taksim Meydanı’na varışı esnasında da Taksim’de geniş önlemlerin alındığı görüldü. İstiklal Caddesi’ne giren kalabalık olaysız dağıldı.

DİNK, ANKARA DA DA ANILDI

Hrant Dink için bir anma töreni de Ankara’da yapıldı. Dink Ankara’da İnsan Hakları Derneği (İHD) Ankara Şubesince anıldı.

İHD Ankara Şubesi Başkanı Gökçe Otlu, Ankara Yüksel Caddesi’nde yaptığı basın açıklamasında, suçluların halen cezalandırılmadığını ifade etti.

Dink’i öldürmekle susturacağını sananların yanıldığını belirten Otlu, ”Binlerce Hrant ile halkların kardeşlik mücadelesini daha yüksek sesle sürdürüleceğiz” dedi.

Olayla ilgili yargı sürecini de eleştiren Otlu, ”katillerin şekerci dükkânından şeker çalmış masum çocuk edasıyla salıvermeye çalışıldığını” öne sürdü.

Adaletin sağlanması ve katillerin cezalandırılmasının davanın bir yönü olduğunu söyleyen Otlu, ”Asıl adalet, çocuktan katil yaratan sistemin yargılanmasıdır” diye konuştu.

Dink suikastında önemli karar

Rize Ağır Ceza Mahkemesi, Hrant Dink cinayetinde ihmali olduğu öne sürülen Trabzon’daki emniyet ve jandarma görevlileri hakkında soruşturma izni vermeyen karar yapılan itirazı kabul etti.

Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Hrant Dink cinayetinde ihmali olduğu öne sürülen eski Emniyet Müdürü Reşat Altay ve polis memurları ile jandarma personeli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararına, Dink ailesinin avukatları itiraz etti.

Rize Ağır Ceza Mahkemesi, Dink Ailesi’nin avukatlarının yaptığı başvuruyu kabul etti. Mahkeme, adı geçen kişiler hakkında yargılama kararı verilip verilmemesini ise, eski Emniyet Müdürü Reşat Altay’ın ayrıntılı ifadesinin alınması ve TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun hazırladığı raporları inceledikten sonra karara bağlayacak. Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nin bu kararı, cinayette ihmali olduğu öne sürülen kamu görevlilerine yargı yolunun göründüğü şeklinde yorumlanıyor.

3 Şubat  – Pınar Selek’le Dayanışma Basın Toplantısı Haberleri – İstanbul

DİHA –  3 Şubat  – Pınar Selek’e destek

Sosyolog Pınar Selek’in yargılaması öncesi destek için yapılan toplantıya katılan usta edebiyatçı Vedat Türkali, Türkiye’de yargının hukuksuz uygulamalarına dikkat çekerek, “Derin devlet diye bir şeyden söz ediyorlar. Devlet derin değil, bataklıktır. Sakın ayağınızı kaptırmayın” dedi.

Çok sayıda akademisyen, aydın yazar ve gazetecinin oluşturduğu Hala Tanığız Platformu; Sosyolog Pınar Selek’in 9 Şubat’taki duruşması öncesi İstanbul’da Cezayir Restorant’ta basın toplantısı düzenledi Aralarında Vedat Türkali, Oya Baydar, Nükhet Sirman, Oral Çalışlar, İpek Çalışlar, Ece Temelkuran, Gülten Kaya, Necmiye Alpay, Özcan Alper, Mehmet Atak, Derya Alabora, Yeşim Büber, İbrahim Betil’in de bulunduğu aydınlar toplantıya katılarak, Selek’e destek verdi. Sinevizyon gösterimi ile başlayan toplantıda ilk olarak konuşan Selek’in avukatı Akın Atalay, davanın süreci hakkında bilgi aktararak, 12 buçuk yıldır maruz bırakıldığı trajik yargılamaya dikkat çekti. Selek’in 11 Temmuz 1998’de gözaltına alınmasıyla başlayan ve kendisine yapılan işkenceyle süren davanın bugünkü duruşma sürecine vardığını anlatan Atalay, hukuk tarihinde pek görülmeyen bir şeyin gerçekleştiğini de sözlerine ekledi.

Atalay, Selek’in suçsuz olduğu anlaşıldıktan sonra ilk kez Emniyet Müdürlüğü ve İç İşleri Bakanlığı davaya dahil olduğunu hatırlatarak, “Mahkemeye heyetine, ‘Biz bu davayı takip ediyoruz, ey mahkeme heyeti ne yapıyorsun’ der gibi dava dosyasına isimsiz imzasız bir bilgi notu ekledi. İşte burada karanlık güçler devreye girdi. Pınar’ın yeniden yargılanmasını istediler, o güçler. Aslında o güçlerin derdi Pınar değil, Pınar’ın temsil ettiği kimlik ve barış isteyen çabalarıdır” diye konuştu.

‘Türkiye’de körleşme yaşanıyor’

Prof. Dr. Nükhet Sirman ise, Selek’in sınır tanımayan gazeteciler, doktorlar gibi sosyologlar örgütü kurulması yönünde çalışmaları olduğunu ve çok iyimser geleceğe umutla bakan biri olduğunu ifade etti. Sirman’ın ardından PEN YK üyesi Tarık Günersel, PEN yazarlarının Selek’in yanında olduğunu ve onu desteklediğini ifade ederek, Türkiye’de bir körleşme yaşandığını anlattı. Günersel, “Körleşmeye karşı bir Pınar’ımız vardı. Pınar’a daha çok ihtiyacımız var. Onun ne kadar çok hasret içinde olduğunu biliyoruz. O, güler yüzlü ve insanlılığıyla hepimize direnme gücü veriyor” diye konuştu.

‘Toplum artık nihai beraat bekliyor’

Toplantının basın metnini ise oyuncu Derya Alabora okudu. Dava sürecini değerlendirebilmek ve nasıl bir hukuk ayıbıyla karşı karşıya olunduğunu görmek için hukukçu olmaya gerek olmadığını belirten Alabora, sahte tutanaklar ve dönemin İçişleri Bakanı ve Emniyet Müdür tarafından mahkeme heyetline gönderilen yazıların, adalet isteyen herkesi isyan ettirdiğini söyledi. Alabora, “Mısır çarşısında patlatılan sözde bomba değil, tabu ve konulara attığı söz, eylem, bilinç ve vicdan bombalarıdır dosyasındaki aleyhe deliller. Bu yüzden onu bu denli yok etmek istediler” dedi. Toplumun artık, nihai bir beraat beklediğini anlatan Alabora, “Sadece Selek hak ettiği adalete kavuşsun, on üç yıldır süren bu kabus sona ersin diye de değil, onun şahsında mücadele edilen adil, özgür bir Türkiye hepimizin vazgeçilmez ihtiyacı olduğu için” diye kaydetti.

Derin devlet değil, bataklık devlet’

Basın açıklamasının ardından 85 yaşındaki usta edebiyatçı Vedat Türkali konuştu. Sağlık koşullarından kaynaklı hiçbir davete katılmadığını aktaran Türkail bu kez tüm koşullarını zorlayıp bu toplantıda olmak istediğini dile getirdi. Davanın çirkinleştikçe çirkinleştiğini ama Pınar Selek’in davanın daha da yücelttiğini ifade eden Türkali, “Pınar, davanın kâbus gibi olduğunu söylüyor. Evet, kâbus gibi. Bu Pınar’a yapılan nasıl bir zulümdür? Aileye yapılan nasıl bir zulümdür? Derin devlet diye bir şeyden söz ediyorlar. Devlet derin değil bir bataklıktır. Sakın ayağınızı kaptırmayın. Ama unutmamak lazım, hiçbir zaman gece tam karanlık değildir. En zor zamanlarımda bunu söylerim. Biz bugünde, adaletin peşindeyiz. Güzel günler gelecek” diye konuştu.

7 Şubat  – Hrant Dink Davası Haberleri – İstanbul

Zaman –  08.02. – Hrant Dink davası genişliyor

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Hrant Dink cinayetiyle ilgili davaya dün avukatların talepleri damgasını vurdu. Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, cinayetle ilgili kitaplarda yer alan bazı belgelerin dosyada bulunmadığını vurguladı ve soruşturmanın genişletilmesini, askerî belgelerin Genelkurmay’a sorulmasını istedi. Bunun üzerine savcı önemli bir bilgi verdi. Cinayette ihmali olduğu ileri sürülen 28 kamu görevlisi hakkında soruşturma açıldığını duyurdu. Bunlar arasında eski İstanbul Valisi Muammer Güler ile Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah da yer alıyor.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili davanın 16. duruşması dün görüldü. Ailenin avukatı Fethiye Çetin, dünkü duruşmada bir kez daha soruşturmanın genişletilmesine ilişkin taleplerde bulundu. Son dönemlerde yayımlanan ve Dink suikastını konu alan iki yeni kitapta yer alan kimi belge ve bilgilerin bugüne kadar yargılama makamlarına sunulmadığını anlattı. Bu bilgi, belge ve iddiaların suikastın arka planının aydınlatılabilmesi açısından son derece mühim sorular ortaya attığını söyledi.

Bugün Gazetesi Ankara Temsilcisi Adem Yavuz Arslan’ın geçtiğimiz ay yayımlanan, ‘Bi Ermeni Var’ isimli kitabında yer alan bir belgeden bahsetti. Genelkurmay Psikolojik Harp Tabur Komutanlığı’nca hazırlanan ve Genelkurmay Başkanlığı Psikolojik Harekat Daire Başkanlığı’na sunulan ‘Yayın Analizi’ konulu 23 Ocak 2002 tarihli Topçu Albay İsmet Kaytaz imzalı belgede, Agos Gazetesi ve yazarlarının fişlendiğine ilişkin bilgiler olduğunu aktardı. Çetin, “Bu nedenle, Genelkurmay Başkanlığı’ndan, Agos Gazetesi ve yazarlarının fişlenmesine neden gerek görüldüğünün, Genelkurmay’ın vatandaşları ve gazeteleri fişleme görevinin yasal dayanağının ne olduğunun sorulmasını talep ediyoruz. Ayrıca, bu fişlemenin hangi maksatla yapıldığının ve bu belgelerin hangi projeler ya da operasyonlarda kullanıldığının sorulmasını istiyoruz.” diye konuştu. Müdahil avukatlarından Arzu Becerik ise AİHM’nin Dink cinayeti ile ilgili olarak Türkiye’yi mahkum ettiğini hatırlattı.

Türkiye’nin bu karara itiraz etmediğini ve hükmün kesinleştiğini söyledi. Bu nedenle AİHM kararlarının uygulanmasını talep etti. Talepler üzerine Cumhuriyet Savcısı Mustafa Çavuşoğlu, ailenin önceki dilekçesinde ismi geçen kamu görevlileri hakkında soruşturma başlatıldığını açıkladı. Çavuşoğlu bu konuyla ilgili taleplerin bu dosyaya gönderilmesini istedi. Bu arada, Dink’in katil zanlısı Ogün Samast, İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki ilk duruşmasında 28 Şubat’ta hakim karşısına çıkacak.

Avukat Fethiye Çetin: Umarım sonu getirilir

Duruşma sonrası gazetecilere açıklamalarda bulunan Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, AİHM kararının kesinleşmesinden sonra Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde bulunan ve Hrant Dink cinayeti soruşturmasını gerçekleştiren özel yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na bir dilekçe verdiklerini hatırlattı. Çetin, “O dilekçede dedik ki, ‘AİHM kararı gereğince dilekçemizde yazılı kamu görevlileri hakkında yeni soruşturma açılması lazım. Ve görevsizlik kararı vermeyin. Bu sizin görev alanınıza giriyor.’ Savcılık bu aşamada her zaman yaptığının aksine görevsizlik kararı verip dosyayı göndermeyip burada ayrı bir soruşturma dosyasıyla, bu soruşturmayı yürütüyor. Yani aralarında Celalettin Cerrah’ın da, Ali Öz’ün de, Ramazan Akyürek’in de bulunduğu 28 kamu görevlisi hakkındaki soruşturma savcılıkça yürütülüyor. Bunun içinde Muammer Güler de var, Ergun Güngör de.” ifadelerini kullandı. “Siz bekliyor muydunuz bu soruşturmayı?” sorusuna ise şu cevabı verdi: “Bekliyorduk. Şu anda ayrı bir soruşturma dosyasıyla bu soruşturma yürütülüyor. Bu son derece iyi, olumlu bir gelişmedir. Umarım bunun sonucu gelecek.” Duruşma 28 Mart’a ertelendi.

DDK harekete geçti

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talimatıyla Hrant Dink’in öldürülmesini incelemeye alan Devlet Denetleme Kurulu (DDK), Dink ailesi ve avukatlarının adres ve iletişim bilgilerini istedi. DDK, geçtiğimiz ay Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün verdiği talimat doğrultusunda Dink cinayetini incelemek üzere çalışmalara başlamıştı. 19 Ocak 2007 tarihinde işlenen cinayeti incelemeye başlayan DDK, Dink ailesi ve avukatları ile temasa geçti. Kurul, ailenin ve avukatların adres ve iletişim bilgilerini istedi. İletişim bilgilerini isteyen kurulun önümüzdeki günlerde Dink ailesi ve avukatları ile görüşeceği öğrenildi.

Radikal – 07.02.1011 – Hrant’ın arkadaşları haykırdı: Sistem, kusuru olanları canla başla koruyor!

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya, tutuklu sanıklardan Erhan Tuncel ve Yasin Hayal ile tutuksuz sanık Salih Hacı Salihoğlu katıldı.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin 2’si tutuklu 19 sanığın yargılandığı davanın 16. duruşması görüldü. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya tutuklu sanıklar Erhan Tuncel ve Yasin Hayal ile tutuksuz sanık Salih Hacısalihoğlu katıldı. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, kardeşi Hosrof Dink ve kızı Delal Dink de müdahil olarak duruşmada hazır bulundu.

BAŞKAN VE ÜYE HAKİM İLK KEZ GÖREV ALDI

Mahkeme Başkanı Erkan Canak’ın tayin edilmesinden sonra yerine atanan Başkan Rüstem Eryılmaz ile üye hakim olarak atanan Nurullah Çınar bu duruşmada ilk kez görev aldı. Mersin Baro Başkanı Halil Ülkü Özel ile Diyarbakır Baro Başkanı Mehmet Emin Aktar’ın davaya müdahil olarak katılmasına karar verildi.

Avukat Fethiye Çetin’in taleplerini alan mahkeme heyeti yaklaşık iki saatlik aranın ardından kararlarını açıkladı. Taleplere ilişkin kararlarını açıklayan Mahkeme, sanıklar Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’in tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.

Hrant Dink cinayeti ile ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda halen devam eden soruşturmaların geldiği aşama hakkında bilgi verilmesi için yazı yazılmasına karar veren mahkeme, dönemin Trabzon Jandarma Alay Komutanı Ali Öz’ün de aralarında bulunduğu bazı kamu görevlileri hakkında Trabzon 2. Sulh Ceza ve Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davaların, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki dava ile birleştirilmesi talebini reddetti.

BIÇAK OLAYI SORUŞTURULDU MU?

Mahkeme ayrıca, bir önceki duruşmada nezarethanede bıçak bulduğunu söyleyerek, “Biz Yasin ile birlikte nezarethanede bıçak bulduk. Mahkemede benim üzerimdeydi. Size vermeyi düşündük ancak vermedik. Sonra komutana veririz diye konuştuk. Ama daha sonra ben tuvalete attım” diyen Erhan Tuncel’in iddialarıyla ilgili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nda ne tür işlem yapılıp yapılmadığının sorulmasına hükmetti.

SAVCIDAN MÜTALAA İSTENDİ

Tutukluluk süresini sınırlayan CMK’nın 102. maddesinin yürürlüğe girmesi nedeniyle kovuşturmanın genişletilmesi talebi olmadığı takdirde esas hakkındaki görüşünü hazırlaması için dosyanın Cumhuriyet Savcılığı’na verilmesine hükmeden mahkeme duruşmayı 28 Mart’a erteledi.

HRANT’IN ARKADAŞLARI ORADAYDI

Hrant Dink Davası’nın 16. duruşması öncesinde “Hrant’ın Arkadaşları” adlı grup, Dolmabahçe’de toplanarak adliyeye kadar yürüdü. Suikastın aydınlanması için her dava öncesi Beşiktaş Meydanı’nda toplanarak adliyeye yürüyen grup bu kez Dolmabahçe önünden yürümeye başladı.

Yürüyüş boyunca gruba çevik kuvvet polisi eşlik etti. Aralarında Yavuz Bingöl, Mustafa Alabora gibi sanatçıların da bulunduğu “Hrant’ın Arkadaşları” isimli yaklaşık 300 kişilik grup, saat 09. 30’da Dolmabahçe Meydanı’nda toplandı. Burada, “4 Yıldır Yüzleri Yok, 4 Yıldır Yürekleri Yok” yazılı pankart açan grup Beşiktaş Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Başbakanlık ofisinin bulunduğu kaldırımda yürümelerine izin verilmeyen grup karşı kaldırıma geçerek yürüyüşlerine devam etti.

Yürüyüş sırasında onlarca çevik kuvvet polisi, caddeyle grup arasında etten duvar oldu. Bu yıl Bandista isimli müzik grubu da enstrümanlarıyla birlikte gruba destek verdi. Başbakanlık ofisi önüne gelen grup, burada yavaşlayarak sloganlarını artırdı. Ofisi geçen grup tekrar şerit değiştirdi. Bu sırada trafik kesilince bazı sürücüler klakson çalarak gruba tepki gösterdi. Beşiktaş Meydanı’na gelen gruba Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, milletvekili Ufuk Uras, Uğur Mumcu’nun oğlu Özgür, kızı Özge de katıldı. Her yıl farklı bir ismin okuduğu basın açıklamasını bu yıl sanatçı Yavuz Bingöl okudu.

YARGI SİSTEMİ, KUSURU OLANLARI CANLA BAŞLA KORUYOR

Üzerinden dört yıl geçmesine rağmen davanın doğru dürüst soruşturulmadığını belirten Bingöl şunları söyledi:

“Cinayet davası niyetine, gerçek sorumluların yanına bile yaklaşmayan bir müsamere sürdürülüyor. Hrant’ın öldürülmesinin yolunu açan, buna yardım eden, göz yuman, katili kahraman yapmaya çalışan, soruşturmayı karartmak için düzmece rapor düzenleyen, mahkemeye düzgün bilgi vermeyen, velhasıl elinden geleni ardına koymayan devlet görevlileri soruşturulmasın, yargılanmasın diye hala herkes seferber. Seferberlerin başında da yargı sistemi geliyor. Hrant’ı söylemediği sözlerden ötürü mahkum ederken en ufak rahatsızlık duymayan yargı sistemi, bu işte kusuru olan valileri, emniyet müdürlerini, polisleri, askerleri korumak için canla başla çabalıyor.

Hükümetin bu cinayetin sahiden aydınlatılması, böylece devletin temizlenmesi için parmağını oynatmaya niyeti yok. Hangi gizli ve kirli ittifakın icabıdır, bilemiyoruz ama gerçek katilleri saklayan ve koruyan mekanizmaya halkın oylarıyla iktidar gelmiş hükümet de dahildir. Hrant’ın öldrülmesinden bu yana yaşananlar, hepsini gayri meşru kılıyor, farkında bile değiller. Ya da belki umursamıyorlar. Televizyonlarını açıp Mısır’da olup bitenleri seyretsinler; günün birinde umursatırlar insana.”

Bingöl yaptığı açıklamayı son olarak Mahatma Gandhi’nin “Önce seni görmezden gelirler, sonra seninle alay ederler, sonra seninle mücadele ederler, sonra sen kazanırsın” cümlesiyle bitirdi.

Grup açıklamanın ardından sloganlar eşliğinde adliyeye yürüdü. Gruba Beşiktaş’ta, Toplumsal Bellek Platformu üyelerinden Turan Dursun’un oğlu Abid Dursun, Doğan Öz’ün eşi Sezen Öz, Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak, Uğur Mumcu’nun çocukları Özgür ve Özge Mumcu, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink ve kardeşi Orhan Dink, Necdet Bulut’un eşi Neşe Erdilek, İlhan Erdost’un kızı Alaz Erdost, Akın Özdemir’in kızı Deniz Kırçir, Ümit Kaftancıoğlu’nun gelini Canan Kaftancıoğlu katıldı. Rakel Dink ve bazıları duruşmayı izlemek için mahkeme salonuna girdi. Dışarıda kalanlar da Bandista Müzik Grubu’nun müziklerini dinledi.

9 Şubat  – Pınar Selek Davası Haberleri – İstanbul

DHA – 10.02  – Pınar Selek davası: Mahkeme beraat kararında direndi

Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin 5 sanık açısından kurulan hükmü 2. kez bozmasının ardından ilk duruşma bugün İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yapıldı. Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’nde duruşmaya Almanya’da bulunan Pınar Selek katılmadı. 5 kişinin yargılandığı davada, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Pınar Selek ile Abdülmecit Öztürk hakkında daha önce verilen beraat kararında direnilmesine hükmetti. Mahkeme heyeti, diğer sanıklar Kadriye Fikret Sevgi, Heval Öztürk ve Maşallah Yağan açısından ise bozma ilamına uyulmasını kararlaştırdı.

Abdülmecit Öztürk, Heval Öztürk ve başka suçtan hükümlü Maşallah Yağan’ın bir sonraki celsede hazır edilmeleri için yazı yazılmasına karar veren mahkeme heyeti, duruşmayı 22 Haziran  tarihine bıraktı.

Bu arada, İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bozma kararına Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan itirazın Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından reddedilmesinin direnme kararı almaya engel teşkil etmeyeceğini bildirdi.

Kararda, mahkemenin 23 Mayıs 2008 tarihli kararının, temyiz incelemesini yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 10 Mart 2009 tarihinde Pınar Selek, Abdülmecit Öztürk, Kadriye Fikret Sevgi, Heval Öztürk ve Maşallah Yağan yönünden aleyhe bozulduğunu hatırlattı.

Söz konusu bozmaya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yaptığı itirazın Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından 9 Şubat 2010 tarihli ilamla reddedildiği belirtilen kararda, CMK’nın 307. maddesinin 3. fıkrası uyarınca ilk derece mahkemelerinin direnme hakkının bulunduğu kaydedildi.

Kararda, şöyle denildi:

“Direnme üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara karşı direnilemeyeceğini, somut dosyamızda verilmiş bir Ceza Genel Kurulu kararı olduğu kuşkusuzdur. Ancak bu karar, CMK’nın 307/3 maddesi uyarınca yerel mahkemece direnme üzerine verilen bir karar değildir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun kararı olağanüstü kanun yolları başlığı altında düzenlenmiş bulunan CMK’nın 308. maddesine göre Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı üzerine verilen itirazın reddi kararı olup, bu karar mahkememizin direnme kararına engel teşkil eden bir karar değildir. Aksinin kabulü yerel mahkemelere CMK 307. maddesi uyarınca tanınan direnme hak ve yetkisinin yok sayılması anlamına gelir ki bu husus yasanın ruhuna evrensel hukuk prensiplerine ve ceza yargılamasının yüz yüzelik ilkesi ve temel amacına aykırıdır.”

Bu nedenlerle Selek ve Öztürk haklarında daha önce verilen beraat yönündeki kararda direnilmesi hükme bağlanan kararda, diğer sanıklar Kadriye Fikret Sevgi, Heval Öztürk ve Maşallah Yağan açısından ise bozma ilamına uyulmasının kararlaştırıldığı kaydedildi.

Selek’in babası CNN TÜRK’e konuştu

Pınar selek’in babası Alp Selek kararı ilk kez CNN TÜRK’e değerlendirdi.  Beraat kararını beklediğini belirten Selek, ”Burası vermese Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden o kararı alacağımızdan emindim” dedi.

AB’den yorumlar

Sosyolog Pınar Selek’e beraat kararından Avrupa Birliği memnun ancak uyarı da var. AB Komisyonu’nun Genişlemeden Sorumlu üyesi Stefan Füle, “Samimi olarak umuyorum ki bu kararla birlikte yargı süreci noktalanır” dedi.

Füle, “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki makul sürede adil yargılanma hakkı açısından birçok endişe doğuran bu davayı başlangıcından beri yakından takip ediyoruz” diye konuştu.

Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Helene Flautre de kararın ardından “Harika bir haber” ifadesini kullandı.

Duruşma öncesinden detaylar…

Duruşmaya katılmak için Selek’in babası ve aynı zamanda avukatı Alp Selek geldi. Alp Selek bir süre Yaşar Kemal ve Disk Başkanı Süleyman Çelebi ile sohbet etti.

İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşma öncesi bir grup adliyeye gelerek açıklama yaptı.

Üzerinde Pınar Selek’in resminin bulunduğu “Hep tanığız hala adalet bekliyoruz” yazılı dövizler taşıyan yaklaşık 50 kişilik gruba Alman yazar Günter Wallraf, Almanya Pen Uluslararası Yazarlar Birliği Başkanı Christa Schuenke, AB- Türkiye Karma Parlemento Komitesi Eş Başkanı Helene Flautre, Avrupa Parlamenteri Barbara Lochbihler’in yanı sıra Türkiye’den yazar Yaşar Kemal, suikast sonucu öldüren Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, DİSK Başkanı Süleyman Çelebi de destek verdi.

Grup adına açıklama yapan AB- Türkiye Karma Parlemento Komitesi Eş Başkanı Helene Flautre, “Pınar Selek, işkencenin sistematik olduğu bir polis devleti döneminde PKK ve Kürt sorununu anlama isteğini çok pahalıya ödüyor. Selek’in 9 Şubat’ta yeniden beraat etmesini bekliyoruz” diye konuştu.

Yargıtay ‘müebbet’ demişti

Mısır Çarşısı patlaması davasında İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Pınar Selek, patlamaya neyin neden olduğunun kesin tespiti yapılamadığı gerekçesiyle beraat etmişti.

Yargıtay 9. Ceza Dairesi bu kararı bozmuş ve mahkemenin hüküm kurmasını istemişti.

Bunun üzerine yapılan yargılamada yine patlamanın nedeninin belirlenemediği görüşünü tekrarlayan mahkeme, Selek’in yine beraatına karar vermişti.

Dosyanın ikinci kez gittiği Yargıtay, Selek için “müebbet hapis istemiyle yeniden yargılansın” demişti.

Pınar Selek’in avukatlarının istemi üzerine Yargıtay Başsavcılığı’nca itiraz edilmişti. Bu itiraz üzerine dosya Yargıtay Ceza Genel Kurulu tarafından incelenmiş ve Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin kararı onaylanmıştı.

AİHM’e başvurmuştu

Selek, Yargıtay’ın kararının ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurmuştu.

‘Adil yargılanmadığı’ ve ‘işkenceye maruz kaldığı’ gerekçesiyle başvuru yapan Selek, AİHM’ye sunduğu dilekçesinde, “Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesi ihlal edildi. Yasadışı oluşturulan delillerle yargıya müdahale edildi” demişti.

Selek, AİHM’e yaptığı başvuruda ‘Yeniden adil bir şekilde yargılanma’ ve ‘manevi tazminat’ taleplerinde bulunmuştu.

BİA Haber Merkezi – 15.02. – Trabzon Başsavcılığı Dink Soruşturmasını Genişletiyor

Trabzon Başsavcılığı, Dink cinayeti öncesi ihmallerden haklarında dava açılmasına gerek görmediği yetkililerle ilgili kararını, Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nin ısrarıyla değiştirdi.Emin Arslan’ın ifadesi doğrultusunda Yarımel ve Altay’ın ifadeleri alınabilecek.

Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı, 19 Ocak 2007’de gazeteci Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili ihmallerden Trabzon İl Emniyet Müdürlüğü ile İl Jandarma Komutanlığındaki bazı görevliler hakkında daha önce dava açılmasına gerek görmezken bu kez soruşturmasını derinleştirmeye karar verdi.

Başsavcılık, dört yıl önce katledilen haftalık Agos gazetesi genel yayın yönetmeni Hrant Dink cinayetine ilişkin dönemin Trabzon polis ve jandarma görevlileriyle ilgili daha önce takipsizlik kararı verirken Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı doğrultusunda son olarak soruşturmanın genişletilmesine hükmetti.

Yarımel ve Altay dinlenebilecek

Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nin, daha önce verilen dava açılmasına yer olmadığına dair savcılık kararının kaldırılması talebiyle Dink Ailesi avukatlarının yaptıkları başvuruyu kabul etmiş ancak Başsavcılık, bu kararı usul eksikliklerini gerekçe göstererek iade etmişti. Başsavcılık itiraz reddedilince dosya yeniden Trabzon Cumhuriyet Başsavcılığı’nın önüne geldi.

Ntvmsnbc.com sitesine göre Başsavcılık, dosyayı yeniden incelemeye alarak, soruşturmayı genişletilmesine ve Rize Ağır Ceza Mahkemesi’nin talep ettiği işlemlerin yerine getirilmesine karar verdi. Bu durumda, tanık Emin Arslan’ın ifadesi ayrıntılı bir şekilde tespit edilecek, ifadede isimleri geçen Levent Yarımel ile eski Trabzon İl Emniyet müdürü Reşat Altay’ın ayrıntılı beyanlarını alınabilecek.

Başsavcılık, söz konusu işlemlerinin ardından, daha önce verdiği takipsizlik kararını kaldırıp kaldırılmayacağı yönünde karar vermesi için dosyayı yeniden Rize Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderecek.

İki cinayet davası ve soruşturmalar…

Dink cinayetinde ihmalleri bulunduğu gerekçesiyle şu an, dönemin Trabzon İl Jandarma Komutanı Albay Ali Öz’ün de aralarında bulunduğu sekiz sanık Trabzon 2. Sulh Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyor. Ayrıca, Albay Öz ”görevi ihmal suretiyle görevini kötüye kullandığı” gerekçesiyle de Trabzon 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nde açılan yeni bir dava çerçevesinde yargılanıyor.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 19 sanıklı davada sadece “azmettirici” olarak yargılanan polis muhbiri Erhan Tuncel ve Yasin Hayal var. Bu dava dışında, dosyası bu davadan ayrılan tetikçi zanlısı Ogün Samast’ın da 28 Şubat’ta İstanbul Sultanahmet Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlayacak bir ikinci dava daha bulunuyor.

Son olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının, cinayet öncesi önlem almadıkları için suçlanan dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah ve Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek ve 27 kişi hakkında bir yeni soruşturma açıldığı yönünde haberler çıkmıştı. Dink Ailesi avukatları gelişmeyi doğruladılar.

26 Şubat  – ‘Savaşsız bir dünya için Uluslararası buluşma’ Haberleri – İstanbul

Sesonline – 20.02. – İstanbul’da ‘Savaşsız bir dünya için Uluslararası buluşma’

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), 26 Şubat Cumartesi günü, Saat: 11.00’de Taxim Hill Otel’de ‘Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma’ temasıyla düzenleyeceği konferansta uluslararası konukları ile birlikte Türkiye’de ve dünyada barışın tesis edilmesinin yollarını konuşmaya hazırlanıyor. Konferansta, ‘Önce Barış’ konulu ilk oturumda Kürt sorunun önemi ve güncelliği, barışın kazanılması için atılacak adımlar, toplumlararası barışın sağlanması ve savaşın toplumsal, ekonomik ve insani maliyeti gibi başlıkla konuşulacak.

‘Ortadoğu’da Diktatörlükler, İşgal ve Toplumsal Barış Mücadelesi – Mısır Deneyimi’ başlıklı ikinci oturumda ise, Mısır’da geçtiğimiz haftalarda yaşanan hareketli günlere tanıklık eden İngiltere- Savaşı Durdurun Koalisyonu’ndan gazeteci Judith Orr Mısır deneyimi konusundaki gözlemlerini ve tanıklıklarını akataracak.

‘NATO’ya, Silahlanmaya ve Füze Kalkanına Hayır’ başlıklı üçüncü oturumda, her biri kendi ülkelerinde NATO’ya karşı mücadele eden uluslararası konuklar ile birlikte, NATO’nun yeni stratejisinde nükleer silahlanma, nükleer silahları olan Avrupa ülkelerinde barış hareketi, dünya silah harcamaları, İncirlik Üssü’ne karşı hukuki mücadele gibi başlıklar tartışılacak.

BArış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul milletvekili Ufuk Uras’ın açılışını yapacağı konferansa Fransa’dan ‘La Paix – Barış Hareketi Eşbaşkanı Ariel Denis, ‘Almanya, Uluslararası NATO Karşıtı Çalışma Ağı’ Başkanı Reiner Braun da katılacak.

Sabah – 25.02. – Küresel barışta Ortadoğu’nun yeri

Çağdaş Çetindemir

Ortadoğu’da tarih yeniden yazılırken, gelişmeler İstanbul’da masaya yatırılıyor. Sekiz yıl önce kurulan savaş karşıtı birlik olan ‘Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun düzenlediği “Savaşsız Bir Dünya için Uluslararası Buluşma” yarın Taksim Hill Otel’de gerçekleştirilecek.

Kürt sorunu ve NATO füze kalkanı gibi konularda da özel oturumların düzenleneceği toplantıya Ufuk Uras, İngiliz ‘Savaşı Durdurun Koalisyonu’ndan Judith Orr, Fransız La Paix Barış Hareketi Eşbaşkanı Ariel Denis, Alman aktivist Reiner Braun katılacak.

DIHA – 19.02. – Küresel BAK, ‘Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşmaya hazırlanıyor

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (KüreselBAK), 26 Şubat tarihinde “Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma” başlığı adı altında Taksim Hill Otel’de düzenleyeceği konferansta Türkiye’de ve dünyada barışın tesis edilmesinin yollarını konuşmaya hazırlanıyor.

KüreselBAK, savaşların hakim olduğu dünyada barışın yollarını konuşmak amacıyla uluslararası bir konferansa imza atmaya hazırlanıyor. 26 Şubat Cumartesi günü “Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma” başlığı adı altında Taksim Hill Otel’de gerçekleştirilecek olan konferansa, uluslararası alandan konuklar ile birlikte Türkiye’den de çok sayıda önemli konuşmacı katılacak. BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras’ın açılış konuşmasını yapacağı konferansa, Fransa’dan La Paix – Barış Hareketi Eşbaşkanı Ariel Denis, Almanya’dan Uluslararası NATO Karşıtı Çalışma Ağı Başkanı Reiner Braun da katılacak. Konferansın “Önce Barış” adlı ilk oturumda Kürt sorunun önemi ve güncelliği, barışın kazanılması için atılacak adımlar, toplumlar arası barışın sağlanması ve savaşın toplumsal, ekonomik ve insani maliyeti gibi başlıklar konuşulacak. “Ortadoğu’da Diktatörlükler, İşgal ve Toplumsal Barış Mücadelesi – Mısır Deneyimi” başlıklı ikinci oturumda ise, Mısır’da geçtiğimiz haftalarda yaşanan hareketli günlere tanıklık eden İngiltere- Savaşı Durdurun Koalisyonu’ndan gazeteci Judith Orr, Mısır deneyimi konusundaki gözlemlerini ve tanıklıklarını aktaracak. Konferansta, özellikle Mısır’da yaşanan hareketli günlere tanıklık eden ve olayları dakika dakika aktaran Judith Orr’un konuşmasının büyük ilgi çekmesi bekleniyor.

“NATO’ya, Silahlanmaya ve Füze Kalkanına Hayır” başlıklı üçüncü oturumda, her biri kendi ülkelerinde NATO’ya karşı mücadele eden uluslararası konuklar ile birlikte, “NATO’nun yeni stratejisinde nükleer silahlanma, nükleer silahları olan Avrupa ülkelerinde barış hareketi, dünya silah harcamaları, İncirlik Üssü’ne karşı hukuki mücadele” gibi başlıklar tartışılacak.

‘Tüm savaş karşıtlarını konferansa bekliyoruz’

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu üyesi Kerem Kabadayı yaptığı açıklamada, “Özellikle son günlerde Mısır ve diğer ülkelerde yaşananlar bize bir araya gelmenin ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Biz de, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak bu konferansta, dünyada bizimle aynı amaçlar için mücadele eden savaş karşıtları ile bir araya gelerek hem dünyada hem de Türkiye’de barışı tesis etmenin koşullarını ve yollarını konuşmayı, deneyimlerimizi paylaşmayı ve ortak bir mücadele hattı belirlemeyi amaçlıyoruz. Tüm savaş karşıtlarını, barış yanlılarını konferansa bekliyoruz” dedi.

Yeşil Gazete / Ümit Şahin – 25.02. – Savaşsız bir dünya

Savaşsız bir dünya… Tarihsel açıdan bakıldığında büyük bir düş elbette. Hatta bir ütopya. Sadece son birkaç yüzyıla baksanız bile, savaşsız biten kaç devrim, savaşsız yayılan kaç din, savaşsız çizilen kaç sınır bulabilirsiniz? Savaş meydanlarında, katliam ve soykırımlarda ölen yüz milyonlarca insanı insanlık tarihinde bir sapma gibi görebilir misiniz? Kuşkusuz savaş tarihin ayrılmaz bir parçasıdır.

Ama tarihsel soyutlamanın kötümser perspektifinden değil de, bugünün ve geleceğin umutlu penceresinden bakıldığında savaşsız dünya düş değil, gerçektir. Çünkü savaşsız bir dünya aslında kendimizin, yakınlarımızın, sevdiklerimizin ve bütün insanların savaşın ve şiddetin olmadığı, barışın hüküm sürdüğü bir dünyada yaşaması için verdiğimiz mücadelenin en basit, en doğrudan sonucudur. Yani savaşsız bir dünya, savaşa karşı direnişin ta kendisidir.

Savaştan söz edince tabii ki aklımıza önce savaşın karanlığı geliyor. Ordular, silahlar, öldürülen, sakat kalan insanlar, yıkılan kentler, yok edilen köyler geliyor. Ama savaşın tarihi de, bugünü de, geleceği de bundan ibaret değil. Savaşların bir parçası da aslında savaşa karşı direnenlerdir. Savaşsız bir dünya direnenlerin dünyasıdır.

Savaşsız bir dünya savaştan kaçanlardır. Askere gitmeyi, eline silah almayı, ölmeyi ve öldürmeyi reddedenlerdir. Kaçaklar ve retçilerdir.

Savaşsız bir dünya savaşların ikizi olan soykırımlara karşı çıkanlardır. Yahudileri ölüm kamplarından kurtaran Almanlar, 1915’te Ermeni çocukları evlerine alan Türkiyeliler, İsrail devletine karşı Filistinlileri savunan İsraillilerdir.

Savaşsız bir dünya Irak savaşa sürüklenirken dünyanın bütün büyük kentlerinde meydanları dolduran milyonlardır. Türkiye’de tezkereyi reddettiren yüz binlerdir, savaş karşıtı kampanyalardır.

Savaşsız bir dünya Vietnam’da bataklığa saplanan ABD’nin yenilgisini mühürleyen 68 devrimidir. Soğuk savaşta nükleer başlıklı füzelere karşı direnen Avrupa’nın barış ve silahsızlanma hareketidir.

Savaşsız bir dünya savaşın karanlığına ve şiddetin diline teslim olmayıp Kürt halkının özgürlük mücadelesini sahiplenenlerdir. Kıbrıs’ta işgale ve askeri baskıya karşı koyanlardır.

Savaşsız bir dünya diktatörlere, baskıcı yönetimlere, halkı insan yerine koymayan egemenlere karşı şiddetsiz bir direnişle Tahrir meydanlarını dolduran halktır, devrimcilerdir.

Savaşın kaçınılmaz olduğunu kanıtlamaya çalışanlar her zaman elinde silah olanlardı. Silah üretenler, silah kullananlar, askerler, üniformalı üniformasız stratejistlerdi. Savaşsız bir dünyada ise silahın ve stratejik çıkarın yeri olmaz. Sadece silaha, savaşa ve ölüme karşı çıkmak yeter. Onlar bütün güçlerini, bütün paralarını, ellerindeki bütün olanakları kullanıp bizi savaşın kaçınılmaz olduğuna ikna etmeye çalışırlar. Bizim ise tek yapmamız gereken “Hayır” demektir. Savaşsız bir dünya bu kadar basit bir şeydir işte. Savaşa karşı direnmektir.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK) Irak savaşına karşı başlayan savaş karşıtı hareketin içinden doğdu. Türkiye’nin Irak savaşına girmesini engelleyen, tarihin belki de en büyük ve en başarılı savaş karşıtı direnişlerinden birini ve tezkerenin reddedilmesini sağlayan 1 Mart Ankara mitingini düzenleyenlerin bir bölümü tarafından kuruldu. BAK’ın kuruluşu 2003 yılının Haziran ayında tüm dünyada Tarık Ali, Howard Zinn gibi aydınlar tarafından imzaya açılan bir metnin Türkiye’de de imzaya sunulmasına dayanıyor.

Kendini bir kampanya birliği olarak tanımlayan Küresel BAK, aradan geçen sekiz sene içinde savaş karşıtı hareketin gündemini yansıtan çok sayıda kampanya düzenledi: Irak’ta işgale son Filistin’e özgürlük (2003), Gelme Bush (2004), Bush’a hayır Irak’ta işgale son (2004), ABD işgaline ortak olma (2005), İncirlik askeri üssü kapatılsın (2005’ten bu yana), Savaş suçlusu Bush yargılansın (2005), İran Irak olmasın (2006), İsrail’i durdurun Filistin’e özgürlük (2006), Dön evine Bush (2006-2007), Irak’tan defol, İran’a dokunma (2007), Beş yıllık işgale son (2008), Savaşa hayır (2008), Filistin halkı ile dayanışma (2008), Savaşa hayır NATO’ya hayır (2008’den bu yana), Afganistan’a asker yok (2009), Savaşı sustur, barışı yükselt (2010), Önce barış ().

Küresel BAK ayrıca her yıl “savaşsız bir dünya mümkün” sloganıyla uluslararası toplantılar düzenliyor. Geçtiğimiz senelerde ABD’den Cindy Sheenan ve Anne Roesler, İsrail’den Uri Avnery, Fransa’dan Gilbert Achcar, İngiltere’den Yvonne Ridley ve Lindsey German, Irak’tan Isam El Rawi, Lübnan’dan Ali Al Fayad gibi savaş karşıtı hareketin önemli isimlerinin katıldığı bu konferansların bu seneki ayağı “Savaşsız bir dünya için uluslararası buluşma” başlığıyla yapılıyor.

Bu senenin ana temaları Kürt sorunu ve NATO. Fransa barış hareketinden Arielle Dennis ve Almanya’dan Uluslararası NATO Karşıtı Çalışma Ağı’ndan Reiner Braun konuşmacılar arasında. Toplantıda ayrıca İngiltere’den Savaşı Durdurun Koalisyonu üyesi Juidth Orr Tahrir meydanından gelip ayağının tozuyla Mısır devrimi hakkındaki izlenimlerini aktaracak.

Savaşsız bir dünyayı yaratmanın birlikte olmaktan, deneyimlerimizi paylaşmaktan ve savaş karşıtı hareketi büyütmekten başka yolu yok.

  • 26 Şubat Cumartesi günü İstanbul’da Taxim Hill otelinde yapılacak olan Savaşsız Bir Dünya için Uluslararası Buluşma’nın programını buradan, Küresel Bak hakkında daha fazla bilgiyi ise buradan okuyabilirsiniz.

Taraf / Hilâl Kaplan – 23.02. – ‘O da’ mı muhalif

Bana Türkiye’nin ‘şanlı’ darbeler tarihinde medya desteği olmadan yapılmış tek bir darbe gösterebilir misiniz? O halde Ergenekon’un içersinde örgütün amaçlarına uygun ve maksatlı haber yapanların olması mevzunun tarihçesi itibariyle gerekli değil mi? Öyleyse bu bağlantılarının soruşturulmasından daha doğal ne olabilir? OdaTV veya Soner Yalçın hakkında somut delillerin olduğu bir iddianame hazırlanmazsa yargılanmalarına karşı duracağımdan şüpheniz olmasın. Ancak kimse de “muhalif” kelimesinin itibarını zedeleyen komik savunmalarla karşımıza çıkmasın.

Davanın ilerleyiş tarzını, tutukluluk sürelerinin uzunluğunu, vb. hep beraber eleştirebiliriz. Ancak her tutuklamayla beraber basın bu şekilde ayağa kalktığı müddetçe yargılamanın sıhhatinden nasıl emin olacağız? Ülkemizde mahpusların yüzde 55’ini tutuklu yargılananlar oluşturuyorken sanık hakları sadece paşalar ve bir kısım gazeteciler içeri alınınca aklına düşenlerin samimiyetine inanalım mı? Geçiniz.

Önce OdaTV nasıl bir gazetecilik yapıyordu, kısaca bakalım:

1. Sitenin yayınlarında hükümet ve devlet görevlilerine yönelik en yaygın yıpratma taktiği, mevzubahis kişiyi Fethullah Gülen’le irtibatlandırmaktı. Böylelikle “Dünyayı Yahudiler yönetiyor” ırkçı komplo teorisinin (ki Soner “Efendi” buna da yabancı değildir) bir türevi olan “Türkiye’yi Fethullahçılar yönetiyor” algısını yaymış olacaklardı. [Bir zihniyeti teşhir edebilmek maksadıyla kullanmak zorunda kaldığım “Fethullahçı” ibaresinden dolayı Gülen Hareketi’ne gönül vermiş olanlardan özür dilerim.]

Bu tür ‘haber’lerin en bilinen örneklerinden biri MİT Müsteşarı Hakan Fidan hakkında yazılan ve kardeşinin Fethullah Gülen’in yardımcılarından biri olduğunu iddia eden ‘haber’di. MİT’ten gelen ve Hakan Fidan’ın Amerika’da yaşayan bir kardeşi olmadığını bildiren tekzibe yer veren metinde atılan iftira şöyle haklılaştırılıyordu: “Teyit etmekte gerçekten zorlandığımız bu bilgi can yakıcı özelliği nedeniyle habere dönüştürüldü.” Gazeteci değilim ama can yakma arzusunun teyit edilemeyen bilgiyi haber yapmanın bahanesi olmadığını; daha doğrusu bunun adının “gazetecilik” olmadığını gayet iyi biliyorum.

2. Bundan daha da çirkin olanıysa ideolojik karşıtlığın da ötesine geçen ve insanların şahsiyetine saldıran OdaTV ‘haber’leri… Ne yazık ki bunun en kirli örneklerinden birisine Sabah’ta yazan arkadaşım Sevilay Yükselir ile Zaman gazetesi yazarı Fehmi Koru maruz kaldı. Sadece ömrümde kişilik suikastına dair bundan daha net bir misal okumadığımı söylemekle yetineyim. Onun yerine yine OdaTV’nin güzide haber metinlerinden birisinin başlığını vermekle yetineceğim. Bu örnek özellikle Akşam gazetesinin homofobiye karşı pek hassas, OdaTV savunuru yazarı için gelsin: “Cemil İpekçi, Barbaros Şansal ve Küçük İskender’den yeni futbol programı: Top Yuvarlaktır!”… Nasıl, “OdaTV’nin pırıl pırıl gençlerinin gecelerini gündüzlerine katıp” yaptığı bu haberi de beğendiniz mi?

Gelelim Soner Yalçın’a… Gazetecilik hayatının başlangıç noktası yasaklı olan Aydınlık ekibinin çıkardığı 2000’e Doğru dergisiydi. İlginçtir, 2000’e Doğru PKK lehine haber yapan; PKK’dan “ordu”, PKK’lılardan “gerilla” diye bahseden bir dergiydi. Niyetim bu jargon üzerinden gazetecilik yapmayı kötülemek değil elbette. Sadece 2000’e Doğru’dan Türkiye’nin en ulusalcı ve militarist, TSK’nın ‘en akredite’ sitelerinden birisi olan OdaTV’ye çıkan yolun enteresanlığına dikkatinizi çekmek… Aydınlık kurulunca orada çalışmaya başlayan Soner Yalçın’ın Doğu Perinçek’in rahle-i tedrisinden geçtiğini de not düşmek gerek. Bu “parlak” kariyerin üstüne bir de Yalçın Küçük’ten aşina olduğumuz köken araştırmacılığını ekleyince Efendi gibi hâlen Türkiye’de yaşayan bir ailenin kendince soyunu sopunu ortaya döküp şaibeli hale getirmekten çekinmeyen bir “araştırmacı-gazeteci” ortaya çıkmış oluyor.

Bu arada yüzlerce sayfa Abdi İpekçi’nin yedi ceddi hakkında spekülasyon yapan bir roman yazıp, dara düşünce “Abdi İpekçi’den el aldım” demek de oldukça ilginç bir ruh halinin tezahürü olsa gerek. Gerçi Soner Yalçın’a en güzel cevabı Beyaz TV’deki “4 Kadın 1 Erkek” programımıza telefonla bağlanan Abdi İpekçi’nin kızı Nükhet İpekçi verdi: “Bütün bu yayınları göz önüne alırsanız Abdi İpekçi hâlen aklanmamış durumda. Benim babam öldürüldü ama Soner Yalçın’ın yaydığı zihniyet yüzünden babam hâlâ gözaltında…”

Not: Soner Yalçın’ın bilgisayarındaki “Hanefi” isimli word belgesinden çıkan “Hanefi’nin kitabı ne durumda referandum öncesi yetiştirilmeli. Nedim’i sıkıştırın hızlandırsın” ifadesinden ne anlamak lazım sizce? Soner Yalçın bilmiyormuş. Bir “bilen” konuşsa da öğrensek diyorum.

Not 2: Bu haftasonu İstanbul’da iki güzel etkinlik gerçekleşecek. İlki cumartesi günü saat 11.00’de Taksim Hill Otel’de Küresel BAK’ın düzenlediği “Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma”. İkincisiyse pazar günü saat 10.00’da Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’ndeki “Aleviler ve Sünniler 28 Şubat ile Yüzleşiyor” başlıklı panel. İlk defa bu bağlamda 28 Şubat süreci tartışılacağı için ayrıca önemli bu toplantıda ben de söz alacağım. İlgilenen herkesi bekleriz.

Etkin Haber Ajansı – 26.02. – Savaşsız bir dünya için buluştular

“Savaşsız bir dünya için uluslararası buluşma” sempozyumu yapıldı. Konuşmacılar, Kürt halkının taleplerinin kabul edilmesini, seçim barajının düşürülmesini, şartsız siyasi affın getirilmesini talep ederek, Kürt halkının uzattığı barış elinin tutulmasını istedi.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK) “Savaşsız bir dünya için uluslararası buluşma” sempozyumunun 6.sını Taksim Hill Otel’de gerçekleştirdi.

‘SEÇİMLERDE KONFORCULAR BİR TARAFTA, DEVRİMCİLER DİĞER TARAFTA’

Sempozyumun açılış konuşmasını BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras yaptı. Küresel BAK’ın kurucularından olan Uras, Ortadoğu ve Akdeniz ülkelerinde gelişen isyanlarla birlikte diktatörlüklerin sallandığını ve sevindirici alt üst oluşların yaşandığını söyledi. Uras, buradaki halklarla dayanışmanın önemine dikkat çekti.

Türkiye’de de Kürt bölgelerinde askeri militarizme karşı barış ve özgürlük seslerinin yükseltilmesinin önemli olduğunu söyleyen Uras, geçen günlerde yaptığı Mahmur Kampı ziyaretine ilişkin gözlemlerini aktardı: “Savunulan özerk demokratik yapının orada yaşam bulduğunu gördüm. Kadınların hâkimiyeti söz konusuydu. Mahallelerde kurulan komitelerle herkes söz söyleme hakkına sahipti ve kendi hastanelerini, kendi okullarını yapmışlardı.”

“Savaşın galibi savaşın kendisidir” diyen Uras, Mısır ve Libya liderlerine ‘halkınızın sesine kulak verin’ çağrısı yapan Başbakan’a “bölge halklarının sesine kulak ver” çağrısı yaptı.

Ufuk Uras, yaklaşama seçimlere ilişkin ise “Seçimlerde CHP, AKP gibi konforforcular bir tarafta, devrimci gruplar ise diğer tarafta mücadele edecek” dedi.

‘SORUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN BATI’DAKİ ŞOVENİZM KIRILMALI’

Açılış konuşmasının ardından sempozyumun ilk bölümünde, “Kürt sorununun önemi ve güncelliği, barışın kazanılması için atılacak adımlar, toplumlararası barışın sağlanması, savaşın toplumsal, ekonomik ve insani maliyetleri” gibi konular üzerinden konuşmalar yapıldı.

Küresel BAK sözcülerinden Şenol Karakaş, “Kürt illerinde neresi kazılsa toplu mezarlar çıkıyor” dedi. Cumartesi Anneleri’nin oturma nedenlerinin bu gerçekliğe dayandığını ifade eden Karakaş, Kürt sorununun çözümü için Batı’daki şovenizmin kırılması ve Kürt halkının uzattığı barış elinin tutulması gerektiğini söyledi. Karakaş, diyalog ve politik tartışmalarla sorunun çözülmesini ve Kürt halkının taleplerinin kabul edilmesini istedi.

‘BU SAVAŞIN BEDELLERİ TÜRKLERE VE KÜRTLERE ÖDETTİRİLDİ’

Öğretim üyesi Maya Arakon, PKK’nin asimilasyona karşı başlattığı mücadeleye TSK’nın operasyonlarla cevap verdiğini ifade etti. Arakon, savaş nedeniyle 50 binden fazla can kaybı yaşandığını, 17 bin 500 insanın kaybedildiğini söyledi, sakat kalanların, göç etmek zorunda kalanların ve savaşın psikolojik tramvasını yaşayan gençlerin durumuna dikkat çekti.

1988-2004 yılları arasında askeri harcamaların 100 Milyar Dolar olduğunu söyleyen Arakon, bu parayla yapılacak çok şey olduğunu belirterek, “Mesela her ay 2 milyon haneye asgari yardım yapılması mümkündü” dedi. Arakon, TSK’da yaklaşık 800 bin er ve erbaşın görev yaptığına işaret etti.

Emniyet Müdürlüğü’ne ayrılan bütçenin ise 120 bin Dolar olduğuna dikkat çeken Arakon, “PKK’yle mücadele adına yürütülen bu savaş sonucunda Türklere ve Kürtlere büyük bedeller ödettirildi” dedi.

‘NE ZAMAN TEŞVİKİYE’DEN ASKER CENAZESİ KALKAR, BU SAVAŞ O ZAMAN BİTER’

“Ne zamanki Teşvikiye Camii’nden bir asker cenazesi kalkacak, bu savaş o zaman bitecek” diyen Aragon, operasyonlara çıkarılan askerlerin emekçi çocukları olduğuna dikkat çekti.

‘DURUŞMADA BİLİNMEYEN DİLLE TRT ŞEŞ’DE YAYIN’

Arakon, Kürt halkının anadiline vurulan prangalara dair şöyle konuştu: “KCK davasında halkın temsilcilerinin Kürtçe savunmasına izin verilmezken, Başbakan bölge halkını Kürtçe selamlıyor. Davada Kürtçe bilinmeyen bir dil olarak tutanaklara geçirilirken devlet kanalı TRT Şeş’de gün boyu Kürtçe yayın yapılıyor. Bu durum bir kamera şakası olmalı.”

Öğretim Görevlisi Ronayi Gönen ise anadilin bir halkın kimiliğini, kültürünü, varlığını yansıttığına vurgu yaptı, “Bir halkın anadilini yok ederseniz, halkı yok etmiş olursunuz” dedi. Kürt halkının anadiline sınırların konulmasına devam edildiği sürece barışın mümkün olamayacağını ifade eden Gönen, “Bırakın halklar kendi dillerinde türkülerini, şarkılarını söylesinler” dedi.

‘KİMSESİZLER MEZARLIĞINA GÖMÜLMEK İSTİYORUM, BELKİ FEHMİ ORADADIR’

Hanım Tosun ise eşi Fehmi Tosun’un gözaltında kaybedilmesi sürecini, bulunması için verdiği mücadeleyi ve bir Kürt olarak savaşın üzerindeki etkilerini anlattı. Tosun, siyasetçilere “Bir kaç dakikalığına kendinizi bizim yerinize koyun. Çocuğunuzun ya da eşinizin, bir yakınınızın gözaltında kaybedildiğini düşünün. Ne yapardınız?” diye seslendi.

Toplu mezarlara her kepçe vurulduğunda yüreğinin sızladığını ve kazıların başlamasıyla birlikte geceleri uyuyamadığını ifade eden Tosun, şöyle dedi: “Bu toplu mezarlardan her an Fehmi’nin kemikleri çıkacak diye bekliyorum. Her zaman beni kimsesizler mezarlığına gömün demişimdir, belki Fehmi oradadır diye.”

Kazıların Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde yapılmasını talep eden Tosun, kayıpları araştıran komisyonların ise tarafsız olmasını istedi.

BU SAYININ ÇOK, ÇOK, ÇOK ÜZERİNDE

Savaşta ölen çocuklar üzerine konuşan Bir Göz De Sen Ol İnisiyatifi üyesi Sezai Temelli ise savaşta hayatını kaybeden çocukların raporunu tuttuklarını, sayının sürekli arttığını belirtti. Ulaştıkları sayının 428 olduğunu kaydeden Temelli, bölge insanının bu rakamların ‘çok, çok, çok’ üzerinde çocuğun öldürüldüğünü söylediğine işaret etti. “Önce kendi ülkemizdeki savaşı görmeden başka ülkeler için konuşmanın anlamı yok” diyen Temelli, şartsız siyasi af getirilmesini, seçim barajının düşürülmesini, özerkliğin sadece Kürt bölgesinde değil tüm coğrafyada hayata geçirilmesini istedi.

‘ÖZERKLİK; BÖLÜNME DEĞİL, YÖNETİME KATILMADIR’

Küresel BAK sözcüsü Ümit Şahin ise özerklik konusunda yaptığı konuşmada, ulusalcıların, Kemalistlerin yaygara kopardığı biçimiyle özerkliğin kopma, bölünme anlamına gelmediğini, her bireyin yönetime katılması anlamına geldiğini ifade etti.

DİHA – 26.02. – Uras: Ateşkesin sürmesi için somut adım atılması hayati önemde

Kürt sorununun çözümü ve ateşkesin sürdürebilmesi için somut adımlara atılmasının hayati bir konu olduğuna dikkat çeken BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, “kirli savaş”ın kurumlarının deşifre edilerek Meclis kapanmadan faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için kapsamlı bir çalışma başlatılması gerektiğini söyledi.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), Taksim Hill Otel’de siyasetçi ve akademisyenlerin katılımı ile “Savaşsız bir dünya için uluslararası buluşma” başlıklı bir forum gerçekleştiriyor. Forumda açılış konuşmasını yapan BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras yaptı. Konuşmasına Ortadoğu’da başlayan halk isyanlarına değinerek başlayan Uras, bölge halkı için bu isyanların onur olduğunu söyledi. Uras, “Diktatörlüklerin sallanması hepimizi çok sevindiriyor. Bu sürecin devam etmesi bizim için çok önemli. Özellikle Mısır’daki protestolarda öne çıkan ‘haysiyet’ kelimesi çok önemlidir. Haysiyet için onur için bir direniş var. Bu önemlidir. Geleceğin halkın örgütlü gücü ve amirsiz devrimcilerin geleceğimizi şekillendireceğini düşünüyorum. Siyasi holiganzim karşısında aşağıdan barış demokrasi talebinin yükselmesi çok önemli” diye konuştu. Türkiye’ye ilişkin değerlendirmelerine geçmeden önce Mahmur Kampı’na yaptığı ziyareti anlatan Uras, Demokratik Özerklik modelinin en iyi uygulandığı yer olarak gördüğünü söyledi. Uras, “Demokratik özerklik kavramının tam anlamıyla vücut bulduğu pratikte yaşama geçtiği ve kadının yönetimdeki yerinin belli olduğu bir yaşamsal duruma şahit oldum” dedi.

‘Demokratik birlik içinde üçüncü cephe önerisi’

Türkiye’deki siyasi fotoğrafta seçime üç cephenin girdiğini söyledi. Uras bir yanda AKP bir yanda CHP diğer yandan ise barış demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi ve demokratik blok adı altında belirlenecek bağımsız adayların yarışacağını belirterek, demokrasi güçlerinin birlikteliğine dikkat çekti. Kürt sorunun çözümü ve ateşkesin sürdürebilmesi için somut adımlara atılmasının hayati bir konu olduğunu kaydeden Uras sözlerini şöyle sürdürdü: “Fail meçhul cinayetlerin aydınlatılması için yükseltilen taleplere karşı Meclis kapatılmadan somut adımların atılması önemlidir. Adı ne olursa olsun ilk siyasi cinayetten Mustafa Suphi’den başlayarak bu güne kadar Genelkurmay arşivlerinin de dahil olduğu tüm arşivlerin açılması ve gerçeğin ortaya çıkartılması önemlidir. SSK fonlarından JİTEM’e pay aktarılmış mıdır? En azından bunu aydınlatın. Somut adım atılması için de siyaseten ortak adım atması da önemlidir demokrasi güçlerinin. BDP’nin de bundan yana her zaman pozitif bir tavrı vardır. Seçimler yaklaşırken ortak değerlerimiz noktasında ortak hareket mi edeceğiz yoksa hizipçiliğin peşinden mi gideceğiz sorusu önemli bir soru olacaktır.”

‘Bilinmeyen dilde devlet yayın yapıyor bu tv şakası olmalı’

Uras’ın ardından “Kürt sorununun önemi ve güncelliği” başlıklı panele geçildi. Panele Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Maya Arakon, Küresel BAK aktivisti Şenol Karakaş, Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Ronayi Önen, YAKAYDER Başkanı Hanım Tosun ve Bir Göz de Sen Ol İnisiyatifi aktivisti Sezai Temelli ve Yeşiller Partisi’nde Ümit Şahin katıldı. İlk sunumu yapan Karakaş, Mart ayına dikkat çekerek, “Batıdaki sosyal şovenizmi yenmemiz ve Kürt halkının uzattığı barış elinin tutulması gerekiyor. Mart’ta yeniden değerlendirilecek olan ateşkes sürecinin devam etmesi açısından hükümete sesleniyoruz ki savaşı derinleştirecek adımlar yerine Kürt hareketlerinin taleplerinden yana tavır alın” dedi. Doç. Dr. Arakon ise 30 yıldır devam eden çatışmaların toplumsal ekonomik maliyeti konusu üzerinde durdu. Kürt sorunu açısından söylenecek yeni bir şeyin kalmadığını belirten Arakon, insani olarak bakıldığında bu soruna bunun en büyük yanının insani bir maliyeti olduğunu söyledi. KCK yargılamalarına dikkat çeken Arakon devletin bir yandan 24 saat yayın yaptığı bir dili diğer yandan “bilinmeyen dil” olarak nitelemesinin trajikomik olduğunu söyledi. Arakan “Bu bir tv şakası olmalı. T.C hakimleri “bilinmeyen dilde savunma yaptılar’ diyor, diğer yandan TRT 6’da gece gündüz bu bilinmeyen dilde yayın yapılıyor” dedi.

‘Adım atılmadı tedirginlik var’

Bölgede süren çatışmaların ekonomik maliyetinin ve askeri harcamalarının akıl almaz boyutlarda olduğunu belirten Arakon, “Kürtlerin inkârı ile başlayan bu süreç rakamlarda da görüldüğü gibi bu ülke çok ağır bedeller ödedi. Bu savaşa kurban edilen çocuklar hem Kürt halkının hem Türk halkının en fakir kesimlerinin çocuklarıdır. Bu savaşın kurbanları hep emekçilerdir” şeklinde konuştu. KCK’nin aldığı eylemsizlik döneminin hiçbir şekilde değerlendirilmemesinin Mart ayının yaklaşmasıyla birlikte savaş istemeyen kesimlerde tedirginlik yarattığını Arakon, eylemsizliğin uzatılabilmesi için talepleri şöyle sıraladı: “Barışı getirecek önlemler alınmalıdır. Kürtlerin siyasi temsili önündeki tüm engeller kaldırılmalı ve KCK tutukluluklarının derhal serbest bırakılmalı. Ademi merkeziyetçi bir sistemin kuramsallaşması ve anayasal vatandaşlık sisteminin getirilmesi gerekir. Savaşın ekonomik ve insanı maliyetlerinin göz önünde bulundurularak, çatışmaların hatırlanarak idrak edilmesi gerekiyor. Önce barışı silahları susturarak siyasi ataklarımıza devam etmemiz gerekir.” YAKAYDER Başkanı Hanım Tosun ise uluslararası sözleşmelerin derhal imzalanarak toplu mezarların açılması ve sorumluların yargılanması için Hakikatleri Araştırma Komisyonu taleplerini dile getirdiklerini söyledi.

İlk oturumun ardından sempozyum “Ortadoğu’da isyanlar ve sonuçları” başlıklı panelle devam ediyor.

DİHA – 26.02. – Orr: Ortadoğu’da korkular taraf değiştirdi

Mısır’da yaşanan isyanda Tahrir Meydanı’ndaki tanıklıklarını anlatan Savaşı Durdurun Koalisyonu üyesi İngiliz gazeteci Judith Orr, yaşananların bir devrim niteliğinde olduğunu belirterek, “Ortadoğu’da korkular taraf değiştirdi. Artık halklar iktidarlardan değil iktidarlar halktan korkuyor” dedi.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun (Küresel BAK), organizasyonuyla Taksim Hill Otel’de düzenlenen “Savaşsız bir dünya için uluslararası buluşma” başlıklı forum, “Ortadoğu’da diktatörlükler, işgal ve toplumsal barış mücadelesi” ve “NATO’ya silahlanmaya ve füze kalkanına hayır” konulu panellerle sona erdi. İlk oturuma Mısır’da yaşanan halk ayaklanması sırasında Tahrir Meydanı’nda olan Savaşı Durdurun Koalisyonu üyesi gazeteci Judith Orr konuşmacı olarak katıldı. Yaşananları, “bir devrimin başlangıcı” olarak niteleyen Orr, Tunus’da başlayan devrimin Mısır’da sonuç verdiğini ve iktidarı düşürdüğünü söyledi. Orr, Tunus’ta başlayan bu devrimci akımın Mısır’ın ardından tüm Ortadoğu’ya dalga dalga yayıldığını ve bugün ise Libya’da yine bir diktatörlük rejimin karşısına çıktığını söyledi.

‘Korkular yer değiştirdi’

Orr; “Çok önemli bir azim söz konusuydu. Arap göstericiler daha fazla para kazanmak için değil en önemli olan şeyleri, haysiyetlerini aramak için sokaklara döküldüler. Bu bir devrim. Çünkü sıradan insanların hareketiydi. İnsanlar isyan sırasında artık gıda ve hastane gibi kurumların yönetimini yavaş yavaş kendi yönetimlerine aldılar” dedi. Mısır’da ve Libya’da insanların saldırılar karşında yılmadan korkusuzca mücadele ettiklerini kaydeden Orr, insanların Ortadoğu’da artık korkularını yendiklerini ve önceden iktidarlarla halk arasındaki korku ve baskı ilişkisinin de taraf değiştirdiğini söyledi. Orr; “İnsanlar kaçmadılar korkmadılar. Kokularını yenmişlerdi. Tunuslu bir sosyalist ‘korku taraf değiştirdi’ demişti. Nitekim tüm bu askeri güç bile göstericileri korkutmaya yetmedi. En güçlü ordular bile zamanı gelen bir düşüncenin önüne geçmeye yetemez. Evet gerçekten korku taraf değiştirmişti. Mücadele eden kişiler de ne istediklerini biliyorlardı. Ya buradayız ya öleceğiz diyorlardı. Bizler korkak değiliz diyorlardı” dedi.

‘Kadınlar Tahrir Meydanı’nda özgürlüğe adım attı’

İsyanda diğer önemli bir noktanın ise kadınlar olduğunu ifade eden Orr, kadınlarında Mısır’da yaptığı direnişin çok büyük bir öneme sahip olduğunu söyledi. Orr; “Gerçekten bir önemli nokta ise kadınların mücadelesiydi. Mübarek saldırıya geçtiği zaman kadınlar bu şiddete battaniyelerine taşları koyarak karşılık verdiler. Bu büyük bir direnişti. Kadınlar kendi kendilerini Tahrir Meydanı’nda özgürleştiriyorlardı” dedi.

‘Halk tarih yazıyor’

Avrupa’da Ortadoğu’da yaşanan olaylara temkinli yaklaşılmasını eleştiren Orr, bunun sebebi olarak ise ayaklanmanın önderliğinin Müslüman Kardeşler olarak gösterilmesi olduğunu belirtti. Orr, halk ayaklanmasında hiç bir şekilde Müslüman Kardeşlerin öncülüğü olmadığını belirterek; “Batılı liderler bu devrimden korkulması gerektiğini söylüyorlar, Müslüman kardeşlerden dolayı. Ama bu devrimde öncülüğü Müslüman Kardeşler yapmadı. Burada tanık olduğumuzu bütün bir bölgeyi saran bir hareket ve kanlı canlı ve nefes alan ölümüne mücadele eden bir halk hareketi. İnsanlar kendi tarihlerini yazıyorlar. Bundan korkmamalı kimse. Kıvılcımı tutuşturan Müslüman Kardeşler değil, insanların siyasi bilincinin özgüven eksikliğinin yerinin doldurulması oldu” dedi. Orr, ayrıca son günlerde Libya’da yaşananların ardından Avrupa tarafından vatandaşların can güvenliği için Libya’ya asker gönderilmesi fikrini de eleştirerek, bunun Libya halkının isyanına yapılacak en büyük kötülüklerden birisi olduğunu söyledi.

‘24.5 milyon insan zorunlu göçe tabi oldu’

Orr’ın sunumunun ardından düzenlenen “NATO’ya silahlanmaya ve füze kalkanına hayır” başlıklı son oturumda ise, NATO ve dünya ülkelerinin silahlanmaya ayırdığı pay ile ilgili değerlendirmelerde bulunuldu. Küresel BAK aktivisti Nilüfer Dalay, dünyada silah harcamalarına ayrılan payın 1.531 milyar dolara ulaştığını, bu listenin en başında ise ABD’nin geldiğine dikkat çekti. NATO ülkelerinin savaşa ayırdığı bütçeleri de değerlendiren Dalay, toplam 997 milyar dolar bütçenin silahlanmaya ayrıldığının altını çizdi. Dünyada 30’dan fazla ülkede balistik füze olduğunu kaydeden Dalay, sadece Avrupa’da NATO kontrolünde yaklaşık 900 nükleer silahın olduğunu söyledi. Bu verilerin ekonomik olarak dünya üzerinde sürekli bir savaş bütçesi yarattığını belirten Dalay, silah sanayinin ekonomiyi canlandırıcı etkisi olduğu düşünülerek, bunun teşvik edildiğini ve askeri harcamaların arttırıldığını söyledi. Dalay sürekli savaş ekonomisinin ekonomik boyutunun yanı sıra insani boyutu olduğunu da ekleyerek, “Savaş ekonomisi sonucu dünya 52 ülkede savaş sonucu 24. 5 milyon insanın zorunlu göç yapmak zorunda kaldı” dedi.

‘NATO silahlarını modernleştiriyor’

Dalay’ın ardından NATO’nun yeni stratejisinde nükleer silahlanmanın yeri konusunda sunum yapan Uluslararası NATO Karşıtı Çalışma Ağı Başkanı Reiner Braun ise, NATO’nun son dönem stratejisinde kendi silahlarını modernleştirme projesinin olduğunu belirterek, bunun ise hiçbir ülkenin yararına olmadığını söyledi. Braun; “Silahların yaygınlaştırılması ile ilgili toplantıda maalesef silahsızlanma konusunda bir adım atılmadı. Dünyanın bütün kaynaklarının NATO kontrolünde olmasını istiyorlar. Biz kendi kaynaklarımızı sağlamalıyız diyorlar. Afganistan’da NATO’nun geleceği açısından tayin edici bir ülke. Savaşları kaybederlerse NATO’nun ne yapacağı sorusu gündeme gelecek. Bizim barış hareketi olarak da tankerlerin oradan çekilmesini sağlamak temel görevimiz olmalı. Yeni bir sosyal ve ulusal sistem lazım. Lizbon Anlaşması ile AB’nin askerileşmesi hedefleniyor. Buna karşı durmamız gerekiyor” değerlendirmesini yaptı.

BİA Haber Merkezi / Ekin KARACA –  26.02. – “Özgürlük ve Eşitlik İçin Ayağa Kalkanlara Dayanışma Sağlanmalı”

Küresel BAK’ın düzenlediği “Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma”da Kürt sorununu oluşturan etkenler ve bunların çözümüne yönelik atılması gereken adımlar tartışıldı. BDP’den Uras, Yeditepe Üniversitesi’nden Arakon, Bilgi’den Önen, Hanım Tosun görüşlerini paylaştı.

üresel Barış ve Adalet Komisyonu’nun (Küresel BAK) düzenlediği “Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma”nın ilk oturumunda, Kürt sorununun önemi ve güncelliği, barışın kazanılması için atılacak adımlar, savaşın toplumsal, ekonomik ve insani maliyeti ile toplumlararası barışın sağlanması üzerine konuşuldu.

“Her şey değişip akmada, bu hal beni hayran bırakmada”

İlk olarak söz alan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, 1 Mart tarihinde dolacak olan ateşkes sürecinin hemen öncesinde böyle bir buluşmanın önemine vurgu yaptı.

Haysiyet, özgürlük ve eşitlik için ayağa kalkanlarla dayanışma sağlanması gerektiğini söyleyen Uras, Ortadoğu’daki diktatörlüklerin sallanmaya başlamasının herkesi çok sevindirdiğini, artık aşağıdan yukarıya demokrasi ve özgürlük taleplerinin yükselmeye başladığını sözlerine ekledi.

Amirsiz devrimciler ve halkın örgütlü gücünün geleceğimizi kuracağını söyleyen Uras, Nazım Hikmet’in dizelerine atıfta bulunarak “her şey değişip akmada, bu hal beni hayran bırakmada” dedi.

“Savaş olunca savaş ekonomisi hakim olur”

Yeditepe Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Maya Arakon, artık Kürt sorunuyla ilgili söyleyecek yeni bir şey olmadığını, ancak bugüne kadar söylenenlerin daha geniş kitlelerce anlaşılır kılınması gerektiğini savunarak sözlerine başladı.

1984 yılında Kürt halkına karşı uygulanan baskılara karşı PKK’nin harekete geçmesi ve buna karşılık TSK’nin “düşük yoğunluklu savaş” başlatmasından bugüne kadar resmi rakamlara göre, 50 bin kişinin öldüğü, 17 bin 500 kişinin faili meçhul cinayetlere kurban gittiğini, 2 milyon kişinin göç etmek zorunda bırakıldığını söyleyen Arakon, bu kirli savaşta kaç kişinin bedenen ve ruhen zarar gördüğünün ise bilinmediğini söyledi.

Kirli savaşın bilançosu

PKK ile mücadele adı altında 1988 yılında askeri harcamaların gayri safi milli hasılanın yüzde 2’sini oluşturduğunu, bunun 1999’da %5’e yükseldiğini söyleyen Arakon, 1988-2004 arası 100 milyar doların kirli savaşa akıtıldığı bilgisini veriyor. Yani “düşük ölçekli savaş”ın sadece TSK kanadından Türkiye’ye maliyeti yılda 7.5 milyar TL.

Emniyet Müdürlüğü’ne ayrılan payın da TSK’ye ayrılandan farkı yok. Resmi rakamlara göre 1980-2000 yılları arasında bütçeden Emniyet’e ayrılan para 120 milyar dolar. Yıllık 7,5 milyar TL’nin ayrıldığı da göz önüne alındığında emniyet ve terörle mücadele için yılda 15 milyar TL’nin aktarıldığı ortaya çıkıyor.

“İnkâr Kürtlere ve Türklere çok ağır fatura çıkardı”

Savaşa kurban edilen Türk ve Kürt çocukların, savaş lortlarına peşkeş çekilen fakir çocuklar olduğuna dikkat çeken Arakon, sözlerine şöyle devam ediyor:

“Biz zengin çocuklarını orada görmedik görmeyeceğiz; fakirler savaştırılıyor. O yüzden kimse gerçek anlamda umursamıyor. Kimse bana Ali Babacan’ın yeğeni örneğini vermesin. O tek bir örnektir; istisnadır.”

“Dil insanın kimliğidir”

Kürt sorununun çözülmesi için en önemli faktörlerden birinin anadilin önündeki engellerin tamamen kalkması gerektiğini düşünen Bilgi Üniversitesi Kürt Dili Öğretim Görevlisi Ronayi Önen ise Kürtçe yaptığı konuşmada anadilin eğitim üzerindeki etkisine değindi.

Çocukların okula gittiğinde kendi anadilinin dışında bir dil konuşmasının eğitim kalitesini olumsuz etkilediğini söyleyen Önen, çocukların hayalini kurdukları, düşündükleri şeyleri okul dışında bırakmak zorunda kaldıklarını, bunun da çocuğun okula yabancılaşmasına yol açtığına değindi.

Toplumsal hafıza ve kodların anadilde saklı olduğunun bilimsel bir gerçek olduğunu vurgulayan Ronayi Önen, anadilde eğitim almaları durumunda çocukların, özellikle metropollerde yaşayan Kürt çocuklarının kendilerine güveninin artacağını, bunun da topluma yabancılaşmak yerine toplumla kaynaşmayı beraberinde getireceği görüşünü savundu.

“1995’den sonra bizim sayemizde kayıplar azaldı”

Cumartesi anneleri olarak kaybedilen yakınlarının ardından her türlü polis müdahalesine, işkence ve gözaltına rağmen mücadeleden vazgeçmediklerini söyleyen Hanım Tosun, yaptığı konuşmada eşinin kaybediliş sürecini anlattıktan sonra şunları söyledi:

“Benim kocam örgüt üyesi de olabilirdi. Eğer yasalarında bunun cezası idamsa idam etselerdi. Ancak “kaybetmek” anlaşılabilir bir şey değil. Her toplu mezar çıktığında ve o toplu mezarlara kepçelerle girildiğinde ben uyuyamıyorum. Bir gün öldüğümde beni lütfen kimsesizler mezarına gömün. Benim yakınlarım da kocam da orada olabilir.”

BİA Haber Merkezi / Ekin KARACA – 26.02. – “Zamanı Gelen Fikrin Karşısında En Güçlü Ordu Bile Duramaz”

Mısır’da devrimin kalbi olan Tahrir Meydanı’nda göstericilerle birlikte 10 gün kalan İngiltere Sosyalist İşçi Gazetesi Editörü Judith Orr, Mısır anılarını Küresel BAK tarafından düzenlenen “Savaşsız Bir Dünya İçin Uluslararası Buluşma”da anlattı.

Tunus’ta polisten yediği tokat sonrası kendini yakan gencin kendi bedeniyle birlikte Ortadoğu’da yıllardır hüküm süren diktatörlükleri de tek tek ateşe vereceğini hiç kimse tahmin edemezdi. Yaşananlar devrim mi, yoksa batının bir oyunu mu tartışmaları süre dursun, İngiltere Sosyalist İşçi Gazetesi Editörü Judith Orr, sürecin tamamen bir halk devrimi olduğu görüşünde.

“Dünya değişiyor. Ortadoğu’daki değişimin arkasında halklar var”

Hüsnü Mübarek’in de Bin Ali’nin de arkasında emperyalist batı devletlerinin olduğunun altını çizen Orr, ayaklanmaların batının ezberini bozduğu görüşünde.

Emperyalist ülkelerin, ayaklanmalar başladığında mevcut diktatörlüklere karşı neden saf tutmadığını, neden diktatörlerin gideceğinin kesinleşmesiyle tavırlarının netleştiğini soran Orr, artık halkların uyandığını ve bu uyanışın değişimi ve devrimleri beraberinde getireceğini söylüyor ve ekliyor: “Müttefikleri düştükçe ABD’nin korkusu artıyor.”

Olağan insanların olağanüstü mücadelesi

Tahrir Meydanı’nda yaşananların tam anlamıyla bir devrim olduğunu savunan Orr, “Hiç kimse göstericilerin arkasında ordu gibi güçler aramasın; orduya güvenilerek devrim yapılmaz. Bu tamamen olağan insanların olağanüstü mücadelesi sonrası yapılan bir devrim” dedi.

Yıllardır uygulanan baskı politikaları nedeniyle insanların korkacak bir şeylerinin kalmadığını söyleyen Orr, artık korkunun taraf değiştirdiğini, insanların üstüne ateş açıldığında bile insanların geri döndüğünü, çünkü yıllarca uygulanan zulüm ve baskı politikaları sırasında insanların korkularını yenmeyi öğrendiklerini söylüyor.

Gösterici polise kimlik kontrolü yapıyordu

27 Ocak tarihiyle birlikte Tahrir’de festival başladığını anlatan Orr, genç aktivistlerden yaşlılara, kadınlardan yaşlılara, İslamcılardan milliyetçilere kadar herkesin birlik ruhu içinde hareket ettiğini anlatıyor.

Diktatörlüğün farklı kesimleri özgürlük paydasında birleştirdiğine dikkat çeken Orr, meydana sadece polislerin alınmadığını anlatıyor. Bir hafta öncesine kadar herkese korku salan polislere karşı halk birliğinden söz eden Orr, güvenliği sağlayan sıradan insanların meydan girişlerinde insanların üstlerini aradığını, polis olduğu anlaşılan kişilerin meydana kesinlikle sokulmadığını anlatıyor.

Tahrir Meydanı’nda ameliyat

Sokak çalgıcıları halkın moralini yüksek tutarken, okunması yıllardır yasak olan şiirlerin yüksek sesle Tahrir Meydanı’nda yankılandığını aktaran Orr’un anlatımlarına göre Mübarek’in muhafızları tarafından üstlerine ateş açılması bile moralleri bozmamış.

Doktorların çalıştıkları hastanelerden gerekli tıbbi malzemeleri Tahrir Meydanı’na istiflediğini anlatan Orr, yaralananlara ve hasta olanlara doktorlar tarafından derhal müdahale edildiğini anlatıyor. Açılan ateş sonucu yaralananlar ise hemen orada, Tahrir Meydanı’nda ameliyata alınıyormuş.

“Müslüman Kardeşler hareketin öncüsü değil”

Orr, batı ülkelerinde Ortadoğu’da yaşanan sürecin kendilerini olumsuz etkileyeceği algısının çok yaygın olduğu bilgisini veriyor.

Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün etkisinin güçlü olduğunu, ancak yaşanan devrimde herhangi bir payı olmadığını söylüyor.

Orr’un aktardığı bilgiye göre halk ayaklanması başladığında Müslüman Kardeşler’in yönetici kadrosu ne ayaklanmaya destek verdi, ne de devrimde bir rolü oldu: “Müslüman Kardeşler’e üye olan gençler devrime destek verdiler ama yönetici kadrosu hiçbir zaman halk hareketinin içinde yer almadı.”

KızılYıldız – 26.02. – Uras: ‘Ateşkesin sürmesi için somut adım atılmalı’

Kürt sorununun çözümü ve ateşkesin sürdürebilmesi için somut adımlara atılmasının hayati bir konu olduğuna dikkat çeken BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, “kirli savaş”ın kurumlarının deşifre edilerek Meclis kapanmadan faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için kapsamlı bir çalışma başlatılması gerektiğini söyledi.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), Taksim Hill Otel’de siyasetçi ve akademisyenlerin katılımı ile “Savaşsız bir dünya için uluslararası buluşma” başlıklı bir forum gerçekleştiriyor. Forumda açılış konuşmasını yapan BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras yaptı.

Maxmur Kampı’na yaptığı ziyareti anlatan Uras, Demokratik Özerklik modelinin en iyi uygulandığı yer olarak gördüğünü söyledi. Uras, “Demokratik özerklik kavramının tam anlamıyla vücut bulduğu pratikte yaşama geçtiği ve kadının yönetimdeki yerinin belli olduğu bir yaşamsal duruma şahit oldum” dedi.

Türkiye’deki siyasi fotoğrafta seçime üç cephenin girdiğini söyledi. Uras bir yanda AKP bir yanda CHP diğer yandan ise barış demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi ve demokratik blok adı altında belirlenecek bağımsız adayların yarışacağını belirterek, demokrasi güçlerinin birlikteliğine dikkat çekti.

Kürt sorunun çözümü ve ateşkesin sürdürebilmesi için somut adımlara atılmasının hayati bir konu olduğunu kaydeden Uras sözlerini şöyle sürdürdü: “Fail meçhul cinayetlerin aydınlatılması için yükseltilen taleplere karşı Meclis kapatılmadan somut adımların atılması önemlidir. Adı ne olursa olsun ilk siyasi cinayetten Mustafa Suphi’den başlayarak bu güne kadar Genelkurmay arşivlerinin de dahil olduğu tüm arşivlerin açılması ve gerçeğin ortaya çıkartılması önemlidir. SSK fonlarından JİTEM’e pay aktarılmış mıdır? En azından bunu aydınlatın. Somut adım atılması için de siyaseten ortak adım atması da önemlidir demokrasi güçlerinin. BDP’nin de bundan yana her zaman pozitif bir tavrı vardır. Seçimler yaklaşırken ortak değerlerimiz noktasında ortak hareket mi edeceğiz yoksa hizipçiliğin peşinden mi gideceğiz sorusu önemli bir soru olacaktır.”

Uras’ın ardından “Kürt sorununun önemi ve güncelliği” başlıklı panele geçildi. Panele Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Maya Arakon, Küresel BAK aktivisti Şenol Karakaş, Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Ronayi Önen, YAKAYDER Başkanı Hanım Tosun ve Bir Göz de Sen Ol İnisiyatifi aktivisti Sezai Temelli ve Yeşiller Partisi’nde Ümit Şahin katıldı.

İlk sunumu yapan Karakaş, Mart ayına dikkat çekerek, “Batıdaki sosyal şovenizmi yenmemiz ve Kürt halkının uzattığı barış elinin tutulması gerekiyor. Mart’ta yeniden değerlendirilecek olan ateşkes sürecinin devam etmesi açısından hükümete sesleniyoruz ki savaşı derinleştirecek adımlar yerine Kürt hareketlerinin taleplerinden yana tavır alın” dedi.

Doç. Dr. Arakon ise 30 yıldır devam eden çatışmaların toplumsal ekonomik maliyeti konusu üzerinde durdu. Kürt sorunu açısından söylenecek yeni bir şeyin kalmadığını belirten Arakon, insani olarak bakıldığında bu soruna bunun en büyük yanının insani bir maliyeti olduğunu söyledi. KCK yargılamalarına dikkat çeken Arakon devletin bir yandan 24 saat yayın yaptığı bir dili diğer yandan “bilinmeyen dil” olarak nitelemesinin trajikomik olduğunu söyledi. Arakan “Bu bir tv şakası olmalı. T.C hakimleri “bilinmeyen dilde savunma yaptılar’ diyor, diğer yandan TRT 6’da gece gündüz bu bilinmeyen dilde yayın yapılıyor” dedi.

Bölgede süren çatışmaların ekonomik maliyetinin ve askeri harcamalarının akıl almaz boyutlarda olduğunu belirten Arakon, “Kürtlerin inkârı ile başlayan bu süreç rakamlarda da görüldüğü gibi bu ülke çok ağır bedeller ödedi. Bu savaşa kurban edilen çocuklar hem Kürt halkının hem Türk halkının en fakir kesimlerinin çocuklarıdır. Bu savaşın kurbanları hep emekçilerdir” şeklinde konuştu.

KCK’nin aldığı eylemsizlik döneminin hiçbir şekilde değerlendirilmemesinin Mart ayının yaklaşmasıyla birlikte savaş istemeyen kesimlerde tedirginlik yarattığını Arakon, eylemsizliğin uzatılabilmesi için talepleri şöyle sıraladı: “Barışı getirecek önlemler alınmalıdır. Kürtlerin siyasi temsili önündeki tüm engeller kaldırılmalı ve KCK tutukluluklarının derhal serbest bırakılmalı. Ademi merkeziyetçi bir sistemin kuramsallaşması ve anayasal vatandaşlık sisteminin getirilmesi gerekir. Savaşın ekonomik ve insanı maliyetlerinin göz önünde bulundurularak, çatışmaların hatırlanarak idrak edilmesi gerekiyor. Önce barışı silahları susturarak siyasi ataklarımıza devam etmemiz gerekir.” YAKAYDER Başkanı Hanım Tosun ise uluslararası sözleşmelerin derhal imzalanarak toplu mezarların açılması ve sorumluların yargılanması için Hakikatleri Araştırma Komisyonu taleplerini dile getirdiklerini söyledi.

İlk oturumun ardından sempozyum “Ortadoğu’da isyanlar ve sonuçları” başlıklı panelle devam ediyor.

Demokratik Emek Meclisi / Ufuk Uras Sitesi – 28.02. – “Eşitlik İçin Ayağa Kalkanlarla Dayanışma Sağlanmalı”

Ateşkesin sürmesi için somut adım atılmalı.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK), Taksim Hill Otel’de siyasetçi ve akademisyenlerin katılımı ile “Savaşsız bir dünya için uluslararası buluşma” başlıklı bir sempozyum gerçekleştirdi. Sempozyumda, ilk olarak söz alan Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, 1 Mart tarihinde dolacak olan ateşkes sürecinin hemen öncesinde böyle bir buluşmanın önemine vurgu yaptı.

Türkiye’de de Kürt bölgelerinde askeri militarizme karşı barış ve özgürlük seslerinin yükseltilmesinin önemli olduğunu söyleyen Uras, geçtiğimiz aylarda Mahmur (Maxmur) Kampı’na yaptığı ziyarete değinerek “Savunulan özerk demokratik yapının orada yaşam bulduğunu gördüm. Kadınların hakimiyeti söz konusuydu. Mahallelerde kurulan komitelerle herkes söz söyleme hakkına sahipti ve kendi hastanelerini, kendi okullarını yapmışlardı.” dedi.

Türkiye’deki siyasi fotoğrafta seçime üç cephenin girdiğini söyledi. Uras bir yanda AKP bir yanda CHP diğer yandan ise barış demokrasi güçlerinin ortak mücadelesi ve demokratik blok adı altında belirlenecek bağımsız adayların yarışacağını belirterek, demokrasi güçlerinin birlikteliğine dikkat çekti.

Kürt sorunun çözümü ve ateşkesin sürdürebilmesi için somut adımlara atılmasının hayati bir konu olduğunu kaydeden Uras sözlerini şöyle sürdürdü: “Fail meçhul cinayetlerin aydınlatılması için yükseltilen taleplere karşı Meclis kapatılmadan somut adımların atılması önemlidir. Adı ne olursa olsun ilk siyasi cinayetten Mustafa Suphi’den başlayarak bu güne kadar Genelkurmay arşivlerinin de dahil olduğu tüm arşivlerin açılması ve gerçeğin ortaya çıkartılması önemlidir. SSK fonlarından JİTEM’e pay aktarılmış mıdır? En azından bunu aydınlatın. Somut adım için demokrasi güçlerinin siyaseten ortak adım atması da önemlidir. BDP’nin de bundan yana her zaman pozitif bir tavrı vardır. Seçimler yaklaşırken ortak değerlerimiz noktasında ortak hareket mi edeceğiz yoksa hizipçiliğin peşinden mi gideceğiz sorusu önemli bir soru olacaktır.”

Uras’ın ardından “Kürt sorununun önemi ve güncelliği” başlıklı panele geçildi. Panele Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Maya Arakon, Küresel BAK aktivisti Şenol Karakaş, Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Ronayi Önen, YAKAYDER Başkanı Hanım Tosun ve Bir Göz de Sen Ol İnisiyatifi aktivisti Sezai Temelli ve Yeşiller Partisi’nde Ümit Şahin katıldı.

ANF NEWS AGENCY – ETHA – BİANET

Adilmedya – 26.02. – Savaşsız Bir Dünya için Buluştular!

Konuşmacılar Kürt halkının uzattığı barış elinin tutulmasını istedi.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (BAK) “Savaşsız bir dünya için uluslararası buluşma” sempozyumunun 6.sını Taksim Hill Otel’de gerçekleştirdi.

‘SEÇİMLERDE KONFORCULAR BİR TARAFTA, DEVRİMCİLER DİĞER TARAFTA’

Sempozyumun açılış konuşmasını BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras yaptı. Küresel BAK’ın kurucularından olan Uras, Ortadoğu ve Akdeniz ülkelerinde gelişen isyanlarla birlikte diktatörlüklerin sallandığını ve sevindirici alt üst oluşların yaşandığını söyledi. Uras, buradaki halklarla dayanışmanın önemine dikkat çekti.

Türkiye’de de Kürt bölgelerinde askeri militarizme karşı barış ve özgürlük seslerinin yükseltilmesinin önemli olduğunu söyleyen Uras, geçen günlerde yaptığı Mahmur Kampı ziyaretine ilişkin gözlemlerini aktardı: “Savunulan özerk demokratik yapının orada yaşam bulduğunu gördüm. Kadınların hakimiyeti söz konusuydu. Mahallelerde kurulan komitelerle herkes söz söyleme hakkına sahipti ve kendi hastanelerini, kendi okullarını yapmışlardı.”

“Savaşın galibi savaşın kendisidir” diyen Uras, Mısır ve Libya liderlerine ‘halkınızın sesine kulak verin’ çağrısı yapan Başbakan’a “bölge halklarının sesine kulak ver” çağrısı yaptı.

Ufuk Uras, yaklaşama seçimlere ilişkin ise “Seçimlerde CHP, AKP gibi konforforcular bir tarafta, devrimci gruplar ise diğer tarafta mücadele edecek” dedi.

‘SORUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN BATI’DAKİ ŞOVENİZM KIRILMALI’

Açılış konuşmasının ardından sempozyumun ilk bölümünde, “Kürt sorununun önemi ve güncelliği, barışın kazanılması için atılacak adımlar, toplumlararası barışın sağlanması, savaşın toplumsal, ekonomik ve insani maliyetleri” gibi konular üzerinden konuşmalar yapıldı.

Küresel BAK sözcülerinden Şenol Karakaş, “Kürt illerinde neresi kazılsa toplu mezarlar çıkıyor” dedi. Cumartesi Anneleri’nin oturma nedenlerinin bu gerçekliğe dayandığını ifade eden Karakaş, Kürt sorununun çözümü için Batı’daki şovenizmin kırılması ve Kürt halkının uzattığı barış elinin tutulması gerektiğini söyledi. Karakaş, diyalog ve politik tartışmalarla sorunun çözülmesini ve Kürt halkının taleplerinin kabul edilmesini istedi.

‘BU SAVAŞIN BEDELLERİ TÜRKLERE VE KÜRTLERE ÖDETTİRİLDİ’

Öğretim üyesi Maya Arakon, PKK’nin asimilasyona karşı başlattığı mücadeleye TSK’nın operasyonlarla cevap verdiğini ifade etti. Arakon, savaş nedeniyle 50 binden fazla can kaybı yaşandığını, 17 bin 500 insanın kaybedildiğini söyledi, sakat kalanların, göç etmek zorunda kalanların ve savaşın psikolojik tramvasını yaşayan gençlerin durumuna dikkat çekti.

1988-2004 yılları arasında askeri harcamaların 100 Milyar Dolar olduğunu söyleyen Arakon, bu parayla yapılacak çok şey olduğunu belirterek, “Mesela her ay 2 milyon haneye asgari yardım yapılması mümkündü” dedi. Arakon, TSK’da yaklaşık 800 bin er ve erbaşın görev yaptığına işaret etti.

Emniyet Müdürlüğü’ne ayrılan bütçenin ise 120 bin Dolar olduğuna dikkat çeken Arakon, “PKK’yle mücadele adına yürütülen bu savaş sonucunda Türklere ve Kürtlere büyük bedeller ödettirildi” dedi.

‘NE ZAMAN TEŞVİKİYE’DEN ASKER CENAZESİ KALKAR, BU SAVAŞ O ZAMAN BİTER’

“Ne zamanki Teşvikiye Camii’nden bir asker cenazesi kalkacak, bu savaş o zaman bitecek” diyen Aragon, operasyonlara çıkarılan askerlerin emekçi çocukları olduğuna dikkat çekti.

‘DURUŞMADA BİLİNMEYEN DİLLE TRT ŞEŞ’DE YAYIN’

Arakon, Kürt halkının anadiline vurulan prangalara dair şöyle konuştu: “KCK davasında halkın temsilcilerinin Kürtçe savunmasına izin verilmezken, Başbakan bölge halkını Kürtçe selamlıyor. Davada Kürtçe bilinmeyen bir dil olarak tutanaklara geçirilirken devlet kanalı TRT Şeş’de gün boyu Kürtçe yayın yapılıyor. Bu durum bir kamera şakası olmalı.”

Öğretim Görevlisi Ronayi Gönen ise anadilin bir halkın kimiliğini, kültürünü, varlığını yansıttığına vurgu yaptı, “Bir halkın anadilini yok ederseniz, halkı yok etmiş olursunuz” dedi. Kürt halkının anadiline sınırların konulmasına devam edildiği sürece barışın mümkün olamayacağını ifade eden Gönen, “Bırakın halklar kendi dillerinde türkülerini, şarkılarını söylesinler” dedi.

‘KİMSESİZLER MEZARLIĞINA GÖMÜLMEK İSTİYORUM, BELKİ FEHMİ ORADADIR’

Hanım Tosun ise eşi Fehmi Tosun’un gözaltında kaybedilmesi sürecini, bulunması için verdiği mücadeleyi ve bir Kürt olarak savaşın üzerindeki etkilerini anlattı. Tosun, siyasetçilere “Bir kaç dakikalığına kendinizi bizim yerinize koyun. Çocuğunuzun ya da eşinizin, bir yakınınızın gözaltında kaybedildiğini düşünün. Ne yapardınız?” diye seslendi.

Toplu mezarlara her kepçe vurulduğunda yüreğinin sızladığını ve kazıların başlamasıyla birlikte geceleri uyuyamadığını ifade eden Tosun, şöyle dedi: “Bu toplu mezarlardan her an Fehmi’nin kemikleri çıkacak diye bekliyorum. Her zaman beni kimsesizler mezarlığına gömün demişimdir, belki Fehmi oradadır diye.”

Kazıların Cenevre Sözleşmesi çerçevesinde yapılmasını talep eden Tosun, kayıpları araştıran komisyonların ise tarafsız olmasını istedi.

BU SAYININ ÇOK, ÇOK, ÇOK ÜZERİNDE

Savaşta ölen çocuklar üzerine konuşan Bir Göz De Sen Ol İnisiyatifi üyesi Sezai Temelli ise savaşta hayatını kaybeden çocukların raporunu tuttuklarını, sayının sürekli arttığını belirtti. Ulaştıkları sayının 428 olduğunu kaydeden Temelli, bölge insanının bu rakamların ‘çok, çok, çok’ üzerinde çocuğun öldürüldüğünü söylediğine işaret etti. “Önce kendi ülkemizdeki savaşı görmeden başka ülkeler için konuşmanın anlamı yok” diyen Temelli, şartsız siyasi af getirilmesini, seçim barajının düşürülmesini, özerkliğin sadece Kürt bölgesinde değil tüm coğrafyada hayata geçirilmesini istedi.

‘ÖZERKLİK; BÖLÜNME DEĞİL, YÖNETİME KATILMADIR’

Küresel BAK sözcüsü Ümit Şahin ise özerklik konusunda yaptığı konuşmada, ulusalcıların, Kemalistlerin yaygara kopardığı biçimiyle özerkliğin kopma, bölünme anlamına gelmediğini, her bireyin yönetime katılması anlamına geldiğini ifade etti.

Marksist.org – 09.03.0 – Judith Orr: “Eskiden insanlar rejimlerden korkardı, artık rejimler insanlardan korkuyor”

yılına tüm dünya, Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki devrim dalgalarıyla girdi. Nice savaşların başlangıcını canlı canlı izlediğimiz televizyon ekranlarından bu sefer milyonlarca insanın ‘Artık yeter’ diyerek sokaklara döküldüğünü ve onlarca yıldır baskı ve şiddetle kendilerini ezen diktatörlerini devirdiklerine tanık olduk. ‘Dünyada dolaşan hayalet’ ete kemiğe büründü, Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da, Cezayir’de, Yemen’de sokağa çıktı.

Aslında her şey Ocak ayında Tunus’ta ruhsatsız sebze sattığı için polisle tartışan Muhammed Buazizi adlı gencin kendini yakmasıyla başladı. Muhammed kendisini yakan ilk kişi değildi, ancak bu sefer insanlar ‘yeter artık’ dediler. Ve bu çığlık önce Mısır’a ardından diğer ülkelere bir kıvılcım gibi yayıldı. Sonra Mısır’da ‘dünyayı sarsan 18 gün’ü yaşadık. Milyonların ‘elleriyle’ 30 yıllık diktatörlerini devirdiklerini gördük. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Biz de işte bu 18 günde neler yaşandığını ve dünyada yarattığı etkiyi devrim sırasında Mısır’da bulunan, İngiltere’de Socialist Worker (Sosyalist İşçi) gazetesinin editörlüğü yapan, SWP (Sosyalist İşçi Partisi) üyesi Judith Orr ile konuştuk.

Mısır’da, Tahrir Meydanı’nda ne kadar kaldınız?

Devrim sırasında Mısır’da dört gün kaldım. Mübarek devrilmesinden bir gün sonra kutlamaları ve hareketi ileriye götürecek tartışmaları yazmak için İngiltere’ye döndüm.

Tahrir Meydanı’nda bulunduğunuz süre içerisinde tanıklık ettiğini atmosferi anlatır mısınız?

Benim açımdan bu sürece tanıklık etmek çok büyük bir ayrıcalıktı çünkü böyle bir süreç içinde insanların nasıl değiştiğini gözlemledim. Devrim sırasında dört gün boyunca Mısır’daydım, ayrıca Mübarek gittikten sonra yapılan kutlamalar sırasında da oradaydım. Tahrir Meydanı kolektif öz örgütlenmenin canlı bir örneğiydi. Bu koca şehrin merkezinin insanlar tarafından devralınmasını görmek, gözlemlemek gerçekten çok çarpıcıydı. Örneğin meydanın güvenliğini bu insanlar sağladılar ve güvenlik komiteleri kurarak polisi meydandan içeri almadılar. Doktorlar, hemşireler yardımcı olmak için meydana koştular. Bazıları 25 Ocak’ta meydana geldi ve bir daha meydandan hiç ayrılmadı. 12 Şubat’ta meydanda bir doktora rastladım. Doktor, yardımcı olabilmek için 25 Ocak’ta meydana gelmişti ve o gün bugündür meydandan hiç ayrılmamıştı. Bazı evlerin kapılarının önünde eczaneler oluşturmuşlardı. İhtiyacı olan insanlar oralara gidip hem tedavi olup hem de ilaç alabiliyorlardı. Meydanın temizliğini insanlar kendileri örgütlediler, meydan her saat başında gönüllü gruplar tarafından temizleniyordu. Fakat orada sadece bu günlük pratik işlerin örgütlenmesi yoktu, aynı zamanda yaratıcılık, müzik, şiir vardı. Yüzlerce insan oturup meydanda sömürgecilik karşıtı şiirler dinliyordu. Meydanda toplumun her kesiminden insanlar vardı. Evsiz dilenci çocuklardan, doktorlara, profesörlere, mühendislere kadar toplumun bütün kesimleri o meydandaydı. Ben oradayken devlet internet bağlantısını kesmişti. Ve herkes devrimi dünyaya duyurmak istiyordu. Devrim başladıktan bir kaç gün sonra birileri çarşafları birbirine ekleyerek bir binadan sarkıttı ve böylece binanın bir yüzü dev bir ekran haline geldi. Bu ekranda sürekli El Cezire izleniyordu. Dolayısıyla kendi yaptıkları şeyleri aynı anda televizyondan görüyorlardı ve aynı zamanda ‘dünya da bizim ne yaptığımızı görüyor’ hissini yaşıyorlardı. Çünkü yaptıklarıyla gurur duyuyorlardı. Ben meydanda yürürken yabancı olduğumu fark edenler ‘Mısır’a hoş geldiniz’ diyordu, bazıları ise ‘Mısır devrimine hoş geldiniz’ diyordu. Özgürlük ve kurtuluş duygusu elle tutulup gözle görülecek kadar somut hissediliyordu o meydanda. Biz sosyalistlerin ‘ezilenlerin festivali’ dediğimiz havayı orada gördüm. Orada, özgür olduğunda insanların neler yapabileceklerini gördüm. Kapitalizmin üzerimizde uyguladığı baskı ve bizi rekabet etmeye zorladığı ortam kalktığında neler yapabileceğimizi görmek gerçekten çok heyecan vericiydi. Polis olmadığında kaos çıkacağını düşünenler yanıldılar çünkü insanla bana şöyle diyordu, ‘düzeni sağlamak için polise ihtiyacımız yok, biz kendi düzenimizi kendimiz sağlarız.’ Örneğin devrim sırasında tek bir kiliseye, camiye saldırı olmadı. ‘Şu anda Kahire’de bu şehrin merkezinde eski günlerden çok daha güvendeyiz’, diyorlardı. Bunu söylerken çok samimiydiler, çünkü o meydan o gece onlarındı, onların kontrolü altındaydı. Fakat sadece insanların kendi kendilerini nasıl örgütledikleri değildi mesele. Yaratıcılık, müzik, şiir, sokak sanatı, her şey vardı.

Genel manzaraya baktığınızda siz Mısır ve diğer ülkelerde yaşanan olayları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Dünya, geçmişte kendi hayatını yönetemeyeceği söylenen, küçük görülen sıradan insanlar tarafından yeniden şekillendiriliyor. On yıllardır Batı tarafından desteklenen diktatörlüklerin ve monarşilerin devrildiğine şahit oluyoruz. Yanlış düşünmeyelim, bunlar şu anda olmuş bitmiş ve sonuçlarını tam olarak değerlendirebileceğimiz olaylar değil henüz. Bunlar, gelecekte kuşaklar boyunca tartışacağımız, inceleyeceğimiz tarihsel olaylar. Her şey Tunus’ta kendisini çok umutsuz hisseden bir gencin kendini yakarak intihar etmesiyle başladı. Bunun sonucunda bölgede tarihsel bir mücadele süreci ortaya çıktı ve bu süreç Libya’da ve başka ülkelerde hala devam ediyor. Ama İngiltere’de patronların gazetesi olan Financial Times’ın da dediği gibi Mısır önemli. Mısır önemli, çünkü Mübarek, emperyalizm, neo-liberalizm ve Batı için fil afişlerindeki yakışıklı çocuk rolündeydi. Mübarek, tüm muhalefeti şiddet ile bastıran bir hükümetle 30 yıldan daha uzun bir zamandır ülkeyi yönetiyordu. Ve sadece 18 gün gibi kısa bir dönemde bu diktatörün devrildiğini gördük. Mısır’daki olaylar 5 Ocak’ta Tunus ile dayanışma gösterileri ile başladı. Bu gösteri, içinde devrimci sosyalistlerin, gençlik örgütlerinin ve Nasırcı ulusalcıların ve başka bir dizi kurumun içinde yer aldığı bir koalisyon tarafından örgütlenmişti. Bu gösterinin çağrısını yaptıklarında ne olacağını bilmiyorlardı. Ama kitleler inanılmaz büyüklükte rakamlarla sadece Kahire’de değil tüm Mısır’da sokaklara döküldüler. Devlet bu gösteriye her zaman olduğu gibi baskı ile yanıt verdi. Ama bu sefer bir fark vardı; insanlar kaçmadı. Durum şöyle özetlenebilir, bir protesto gösterisi devrimci bir süreci başlattı. Bu 18 gün içinde her gün kitlesel gösteriler oldu. Bu 18 günün ikinci yarısında kitlesel grevler oldu. Ve 20 milyonluk bir şehrin merkezinin halk tarafından işgal edildiğine tanık olduk. Mübarek kolayca teslim olmadı. Hatırlayacaksınız, karşı devrim girişimleri oldu. Mübarek’in eşkiyaları deve sırtında, at sırtında meydana girerek insanlara saldırdılar. İngiltere’de Tunuslu bir yoldaşımızın söylediği gibi, bu sefer önce Tunus’ta ve sonra da Mısır’da korku taraf değiştirdi. 30 yıldır rejimler insanlardan korkuyorlardı, şimdi rejimler insanlardan korkmaya başladı.

Mısır hangi koşullardan bu noktaya geldi?

Mübarek 30 yıl boyunca Mısır’ı diktatörlükle yönetti ve bu süre içerisinde her muhalefet baskıyla, şiddetle ezildi. İnsanlar işkence gördüler, hapse atıldılar, parti kurmak yasaktı, dolayısıyla ona karşı bir muhalefet örgütlemek gerçekten çok zordu. Fakat son 10 yılda bu koşullarda bazı değişiklikler oldu. Rejime muhalefet etmek için bazı olanaklar ortaya çıktı. Filistin ile dayanışmak, Irak savaşına karşı çıkmak için gösteriler örgütlendi ve bu gösterilerin örgütlenmesinde farklı politik görüşler bir araya gelerek birlikte çalışma fırsatı buldular. Bu dönemde Kahire’de savaş karşıtı uluslar arası konferanslar düzenlendi. Bu konferanslara tüm dünyadan sosyalistler ve savaş karşıtı aktivistler katıldılar. Böylece insanlar farklı politik görüşlerini bu platformlarda ifade etme şansı buldular. Aynı zamanda bu dönemde Mısır’da çok önemli işçi gösterileri oldu. 2006 yılından bu yana çok sayıda grev ve işçi gösterisi oldu. Sendikalar yasal değildi ve bu grevlerin belki hepsinin birbiriyle bağlantısı yoktu ama sonuçta insanlar grev yaparak, mücadele ederek çok sayıda deneyim elde ettiler. Dolayısıyla devrime giden süreçte bir yandan hala diktatörlüğün baskısı vardı ama bir yandan da özellikle belli kesimler verdikleri mücadelelerin sonucu olarak kendilerine olan güvenlerini kazanmaya başlamışlardı. Bu sürecin bir diğer önemli unsuru ise gençler. Mısır nüfusunun yüzde 50’si gençlerden oluşuyor ve bu gençler bir geleceklerinin olmadığını düşünüyorlar. İşsizlik çok yüksek. Bir süre önce Mısır’lı bir blog yazarı olan Khaled Said polis tarafından öldürüldü. Bunun üzerine facebook’ta ‘hepimiz Khaled Said’iz’ adlı bir grup kuruldu ve çok hızla büyüdü. Daha önce de Mısır’da polis insanları öldürmüştü ancak bu sefer insanlar çok öfkelendiler ve tepkilerini dile getirdiler. Mısırlıların yüzde 40’ı günde 2 dolarla geçinerek yaşıyorlar. Halbuki Mısır çok sayıda doğal kaynağa sahip olan zengin bir ülke. Dolayısıyla bu, bir gün mutlaka olacak olan bir devrimdi. Ama aynı zamanda hiç kimsenin olacağını hiçbir zaman düşünmediği bir devrimdi. İnsanlar tüm bu eşitsizliklerin ve aynı zamanda emperyalizmin kuklası olarak kullanıldıklarının farkındaydı ve buna son vermek istiyorlardı. İnsanlar bana meydanda, ‘Amerika’nın İsrail’i var, şimdi Filistin’in de Mısır’ı olmalı’ diyorlardı. İngiltere’deki arkadaşlarım bana Filistinlilerin Mısır sınırındaki yerleşim yerlerini kuşatmaktan söz ettiklerini ve ‘şimdi bizim sıramız’ dediklerini anlattı.

Bazı kesimlerde, sanki Mısır’da sokağa çıkan milyonların aslında ne yapıyor olduklarının, ne istediklerinin tam olarak farkında olmadıklarına dair bir izlenim var. Sizin bu konudaki gözleminiz ne oldu?

İnsanlar içinde bulundukları durumun farkındaydılar. Kahire Meydanı’ndaki protestoculardan birinin elinde bir döviz vardı ve üzerinde ‘meydanda kal ya da öl’ yazıyordu. Bir başka pankartta ‘Biz Şili değiliz’ yazıyordu, yani yenildikleri takdirde başlarına neler geleceğini iyi biliyorlardı. Bu ülkelerin yöneticileri eğer biraz daha fazla para verirlerse insanları susturabileceklerini düşünüyorlar. Örneğin Suudi Arabistan kralı kamu harcamalarına 37 milyar dolar daha para ayıracağını duyurdu. Fakat Ekonomist dergisi bile şunun farkında ki Arap halkları sadece ekmek değil, saygınlık, insan gibi muamele görmek istiyorlar. Bu insanların hem ekonomik hem de politik talepleri var. Dertleri sadece daha fazla para değil. Bu insanlar özgürlük istiyorlar, gelecekleri hakkında karar verebilmek istiyorlar, bu baskı altında yaşamak istemiyorlar.

Mısısr’dan farklı olarak Libya’da ayaklanma çok büyük bir şiddet ile karşı karşıya kaldı. Batı’nın müdahale edip etmemesi gerektiği tartışmaları var gündemde. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Libya’da olup bitenler egemen sınıfların iktidarlarını korumak ve sürdürmek için yapacaklarının hiçbir sınırı olmadığını gösteriyor. Libya’da sıradan insanlar Kaddafi’den kurtulmak için muazzam bir mücadele veriyorlar ve bunun karşılığında vahşi bir baskı ile karşı karşıya kalıyorlar. İnsanlar çok vahşice öldürülüyor. Şimdiye kadar yüzlerce kişi katledildi, ve muhtemelen önümüzdeki günlerde bu rakamın bugün verilenden çok daha yüksek olduğunu göreceğiz. Çünkü şu anda ölenlerin sayısı konusunda doğru rakamı söylemiyorlar. Ama insanlar hala mücadele etmeye devam ediyor. Bence bu sürecin en çarpıcı yönlerinden bir tanesi, sıradan insanların dünyanın en güçlü ve baskıcı devletleri ve rejimleri ile nasıl cesaretle çarpıştıklarını görmek. Ve hala bunu yapmaya devam ediyorlar. Üstelik sadece çarpışmıyorlar, bu arada kendi hayatlarını da örgütlüyorlar. Yemek dağıtımını, sağlık hizmetlerini, ulaşımı örgütlüyorlar ve tüm bunları kendileri için yapıyorlar. Batı’da herkes Kaddafi’nin deli olduğunu söylüyor, fakat aynı yönetimler bugüne kadar Kaddafi ile alışveriş yaptılar, petrol aldılar. Bu nedenle Libya’da olanlar Batı için büyük bir risk oluşturuyor. Bazı insanlar Kaddafi’yi Batı’ya karşı çıkmış Arap ulusalcılığının temsilcilerinden biri olarak görüyorlar. Hatta yıllar önce bir tür sosyalizm bile olduğu düşünülüyordu Libya’da. Fakat bu geçmişte kaldı. Bugün Kaddafi, halkının büyük çoğunluğu tarafından bir diktatör olarak görülüyor. Ve Libya’ya askeri bir müdahaleden söz ediyorlar. Bu, savaş karşıtı hareketin farkında olması ve karşı çıkması gereken bir argüman. Ama Mübarek’i, Bin Ali’yi, Kaddafi’yi o koltuğa oturtanlar aynı Batılı politikacılardı. Şimdi onları devirmekten hiçbir çıkarları yok. Ayrıca Libya halkı dışarıdan müdahale edilmesini istemiyor. ABD Irak’a saldırırken Irak halkını Saddam’ın diktatörlüğünden kurtaracağını söylemişti ve sonuç ortada. Herkes bunu görüyor ve böyle bir müdahale istemiyor. Bunun sıradan insanlar tarafından yapılan bir devrim olduğunu ve öyle olması gerektiğini söylüyorlar. Batı’nın müdahale etmesini istemiyorlar, çünkü o zaman yine kendi koşullarını dayatacaklarını ve yeni kuklalarını o koltuklara yerleştireceklerini biliyorlar.

Yeniden Mısır’a geri dönersek; Mısır’daki ayaklanma hakkındaki en büyük tartışma bu ayaklanmanın bir devrim olup olmadığı. Bu ayaklanmalara ‘devrim’ diyebilir miyiz? Neden?

Bu ayaklanmaları kesinlikle birer devrim olarak görmeliyiz. Bazen insanlar devrimin kendi başına tek bir olaydan, tek bir zafer ya da yenilgiden ibaret olduğunu zannediyorlar. Fakat devrim bir süreçtir. Devrimler genellikle bir öfke patlaması olarak başlar ve yeni mücadeleler bu öfke patlamalarını daha ileri ve daha radikal taleplere götürür. Başlangıçta yaşanan muazzam bir öfke patlamasıydı ve tek bir slogan vardı; ‘Git’. Biraz Rus Devrimi’nin sloganına benziyor; ‘ekmek, barış ve toprak’. Bu, devrimci bir talep değil, ama bu talebin kazanılabilmesi için devrim olması gerekiyor. Bütün devrimler gibi bu devrim de kitlelerin büyük bir öfke patlaması olarak başladı. Tek bir talep vardı, ‘Git’. Bu sözcüğü meydanın her yerinde görebilirdiniz. İnsanlar yüzlerini ‘Git’ yazıları ile boyamışlardı. Rosa Luksemburg Kitle Grevleri adlı kitabında tam da böyle bir süreç anlatır. Siyasi talepler ekonomik talepleri beslemeye başlar ve mücadele belli bir aşamaya ulaştıktan sonra bu talepler en küçük ve önemsiz iş yerine bile nüfuz eder. Başlangıçta ‘Mübarek git’ gibi basit bir taleple başlayan süreç çok daha karmaşık talepler ve tartışmalar haline dönüştü. Ben meydanda insanlarla konuştuğum zaman hepsi olağanüstü hal yasalarından, yolsuzluklardan, baskıdan söz etmeye başladılar. Özgürlük gibi basit bir taleple başlayıp sistemin kendisini sorgulamaya kadar giden bir süreç ile karşı karşıyayız.

Mısır konusunda ikinci bir tartışma harekete Müslüman Kardeşler’in önderlik edip etmediği tartışması. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Batı’daki liderler hepimizin bu devrimlerden korkmasını istedikleri için bunların İslamcı devrimler olduğunu söylüyorlar. Müslüman Kardeşler konusunda bence histerik bir durum var. Batıda bir çok Müslüman örgütlenme bir tehdit olarak algılanıyor. Bu, sadece bir önyargıdan başka bir şey değil. Müslüman Kardeşler, örgütlü bir güç olarak devrime önderlik etmediler, özellikle tabandaki gençler çok istemesine rağmen önderlik etmek istemediler. Ancak Müslüman Kardeşler üyesi çok sayıda genç devrim sırasından kahramanca mücadele etti. Değişim hareketinin bir parçası olmak Müslüman Kardeşler’in meşru hakkıdır, fakat şu anda Mısır’daki hareketi Müslüman Kardeşler dışında çok sayıda başka politik akım şekillendiriyor. Bu akımların içinde devrimci sosyalistler, ulusalcılar ve gençlik örgütlenmeleri var.

Bu 18 gün içerisinde sizce devrimin dönüm noktalarını oluşturan anlar hangileriydi?

Bence devrimin dönüm noktaları, Mübarek’in çetelerinin atlarla ve develerle Tahrir Meydanı’na girerek bulunduğu karşı devrim girişiminin püskürtülmesi ve işçi sınıfının grevlerle sahneye çıkmasıdır. Mübarek’in eşkıyaları meydanı deve ve atlarla işgal ederek bir devrimi bir karşı devrim hareketiyle ezmeye çalıştılar. Protestoculara ateş ettiler, bıçaklar ve Molotof kokteyllerle saldırdılar, fakat başarılı olamadılar. Mübarek, çok uzun zaman gitmeyi reddettiği için, onun gitmesi için verdikleri mücadele insanları radikalleştirdi ve daha kararlı hale gelmelerini sağladı. Ayaklanmanın ardından başlayan işçi grevleri dalgası ise Mübarek’e son noktayı koyan ve gitmesini sağlayan olay oldu. Bunlar, devrimin kaderinin çizildiği anlardı.

Bu karşı devrim girişimi sırasında yaşanan tartışmalar nelerdi, insanlar korkmadılar mı?

Korkan ve eve dönmek isteyenler oldu tabi ama insanların çoğu kalıp savaşmak istediler. Çünkü o ana kadar zaten çok şey feda etmişlerdi, çok özveride bulunmuşlardı ve artık geri dönülmez bir noktada olduklarının farkındaydılar. Onlar için ölüm kalım meselesiydi. Örneğin Mübarek’in televizyon ekranından Eylül ayına kadar kalacağını açıkladığı konuşmasından sonra meydandaki insanların hepsi ‘Eylül mü? Neden Eylül ayına kadar beklemek zorundayız ki?’ diye tepki verdiler. Mübarek’in çeteleri meydana saldırdığında tıpkı Ortaçağ’dan bir savaş görüntüsü gibiydi her şey. İnsanlar kendilerini korumak için etraftan buldukları metalleri bedenlerine sardılar. Kendilerini korumak için kaldırım taşlarını kullandılar. Fakat insanlar meydanı terk etmediler ve mücadele etmeye devam ettiler.

Mısır’da işçi sınıfının durumu hakkında ne söyleyebilirsiniz? Devrim, fabrikalardan ve iş yerlerinden başlamadı. Bunu hareketin bir zayıf noktası olarak değerlendirebilir miyiz?

Mısır’da işçi sınıfı yıllardan beri mücadele ediyor. Bu mücadele, birçok açıdan bugün gerçekleşen devrimi hazırlayan koşulların şekillenmesini sağladı. Bu tür hareketlerin ilk günlerinde işçiler genellikle harekete önderlik etmezler, fakat bir kez sahneye çıktıklarında önderliği ele geçirmeleri kaçınılmazdır. Bugün, işçilerin verdiği mücadele devrimi politik taleplerin ötesine taşıdı. İnsanlar artık aynı zamanda ekonomik adalet, daha iyi ücret ve çalışma koşulları ve işsizler için sosyal adalet istiyorlar. Ayrıca binlerce işçi, birey olarak başından beri sürece dahildi. Fakat patronlar zaten 25 Ocak’tan sonra tüm ülkede iş yerlerini ve fabrikaları kapattılar. Bir kaç gün sonra iş yerleri ve fabrikalar tekrar açıldıktan sonra işçiler grevler yapmaya ve kendi taleplerinin dile getirmeye başladılar. Bu taleplerin içinde hem siyasi talepler vardı hem de işyerleri ve çalışma koşulları ile ilgili ekonomik talepler vardı. Sonuçta, belirleyici olan bu ikisinin, yani hem meydandaki gösterilerin hem de iş yerlerindeki gösteri ve grevlerin bir araya gelmesi oldu. Bu grevler birden bire ortaya çıkmadı. 2006’dan bu yana Mısır ekonomisinin bütün önemli sektörlerinde grevler yaşandı. 2007’de 55 bin kamu çalışanı grev yaptı ve bu grevden yeni bir sendika doğdu. 2008’de Mahalla kentinde önemli gösteriler ve kitlesel işgaller oldu. Göstericilerin büyük çoğunluğu kadındı ve önemli zaferler kazandılar. Bu mücadelelerin sonucunda işçileri, sendikacıları, sosyalistleri bir araya getiren bir ağ ortaya çıktı. Bu işçi mücadeleleri hem bu devrimin koşullarını yaratmaya yardımcı oldu ama aynı zamanda işçiler de patlak veren gösterilerden ilham almaya başladılar. Sonra da yine işçilerin eylemleri meydandakilere güç verdi ve bu süreç böyle karşılıklı etkileşim halinde Mübarek devrilinceye kadar devam etti. Bu sürecin, işçilerin yanı sıra bir başka önemli bir bileşeni de gençlerdi. İki yıl önce bir blogçunun öldürülmesi sonucu gelişen bir gençlik hareketi var. Bu hareketin de meydandakilerle ve işçilerle birlikte davranması önemli bir süreç oldu. Dolayısıyla devrim iki nedenden dolayı başarılı oldu; birincisi insanlar meydanları ve sokakları terk etmediler. İkincisi, işçi sınıfı sahneye çıktı. Devrimi onlar başlatmadılar. Bazıları bundan dolayı bunun bir devrim olmadığını söylüyorlar. Bu çok saçma. Mısır’da yaşananlar bize ekonomik talepler ile politik taleplerin iç içe geçmiş olduğu fikrinin ne kadar doğru olduğunu gösterdi. Mısırlılar elbette Mübarek’İn gitmesi gerektiği sloganında birleşmişlerdi ama aynı zamanda daha fazla ücret, daha iyi çalışma koşulları, bağımsız sendika gibi talepleri de vardı. Dolayısıyla devrim süreci işçilerin bu taleplerinin daha güçlü ve kendilerine güvenli bir şekilde dile getirmelerinin önünü açtı ve bunun sonucunda sahneye çıkan işçi sınıfı devrimin kazanmasında çok önemli bir rol oynadı, devrimi güçlendirdi. Dolayısıyla Tahrir Meydanı devrimin simgesi, örgütlenmenin çekirdeğiydi ama devrim her yerdeydi, Mısır’ın her yerinde devasa gösteriler, grevler, mücadeleler yaşandı. Kahire 20 milyonluk nüfusuyla Mısır’ın kalbini oluşturuyor ve eğer devrim Kahire’de yenilseydi bütün ülkede yenilirdi. Dolayısıyla işçi sınıfının sahneye çıkışı, grevler devrimin zaferle sonuçlanmasında kritik bir rol oynadı, çünkü ülkede her şeyin durmasını ve devletin tüm işlevini kaybetmesini sağladı. Devrim ve büyük grevler toplumun en küçük kesimlerine kadar yayıldı ve normalde büyük bir fark yaratmayacak en küçük iş yerlerinde bile grevler ve mücadeleler yaşandı. Böylece bütün toplum en küçük hücrelerine kadar bu mücadelenin içine dahil olmuş oldu.

Peki ne değişti? Mısır’da askerler hala yönetimde, kabinenin bir bölümü hala yönetimde?

Bence bundan sonra insanların yeniden evlerine dönmesi, devrimin bir kutuya konması çok zor olacak. Çünkü insanlar bir devrim deneyiminin içinde yaşamanın sonucunda o kadar değiştiler ki buna devam etme isteği engellenemeyecektir. Örneğin kadınların rolü ve işlevi gerçekten çok çarpıcı. Meydanda başörtülü, çarşaflı ya da bunların hiçbirini takmayan çok sayıda kadın vardı ve hepsi 18 gün boyunca gece gündüz oradaydılar. Bu arada gösteriler devam ediyor, grevler devam ediyor. Geçtiğimiz Cuma günü yine on binlerce insan Tahrir Meydanı’na gitti. Devrime devam etme içgüdüsünün çok güçlü olduğu belli. Cuma günü güvenlik güçleri meydana saldırdılar. Ama sonra bir general televizyona çıkıp özür diledi. Bunlar, Mısır toplumunda şu anda ne tür gerilimler yaşandığını gösteriyor. Daha gidilecek uzun bir yol var. Ama şimdiye kadar gerçekten büyük bir başarı kazanılmış durumda.

Mısır’da bu devrim sürecinde ordunun rolü önemli tartışma konularından bir tanesi oldu. Sizce bu devrim ordu sayesinde mi başarıya ulaştı?

Mısır’da insanların orduyla ilgili bazı yanılsamaları var. İnsanlar ‘ordu-millet el ele’ türünde sloganlar atıyorlardı. Ordunun hala eskiden olduğu gibi anti-sömürgeci, ulusalcı ordu olduğunu düşünüyorlar ve dışarıdan gelen saldırılara karşı kendilerini savunacağına inanıyorlar. Ama ordu ile halk arasında bir çatışma olma ihtimali hala çok yüksek. İnsanlar bu gerilimi ve bir çatışma ihtimali olduğunu anlıyorlar ve bunun için örneğin bazı insanlar hareket etmesinler diye Tahrir Meydanı’ndaki tankların paletlerinin içinde uyudular. Yani hem ordu konusunda bir yanılsama içindeydiler hem de tehlikenin farkındaydılar. Mübarek’in düşmesinden sonraki hafta sonu Mısır’a gittiğimde herkes sokaklarda dans ediyordu. Fakat herkes aynı zamanda bu işin daha bitmediğini söylüyordu. ‘Eğer ordu halkın isteklerini yerine getirmezse Tahrir Meydanı’nın yolunu biliyoruz, bir devrim daha yaparız’ diyorlardı. Orada karşılaştığım herkes daha bir dizi mücadele yaşanması gerektiğinin farkındaydı. İnsanlar Mübarek rejiminin örümcek ağı gibi olduğunu ve bu ağın her bir ipinin ayrı ayrı kesilmesi gerektiğini söylüyorlardı. Çok özveride bulundular, dolayısıyla eski günlere geri dönmek istemiyorlar. Fakat ordu böyle yapmayabilir, devrimi durdurmaya çalışabilir, daha ileri gitmesini engellemeye çalışabilir. Bu, çok mümkün. Bunun olmasını önlemenin tek yolu devrimin devam etmesi. Örneğin, Ordu grevlere son verilmesini istiyor. Geçen hafta Süveyş’teki bir grevde bir kadın işçi ordu tarafından öldürüldü. Ve Mısır halkı tüm bunların farkında. Ancak ordunun içindeki çelişkileri de göz ardı etmemeliyiz. Orduda, özellikle ordunun daha alt kesimlerinde görev yapan askerler bu insanların çocukları ve tabii ki askerler kendi ailelerine ateş etmek istemeyecektir. Victor Hugo, ‘Dünyanın en güçlü ordusu bile zamanı gelmiş bir fikri durduramaz’, der. Ve bence şu anda bölgede tam da böyle bir durum yaşanıyor. ‘Hayır’ diyen, karşı çıkan milyonlarca sıradan insandan söz ediyoruz.

Kadınların devrimdeki rolü konusunda neler söyleyebilirsiniz?

Kadınlar bu devrimin merkezinde yer alıyorlardı. Meydandaki her tür organizasyonun merkezinde yer alıyorlardı, ama aynı zamanda yürüyüşlere katılıyorlar ve mücadele ediyorlardı. Mübarek’in çeteleri saldırdığında kadınlar meydandaki kaldırım taşlarını söktüler. Çünkü o meydan devrimin merkeziydi, kazanımıydı, onu savunmak zorundaydılar. Yoksa kaybedeceklerinin biliyorlardı. ABD ve müttefikleri Afganistan ve Irak’ı işgal ettiklerinde kadınları özgürleştireceklerini söylüyorlardı. Onlar silahların ucuyla kadınları özgürleştiremezler. Mısır halkı o meydanda kadınları özgürleştiriyor. Hepsi o meydanda gece ve gündüz kendi gelecekleri için mücadele ettiler. Meydanda yabancı olduğumu gören bir kadın bana ‘korkmuyor musun?’ diye sordu. ‘Hayır korkmuyorum, burası benim için çok ilham verici’ dedim ‘Sen korkmuyor musun?’ diye sordum. ‘Hayır korkmuyorum, bu gece Mısır’daki en güvenli yer Tahrir Meydanı’, dedi. Bir Mısırlı kadın için, kendi akrabası olan erkekler dışında, yabancı erkeklerle hem de geceler ve günler boyunca dışarıda, sokakta kalmak hayal bile edilemez bir durumdur. Ama Mısır’da o 18 gün boyunca çarşaflı, başörtülü ya da başörtüsüz milyonlarca kadın en ön saflarda erkeklerle birlikte mücadele etti ve özgürleşti.

Mısır’da sosyalistlerin durumu nedir?

Mısır’da illegalite ve baskı dönemlerinde bile örgütlenen devrimci sosyalistler vardı. Son birkaç yılda Irak savaşı konusunda, Filistin konusunda daha açık çalışma fırsatını mümkün olduğunca kullanmaya başlamışlardı. Ve tabii ki işçi hareketi içinde bağımsız sendikaların kurulmasında çok aktif bir rol oynadılar. Bu örgütlerden birinin bir üyesi bana ‘şu anda Mısır’da olmak başka bir ülkede yaşamak gibi’ dedi. Dört gün önce İskenderiye’de örgütün genç üyeleriyle örgütlenme çalışması yapıyordu ve gizli polis tarafından izleniyordu. Ama dört gün sonra benimle devrimin TV istasyonunu mu yoksa başkanlık sarayını mı ele geçirmesi gerektiğini tartışıyordu. Her şey işte bu kadar hızlı değişebiliyor. Şu anda Mısır’da yasal bir işçi partisi kuruyorlar. Bana, devrimci fikirlerin artık pek çok insana yabancı, garip gelmediğini anlattılar. İnsanlar, ‘Mübarek’in sahip olduğu zenginliğe bakın ve bir de Mısır halkının neredeyse yarısının günde 2 dolardan daha az gelirle yaşadığı gerçeğini düşünün’, diyorlar. Bu tür fikirler çok hızlı bir şekilde yayılabilen ve geniş taraftar bulabilen fikirler.

Mısır’da meydanda ve her yerde güvenliği sağlamak ve günlük hayatı örgütlemek için komiteler kurulduğunu söylediniz. Bunların durumu hakkında bilgi verebilir misiniz?

Ben oradayken mahallelerin girişine barikatlar kurulmuştu, barikatların arkasında sopalı insanlar vardı ve mahallelerin güvenliğini sağlıyorlardı. Giren kişileri ve arabaları durdurup arıyorlardı. Medyanın bir kısmı bunları şiddet kullanan kötü insanlar şeklinde yansıtmaya çalıştı. Oysa tam tersiydi, bunlar gerçekten o mahallelerde yaşayan insanlardı ve gizli polisin ve sivil polisin mahallelere girmesini engellemeye çalışıyorlardı. Bu mahalle komiteleri henüz sosyalistlerin umut ettiği türden komiteler haline gelmiş değiller. Ama yeni, bağımsız sendikalar kuruluyor. Ve yeni bir sendika konfederasyonu oluştu, çünkü eski konfederasyon rejimin kontrolü altındaydı. Dolayısıyla bütün sektörler yeni sendikalar kurdular ve yeni bir konfederasyon oluşturdular. Bu da, devrimim ileriye götürecek yeni örgütlenme potansiyelinin ne kadar büyük olduğunun bir göstergesi.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde yaşanmakta olan olayların Batı’nın artık işine yaramayan kuklalarından kurtulup bölgeyi yeniden şekillendirme planı olduğunu söyleyenler var. Bu konuda ne diyeceksiniz?

Bu kesinlikle doğru değil. Batı bu devrimlerden çok korktu. ABD ve Avrupa, Mübarek ve Kaddafi ile iş yapıyorlardı, dolayısıyla Batı’nın bu diktatörlerden kurtulmaktan hiçbir çıkarı yoktu. Onların gitmiş olması Batı’yı dehşete düşürdü. Hatırlayın, Obama uzun zaman taraf olmadı, ancak Bin Ali ve Mübarek’in gideceği kesinleştikten sonra sivil haklar, demokrasi ve özgürlük hakkında nutuk atmaya başladı. Çünkü aslında Mübarek ABD’nin çok önemli bir müttefikiydi ve Obama Mübarek’i kaybetmek istemiyordu. Tam tersine, bu devrimler batı için doğrudan tehdit oluşturuyor. Bu olaylardan sonra İran, yıllardan sonra ilk defa Süveyş kanalına gemilerini gönderdi. Bu, ABD’ye yönelik doğrudan tehdit oluşturuyor. İnsanlar artık ülkelerinin Filistinlilerin ezilmesinde kullanılmasını istemiyorlar. Batılı liderler bu devrilen diktatörlerin yerine kimlerin geçeceğini bilmiyorlar ve bundan korkuyorlar. Devrimin nereye kadar gideceğini bilmiyorlar. Biz de bilmiyoruz, ama büyük olasılıkla devrilen diktatörlerin yerine geçecek kişiler tamamen Batı’nın kuklası olmayı kabul edecek kişiler olmayacaktır. Bugüne kadar bu liderler Batı ile yakın ilişkilerinden dolayı ceplerine milyarlarca dolar indirdiler. Batı’dan gelen yardım paralarını halkları için değil tank ve bomba yapmak için kullandılar. Ben Tahrir Meydan’ındayken insanlar bana kendilerine atılan gaz bombalarını gösterdiler, hepsi ABD yapımıydı, halka sıkılan bütün kurşunlar ABD yapımıydı. Tahrir Meydanı’nda halka attıkları göz yaşartıcı bombaların içinde kullanım tarihi çoktan geçmiş olanlar bile vardı. İnsanlar şöyle diyordu, ‘bize sadece ABD yapımı göz yaşartıcı bomba atmıyorlar, aynı zamanda kullanım tarihi geçmiş ABD yapımı bomba atıyorlar’. Ve bundan dolayı çok büyük öfke duyuyorlardı. Ve aynı zamanda bu olaylar dünyanın her yerinde bir çok insana ilham veriyor. ABD Wisconsin’de, sendikal haklar için mücadele eden işçiler yaptıkları eylemde Arapça dövizler taşıyarak Mısır’a gönderme yaptılar. İngiltere’de bu ülkelerin elçiliklerinin önünde çok sayıda dayanışma eylemi yapıldı. İsyan ruhu, daha iyi bir dünya için mücadele eden herkesin hayallerini ele geçiriyor.

Mısır’dan haber gönderirken ne tür zorluklar yaşadınız? Ayaklanma sırasında gazetecilerin durumu nasıldı?

Devrim sırasında Kahire’deyken Mısır devleti interneti kapatmıştı. Kimse e-mailine, facebook’a ya da twitter’a giremiyordu. Haberlerimi ve yazılarımı cep telefonundan mesajlarla ya da telefon ederek gönderdim. Dışarıya haber göndermenin tek yolu buydu. Mücadelelerin dünyaya duyurulmasını isteyen protestocular bana bu konuda çok yardımcı oldular. Mübarek’in eşkıyaları meydanı basmak üzereyken Kahire’den ayrıldım, zaten ondan sonra Kahire yabancı gazeteciler için çok tehlikeli bir yer haline geldi. Çünkü gizli polis ve devletin güvenlik güçleri yabancı gazetecileri hedef alıyorlardı.

Tunus, Mısır ve şimdi Libya. Sizce bundan sonra hangi ülke gelecek?

Bence, bölgede bu ayaklanma dalgasından etkilenmeyen hiçbir ülke kalmayacak. Bu ülkelerde yıllarca insanlar acı çekerek yaşadılar ve en sonunda öfkelerini ifade etmemin yolunu buldular. Her ne olursa olsun bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Büyük soru şu; bu devrimler ileri giderek gerçekten milyonlarca insanın hayatında gerçek bir dönüşüm olmasını sağlayacak mı?

Türkiye’nin bölge ülkelerine model olabileceği söyleniyor. Mısır halkı bir model arıyor mu, Türkiye’yi ya da başka bir yeri kendisine model olarak görüyor mu?

Türkiye’nin model olması konusunda Kahire’de kimse bana bir şey söylemedi. Aslında insanlar bir model istemiyor zaten. İnsanlar yeni bir şey yaptıklarını hissediyorlar. Fakat çok çeşitli politik akımlar var. Bazı insanlar için sadece seçimlerin yapılması yeterli olacaktır. Diğerleri daha fazlasını isteyecektir, hatta bazıları sosyalist bir toplum isteyecektir. Dolayısıyla bu mücadele basit bir demokrasi mücadelesinin ötesine geçme potansiyeline sahip. İktidar ve sömürü, eşitsizlik sorununu sorgulayabilir. Bugün bu ülkelerde bu sorunlar hakkında tartışan çok sayıda insan var. İnsanlar sadece diktatörleri devirmekten söz etmiyorlar, bundan çok daha fazlasını istiyorlar.

Mısır’da tanık olduklarınızın sizin üzerinizde nasıl bir etkisi oldu?

Kahire’de birkaç gün içinde tanıklık ettiğim olaylar, insanların kendi geleceklerini nasıl yarattıklarını görmek hayatımda yaşadığım en müthiş deneyimdi. Bunun olmasını isteyebiliriz, ama bunun olduğunu görmek gerçekten muhteşem bir şey. Onlar kendi hayatları, kendi gelecekleri ve aynı zamanda hepimiz için mücadele ediyorlar. Nerede olurlarsa olsunlar onlar bizim kardeşlerimiz ve daha iyi bir dünya için mücadele ediyorlar. Ve eğer onlar sadece birkaç hafta içinde Mübarek’ten, Bin Ali’den kurtulabiliyorlarsa bence her şey mümkündür.

Peki bundan sonra ne olacak ve tüm dünyada değişim isteyen anti-kapitalistlerin, sosyalistlerin önündeki görevler nelerdir?

Mısır Devrimi’nin ya da Ortadoğu’daki diğer devrimlerin önüne koyabileceğimiz bir program ya da bir tarife yok. Ama biz sosyalistler olarak çok şanslıyız, çünkü yeni bir devrimler dönemine bakıyor olmamız mümkün. Ancak tabii ki bu, bizim için sadece televizyonda bir devrim izlediğimiz bir süreç olmamalı. Ortadoğu’daki devrimlerle dayanışmak için yapabileceğimiz en iyi şey ise bu isyan dalgasının başta kendi ülkemiz olmak üzere tüm dünyaya yayılmasını sağlamak olacaktır.

26 Mart  – “İşgale Ortak Olmayacağız” Haberleri – İstanbul

Zaman – 26.03. – Davul ve düdükle Libya operasyonunu protesto ettiler

Eylemin videosu için tıklayın: http://www.bighaber.com/haber/fransa-baskonsoloslu-onunde-davullu-duduklu-protesto-yeni-haber-videosu-693258.html

Beyoğlu’nda, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) üyesi bir grup, Libya’ya gerçekleştirilen hava operasyonları ile Türkiye’nin koalisyon güçleri arasında yer almasını protesto etti.

Beyoğlu’nda, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) üyesi bir grup, Libya’ya gerçekleştirilen hava operasyonları ile Türkiye’nin koalisyon güçleri arasında yer almasını protesto etti. Galatasaray Meydanı’ndan Taksim’e yürüyen grup için çevik kuvvet Fransa Başkonsolosluğu önünde geniş güvenlik önlemi aldı. Grup eylemlerini düdük ve davul çalarak konsolosluk önünde basın açıklamasıyla bitirdi.

Küresel BAK üyesi yaklaşık 100 kişilik grup, Libya’ya düzenlenen hava operasyonları ve Türkiye’nin koalisyon güçleri arasında yer almasını protesto etmek için Galatasaray meydanında toplandı. ‘Nato savaş ve işgal gücüdür. Libya işgalinin ortağı olmayacağız’ yazılı pankart açan grup Taksim’e doğru yürüyüşe geçti. Eylemciler yürüyüş boyunca ‘Öldürmeyeceğiz ölmeyeceğiz kimsenin askeri olmayacağız’ , ‘Savaşa hayır barış hemen şimdi’ , ‘Yaşasın halkların kardeşliği’ , ‘Katil ABD Ortadoğu’dan defol’ , ‘Türkiye elini Libya’dan çek’ şeklinde sloganlar attı. Bu arada çevik kuvvet, yürüyüş sırasında eylemcilerin geçeceği Fransa Başkonsolosluğu önünde geniş güvenik önlemi aldı.

Konsolosluk önüne gelen grup adına bir açıklama yapan Kerem Kabadayı, son aylarda bütün Ortadoğu’yu sarmalayan halk hareketleri sonucunda devrilen diktatörleri birer birer izlediklerini ve şimdi sıranın Libya’ya geldiğini söyledi. Bugün Libya’yla ilgili Meclisten geçirilen tezkereyi 7 yıl önce Irak’la ilgili geçirilmeye çalışılan tezkereye benzeten Kabadayı, “Şimdi geçen tezkere sonucunda Türkiye belki de bundan bir hafta önce Başbakanın sözlerini hatırlarsak hiç alakası olmayacak hatta neredeyse karşı çıktığı bir operasyonun üstlerinden biri, ana kuvvetlerinden biri haline gelmiş durumda. Türkiye’nin savaş uçakları, savaş gemileri ve askerleri bir kere daha NATO’nun şemsiyesi altında, BM gücü altında bir işgale ortak ediliyor. Türkiye’nin rol aldığı bu artık kaçıncı işgal. Ve hangi koalisyon artık Türkiye’nin içinde olmadığı bir işgale kalkışabilir diye merak ediyoruz. Türkiye, sivil operasyonlar insani yardımlar kisvesi altında bile olsa kesinlikle Libya’ya karşı operasyonlara katılmasını ve üslerini açmasını istemiyoruz.“ şeklinde konuştu.

Basın açıklamasının ardından grup, düdük çalarak koşar adımlarla konsolosluk önünden geçti. Taksim meydanına ulaşan eylemciler olaysız dağıldı.

Etkin Haber Ajansı  – 26.03. – Türkiye’ye ‘işgalin ortağı olma’ çağrısı

http://etha.com.tr/et-tv/turkiyeye-isgalin-ortagi-olma-cagrisi/

NATO’nun Libya’ya yönelik işgalini protesto eden Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu üyeleri, Türkiye’ye “Elini Libya’dan çek” çağrısında bulundu.

İSTANBUL- Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelen Küresel BAK üyeleri, “NATO savaş ve işgal gücüdür. Libya işgalinin ortağı olma” yazılı pankart açtı.

“Yaşasın halkların kardeşliği”, “Kürtler Kürtçe konuşur”, “Hiç kimse asker doğmaz”, “Savaşa hayır barış hemen şimdi”, “Katil NATO” sloganlarını atan grup, Fransız Konsolosluğu önüne yürüdü.

Burada açıklama yapan Mor ve Ötesi grubunun solisti Kerem Kabadayı, yaşanan çatışmalar üzerine Birleşmiş Milletler’in ilan ettiği uçuşa yasak bölge kararını bahane eden ABD, İngiltere ve Fransa’nın Libya’yı bombalamasının ardından NATO’nun işgalinin başladığını söyledi. Kabadayı, “Tıpkı, Afganistan’da ve Irak’ta olduğu gibi ‘insani yardım’ sözleri ardına saklanan saldırı, her geçen gün emperyalist bir müdahale ve işgal girişimi karakteri kazanıyor” dedi.

Libya’ya yönelik müdahalenin öncesinde Başbakan Erdoğan’ın “NATO’nun Libya’da ne işi var, böyle saçmalık olur mu” sözlerini hatırlatan Kabadayı, ABD, Fransa ve İngiltere’nin saldırıya başlayınca ağız değiştirerek ‘NATO müdahale etse bile biz destek vermeyiz’ dediğini söyledi. Kabadayı, “Ama bugün Türkiye NATO operasyonununa en fazla destek veren ülke konumunda. Üstelik önümüzdeki saatlerde fiilen NATO tarafından yürütülecek operasyonun merkezi de İzmir’deki NATO üssü olacak” diye konuştu.

Libya’ya yönelik askeri müdahaleye izin veren tezkerenin mecliste kabul edildiğini hatırlatan Kabadayı, tezkereye evet veren CHP, AKP ve MHP’nin suçun ortağı olduklarını söyledi. Tüm dünyadaki savaş karşıtlarıyla birlikte, NATO’nun Libya’ya saldırısına karşı olduklarını belirten Kerem Kabadayı, Libya’nın işgalinin ne Kaddafi’ye ne de ayaklanan Libya halkına yardımcı olacağını söyledi. Kabadayı, NATO’nun şimdiye kadar işlediği suçların hesabını vermesini istedi, Türkiye yetkililerine “işgalin ortağı olma” çağrısında bulundu.

Marksistorg – 26.03. – Savaş karşıtları İzmir ve İstanbul’da haykırdı: ‘Türkiye elini Libya’dan çek’

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, İzmir’de ve İstanbul’da yaptığı gösterilerle Türkiye’nin Libya’ya asker göndermesini protesto etti. Savaş ve işgal karşıtı gösteriler de “Türkiye elini Libya’dan çek”, “Öldürmeyeceğiz, ölmeyeceğiz, kimsenin askeri olmayacağız”, “İşgalci NATO işbirlikçi Türkiye” ve “Hiç kimse asker doğmaz” sloganları öne çıktı.

Irak işgalinden bugün Ortadoğu’daki savaşlara ve işgallere karşı aralıksız kampanya yürüten Küresel BAK, Libya’ya yapılan BM-NATO saldırısını, AKP-CHP-MHP tarafından meclisten geçirilen TC’nin Libya’ya asker, savaş gemileri ve uçakları gönderme tezkeresini protesto etti.

İzmir ve İstanbul’da gerçekleşen BM-NATO-TC karşıtı gösteriler halktan büyük destek görürken savaş karşıtları Ortadoğu’da diktatörlere karşı ayaklanan halklara destek verdi.

İzmir

Libya’ya işgal hazırlığı yapan NATO’yu protesto eden İzmirli savaş karşıtları, saat 14:00’de ilk saldırıyı yapan Fransa’yı da kınamak için Fransız Konsolosluğunun önünde basın açıklaması yaptı. Küresel BAK’ın düzenlediği eylem DSİP İzmir İl Örgütü destek verdi.

“Emperyalist Müdahaleye Hayır, Libya Devrimine Özgürlük” pankartı arkasında duran aktivistler adına basın açıklamasını okuyan Tülay Karacaörenli şunları söyledi:

“Halkımızın bu savaşa ve işgale karşı olduğu açıktır. Hükümet bu yüzden ikna manevraları yapmaktadır. Çünkü hükümet, Türkiye’de insanların anadilde eğitim alma hakkına, sivil itaatsizlik eylemlerine, barış çadırları kurmalarına bile tahammül edemezken, Libya’ya son derece hızlı bir şekilde ‘insani amaçlı’ müdahale ettiğine kimseyi ikna edememiştir.

İzmir bu işgalin merkezi, Türkiye bu savaşın ortağı olmayıncaya kadar mücadelemize devam edeceğiz.”

Basın açıklamasının ardından aktivistler “İşgalci NATO, işbirlikçi Türkiye”, “Öz-öz-özgürlük Libya halkına özgürlük” sloganları attı.

İstanbul

Küresel BAK’ın çağrısıyla saat 16.00’da Galatasaray Meydanı’nda toplanan savaş karşıtları “işgale ortak olmayacağız” pankartları ve barış bayraklarıyla yürüyüşe geçti.

Davul ve düdük sesleri ile savaş ve işgal karşıtı sloganlar İstiklal caddesi’ni inletti. Çevredeki birçok insan alkışlayarak ya da sloganlara katılarak savaş karşıtlarına destek verdi.

DSİP İstanbul İl Örgütü’nün desteklediği eylemde savaş ve işgal protesto edilirken Ortadoğu Devrimleri’ne selam gönderildi.

En önde başörtülü ve başı açık kadınlar yürüdüğü barış yanlısı kortej Taksim Meydanı girişindeki Fransız Konsolosluğu önünde durdu.

Burada, Küresel BAK adına aktivist ve sanatçı Kerem Kabadayı basın açıklamasını okudu.

Savaş karşıtları yürüyüşlerini Taksim Meydanı’nda sonlandırırken BDP’nin sivil itaatsizlik eylemlerine destek ve katılım çağrısı yaptı.

Doğan Haber Ajansı – 26.03. – Fransa Başkonsoloslu Önünde Davullu Düdüklü Protesto

* Açıklamanın Ardından Koşarak Uzaklaştılar.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Libya’ya karşı askeri müdahalede bulunması Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (KÜRESEL BAK) tarafından Fransa Başkonsolosluğu önünde protesto edildi. ?NATO Savaş ve İşgal Gücüdür Libya İşgalinin Ortağı Olma!” yazılı pankart açan grup, ?Fransa Libya’dan Defol” sloganları attı.

Galatasaray Meydanı’nda toplanan Küresel Bak üyesi 100 kişilik grup, davul ve düdük çalarak Fransa Başkonsolosluğu önüne yürüdü. ?Fransa Libya’dan Defol”, ?Tunus direniyor, Libya direniyor, Mısır Direniyor”, ?Tezkereye hayır”, ?Kimse asker doğmaz hiç” sloganları atan grup Fransa Başkonsolosluğu önünde bir basın açıklaması yaptı. Çevikkuvvet polislerinin yoğun güvenlik önlemi aldığı eylemde yapılan açıktlamada açıklamada, ?Libya’ya askeri kuvvet yollamak için Hükümetin girişimiyle, Meclis’e getirilen tezkere, gizli görüşmenin ardından AKP, CHP ve MHP’nin desteğiyle kabul edildi. Meclisten çıkan tezkere de savaşı başlatanların diliyle aynı vurgulara sahip: ?insani yardım”, ?silah denetimiö ve ?uçuş yasak bölge oluşturulması…” Bizler, tüm dünyadaki savaş karşıtlarıyla birlikte, NATO’nun Libya’ya saldırısına karşıyız. Libya’nın işgali ne Kaddafi diktatörlüğüne karşı ayaklanan Libya halkına yardımcı olacaktır ne de ?insani amaçö taşımaktadır” denildi. Grup açıklamanın ardından konsolosluk önünden koşarak ayrıldı.

Akit Haber – 26.03. – Davul ve düdükle Libya operasyonunu protesto ettiler

Beyoğlu´nda, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) üyesi bir grup, Libya´ya gerçekleştirilen hava operasyonları ile Türkiye’nin koalisyon güçleri arasında yer almasını pro …

Beyoğlu´nda, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) üyesi bir grup, Libya´ya gerçekleştirilen hava operasyonları ile Türkiye’nin koalisyon güçleri arasında yer almasını protesto etti. Galatasaray Meydanı´ndan Taksim´e yürüyen grup için çevik kuvvet Fransa Başkonsolosluğu önünde geniş güvenlik önlemi aldı. Grup eylemlerini düdük ve davul çalarak konsolosluk önünde basın açıklamasıyla bitirdi.

Küresel BAK üyesi yaklaşık 100 kişilik grup, Libya´ya düzenlenen hava operasyonları ve Türkiye´nin koalisyon güçleri arasında yer almasını protesto etmek için Galatasaray meydanında toplandı. `Nato savaş ve işgal gücüdür. Libya işgalinin ortağı olmayacağız´ yazılı pankart açan grup Taksim´e doğru yürüyüşe geçti. Eylemciler yürüyüş boyunca `Öldürmeyeceğiz ölmeyeceğiz kimsenin askeri olmayacağız’ , `Savaşa hayır barış hemen şimdi´ , `Yaşasın halkların kardeşliği´ , `Katil ABD Ortadoğu´dan defol´ , `Türkiye elini Libya´dan çek´ şeklinde sloganlar attı. Bu arada çevik kuvvet, yürüyüş sırasında eylemcilerin geçeceği Fransa Başkonsolosluğu önünde geniş güvenik önlemi aldı.

Konsolosluk önüne gelen grup adına bir açıklama yapan Kerem Kabadayı, son aylarda bütün Ortadoğu´yu sarmalayan halk hareketleri sonucunda devrilen diktatörleri birer birer izlediklerini ve şimdi sıranın Libya´ya geldiğini söyledi. Bugün Libya´yla ilgili Meclisten geçirilen tezkereyi 7 yıl önce Irak´la ilgili geçirilmeye çalışılan tezkereye benzeten Kabadayı, “Şimdi geçen tezkere sonucunda Türkiye belki de bundan bir hafta önce Başbakanın sözlerini hatırlarsak hiç alakası olmayacak hatta neredeyse karşı çıktığı bir operasyonun üstlerinden biri, ana kuvvetlerinden biri haline gelmiş durumda. Türkiye´nin savaş uçakları, savaş gemileri ve askerleri bir kere daha NATO’nun şemsiyesi altında, BM gücü altında bir işgale ortak ediliyor. Türkiye´nin rol aldığı bu artık kaçıncı işgal. Ve hangi koalisyon artık Türkiye´nin içinde olmadığı bir işgale kalkışabilir diye merak ediyoruz. Türkiye, sivil operasyonlar insani yardımlar kisvesi altında bile olsa kesinlikle Libya´ya karşı operasyonlara katılmasını ve üslerini açmasını istemiyoruz.” şeklinde konuştu.

Basın açıklamasının ardından grup, düdük çalarak koşar adımlarla konsolosluk önünden geçti. Taksim meydanına ulaşan eylemciler olaysız dağıldı.

28 Mart  – “Hrant Dink Davası” Haberleri – İstanbul

Sesonline – 28.03. – 17. duruşmada Dink’in avukatları TÜBİTAK raporuna itiraz etti

Hrant Dink cinayeti davasının 17. Duruşması Beşiktaş Adliyesi’nde görüldü. Her duruşma öncesinde olduğu gibi, Hrant’ın Arkadaşları’nın çağrısıyla Beşiktaş İskele Meydanı’nda toplanan yüzlerce kişi ‘adalet nöbeti’ tuttu. Hrant’ın arkadaşları daha sonra “Hrant’ın katili Ergenekon devleti”, “Faşizme inat kardeşimsin Hrant”, “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz”, “Öldür diyenler yargılansın” ve “Katil devlet hesap verecek” sloganları eşliğinde duruşmanın görüldüğü Adliye önüne dek yürüdü. Öte yandan, ellerinde Ergenekon operasyonu çerçevesinde tutuklanan gazeteci Ahmet Şık’ın kitap taslağının adı olduğu ileri sürülen ‘İmamın Ordusu’ pankartları taşıyan ayrı bir grup da Dolmabahçe’den bir yürüyüş başlatarak, “Hrant İçin, Ahmet için, Nedim için” sloganları eşliğinde, ‘Hrant’ın arkadaşları’ kortejine katıldı.

‘Adalet Nöbeti’ sırasında, Hrant’ın Arkadaşları adına sanatçı Ayça Damgacı tarafından okunan açıklamada şu görüşlere yer verildi:

“Darbe planlarında Hrant’ın öldürülmesinden

‘operasyon’ diye söz edildiği ortaya çıktı. Biz ‘işte!’ dedik. ‘Hrant Dink cinayeti davası’ adı altında bir müsamereyi sürdürenler oralı olmadı. Zirve yayınevi katliamıyla ilgili olarak Malatya İl Jandarma Alay Komutanı tutuklandı. Oralı olacaklar mı, merak ediyoruz. Trabzon’da da bir jandarma komutanı var. Albay Ali Öz. Görevi ihmalden yargılanıyor. Oysa şu içeride, sanık sıralarında oturması gerekiyordu. Başka pek çok polis ve jandarmayla birlikte. Ve onlara, kimlerden emir aldıklarının sorulması gerekiyordu.

Darbe ortamı oluşturmak için misyonerlik umacısı imal etmeye çalıştılar. Azınlıklara yönelik düşmanlık yaratmak istediler. Rahip Santoro’yu öldürttüler, Zirve Yayınevi’nde üç insanı vahşice katlettirdiler. Ve Hrant’ı öldürttüler.

Öldürtenlerin en azından bir kısmının resmi üniformalar taşıdığını, devlet görevlisi olduğunu düşünmeyen kimse var mıdır acaba? devlet şimdilik Hrant’ı öldürten elemanlarına kıyamıyor, onları yargı önüne çıkartamıyor. Ama nasıl Malatya’dakileri daha fazla koruyur kollamaları mümkün olmadıysa, Hrant’ı öldürtenleri de sonsuza kadar sahiplenemeyecekler. Malatya’daki katliam ekibinin komutanlarına kimlerden emir aldıklarının sorsunlar, Hrant’ın infaz emrini verenlere de ulaşırlar…”

Mahkeme salonunda ise, gerilim sürdü. Hrant Dink’in arkasından vurulduğu yeri gören Akbank Pangaltı şubesinin kamera kayıtları hakkındaki TÜBİTAK raporuna karşı, Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin itirazda bulundu. “Akbank Pangaltı’da olay günü videolarına ilişkin herhangi bir kayıt veya silinmiş dosya tespit edilemediği belirtiliyor. Ancak bu imkansız” dedi.

Çetin, “Bankalar her zaman görüntü alır, ancak yenilerine yer vermek için eskileri siler. Yani ya kayıtlı ya da silinmiş dosya mutlaka olması gerekiyor.” dedi, incelenen dosyanın Akbank Pangaltı Şubesi’ne ait olup olmadığının araştırılması, ortaya çıkan çelişkili durumun sorulması ve silinen dosyaların tekrar bulunması için teknik inceleme talep etti. Mahkeme salonunda Jandarma istihbarataçılarının olması gerginliği artırdı. Jandarmanın davayı izlemek üzere yolladığı subayların sanıklara kafa sallayarak verdikleri onay ve destek gözden kaçmadı.

Sanık avukatları da, dışarıda atılan “Hepimiz Ermeniyiz” sloganının ‘kanlarına dokunduğunu’ söyledi.

Mahkeme başkanı Rüstem Eryılmaz yargılamayı 30 Mayıs’a bıraktı.

Turnusol – 28.03. – Hrant’ın Arkadaşları: ‘Öldür diyenler yargılansın!’

‘Hrant’ın Arkadaşları’, Dink Davası’nın 17’inci duruşması nedeniyle, bugün saat 10.00’da Beşiktaş İskele meydanında ‘Adalet Nöbetinde’ydi. Oyuncu Ayça Damgacı’nın okuduğu basın açıklamasının ardından, topluca Beşiktaş Adliyesi önüne yürüdüler.

Sabah saat 10.00’dan itibaren Hrant Dink davası ‘Adalet nöbeti’ için Beşiktaş iskele meydanında buluşanlar arasında Ahmet İnsel, Kerem Kabadayı, Mehmet Esen, Özcan Yurdalan, Nilgün Yurdalan, Yeşim Büber, Yıldırım Türker, Oral Çalışlar, Ufuk Uras, Zeynep Tanbay, Tatyos Bebek, Rober Koptaş, Nadire Mater, Oya Baydar,  Gençay Gürsoy, Alper Taş, Doğan Tarkan, Levent Tüzel, Umur Coşkun, Gülten Kaya, Av. Kemal Aytaç, Hüseyin Yeşil, Muhsin Kızılkaya, Ümit Fırat, Semra Pelek, Masis Kürkçügil, Hakan Tahmaz, Filiz Karakuş, Yonca Şık, Nevin Sungur, Joost Lagendijk ve Koray Çalışkan da vardı.

“4 Yıldır Yüzleri yok, Yürekleri Yok, 4 Yıldır Hrant Yok – Hrant’ın Arkadaşları” yazılı bir pankart açan topluluk, ‘Hrant için adalet için’, ‘katil devlet hesap verecek’, ‘Öldür diyenler yargılansın’, ’Faşizme inat, kardeşimsin Hrant’ sloganları attılar.

Dolmabahçe meydanında buluşan ve aralarında tutuklu gazeteciler Ahmet Şık ile Nedim Şener’in arkadaşlarının da bulunduğu grup da Saat 10.30’da, “Affetmeyeceğiz!” pankartı ardında Beşiktaş İskele meydanına ulaştı. Buradan yapılan yürüyüş sırasında, önceki adalet nöbetlerine katılanlar arasında olan Ahmet Şık ile Nedim Şener’in fotoğrafları ve Ahmet Şık’ın yayınlanmadan toplatılan ‘İmamın Ordusu’ kitabının temsili kapağı taşındı. Bandista grubu da Hrant için ezgiler çalarak Dolmabahçe’den gelen grupla yürüdü.

‘Hrant’ın arkadaşları’ adına Adalet Nöbeti basın basın açıklamasını oyuncu Ayça Damgacı okudu.

‘ER YADA GEÇ, HRANT’I ÖLDÜRENLERİN YAKASINA YAPIŞACAĞIZ!’

Damgacı şöyle dedi:

“Dört yıl üç ay oldu ve biz yine buradayız. Çünkü şunu biliyoruz: er ya da geç, Hrant’ı öldürenlerin yakasına yapışacağız. Arkadaşımızın öldürülmesine katılan, karışan, katilleri kollayan, suçlu ve kusurlu resmi görevlileri koruyan kim varsa hesap verecek. Bundan kaçamayacaklar.

Darbe planlarında Hrant’ın öldürülmesinden ‘operasyon’ diye söz edildiği ortaya çıktı. Biz “İşte!” dedik. ‘Hrant Dink cinayeti davası’ adı altında bir müsamereyi sürdürenler oralı olmadı. Zirve Yayınevi katliamıyla ilgili olarak Malatya İl Jandarma Alay Komutanı tutuklandı. Oralı olacaklar mı? merak ediyoruz. Trabzon’da da bir jandarma komutanı vardı. Albay Ali Öz. Görevi ihmalden yargılanıyor. Oysa şu içeride, sanık sıralarında oturması gerekiyordu. Başka pek çok polis ve jandarmayla birlikte. Onlara, kimlerden emir aldıklarının sorulması gerekiyordu.

Türkiye’de çok büyük suçlar işlendi. Hrant’ın öldürülmesi bunlardan biriydi. Bunların faillerini ilelebet koruyup kollamaya kimsenin gücü yetmeyecek. Bizim ise, arkadaşımızın ölüm emrini verenler karşımıza getirilene kadar direnecek gücümüz bol bol var.”

MAHKEME ÖNÜNE YÜRÜYÜŞ

Basın Açıklamanın ardından ‘Hrant’ın Arkadaşları’, kortej oluşturarak alandan Beşiktaş adliyesine kadar sloganlar atarak yürüdü. Adliye önündeki sokakları tamamen dolduran kalabalık arasında bulunan Bandista grubu, mücadele ezgileri çalarak Hrant Dink anısına şu şarkıyı söyledi:  “Bir kaldırım ortasında yatıyor / Yarasından soykırım sızıyor / Hrant kalkıyor hesap soruyor / Sabah oluyor, güneş doğuyor / Yine doğuyor…”

Avukat Fethiye Çetin ile birlikte gelen Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, kardeşi Orhan Dink, ve Dink ailesi duruşma salonuna alkışlarla uğurlandı.

Doğan Haber Ajansı – 28.03. – Dink Suikasti Davası

Mahkeme, Müdahil Avukatlarından Fethiye Çetin’in Bir Bankaya Ait Güvenlik Kamera Görüntülerine İlişkin Tübitak’ın Hazırladığı Rapordaki Çelişkilerin Giderilmesi Talebini Kabul Etti

SAVCI: ‘ANAYASAYI İHLAL’ BAŞLIĞI KAPSAMINDA DEĞERLENDİRİLEBİLİR

Duruşmada taleplere ilişkin görüşü sorulan Savcı Hikmet Usta, toplanan deliller, suçun niteliği, ağırlığı ve terör kapsamında olması, suçların dünyada ve ülkemizde infial uyandırması ve sanıkların üzerine atılı suçun TCK’nın 309. maddesi kapsamında değişebileceğini belirterek sanıklar Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’in tutukluluk hallerinin devamını istedi.

TCK’NIN 309. MADDESİ

TCK’nın “Anayasayı ihlal” başlığı altındaki 309. maddesinde ‘Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılırlar” deniyor.

Duruşmaya verilen yaklaşık 1 saatlik aradan sonra kararlarını açıklayan Mahkeme Heyeti, sanıklar Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’in üzerlerine atılı suçun yasal yaptırımı olan sevk maddelerinin alt ve üst sınırlarının suç ve tutuklama tarihlerine nazaran kaçma şüphelerinin devam ettiğini belirtti. Kuvvetli suç şüphesini gösteren olgu kriterinin devam ettiğini, koruma tedbirlerinin uygulanmasını yeterli olmayacağını ifade ederek sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.

MAHKEME KARARLARI

Mahkeme, Ogün Samast’ın babası Ahmet Samast’ın tanık olarak dinlenilmesi talebini yargılamaya bir yenilik katmayacağı gerekçesiyle reddetti.

TÜBİTAK ‘H. DİNK’ İFADESİNİ AÇIKLAYACAK

Müdahil avukatlarından Fethiye Çetin’in bir bankaya ait güvenlik kamera görüntülerine ilişkin TÜBİTAK’ın hazırladığı rapordaki çelişkilerin giderilmesi talebini kabul eden mahkeme, söz konusu raporun ekinde yer alan ‘h.dink” ifadesinin açıklanması için hard disklerin yeniden TÜBİTAK’a gönderilmesine karar verdi.

KOVUŞTURMANIN GENİŞLETİLMESİ TALEBİ REDDEDİLDİ

Mahkeme, cinayetle Ergenekon terör örgütü arasında güçlü bağlantılar bulunduğu gerekçesiyle kovuşturmanın genişletilmesini isteyen Erhan Tuncel’in avukatı Erdoğan Soruklu’nun talebini de reddetti.

30 MAYIS’A ERTELENDİ

Savcının kovuşturmanın genişletilmesi talebi bulunmaması halinde esas hakkındaki görüşünü hazırlaması için dosyanın savcılığa gönderilmesine karar veren mahkeme duruşmayı 30 Mayıs’a erteledi.

BİA Haber Merkezi –  28.03. – Dink Davası Dört Yıldır Bulunamayan Tanıkları Bulmaya Kaldı

Gazeteci Hrant Dink cinayeti davasında mahkeme heyeti müdahil avukatların TÜBİTAK raporunun yeniden incelenmesi talebini kabul etti. 30 Mayıs’a bırakılan yargılamada, tanık Emsale Çakmak ve Cemal Yıldırım’ın zorla getirilmesi için karar alındı.

Gazeteci Hrant Dink davasında İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, müdahil avukatların, olay günü çekilen Akbank kamera kayıtlarında cinayete dair görüntü bulunmadığını belirten Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) raporunun yeniden incelenmesi talebini kabul etti.

Kararda, müdahil avukatlardan Fethiye Çetin’in raporda  çelişkili olduğunu iddia ettiği hususların TÜBİTAK tarafından çıkarılacak yeni bir rapor ile giderileceği ve bunun için harddisklerin TÜBİTAK’a gönderileceği belirtildi.

Duruşma savcısı Hikmet Usta, toplanan deliller, suçun niteliği, terör kapsamında olması, suçların dünyada ve ülkemizde infial uyandırması ve sanıkların üzerine atılı suçun Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 309. maddesi kapsamında değişebileceğini belirterek sanıklar Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’in tutukluluk hallerinin devamını istedi.

TCK’nın “anayasayı ihlal” başlığı altındaki 309. maddesinde zor ve şiddet kullanarak anayasanın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs edenlerin de arasında bulunduğu bazı suçların ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılacağı öngörülüyor.

Samast’ın babasının tanıklığı reddedildi

Mahkeme, cinayet sonrasındaki polis aramasında oğlu Ogün Samast için “Onu jandarmadan sorun, onlarla iyi görüşür” diyen Ahmet Samast’ın tanık olarak dinlenmesi talebini geri çevirdi. Yargılamaya 30 Mayıs’ta devam edilecek.

Başkanlığını Hakim Rüstem Eryılmaz’ın yaptığı mahkeme heyeti,  “cinayete azmettirmek” ile yargılanan sanıklar Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in tutukluluk hallerinin devamına karar verdi.

Duruşmada Tuncel’in avukatı delillerin tamamının toplanmadığı gerekçesiyle dosyanın savcılığa sevkine muhalefet ederek soruşturmanın genişletilmesini istediyse de mahkeme bu talebi reddetti.

Cinayetin görgü tanıkları Emsale Çakmak ve Cemal Yıldırım için zorla getirme kararı çıkarken tanık Sinan Reşitoğlu için Trabzon Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesi’ne yazılan talimat cevabının beklenilmesine karar verildi.

BİA Haber Merkezi – 28.03. – “Bizim Hrant İçin Direnecek Gücümüz Bol!”

Hrant’ın Arkadaşları Dink davasının 17. duruşması öncesi yine Beşiktaş İskelesi önünde adalet nöbetindeydiler ve cinayetin arkasındakiler ortaya çıkartılana kadar bu nöbetten vazgeçmeyeceklerini dile getirdiler.

Hrant Dink cinayeti davası öncesi Beşiktaş İskelesi’nde adalet nöbeti tutan Hrant’ın Arkadaşları, destek için “Hrant İçin, Ahmet için, Nedim için” Dolmabahçe’den yürüyerek kendilerine katılan ekibi “Hoş geldiniz” diyerek selamladı. Gruplar, Beşiktaş Meydanı’ndan davanın görüldüğü Adliyeye doğru birlikte hareket ettiler.

Hrant’ın Arkadaşları, yaptıkları açıklamada, dört yılda 17 davanın geçtiğini hatırlatarak, alanda “Hrant’ın ve binlerce, yüz binlerce insanın temsilcisi olarak” bulunduklarını ve cinayetin arkasındaki karanlık kişiler kamuoyu önünde teşhir edilene kadar da adalet nöbetinden vazgeçmeyeceklerini açıkladılar.

“Öldür diyenler yargılansın”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Katil devlet hesap verecek”, “Hepimiz Hrant’ız Hepimiz Ermeniyiz” ifadeleri ise atılan sloganlar arasındaydı.

Damgacı: Hrant’ın öldürülmesi ‘operasyon’ diye geçti

Hrant’ın arkadaşları adına konuşan sanatçı Ayça Damgacı, “Ergenekon” kapsamında görülen darbe planlarından Dink cinayetinin “operasyon” olarak geçtiğini kaydetti; “Azınlıklara yönelik düşmanlık yaratmak istediler. Ve Hrant’ı öldürttüler” dedi.

“Öldürtenlerin en azından bir kısmının resmi üniformalar taşıdığını, devlet görevlisi olduğunu düşünmeyen kimse var mıdır acaba? Devlet şimdilik Hrant’ı öldüren elemanlarına kıyamıyor, onları yargı önüne çıkartamıyor.

“Ama nasıl Malatya’dakileri daha fazla koruyup kollamaları mümkün olmadıysa, Hrant’ı öldürtenleri de sonsuza kadar sahiplenemeyecekler. Malatya’daki katliam ekibinin komutanlarına kimlerden emir aldıklarını sorsunlar, Hrant’ın infaz emrini verenlere de ulaşırlar.”

“Türkiye’de çok büyük suçlar işlendi. Hrant’ın öldürülmesi bunlardan biriydi. Bunların faillerini ilelebet koruyup kollamaya kimsenin gücü yetmeyecek. Bizim ise, arkadaşımızın ölüm emrini verenler karşımıza getirilene kadar direnecek gücümüz bol bol var.”

Marksist.org – 28.03. – Hrant Dink cinayeti davasında 17. duruşma: Katil devlet hesap verecek!

4 yıl 3 ay oldu, Ermeni gazeteci Hrant Dink için ‘öldür’ emrini verenlere hala yargı önüne çıkmadı. Hrant Dink cinayeti davasının 17. Duruşması Beşiktaş Adliyesi’nde görülüyor. Hrant’ın Arkadaşları’nın çağrısıyla Beşiktaş İskele Meydanı’nda toplanan yüzlerce insan yine adalet diye haykırdı.

Aralarında DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan, BDP İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, Işın Eliçin, Ayhan Aktar, Ahmet İnsel, Gencay Gürsoy, Zeynep Tanbay, Yıldız Önen gibi pek çok ismin bulunduğu yüzlerce insan Beşiktaş İskele Meydanı’nda adalet nöbeti tuttu ve ardından Beşiktaş Adliyesi’ne yürüdü.

Yürüyüş sırasında “Hrant’ın katili Ergenekon devleti”, “Faşizme inat kardeşimsin Hrant”, “Hepimiz Hrant’ız, hepimiz Ermeni’yiz”, “Öldür diyenler yargılansın” ve “Katil devlet hesap verecek” sloganları atıldı.

Malatya’da Zirve Yayınevi’nde 3 Hıristiyanı katledenler tutuklandı. Tıpkı Zirve Yayınevi katliamı gibi Hrant Dink cinayetinden “operasyon” olarak bahsedenler, Ermeni gazetecinin linç edilmesini örgütleyenler yargılanacak mı?

Hrant’ın Arkadaşları adına sanatçı Ayça Damgacı tarafından okunan basın açıklamasında şöyle dendi:

“Darbe planlarında Hrant’ın öldürülmesinden “operasyon” diye söz edildiği ortaya çıktı. Biz “işte!” dedik. “Hrant Dink cinayeti davası” adı altında bir müsamereyi sürdürenler oralı olmadı. Zirve yayınevi katliamıyla ilgili olarak Malatya İl Jandarma Alay Komutanı tutuklandı. Oralı olacaklar mı, merak ediyoruz. Trabzon’da da bir jandarma komutanı var. Albay Ali Öz. Görevi ihmalden yargılanıyor. Oysa şu içeride, sanık sıralarında oturması gerekiyordu. Başka pek çok polis ve jandarmayla birlikte. Ve onlara, kimlerden emir aldıklarının sorulması gerekiyordu.

Darbe ortamı oluşturmak için misyonerlik umacısı imal etmeye çalıştılar. Azınlıklara yönelik düşmanlık yaratmak istediler. Rahip Santoro’yu öldürttüler, Zirve Yayınevi’nde üç insanı vahşice katlettirdiler. Ve Hrant’ı öldürttüler.

Öldürtenlerin en azından bir kısmının resmi üniformalar taşıdığını, devlet görevlisi olduğunu düşünmeyen kimse var mıdır acaba? devlet şimdilik Hrant’ı öldürten elemanlarına kıyamıyor, onları yargı önüne çıkartamıyor. Ama nasıl Malatya’dakileri daha fazla koruyur kollamaları mümkün olmadıysa, Hrant’ı öldürtenleri de sonsuza kadar sahiplenemeyecekler. Malatya’daki katliam ekibinin komutanlarına kimlerden emir aldıklarının sorsunlar, Hrant’ın infaz emrini verenlere de ulaşırlar.”

Dışarda adalet sloganları atılırken mahkeme salonunda ise yine adaletsizlik vardı. Hrant Dink’in arkasından vurulduğu yeri gören Akbank Pangaltı şubesinin kamera kayıtları hakkındaki TÜBİTAK raporuna karşı Dink ailesi avukatı Fethiye Çetin itirazda bulundu. TÜBİTAK kayıtlardan hiçbirşeyin silinmediğini ileri sürüyordu, oysa kayıtlarda H.Dink isimli olayı izleyen saatlerde “yeni görüntülere yer vermek” gerekçesiyle silinmişti!

Mahkeme salonunda Jandarma istihbaratçılarının ve polislerin olması gerginlik yarattı. İstihbaratçıların sanıklara kafa sallayarak verdikleri onay ve destek gözden kaçmadı.

Sanık avukatları dışarıda atılan Hepimiz Ermeniyiz sloganının kanlarına dokunduğunu söyledi.

Davanın 3 tutuklu sanığından biri olan Erhan Tuncel ise Yasin Hayal’i suçladı. Hem polis hem jandarmaya muhbirlik yapan Tuncel şu ilginç sözleri sarf etti:

“Bu davada 3 sanık kaldı. Bunu kim istedi ona bakmak lazım. Burada Yasin Hayal, Dink’i katledenleri temsil ediyor. Beni ortaya koydular, kendileri çekildi. Ben eylemin gerçekleştirileceğini, Yasin’in kararlı olduğunu bildirdim. 2 defa suikast girişimi atlattım. Çeşitli tehditler aldım. Burada 3 kişi kaldık. Kemal Türkler davasına dönmez inşallah”

Tuncel’in avukatının davanın genişletilmesi, Ergenekon’la Hrant Dink cinayeti arasındaki bağın soruşturmaya girmesi talebi ise reddedildi.

Savcı, Hrant Dink cinayetinin tutuklu sanıklarının Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 309. maddesi kapsamında cezalandırılacebileceğini söyledi. TCK’nın 309. maddesi TC anayasasını ortadan kaldırma suçuna karşılık ağırlaştırılmış müebbet hapsi öngörüyor.

Dava bir sonraki duruşmaya ertelendi. Hrant Dink cinayeti davasının 18. duruşması 30 Mayıs’ta görülecek. Mahkeme bu duruşmada da Hrant Dink için ‘öldür’ emri verenlerin yargılamaya karar verdi.

Cinayetten 4 yıl 3 ay sonra gerçekleşen 17. duruşmayı izleyen Rakel Dink, Hosrof Dink ve Delal Dink adalet isteği hala yerine getirilmedi.

3 Nisan  – “Mayınsız Bir Türkiye” Haberleri – İstanbul

İHA – 03.04. –  Mayınsız bir dünya “eylemi

Mayınsız Bir Türkiye Girişimi, 4 Nisan Uluslararası Mayın Bilinci Geliştirme Günü nedeniyle Taksim Gezi Parkı’nda basın açıklaması yaptı.

Taksim Gezi Parkı’nda toplanan çeşitli sivil toplum kuruluşu temsilcileri, “mayınsız bir dünya için” sloganıyla basın açıklaması yaptı. Doğu ve Güneydoğu’da çocukların oyun sırasında mayına basarak hayatını kaybettiğine dikkat çeken eylemciler, betona “sek sek” oyunu çizdiler.

Yapılan basın açıklamasında Türkiye’nin 2004 yılında mayın yasaklanma anlaşmasına taraf devlet olduğuna dikkat çekilerek, “Türkiye bu anlaşma ile her hafta soğu masum ve korunmasız sivillerden ve özellikle çocuklardan oluşan yüzlerce kişiyi öldüren, ekonomik kalkınmayı ve yeniden yapılanmayı engelleyen antipersonel mayınların neden olduğu acılara ve kayıplara son vermeye kararlı olarak anlaşmanın tüm yükümlülüklerini yerine getirme taahütünde bulunmuştu. Biz de sivil toplum örgütleri olarak Türkiye’yi bu anlaşmaya uymaya çağırıyoruz” dedi.

Etkin Haber Ajansı – 03.04. – ‘Çocuklar oynarken 2 kez düşünüyor’

4 Nisan Uluslararası Mayın Bilinci Geliştirme Günü nedeniyle Taksim’de açıklama yapan insan hakları savunucuları, AKP hükümetine Mayın Yasaklama Anlaşması’nın tüm yükümlülüklerini yerine getirme çağrısı yaptı. Mayınsız Bir Türkiye Girişimi, Türk Tabipleri Birliği, Türkiye Sakatlar Derneği, Sosyal Demokrasi Vakfı, Adli Tıp Uzmanları Derneği, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun da aralarında olduğu kurumlar, 4 Nisan Uluslararası Mayın Bilincini Geliştirme Günü nedeniyle Taksim Gezi Parkı’nda basın açıklaması yaptı.

Gezi Parkı’nın ortasındaki alana, mayınların özellikle çocukları vurduğuna dikkat çekmek için çizgi taş oyunu resimlendi. Patlamış bir mayının bıraktığı izler temsil edildi, ayrıca “Güneydoğu’daki çocuklar kara mayınları yüzünden oyun oynamadan 2 kez düşünmek zorunda” diye yazıldı.

“Mayınsız dünya istiyoruz” yazılı dövizler taşıyan grup adına açıklamayı Mayınsız Bir Türkiye Girişimi Koordinatörü Muteber Öğreten yaptı.

Öğreten, Türkiye dahil 156 devletin taraf olduğu Mayın Yasaklama Anlaşması ile stoklardaki milyonlarca mayının imha edildiğini, binlerce dönüm arazinin mayından temizlendiğini ve mayın kurbanı sayısının azaldığını söyledi. Ancak sorunun tamamen çözülmediğini belirten Öğreten, ABD, Rusya ve Çin gibi 39 devletin anlaşmaya taraf olmadığını kaydetti.

Öğreten, Türkiye’nin ise yükümlülüklerini tam olarak yerine getirmediğine işaret etti. Muteber Öğreten, Çukurca’da 6 askerin ölümüne neden olan TSK’ya ait mayın patlamasını hatırattı ve “Stoklardaki mayın imhası, Anlaşmada belirtilen tarihin üzerinden 3 yıl geçmesine rağmen gerçekleştirilmedi” dedi.

Toprağa döşeli mayınların imhası konusunda da somut adım atılmadığını kaydeden Öğreten, mayın kurbanları konusunda hiçbir araştırma olmadığını söyledi. Muteber Öğreten, mayın kurbanlarına hizmet veren sadece bir tane Rehabilitasyon Merkezi olduğunu, bunun da siviller için sadece yüzde 30 kotası bulunduğunu bildirdi.

AKP hükümetine seslenen Öğreten, Mayın Yasaklama Anlaşması’nın tüm yükümlülüklerinin yerine getirilmesini istedi.

8-9 Nisan  – Barışı Kurmak Konferans Haberleri – İstanbul

Kurdish İnfo – 08.04. – Barışı Kurmak konferansından..

Barış Girişimi organizesiyle Bilgi Üniversitesi’nde devam eden ‘Barışı Kurmak’ konferansının “Çatışmadan Barışa” başlıklı oturumda dünyanın değişik yerlerindeki benzer sorunların çözüm modellerine atıfta bulunularak, Kürt sorununda çatışmadan barışa diyalogla geçilebileceği vurgusu yapıldı. Güney Afrika’daki barış görüşmelerinde yer alan Roelf Mayer, çatışmaların önünü almak için dört ilke sıraladı. Konferansın öğleden sonraki bölümünde “Çok dilli ve çok kültürlü bir yaşamın inşası” masaya yatırıldı.

İlk konuşmayı yapan Prof Dr. Tove Skutnabb-Kangas ise son derece çarpıcı bir sunum gerçekleştirdi. Kangas, Türkiye’nin uluslararası düzeyde soykırım olarak tanımlanan 5 uygulamanın tamamını Kürtlere uyguladığını ve insanlık suçu işlediğini söyledi.

Çatışmaların önünü kesmek için dört ilke!

Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusu’nda devam eden konferansın ilk oturumuna, Güney Afrika’daki barış görüşmelerinde yer alan Roelf Mayer de katıldı. Mayer, emniyetteki görevi nedeniyle o dönem yaşanan çatışmaların olduğu tüm yerlere gittiğini ve siyahların yaşadığı kentler başta olmak üzere ülkenin tüm yerlerini gezdiğini ve çatışmalı süreçten çıkılması için çok çeşitli yollar üzerinde düşündüklerini söyledi.

MAYER: ZULMÜN SONUNUN GELDİĞİNİ ANLAMIŞTIK

Afrika’da beyaz azınlığın siyahlar üzerinde yüz yılları bulan bir tahakküm kurduğunu aktaran Mayer, “Bize Hassen Ebrahim ile birlikte nasıl oldu da değişimin gerekliliğini fark ettiniz diye soruluyor sürekli? Bu ülkede olandan çok daha fazla bir karsılaştırma vardı. Ben karşımdakini terörist olarak görüyordum. Sürekli savaşla olmak dedik. Güney Afrika’nın çoğunluğu bunun içine beyaz azınlıkta giriyordu ancak ülkede zulmün sonunun geldiğini anlamıştık. Her iki tarafta bunu anladı. Şiddet ülkeyi mahvedecekti, çünkü öyle bir iç savaş yaşanacaktı ki bunu kontrol altına alamayacaktır. Türkiye konusunda görebildiğim şeyleri ise konuşmak istemiyorum çünkü yanlış yorumlayabilirim. Bu nedenle kendi ülkemle ilgili deneyimleri aktarabilirim” diyerek konuşmasına devam etti.

ÇATIŞMALARIN ÖNÜNÜ KESEBİLECEK DÖRT İLKE

Güney Afrika kıtasında 4 ilkenin çatışmaların önünü kestiğini ve bunun Türkiye için de geçerli olabileceğinin altını çizen Mayer, bu maddeleri şu şekilde sıraladı:

1-Herkesi dahil etme süreci: Herkes işin içine dahil edildi. Barış müzakere masasına birçok parti dahil edildi. Birbirimize hoşgörü gösteriyorduk. 11 tane resmi dilimiz var. Anayasada 11 tane dil olması bir dünya rekoru. Aynı ulusun erkek ve kız kardeşleri olarak birbirimize gösterdiğimiz hoşgörü çarpıcı. Bu hoşgörünün sembolü de Nelson Mandela’dır Mandela, 27 yıl sonra hapisten çıktı ve yaptığı ilk şey kendisini hapse atan insanın dul eşini ziyaret etmek oldu.

2-Güven oluşturma: Burada birbirinize inanmanız gerekiyor. Bir saygı kimyası oluşturmak lazım. Hassen Ebrahim ve ben birbirimize bu güveni oluşturduk. Bu güven bize toplam 6 yıl süren müzakerelerde çok faydalı oldu. Bu güven hepimizi eşit insanlar olarak gören bir anayasaya götürdü.

3-Sahiplenme: kendi çözümümüz için süreci sahiplendik. Ne BM ne de ABD’yi çözüm için beklemedik. Biz G. Afrikalılar olarak çözümü istedik. Kendi yolumuzu kendimiz bulmalıyız dedik. Dışarıdan birilerinin gelip, şöyle veya böyle yapın demesine izin vermedik. Koğuşlar olsa da kendi kaderimizi kendimiz sahipleniyorduk.

4- Benim için bu güne kadar anayasamızın köşe taşını oluşturuyordu birey haklarına saygı konusu. Aparteid’in köşe taşı beyaz azınlık, kendilerini siyasi çoğunluğa karşı görüyordu. Zulüm ve baskı buradan çıkıyordu. Hepimizin eşit olduğunu ve bunun temelinin de birey hakları olduğunu öğrendiğimiz zaman çözümü bulduk ve bunu anayasamıza yazdık.

Bugün bana sorarsanız Türkiye’de bir sonraki önemli adım nedir diye sorarsanız ‘Alaton’un işaret ettiği gibi ’diyalog’ derim.

EBRAHİM: BARIŞ TEK BAŞINA YETERLİ DEĞİL

Afrika Ulusal kongresinde aktif olarak yer alarak diyalog süreçlerinde bulunan bir diğer isim olan Hassen Ebrahim de konferansa katılanlar arasında yer aldı. Ebrahim de diyaloga işaret etti. Ebrahim, “Bu davet için çok onur duydum. Bu harika ülkenin insanlarına karşı büyük saygı duyuyorum. G. Afrika yeni bir ülke belki de bizim sizden öğreneceklerimiz var. Size reçete sunmam söz konusu değil. Deneyimlerimizden çıkarmak istediğiniz dersler olabilir sadece. Barışın tanımına baktığımızda sadece çatışmanın sonuna getirmek değil, aynı zamanda sürdürülebilir hale getirmek olmalıdır çünkü barış tek başına yeterli değildi” şeklinde başladı konuşmasına.

LİDERLERİN VİZYON SAHİBİ OLMASI LAZIM

Çözümün insanları zulümden kurtaracak ve bir takım ekonomik ve refah olanakları getirecek biçimde tasarlanması gerektiğinin altını çizen Ebrahim, şöyle devam etti: “Bizim ülkemizdeki barış deneyimi aslında anayasal bir temele oturtulması demek oldu. İki dönem anayasası vardı. Birinci dönem anayasasını bir ara dönem anayasasıydı. Ara dönem anayasası bizim yaşadığımız şiddeti sona erdirdi. Geçmiş ile gelecek arasında böylesine sert bir şekilde yıpranmış ve anlatılamayacak korkunç acılar yaşamış bu insanlar arasında tarihsel bir köprü oluşturmak amacıyla G. Afrikalı insanların renk, sınıf ve cins ayrımı yapılmadan ayrılmadan bir arada yaşamasını gerektirir. Mayer, birçok ilkeden bahsetti çözüm yolunda. Bunlara eklenebilinecek bazı prensiplerde var. Uluslararası iklim ve destek vardı çözüm yolunda. İki taraftaki en etkin liderlerin bir vizyon ortaya koyması söz konusuydu. Mihenk taşı ise barışın önündeki engelleri kaldırmaktı.”

GüneyAfrika’daki anayasanın doğası gereği bir hükümetin iradesini ortaya koyan cümlelerden ibaret olmadığını, bir ülkenin tarihinin, korkularının ve umutlarının ve de vizyonunun yansıması olduğunu sözlerine ekleyen Ebrahim, şöyle devam etti: “Anayasa çoğunluğa hitap etmek zorundaydı ama çok titizlikle azınlıkların kaygılarını da dile getirip, garanti altına almalıydı. G. Afrika’da biz demokrasiyi birçok din ve dilin bir araya geldiği bir kilim gibi kurduk. 1980’lerin sonunda çatışmaya dahil olan iki taraf askerleri bir başarı sağlamayacağını anlamıştı. Hepimizin uzlaştığı nokta bir diyalog ve müzakere ile sonuçlanabileceğini gördük. Böylece müzakereler başladı. Sonunda da Mandela tarafından hükümete bir mektup yazıldı. Mandela mektubunda çoğunluğun iktidarı be varış çabaları aynı madalyonun iki yüzüydü. Afrika’da bu prensip yerine getirilmedikçe barışa ulaşılamayacak. Barış ve müzakere yolu kolay değil. Bu yol üzerinde birçok şiddet içeren ortaya çıktı. Fakat bu vizyon sahibi liderler sayesinde bunlar aşılabiliyordu.”

Liderlerinden birinin suikasta uğramasının sürece büyük darbe vurduğunu ancak karşılıklı olarak bir prensipler yığını ortaya koyduklarını aktaran Ebrahim, “Ülkenin geleceğinin nasıl anlaşılacağı konusunda bir prensipler yığını ortaya koydu. Bunlar gelecekte yapılacak anayasanın öncülü oldu. Barış yolunda bizim için en önemli şeylerden biri uluslar arası iklimdi. Aparteid konusunda uluslararası camianın büyük bir karsı desteği vardı.

Mandela gibi insanlar süreç boyunca çok önemli rol oynadılar. Vizyon sahibi ilerlerin en büyük avantajı gelecekte ortaya çıkacak durumun meşru olması ve tüm parti ve kesimler tarafından meşru olduğunu göstermekti. İnsan hakları bildirgemiz bu açıdan dünyadaki en iyiler arasında. Bizim süreç boyunca öğrendiğimiz aslında süreç boyunca ulaşabildiklerinizden çok daha önemliydi. Yani meşruiyetiniz olması çok daha kritik önemde. Sivil toplum bizde çok önemli rol oynadı ve oynamaya da devam ediyor. G. Afrika’da ulaşılan başarılar kendimiz rahat hissetmemiz için yeteli değil. Demokrasimiz henüz çok genç. Barısın sürdürülebilir bir süreç olması, toplumumuzdaki tüm eşitsizlikleri bütünüyle ortadan kaldırmadıkça barış ortaya çıkmaz” diyerek konuşmasını tamamladı.

‘Kürtlere soykırımın 5 temel hali uygulanıyor’

Adalet Ağaoğlu, Murat Belge, Abdurrahman Dilipak, Gençay Gürsoy, Tarık Ziya Ekinci’nin yanı sıra onlarca akademisyen ve bilim insanının katıldığı Barışı Kurmak konferansının öğleden sonraki bölümü Roskilde Üniversitesi’nden Prof. Dr. Tove Skutnabb-Kangas, Stokholme Üniversitesi’nden Prof. Dr Carol Benson ve Yeni Delhi Jawaharla Üniversitesi’nden Ajit Mohanty’nin katılımıyla devam etti.

Dikkat çeken sunumların yapıldığı oturumda özellikle Kangas’ın sunumu, Türkiye’yi Kürdistan’daki uygulamaları nedeniyle uluslararası arenada bir soykırım ülkesi şeklinde kanıtlayacak niteliğe sahipti. Kangas, “Türkiye burada sistematik olarak Kürtleri soykırım tanımlarının içine geren 5 uygulama ile soykırıma tabi tutmaktadır. Bu durum ağır zihinsel hasar vermektedir. Hakim dil eğitim dili olduğunda bedensel, sosyal, psikolojik ve ekonomik olarak marjinalizasyona neden oluyor. Bütün bunlar bu gün Kürdistan’da söz konusudur. Özellikle yatılı okullarda alkolizm intihar, ensest ve şiddet bunun bir ürünüdür. Nedeni oradaki eğitim sistemidir” dedi.

BRİTANYA TARİHİ İNSANLIĞA KARŞI SUÇLARIN TARİHİDİR

Sevr ve Lozan’ı kıyaslayarak bazı tespitlerde bulunduğunu ve Sevr’de yapılan bazı değişikliklerle Kürdistan’ın yok edildiğini ifade eden Kangas, “64. maddenin bağımsızlığı dışlansa bile Kürt sorununun büyük kısmı çözülebilirdi istenseydi. Bu günkü durumdan Fransa ve İngiltere’nin çıkarları da söz konusudur. Kürdistan’ın Ortadoğu’nun en yoksul ülkesi ortada. Britanya bunun değişimini istemiyor. Dolayısıyla da bir adım atmamıştır. Britanya tarihi insanlığa karşı suçların tarihidir. Kürdistan’ı ve dilsel azınlığın korunmasını Lozan’dan çıkarmaktan sorumlu olan ülkeler hala Kürtlerin ezilmesine katkıda bulunuyorlar. Kürtlerden bahsettiğim zaman aslında bütün dilsel azınlıklardan bahsediyorum” şeklinde konuştu.

Kangas’ın konuşmasından bazı satır başları şu şekilde:

* Silah satışları kim tarafından nasıl yapılıyor belli değil. Türkiye’ye silahları kim satıyor, ne kadar para harcanıyor kimse bilmiyor. O kadar para Kürt bölgesinin kalkınmasına harcanabilirdi. Bir diğer iddiam ise, ABD ve Türkiye’nin ekonomik ve askeri sistemleri, bu gün Kürdistan’daki az gelişmişliği, ekonomik, eğitimsel ve insan haklarının az gelişmişliğinin yeniden üretilmesine yol açıyor. 4. iddiam ise anadil temelli çok dilli eğitimin savunulmasıdır.

ÇOK DİLLİLİK DEVLETİ BÖLMEZ

* Anadilli temelli çok dilli eğitim ve öteki azınlık anadillerine destek vermek lazım. Bunların devletin bölüneceğine yol açacağını söylemek yanlıştır. Yoksulluğun devam ettiğini söylemek yanlıştır. Ortaya atılan bütün bu iddialar cehaleti gösterir. Sadece eğitim konusunda değil, aynı zamanda çatışma teorileri, siyasi bilim teorileri, devlet inşası ve milliyetçilik konusunda da bilgi eksikliğini ortaya koyar.

* Yoksulluk esas olarak kapasitelerin kısıtlanmasıyla ilgilidir. Burada eğitimin rolü büyük. Çocukların insani kapasitelerinin artmasına yol açan eğitsel ve bilimsel gelişimlerine katkı sunulmalıdır. Çıkartmaya dayanan bir eğitimdir Kürt çocuklarına dayatılan. Yani azınlığın anadili tamamen görmezden geliniyor. Bu çocukları dilsel zenginlikten uzaklaştırıyor. Eksiltici bir uygulamadır bu. Ayrıca kimlikten yoksun bırakma da söz konusu. Uluslar arası haklar konusunda birkaç hafta önce bir rapor yayınlandı BM İnsan Hakları Yüksek Komisyonu tarafından. Burada deniyor ki, azınlıklara mensup insanların haklarının korunması ve teşvik edilmesi çatışmaların engellenmesi bakımından etkilidir. Bu kanıtlanmıştır. Çoğu zaman uzun vadeli ve yerleşik bir eşitsizlik ayrımcılık ve dışlama çatışmanın kökeni olur. Devletin azınlıkları dışlayıcı davrandığı şekillerde bu böyledir.

* Eğer bir devlet sistematik olarak yoksulluğu sürdürüyorsa, kültürel etnik ve dilsel güçsüzleştirme yaratıyorsa, çatışmaların esas nedeni budur. Ondan sonra devlet bunlara etnik ve dilsel çatışma etiketi yapıştırabilir. Eğer bu çatışmalar uzun sürerse ve samimi müzakereler yapılmazsa o zaman asimilasyona yol açabilir.

TÜRKİYE KÜRT ÇOCUKLARINA EKSİLTMELİ EĞİTİMİ DAYATIYOR

* Türkiye’deki bütün Kürt çocukları eksiltmeli bir şekilde eğitim görüyor. Kendi dilleri batar ya da yüzer. Daldırılmış durumdadır bu programlar. Türkiye’de Türkçenin eğitim dili olmasıyla ilgilidir bu durum. Bu durum Kürt çocuklarını tamamen okur yazar hale getiremez. Özellikle bu çocuklar eğitimden erken koparlarsa o zaman çoğu çocuk iyice sorunlu hale gelir. UNESCO çalışmalarına göre, örgün eğitimde harcanan yıl sayısı okur yazar hale gelmek için etkili olmaktadır. Burada 4 ayrı okur yazarlık derecesi var. Teknik beceri, metinlerin deşifresi, sürekli teknik okur yazarlık, temel okur yazarlığı kullanarak ileri eğitim görmek ive iş gücü piyasasına tam katılım için okur yazarlığı kullanabilmeli.

* Eğer azınlık için örgün eğitim yabancı dilde oluyorsa, daha çok yıl gerekiyor. 16-17 yıla kadar çıkabiliyor bu süre. Ama anadilde eğitim olsa süre giderek kısalıyor. Tam okur yazarlık için anadilde 12 yıl, yabancı dil için 17 yıl gerekebiliyor. Yerli ve azınlık çocukları çoğunluk diliyle eğitim görürlerse okulda kalmıyorlar. Kalırlarsa kendi özel çabaları sonucundadır. Her aşamada kendi dillerini biraz yitiriyorlar.

* Eğitim hakkı BM ve birçok uluslar arası dokümanda vardır ve çocuk hakları sözleşmesinde de vardır. Eksiltmeci hakim dil aracılığıyla verilen eğitim, eğitime erişimi engellemekte ve eğitim hakkını ihlal etmektedir. Çocukların kapasitelerini kısaltmakta ve yoksulluğu geliştirmektedir.

*Tarihsel olarak yerli ve azınlık çocukların anne babaları, anadilini unutma pahasına hakim dili tercih etmemişlerdir. Bunların dili eğitimsel, sosyolojik ve psikolojik olarak dilsel soykırım diye adlandırılan süreç sonunda ortadan kalkar. Bu örneğe Türkiye özellikle dahildir.

* Burada soykırım sözleşmesinin ikinci maddesini aktarmak lazım. Türkiye burada sistematik olarak Kürtleri 5 tanımın her birinin içine giren, soykırım tanımlarının içine giren uygulamalardan sorumludur. Bu durum ağır zihinsel hasar vermektedir. Hakim dil ieğitim dili olduğunda bedensel, sosyal, psikolojik ve ekonomik olarak marjinalizasyona neden oluyor. Bütün bunlar bu gün Kürdistan’da söz konusudur. Özellikle yatılı okullarda alkolizm intihar, ensest ve şiddet bunun bir ürünüdür. Nedeni oradaki eğitim sistemidir.

TÜRKİYE EN AZ 3 DİLLİ EĞİTİME GEMELİDİR

* Türkçenin Kürtler ve diğer azınlıklar için eksiltmeci bir durum olarak kullanıması, okur yazarlığın olmamasına yol açar, kimlikten yoksun bırakır. Dolayısıyla soykırımın bir parçasıdır ve insanlığa karşı bir suçtur. Bunu söylerken de sağlam araştırmalara yaslanıyoruzu. Türkiye’nin bu kadar batırmacı, daldırmacı sistem dışında ne yapması lazım? Yerli halk ne kadar kendi dilinde eğitim görürse o kadar iyidir. İki dilli öğretmenlerin eğitim yapması lazım. Türkiye’de en az 3 dilde yetkinlik verilmelidir. Ermenice, Arapça, Türkçe Kürtçe gibi diller olabilir.

* Eğer Türk devleti Kürt çocuklarının Türkçeyi iyi öğrenmesini istiyorsa, Kürtçeyi anadillerini iyi kullanmalarının olanaklarını yaratmalıdır. Herkese uyan bir model yoktur. Ancak bahsettiğimiz örnekler üzerinden yüksek dillilik, başarı ve toplumsal barışın temini söz konusu olmaktadır. Ya batar ya çıkar programlarının hiçbiri bu amaçlara ulaşamaz. Zayıf modeller biraz daha insanidir. Ama bunlar da amaçlarına ulaşamazlar. Sadece güçlü modeller eğitim hedeflerine ulaşmakta başarılı olurlar. Bütün güçlü modeller esas olarak azınlık dilini kullanır öğretim dili olarak. Dünyanın her yerinden deneyimlere baktığımız zaman, şu soruya baktık meslektaşlarımla, bütün bu eğitim araçları için ilkeler nedir? En önemlisi destek. Yani hiç olmazsa ilk 8 yıl boyunca çocuğun iki dilli olmasını beklediğimiz dillerden en ileri düzeye gitmesi olasılığı olanı başlangıçta kullanmak lazım. Bir kürt çocuğu için tek dilli ve Türkçe eğitim tamamen yetkinlik dışı bir durumdur. Deneyimin temelinde birlikte çalışarak modern ilkeleri oluşturabiliriz.

‘TEK DİLDE EĞİTİM ARTIK OLMAMALI’

Dil alanındaki çalışmalarıyla bilinen ve birçok üniversitede dersler veren HindistanlıProf. Dr. Ajit Mohanty ise dil ve asimilasyon konulu bir sunumda bulundu. Mohanty, “İnsanın kendi dili ve kültürüne duyduğu gurur, aslında barış ve huzur içinde yaşamanın bir koşuludur. Hindistan’daki yöresel diller üzerinden anadilde eğitimin aslında insanların özellikle azınlıkların çocuklarının kendilerini geliştirmeleri konusunda potansiyellerini arttırmalarını sağlar” dedi.

Mohanty; “Yaşamda kalmamız çok kültürlülük ve çok dillilik üzerinedir. Şu anda 6 bin 700 dil yok olmanın eşiğine gelmiştir. Hindistan dünyanın en çok dilli ulusudur. Ancak aynı zamanda yok olmaya yüz tutmuş diller açısından da en fazla sayıya sahiptir. Yaklaşık 10 bin anadilden bahsedebiliriz Hindistan’da. 300 resmi dil kabul edilmiştir. İngilizce ise eklenmiş bir resmi dildir. Bütün bu dillerin Hindistan’da resmi dil statüsüne kavuşması 30 yıllık gibi bir süreyi aldı” ifadelerini kullandı.

Çocuklar kendi ana dillerinde eğitildiklerinde bilenden bilinmeyene çok daha rahat gittiklerini ve eğitimin artık tek dilli olmaması gerektiğini aktaran Mohanty, “Tek dilde eğitim artık olası olmamalı. Çok dilli eğitime kesinlikle ihtiyacımız vardır. Anadilin kaliteli eğitim dili yapıldığı bir uygulamaya kesinlikle ihtiyaç vardır. Daldırma çıkarma modelinde öğrenci anadille okula girer, ikinci dil,dominant dili üstüne empoze eder ve ikisini de doğru dürüst öğrenemez. Buna karşı, çok dilli ve eklemeli model içinde öğrenci kendi anadilinde belli bir yetkinlikle okula gelir. Okul bunu geliştirir ve bu şekilde akademik ve bilinçsel potansiyeli artar. Böylece pozitif bir transfer oluşur. Çerçeve olarak kültürel psikolojiye baktığınızda çocukların eğitime katılımı ve kültürel gururlarını onurlarını arttırıcı bir çok etkisi olduğunu görüyoruz. Çocuklar örneğin matematiksel becerilerini nasıl kullanıyorlar, rakamlarla ilgili bilgileri nasıl kullanıyor. Topluluktaki faaliyetlerin nasıl örgütlendiğini sınıftan başlayarak öğrenebilir. Çok dilli eğitim programları, tek dilli eğitim programlarından kesinlikle daha etkili ve daha başarılıdır. Okula devamın artmasına bile katkısı söz konusudur” diyerek konuşmasını tamamladı.

ANADİLDE EĞİTİM BARIŞ İÇİN ÖNEMLİDİR

Son konuşmacı olarak söz alan Prof. Dr. Carol Benson ise uluslar arası çok dilli eğitim politikaları konusunda bir sunum gerçekleştirdi. Eğitimin nasıl örgütlenebileceği ve çok dilli eğitim konusunda önemli belirlemelerde bulunan Benson, “Kaliteli eğitimi sağlamak barışın bir ön koşuludur. Aynı zamanda barış için de önemli bir durumdur.” dedi.

TÜRKİYE ÇOK DİLLİ EĞİTİM ZOR DİYORSA MOZAMBİK’E BAKSIN

Çok dilli birçok ülkede çalıştığını ve Türkiye’yle benzer durumda olan çok sayıda ülkeden deneyimler edindiğini ifade eden Benson, şöyle devam etti, “Öğretim dili, öğretmenle öğrenci arasında iyi anlaşılmadığı zaman ağır sorunlar yaratmaktadır. Eğer üniversitede en yetkin olduğunuz dilde eğitim göremiyorsanız, önemli engellerle karşılaşmak durumdasınız. Türkiye çok dilli eğitimi yapamayız diyorsa, o zaman Mozambikli arkadaşlarımızla konuşun. Vietnam’da bir pilot uygulama var. 3 dilde eğitim başladı. Bunlar çok güzel alternatifler değil ama toplumda, insanlara başka seçenekler sunuyor sonuçta.

BİA Haber Merkezi – 08.04. – Alaton: Barış İçin Öcalan’a Ev Hapsi Getirilebilir

İş insanı İshak Alaton, Barış Kurmak Konferansı’nda , “Öcalan ev hapsi konumuna da geçirilebilir” dedi. DEP milletvekili Leyla Zana ise, “özgür bir toplum ve ulus olarak tüm doğal haklarımızı yaşamak istiyoruz” dedi.

Türkiye ‘Barış Girişimi’nin düzenlediği ”Barışı Kurmak Konferansı”na katılan iş insanı İshak Alaton, Türkiye’nin tam anlamıyla barış sürecine girebilmesi için 12 yıldır İmralı Cezaevi’nde hükümlü olarak tutulan PKK lideri Abdullah Öcalan’ın cezasının ev hapsine dönüştürülmesi gerektiğini söyledi.

Bilgi Üniversitesi’nde gerçekleştirilen ve yarın da sürecek olan konferansta Alaton, Türkiye’de 20 yıldan fazla bir süredir Kürt Sorunu’nun konuşulduğunu, ancak bir çözüme ulaşılamadığını belirterek, “Öcalan ev hapsi konumuna da geçirilebilir” dedi.

Alaton, bir ülkenin yurttaşları arasında uzun yıllardır yaşanan kavgaya son verme zamanının geldiğini söyledi; bunun da geleceğin birlikte konuşulmasıyla başarılabileceğini açıkladı. Kürt tarafındaki grupların hukuki tehdit yaşamadan ne istediklerini açıkça tartışmaları gerektiğini ifade eden Alaton, Kürtler deyince de sadece PKK’nin veya Barış ve Demokrasi Partisi’nin anlaşılmaması gerektiğini belirtti:

“Dikkatle ve özenle bölgede kaç farklı Kürdistan olduğunu anlamak zorundayız. Benim anladığım kadarıyla Kürtler çözüm meselesinde PKK’nın muhatap alınmasında ısrar ediyor, bu nedenle de çözüm kapısı kilitli kalıyor.”

Eski Demokrasi Partisi (DEP) milletvekili Leyla Zana ise, Kürtçe yaptığı konuşmada, Türkiye’nin çok güzel ve ekonominin yanı sıra çok kültürlülük, çok dillilik ve uluslar açısından da zengin bir ülke olduğunu söyledi.

Zana, sınırların insanların beyninde olduğunu söyleyerek, özgür bir toplum ve ulus olarak tüm doğal haklarını yerine getirmek ve yaşamak istediklerini açıkladı.

“Kürtler artık kendi adlarına düşünmek, geleceklerini kendileri aydınlatmak istiyor. Türkler, Farslar, Araplar, Ermeniler, Yahudiler, Ortadoğu halklarıyla birlikte eşit yaşamak, birlikte bir sinerji yaratmak istiyorlar. Dünya sözleşmelerini de üst kimlik olarak ortaya koyup bunun altında yaşamak istiyorlar. Bunun için tabuları yıkmamız lazım.”

Yarın (Cumartesi) ise Rakel Dink’in açılış konuşmasıyla başlayacak olan oturumlar “Bölgeselleşme ve âdemi merkeziyetçilik”  başlığı ile devam edecek.

İlk oturuma Dr. Cengiz Aktar moderatörlük ederken Jean Dussourd, Prof. Dr. Teresa Freixes, Eric Suzanne, Prof. Dr. İlhan Tekeli, Fikret Toksöz ve Aysel Tuğluk konu ile ilgili söz alacak. İkinci oturum “Barışa nasıl ulaşılacak” başlığında ise moderatör Prof. Dr. Gencay Gürsoy başkanlığında ve BDP Eşbaşkanı Gültan Kışanak, Prof. Dr. Mithat Sancar, Sezgin Tanrıkulu ve Prof. Dr. Turgut Tahranlı katılımında gerçekleşecek bir oturum düzenlenecek.

BİA Haber Merkezi – 09.04. – Rakel Dink: Ali Topu Agop’a Atamadı

“Barışı Kurmak” konferansında “Bölgeselleşme ve Ademi Merkeziyetçilik” konusunda yeterli araştırma olmadığı, dünya örneklerinin tartışmaya zemin hazırlayabileceği konuşuldu.

Barış Girişimi’nin düzenlediği “Barışı Kurmak” (Pêkanîna Aştıyê) konferansının ikinci gününde ” Bölgeselleşme ve Ademi Merkeziyetçilik” konuşuldu.

Bilgi Üniversitesi Dolapdere yerleşkesindeki konferansın açılış konuşmasını yapan Rakel Dink, “Ermenice basılan ilköğretim kitaplarında bile hala ‘Ali topu Agop’a atamadı’” dedi.

“İlişkiler her zaman onarmaya değerdir. Hrant öldüğünde herkes bana ’senden öfke, küfür nefret bekliyorduk’ dedi. Böyle yapsaydım, benim onlardan ne farkım olacaktı, farkı nasıl yaratacağız, nasıl bir çıkış bulacağız o zaman?”

Oturumun kolaylaştırıcısı Dr. Cengiz Aktar Osmanlı’dan beri konuşulmayan, Türkçe karşılığı bile olmayan Arapça “Ademi Merkeziyetçilik” kavramının Türkiye’de Abdullah Öcalan ve Kürt hareketi ile konuşulmaya başladığını söyledi.

Değişen “Fransa Modeli”

Fransa İçişleri Bakanlığı’ndan Vali Jean Dussourd, Türkiye’nin örnek aldığı Fransa’nın idari sisteminin artık geçerli olmadığını, ülkede yerel ve merkez arasında dengeli bir iktidar paylaşımı olduğunu anlattı.

* Merkezi sistemi bu kadar güçlü Fransa 30 yıldır ademi merkeziyetçilik uyguluyor ve bölünmedi.

* 1980′de sağ ve sol uzlaştı. İller arasında eşgüdümü sağlamak için  22 bölge oluşturuldu. Bölge meclisleri kuruldu

* Merkezin yetkileri belediye ve illere verildi; kaynak kullanımı devredildi.

Bölgesel eşitsizlik

Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV ) İyi Yönetişim Programı Direkörü Fikret Toksöz, kamu kaynaklarının kullanımında merkezin payının çok büyük olduğunu bunun da bölgeler arasında eşitsizliğe yol açtığını söyledi.

“TESEV’in yaptığı araştırmalarda, kişi başına düşen harcamalarda Diyarbakır en aşağılarda.”

Demokratik katılım

Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) Diyarbakır Milletvekili Akın Birdal, ademi merkeziyetçilik sisteminin Kürtlerin taleplerinden öte demokratikleşme sorunu olduğunu söyledi.

“Demokratik Toplum Kongresi (DTK)  halkın demokratik katılımı adına tüm yerellerde mahalleden başlayarak meclis sistemi oluşturdu.”

Fransa sisteminin uygunluğu

Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden Prof. Dr. Oktay Uygun, dünya örnekleri arasında Fransa sisteminin Türkiye için daha uygun olduğunu söyledi.

* Fransa’da yerel yönetimlerin yasama yetkisi yok.

* Federal sistemde eyaletler birbirine eşit konumdadır, anayasada yetkileri belirlidir.

* İspanya özerk sisteminde merkezi yönetim yerele verdiği yetkiyi istediğinde anayasayı değiştirerek geri alabilir.

* Türkiye’ye getirilecek sistem de ancak yerel ve merkezin güçlü meşruiyetiyle mümkün olabilir.

Araştırma  eksikliği

Prof. Dr. İlhan Tekeli, yerleşim sistemine ilişkin bir araştırma yokluğu nedeniyle Türkiye’ye uygun sistemi konuşmanın mümkün olmadığını söyledi.

“Avrupa Birliği’nde (AB) gelişen kademeli yönetişim modelindeki çok kimlikli, yerelin farklılığını kapsayan sistem Türkiye’ye uygun olabilir.”

Tartışam bölümünde söz alan BDP İstanbul milletvekili Sebahat Tuncel, “Türkiye bu sorunu çözmek istiyor mu ?” sorusunu tartışmayı Türklerin de sahiplenmesi gerektiğini söyledi.

12.04. – Silah Satın almıyoruz! – Nilüfer Uğur Dalay’ın yazısı

İlkokul birinci sınıf öğrencileri aranmaktadır!

Büyüklerin henüz çözemediği aşağıdaki problemi çözecek öğrenciler aranmaktadır.

Öğretmen öğrencilerine matematik dersinde sorar: “19 Mart  tarihinde A.B.D. Libya’ya tanesi 66.000 $ olan  Tomahawk füzesinden 124 tane  fırlatıyor. Aynı gün Fransızlar havada kaldıkları her bir saati 60.000 $  olan savaş uçaklarını 350 saat Libya semalarında uçuruyor. Libya bir 50 milyon $ değerindeki bir F-15 uçağını düşürüyor. İngilizler saat maliyeti 40.000 Avro olan Tornedo uçaklarını 120 saat uçuruyorlar. Uluslararası Koalisyon güçlerinin Şafak Harekatı’nın bir günlük maliyeti ne kadardır?”. Birinci sınıf öğrencileri beş dakikada sonucu bildiriyorlar; 83.240.000 $

Matematik dersinde sorulup da erişkinlerin çözemediği ikinci soru şöyledir.

OECD verilerine göre dünyada;

1.4 Milyar insan günde 1.24$’dan az bir gelir ile yaşamaktadır.

2009 Verilerine göre 8 milyon çocuk beş yaşından önce ölmektedir.

4 Milyon çocuk doğduktan bir ay sonra ölmektedir.

Birleşmiş Milletler’de Eylül 2010 da düzenlenen Binyılın Gelişme Hedefleri(MDG) Zirve’sinde sunulan verilere göre bu hedeflerin gerçekleştirilmesi için gerekli fonlar şöyledir;

Çocuk ölümlerini engellemek ve anne sağlığını geliştirmek için: 10 milyar$/yıl

Çevre güvenliğinin sürdürülebilmesi için; 155 milyar$/yıl

Açlık ve fakirlik ile mücadele için:102 Milyar$/yıl

Ekonomik gelişmeyi sağlayacak küresel işbirliklerini geliştirmek için: 40 Milyar$/yıl

AIDS, sıtma ve benzeri hastalıklarla mücadele için: 142 Milyar$/yıl

Temel eğitim, cinsler arası eşitliğin sağlanması ve kadın işgücünün geliştirilmesi için: 7,2 Milyar$/yıl

Nikaragua’nın bir köyünde, 65 metrekarelik ahşap bir okul inşa etmek, eğitim malzemeleri ve bir yıl eğitim verecek öğretmenin maliyeti: 15.136 $

50.000 öğretmenin görev yaptığı Nikaragua benzeri bir ülkenin Eğitim Bakanlığı bütçesi: 243.054.652

Bu hedeflerini de içine alan Binyılın Gelişme Hedefleri gerçekleştirmek için 2015 yılına kadar gerekli bütçe, 2009 öngörülerine göre 329 Milyar$ kadardır. Çok mu? Karşılaştırmayı yukarıda, birinci problemde çok kabaca sorulan “bir günlük savaş” bütçesi ile karşılaştırabilirsiniz. Dikkat ederseniz bu hesaba Libya’da vurulan radarlar, füze rampaları, hava alanları, kara yolları, yolda seyreden konvoylar, içindeki insanlar gibi maliyetler eklenmemiştir.

Ama yine de işinizi kolaylaştırmak için size Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü  (SIRPI)2010 yıllığında yer alan başka bir rakamı verelim; 2010 Yılı dünya silah harcamaları rakamı: 1.531 Milyar$.

Şimdi yıllardır çözülemeyen probleme gelelim yapılan askeri harcamalarla, dünya daha yaşanılabilir bir hale gelmiş midir? Gelmediyse, bu yüzyılda, askeri harcamalara ayırdığımız fonları Yüzyılın Gelişme Hedefleri Fonuna yatırsak dünya daha huzurlu, eşit, barış ve adaletli bir yer olmaz mı?

Uluslararası Barış Bürosu ve Uluslararası Politik Etüdler Enstitüsü 12 Nisan gününü, dünyada ilk kez, “Askeri Harcamalara Karşı Eylem ve Direniş Günü” olarak ilan etmiştir.  Bu günde hepimiz savaşın, militarizmin ve askeri harcamaların dünyada, ülkemizde, hayatımızda açtığı yaraları, daha iyi bir dünyada yaşayabilmek için bu harcamalara karşı çıkmamızın gerekliliğini düşünmeliyiz.  Herkesi, ülke yöneticilerini yıllık bütçelerindeki askeri harcamaları azaltması, fonların daha çok insani ve sosyal harcamalarına ayrılması için baskı yapmaya ve 12 Nisan günü saat12.00-14.00 arasında Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampüsünde düzenlenecek panele davet ediyoruz. Diyoruz ki; artık silah satın almıyoruz.

Silah Satın almıyoruz!

Bugün sepetimize silah atmıyoruz!

Bir Tomahawk füze mi yeni bir okul mu?

Bir yıllık eğitim bütçesi mi bir askeri nakliye uçağı mı?

Çevre güvenliğinin sürdürülmesi mi bir yıllık askeri personel bütçesi mi?

Anne çocuk sağlığı mı bir tank mı?

Yeni bir fabrika ve istihdam alanı mı bir deniz altı mı?

Açlık ve yoksullukla mücadele mi bir F-16 savaş uçak mı?

Ekmek, süt, et mi mermi mi?

Savaş mı barış mı?

22 Nisan  – Barış için yurttaşlık bildirgesi Haberleri – İstanbul

CnnTürk – 22.04. – Barış İçin Eşit Yurttaşlık Bildirgesi açıklandı

Bağımsız Milletvekili Adayı Sabahat Tuncel, ilişkin, “Burada ifade edilecek talepler, Türkiye toplumunun özlem duyduğu ve gerçekten eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde bir toplumsal yapının inşası açısından önemli olacak” dedi.

Türkiye Barış Meclisi’nce hazırlanan bildirgenin açıklanması dolayısıyla Kadıköy Caferağa Spor Salonu’nda düzenlenen toplantıda konuşan Tuncel, bildirgenin açıklanmasının, Türkiye’de son dönemde yaşananların hemen sonrasına denk gelmesinin önemine işaret etti.

Tuncel, “Türkiye’de tam da Kürt sorununun çözümü açısından, savaşın bitmesi, barışın artık inşa edilmesi açısından önemli bir bildirgedir” dedi.

Özellikle siyasi iktidarın Barış Meclisinin sesini duymasının, gelecek dönemde buna göre bir planlama yapmasının önem arz ettiğini vurgulayan Tuncel, şunları söyledi: “Burada ifade edilecek talepler, Türkiye toplumunun özlem duyduğu ve gerçekten eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde bir toplumsal yapının inşası açısından önemli olacak. Kürt sorununun başlıca çözümü açısından da önemli bir nokta olacak. Dolayısıyla Türkiye’de demokratikleşme, insan hakları ve özgürlükler konusunda çok çalışan insanlar var. Ama barış olmadan ne yazık ki insan hakları da olmuyor, adalet de olmuyor. Barış için herkesin sesinin yükselmesi gerekir. Biz de onun için buradayız.”

Erdoğan’ın sözleri

Bir gazetecinin, “Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bugün Bayburt’ta BDP’lilerin şiddete yol açtıklarını belirtti. Bunun için ne diyeceksiniz?” şeklindeki sorusu üzerine Tuncel, Başbakan Erdoğan’ın son dönemlerde kendi sorumluluklarını görmek yerine BDP’ye yönelik saldırılar gerçekleştirdiğini öne sürdü.

Tuncel, bunun ciddi anlamda bir kurnazlık olduğunu savunarak, şöyle devam etti: “Keşke bugün Başbakan, Diyarbakır’da ölen Halil İbrahim için üzgün olduğunu ifade etseydi. Yani bütün bunlara değmezdi. ‘Biz Türkiye demokrasisini inşa edeceğiz, gerçekten bu ülkede Kürt, Türk, Laz, Çerkez tüm halkların eşit özgür yurttaşlık temelinde bir arada yaşaması için demokratik Anayasayı hemen gerçekleştireceğiz’ deseydi. Şiddetin şiddet doğurduğu, dolayısıyla barıştan yana olunması gerektiği çağrısını yapsaydı belki daha anlamlı olurdu. Ama ne yazık ki Başbakan yine saldırgan üslubuyla BDP’yi sorumlu tutarak, kendi sorumluluğunu ötelemeye çalışıyor. Ancak kaçış yok bu işten.”

Bağımsız Milletvekili Adayı Sırrı Süreyya Önder de mazlumların, emekçilerin, Kürtlerin iradesinin Meclise yansımasının öüne her gün bir engel çıktığını savunarak, artık bunların sürpriz olarak değerlendirilemeyeceğini söyledi.

Önder, artık insanların bir sorun aşıldığında ‘arkasından hangi sorun çıkacak’ diye beklediğini ifade ederek, “Bu konuda emek, özgürlük ve demokrasi ittifakı olarak daha net bir duruşa davet ediyoruz tüm insanları. Bildirgenin içeriği de muhtemelen bu olacak” dedi.

Toplantıda daha sonra Türkçe ve Kürtçe olarak “Barış İçin Eşit Yurttaşlık Bildirgesi” okundu.

Bildirgede, seçim barajının düşürülmesi, daha fazla demokrasi ve özgürlük sağlanması, ana dilde eğitimin anayasal güvenceye kavuşturulması, ırkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi olmayan bir anayasa hazırlanması gibi talepler yer aldı.

“Oylarımız Barış, Demokrasi Ve Özgürlük İçin”

Etkin Haber Ajansı – 23.04. – ‘Barış İçin Eşit Yurttaşlık Bildirgesi’

Türkiye Barış Meclisi, “Seçim barajının düşürülmesi, daha fazla demokrasi ve özgürlük sağlanması, anadilde eğitimin anayasal güvenceye kavuşturulması, ırkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi olmayan bir anayasa hazırlanması” gibi taleplerin yer aldığı “Barış İçin Eşit Yurttaşlık Bildirgesi”ni açıkladı.

Barış Meclisi tarafından Kadıköy Caferağa Spor Salonu’nda düzenlediği etkinlikte “Barış İçin Eşit Yurttaşlık Bildirgesi”ni açıkladı. Bildirgede, seçim barajının düşürülmesi, daha fazla demokrasi ve özgürlük sağlanması, anadilde eğitimin anayasal güvenceye kavuşturulması, ırkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi olmayan bir anayasa hazırlanması gibi taleplerin yer aldı. Etkinliğe Türkiye Barış Meclisi bileşenlerinin yanı sıra Emek Özgürlük ve Demokrasi Bloğu İstanbul Bağımsız Milletvekili adayları Sebahat Tuncel, Sırrı Süreyya Önder, Levent Tüzel, Mustafa Avcı, Sosyalist Parti Genel Başkanı Sevim Belli, Siirt Belediye Başkanı Selim Sadak, DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, Kürt Ensititüsü Başkanı Sami Tan, sanatçılar Yusuf Çetin, Yeşim Büber, gazeteci Nuray Mert, Necmiye Alpay ve Porf. Dr. Gencay Gürsoy gibi isimlerde katıldı.

BARIŞ İÇİN EŞİT YURTTAŞLIK BİLDİRGESİ

Kürtçe ve Türkçe olarak açıklanan bildirgeyi ise Kürt Enstitüsü Başkanı Sami Tan ve sanatçı Yeşim Büber sundu.

Bildirgede yüzde 10 seçim barajının siyasi hakları kısıtlayan önemli bir unsur olduğu ve seçim barajıyla gidilecek olan yeni anayasanın hazırlanmasında rol oynayacak yeni parlamentonun meşruiyetini sorgular nitelikte olacağı belirtildi. Barışın sağlanmasının tek koşulunun Kürt sorununun çözümüyle mümkün olduğunun belirtilen bildirgede, bu yüzden barış yönünde atılacak adımların aynı zamanda demokratik siyasetin işlerliğini sağlamaya yönelik adımlar olmak durumunda olduğunun altı çizildi.

Bildirgede ayrıca geçmişle yüzleşmenin aracı olan Hakikatleri Araştırma Komisyonu’nun hayata geçirilmesi gerekliliği vurgulandı.

Eşit yurttaşlık için anadilde eğitim hakkının vazgeçilmez hakların başında geldiği ifade edilen bildirgede, anadilde eğitim önündeki engellerin kaldırılması ve gerçekleşmesi için kaynak va alt yapının sağlanması talebinde bulunuldu.

Yeni anayasa konusunun da işlendiği bildirgede, demokratik bir anayasanın sadece çoğunluğun iradesini yansıtan bir belege olamayacağı bu yüzden ayrımcılığa ve dışlanmaya karşı düzenlemeler, negatif ve pozitif önlemlerin ve yaptırımların zorunluluğuna dikkat çekildi.

Sosyal adaletsizliğin giderilmesi, inanç ve vicdan özgürlüğüne de vurgular yapılan bildirgede, yaklaşan seçimler öncesi öne çıkan başlıklar ise şu şekilde ifade edildi: “Oyumuz seçim barajının düşürülmesi için, oyumuz daha fazla demokrasi ve özgürlük için, oyumuz hakikatlerin araştırılması için, oyumuz kamusal alanın yeniden düzenlenmesi için. Oyumuz anadilde eğitimin anayasal güvenceye kavuşturulması için. Oyumuz ırkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi olmayan anaysa için, oyumuz sosyal adaletsizliğin giderilmesi için, oyumuz inanç ve vicdan özgürlüğü için, oyumuz barış eşitlik ve özgürlük için.”

‘HALK İRADESİ DEMOKRASİ ADINA UMUT VERİCİ’

Bildirgenin açıklanmasının ardından konuşma yapan gazeteci Nuray Mert, Kürt siyasetinin Türkiye demokrasisi için önemli bir role sahip olduğunu söyleyerek, “Türkiye’de tek nefes alabileceğimiz yerin Kürt siyaseti olduğunu biliyorum” dedi.

Prof. Dr. Gencay Gürsoy ise Türkiye’de barış ve demokrasi için Kürt siyasi hareketinden çok şey öğrenileceğini söyledi. YSK’nın bağımsız adaylara verdiği veto kararının geri çekilmesinde etkin olan halk hareketine dikkat çeken Gürsoy, “Bu halk iradesi demokrasi adına umut veriyor. Barışın inşaasında da eksik olan iradeyi halk ortaya koyacaktır” dedi.

‘BARIŞ İÇİN HERKESİNİ SESİNİN YÜKSELMELİ’

İstanbul 1. Bölge Bağımsız Milletvekili adayı Sebahat Tuncel, bildirgenin açıklanmasının, Türkiye’de son dönemde yaşananların hemen sonrasına denk gelmesinin önemine işaret etti.

Tuncel, “Türkiye’de tam da Kürt sorununun çözümü açısından, savaşın bitmesi, barışın artık inşa edilmesi açısından önemli bir bildirgedir” dedi.

Özellikle siyasi iktidarın Barış Meclisinin sesini duymasının, gelecek dönemde buna göre bir planlama yapmasının önem arz ettiğini vurgulayan Tuncel, şunları söyledi: “Burada ifade edilecek talepler, Türkiye toplumunun özlem duyduğu ve gerçekten eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde bir toplumsal yapının inşası açısından önemli olacak. Kürt sorununun başlıca çözümü açısından da önemli bir nokta olacak. Dolayısıyla Türkiye’de demokratikleşme, insan hakları ve özgürlükler konusunda çok çalışan insanlar var. Ama barış olmadan ne yazık ki insan hakları da olmuyor, adalet de olmuyor. Barış için herkesin sesinin yükselmesi gerekir. Biz de onun için buradayız.”

‘KENDİ SORUMLULUKLARINI GÖRMEK YERİNE BDP’YE SALDIRIYORLAR’

Sebahat Tuncel, Başbakan Erdoğan’ın son dönemlerde BDP’ye ilişkin sözlerine karşılık olarak ise, “Kendi sorumluluklarını görmek yerine BDP’le yönelik saldırılar gerçekleştiriyorlar” dedi.

Tuncel, bunun ciddi anlamda bir kurnazlık olduğunu ifade ederek, şöyle devam etti: “Keşke bugün Başbakan, Diyarbakır’da ölen Halil İbrahim için üzgün olduğunu ifade etseydi. Yani bütün bunlara değmezdi. ‘Biz Türkiye demokrasisini inşa edeceğiz, gerçekten bu ülkede Kürt, Türk, Laz, Çerkez tüm halkların eşit özgür yurttaşlık temelinde bir arada yaşaması için demokratik Anayasayı hemen gerçekleştireceğiz’ deseydi. Şiddetin şiddet doğurduğu, dolayısıyla barıştan yana olunması gerektiği çağrısını yapsaydı belki daha anlamlı olurdu. Ama ne yazık ki Başbakan yine saldırgan üslubuyla BDP’yi sorumlu tutarak, kendi sorumluluğunu ötelemeye çalışıyor. Ancak kaçış yok bu işten.”

‘ARKASINDAN HANGİ SORUN ÇIKACAK DİYE BEKLİYORUZ’

İstanbul 2. Bölge Bağımsız Milletvekili Adayı Sırrı Süreyya Önder de mazlumların, emekçilerin, Kürtlerin iradesinin Meclise yansımasının önüne her gün bir engel çıkarıldığına işaret ederek, artık bunların “sürpriz” olarak değerlendirilemeyeceğini söyledi.

Önder, artık insanların bir sorun aşıldığında “arkasından hangi sorun çıkacak” diye beklediğini ifade etti.

Etkinlik sanatçılar Sema, Ayfer Düztaş ve Bandista’nın verdiği müzik dinletileri ile sona erdi.

24 Nisan  – “Bu acı hepimizin” etkinlikleri haberleri – İstanbul

BİA Haber Merkezi – 25.04. – İHD: Soykırımın İnkarı Soykırımın Sürdürülmesidir

İnsan Hakları Derneği, 24 Nisan Tehcirinden önce Ermenilerin tutulduğu İbrahim Paşa Sarayı önünde bir anma töreni düzenledi. Yapılan basın açıklamasında yetkililere “İnkara son verin, bütün hukuki sonuçlarıyla birlikte suçu kabul edin. Ancak o zaman adalet yerini bulacak” çağrısı yapıldı.

İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul şubesi, dün Sultanahmet’te İbrahim Paşa Sarayı, İslam Eserleri Müzesi önünde 24 Nisan Ermeni Katliamı anısına bir basın açıklaması yaptı.

Anmaya Arat Dink, Ragıp Zarakolu ve Ahmet İnsel gibi isimler de destek verdi. Ermenilerin tehcirden önce Sultanahmet’te alıkonulduğunu dile getiren grup, “1915 Soykırımdır. Soykırım İnsanlık Suçudur”, “Türk İslam eserleri Müzesi eşittir 1915′in cezaevi”, “Ermeni aydınlar ölüm yolculuğuna çıkmadan önce burada tutuldular” yazılı pankartlar taşıdı.

Basın açıklamasını İHD Yönetim Kurulu üyesi avukat Eren Keskin okudu. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

* Buraya 24 Nisan 1915′te evlerinden toplanarak gözaltına alınan Ermeni toplumunun önde gelen temsilcilerini anmaya geldik.

* Şu anda Türk İslam Eserleri Müzesi olarak hizmet veren bu yapı İbrahim Paşa Sarayıdır ve uzun yıllar cezaevi olarak kullanıldı.

* Burası, 24 Nisan 1915 tutuklamalarında gözaltına alınanların, Haydarpaşa’dan Anadolu’nun içlerine ve oradan ölüme gönderilmeden önce tutuldukları yerdir.

* Devlet kurumları, Genelkurmay ve sistem içi diğer kuruluşlara göre 24 Nisan’da tutuklananlar “Ermeni komitacılar”dır.

* 24 Nisan 1915 Cumartesi gecesi evlerinden toplananların büyük bir bölümü İstanbul Ermeni toplumunun beynini, vicdanını, düşünce ve sanat hayatını temsil eden aydınlardı. Şairler, yazarlar, milletvekilleri, bilim insanları, hekimler, Ermeni Miller Meclisi’nin temsilcileriydi.

* Gözaltına almalar, “bir konuda bilginize başvuracağız, beş dakika sürer” denilerek, titizlikle örgütlenmiştir.

* Toplanılan gruplar, tutuklamaların duyulmaması için itfaiye araçlarıyla İbrahim Paşa Sarayına getirilmiştir.

* 24 Nisan’da tutuklanıp sonradan kurtulabilen Aram Andonyan burada yaşananları ayrıntılarıyla anlatmıştır.

* Burada tutulan 220 tutuklu Anadolu’nun içlerine gönderilmiş, Ayaş’a götürülen 70 kişiden 58′i, Çankırı’ya götürülen 150 kişiden 81′i öldürülmüştür.

* Bunun yanısıra İttihat Terakki Partisi ve onun tetikçi örgütü Teşkilat-ı Mahsusa aracılığı ile Anadolu’daki Ermeni varlığına, tüm tarihsel, ekonomik ve sosyal dokusuyla son verildi.

* Bu süreçte Ermenilerle birlikte diğer gayrimüslim Anadolu halkları Rumlar, Asuri/Süryaniler, Ezidiler de aynı kaderi paylaştı.

* İHD İstanbul Şubesi 2005′ten bu yana her 24 Nisan’da aynı talebi dile getiriyoruz: Soykırımın inkarı, soykırımın sürdürülmesidir. İnkara son verin. Bütün hukuki sonuçlarıyla birlikte suçu kabul edin. Ancak o zaman mezarsız ölüler hak ettikleri gibi, haysiyetlerine uygun şekilde gömülmüş olacak. Ruhları huzura erecek. Adalet yerini bulacak.

Açıklamanın ardından, üzerlerinde Ermeni aydınlarının isimlerinin olduğu kırmızı karanfilleri müzenin bahçesindeki bir ağaca bırakıldı.

BİA Haber Merkezi – 25.04. – “İnkar Politikalarına Son Vermeliyiz”

24 Nisan 1915′te göçe zorlanan, kaybedilen ve katledilen Ermeniler, Taksim’de mumlar ve karanfillerle anıldı. Tanbay, “devletin bu suçu inkâra dayalı resmi politikası sürdükçe o tarihten beri bu ülke insanlarının yüreğinde gizli gizli kanayan yara derinleşiyor; aklımızı, vicdanımızı, hak-adalet duygumuzu daha fazla felç ediyor” dedi.

Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe girişimi, 24 Nisan 1915 Ermeni Kıyımı’nda kaybedilenler anısına bugün eş zamanlı olarak İstanbul, Ankara, Bodrum ve Diyarbakır’da anma törenleri düzenledi.

İstanbul Taksim Meydanı’nda saat 17.00′da gerçekleştirilen törene katılan 500′e yakın kişi, “Bu Acı Hepimizin” afişi önünde oturarak, mumlar ve karanfillerle 1915′te göçe zorlanan ve kaybedilen Ermenileri andı.

Zeynep Tanbay’ın okuduğu basın açıklamasında şu ifadelere yer verildi:

“24 Nisan 1915, asırlardır bu ülkenin diğer halkları ile birlikte yan yana yaşamakta olan Ermeni halkının; kadın, çocuk, ihtiyar, hasta ayırt edilmeksizin, sırf Ermeni oldukları için; yurdundan, evinden, tarlasından, işyerinden, mesleğinden devlet zoruyla koparılıp yüz binlercesinin öldüğü, öldürüldüğü, sürüldüğü ve her türlü zulme maruz kaldığı felaketin başladığı gündür.

“O tarihten bu yana devlet ve hükümetler, bu korkunç olayın üstünü örtmeye, olmadı hafifsetmeye, dahası -isyan gibi nedenlerle- meşru göstermeye çalıştı. Oysa hiçbir gerekçenin haklı gösteremeyeceği bu ölümcül sürgün açıkça insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.

“Ancak bilinmelidir ki; devletin bu suçu inkâra dayalı resmi politikası sürdükçe o tarihten beri bu ülke insanlarının yüreğinde gizli gizli kanayan yara derinleşmekte; aklımızı, vicdanımızı, hak-adalet duygumuzu daha fazla felç etmektedir.

“Ama artık buna bir son vermeliyiz. O nedenle, bu ülkenin alnı ve vicdanı ak insanlar ülkesi olmasını yürekten isteyen herkesi çok gecikmiş bir insanlık görevine davet ediyoruz. 24 Nisan’ın işaret ettiği  o ağır suçun, insanlığın asli değerleri temelinde birleşen hepimizin ortak acısı olduğunu ilan etmeye çağırıyoruz.”

Anılan Ermenilerin isimleri okundu

Basın açıklamasının ardından, katılımcılar sırayla ayağa kalkarak 24 Nisan’da ölen ve kaybolan Ermenilerden bazılarının adını okudu. Anma karanfillerin havaya atılması ve ardından yapılan alkışlarla sona erdi.

Katılımcılar arasında Arat Dink,  Fethiye Çetin, Masis Kürkçügil, Zeynep Tanbay, Yıldız Önen, Osman Kavala, Ahmet İnsel, Doğan Tarkan, Ufuk Uras, Yiğit Ekmekçi, Ayşegül Altınay,  Atilla Aytemür, Ayça Damgacı, Gencay Gürsoy, Tayfun Mater, Cengiz Aktar, Yavuz Önen,  Yalçın Ergündoğan, Ferhat Kentel,  ve Garo Paylan gibi isimler vardı.

BİA Haber Merkezi – 25.04. – “Ermeni Soykırımı”yla Bodrum’da da Yüzleşildi

24 Nisan 1915 İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’la birlikte Demokratik Düşünce Platformu aktivistlerinin öncülüğünde düzenlenen bir etkinlikle Bodrum’da da anıldı.

24 Nisan 1915 İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’la birlikte Demokratik Düşünce Platformu aktivistlerinin öncülüğünde düzenlenen bir etkinlikle Bodrum’da da anıldı.

“Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De!” girişimi 24 Nisan 1915′te başlayıp, ardından gelen günlerde yaygınlaşarak yaşanan acıyı ve Ermeni’lere yönelik soykırımı protesto etmek, acıyı paylaşmak için İstanbul, Ankara, İzmir ve Diyarbakır’da düzenlediği etkinlik aynı anda Bodrum’da da gerçekleştirildi.

Katılımcılardan birisinin belirttiği gibi “bir daha asla” ve anma yerlerinde açılan beş dilli pankartta yazdığı gibi “bu acı hepimizin” sözleri bu yılki anmalarda akıllarda kalan iki cümleydi.

Bodrumlular yarım saat öncesinden başlayarak Bodrum Belediyesi’nin önünde toplandılar. Bir gün önce kutlanan 23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramı’ndan kalma bayrak ve pankartların gölgesinde ve Atatürk Anıtı’nın önündeki bayram çelenklerinin hemen yanında yere serildi tüm anma yerlerinde de  açılan ortak pankart. Üzerinde Türkçe, Ermenice, Kürtçe, Fransızca ve İngilizce olarak “Bu acı hepimizin” yazıyordu.

Platformun üyelerinden ve bu etkinliği düzenleyen grubun içinde yer alan Emek, Özgürlük ve Demokrasi Bloğu Bağımsız Muğla Adayı Şehbal Şenyurt Arınlı da oradaydı.

Bu günden ve 96 yıl önce yaşananlardan haberdar olan sayıları yüz kadar duyarlı aktivist, basın mensupları ve “sivil” polislerin karşısında hep birlikte pankartın arkasında yerlerini aldılar.

O sırada Bodrum İskele Meydanı’nda, Bodrum Kalesi’nin hemen karşısında bulunan, Bodrum’a tersane yapmak üzere gelen Kızılhisarlı (şimdiki adı Denizli Serinhisar İlçesi) Mustafa Paşa tarafından 1723 yılında yaptırılan ve Bodrumluların “Eski Camii” dedikleri camiden ikindi ezanı okunmaya başladı. Katılımcılar, ezanı saygıyla dinledikten sonra anma etkinliğini başlattılar.

Platform sözcülerinden Ayla İşler Tsekka beş yerde de okunan “ortak basın bildirisini okudu.

Bildiri tamamlandığında onun yanındaki katılımcılardan altısı, 24 Nisan 1915′de Haydarpaşa’dan yola çıkanlardan ve bir daha geri dönmeyen yüzlerce, binlerce, İstanbul ve Anadolu Ermenisi’nden “onikisi”nin adlarını saydılar.

“Onlar” bunu duydular mı bilmiyorum.

Bu adlar onların “yok edildiğini, soykırıma uğradığını” duymayanlara duyurdu mu onu da bilmiyorum. Ama o adlar arasında çok iyi bildiğim adlar vardı. Eğer yaşasalardı herkesin çok iyi bileceği belki de.

Anmaya katılanlar, derinden gelen duduk sesi eşliğinde herkes önce ellerindeki kırmızı karanfillerle birlikte, Bodrum’un her yanında şu sıralarda sıkça görülen halkın “dağ lalesi” dediği al gelincikleri teker teker siyah pankartın üzerine bıraktılar. Siyah pankartın üzerinde kırmızı kan damlaları gibiydi görüntüsü.

Sonra mumlar yakıldı, sessizce. Sessizce yere çöküp düşündüler. Sustular ve düşündüler.

Acılarını kameralar kaydetti, unutma özürlü belleklere inat.

Hepimizin acısı dedikleri acıyı paylaştılar sessizce!

Bir serin rüzgâr

Grup bir süre sonra alkışlarla hep birlikte ayağa kalktılar. Bir serin deniz rüzgarı orada asılı olan bayrağı ve pankartı dalgalandırdı. Yerdeki siyah pankartın kenarı kalktı ve üzerine döndü, tıpkı utanıp da yüzünü kapatır gibi…

Emek Özgürlük Demokrasi Bloğunun desteklediği bağımsız Muğla Milletvekili adayı ve “bu acı hepimizin” anma etkinliğinin ilk çağırıcılarından Arınlı, anma sırasında, “Ülkemizde yaşanan katliamlar bugüne kadar geldi ve devam ediyor. Artık bunlar yaşanmasın, yaşananlar ise konuşulsun, tartışılsın, sorgulansın ki bir daha bu acılar yaşanmasın” dedi.

Sonra grup sessizce dağıldı. 24 Nisan’la Bodrum’da bir grup aydın ve aktivist ilk kez böyle yüzleşti.

Marksist.org – 24.04. – Binler 96 yıl önce katledilen Ermenileri andı

1915 Ermeni Soykırımı’nda katledilenler İstanbul, Ankara, Amed, İzmir ve Bodrum’da kitlesel olarak anıldı. 96 yıl önce Ermeni aydınların gözaltına alınıp katledildiği İstanbul’daki anma etkinliğine binlerce insan katıldı. 24 Nisan anmaları ile ırkçı resmi ideolojinin yalanları yerle bir oldu.

Geçen yıl il kez Taksim’de kitlesel olarak gerçekleştirilen anma etkinliği bu yıl beş yerde gerçekleşti. Irkçılığa ve Milliyetçiliğe DurDe! Girişimi’nin organize ettiği anma etkinliklerinde katledilen 1,5 milyon insan için gözyaşı, ağıt, hüzün ve soykırım gerçeğiyle yüzleşme çağrısı vardı.

İstanbul

Taksim Meydanı’nda saat 17.00′de başlayan anma etkinliğine 2 binden fazla insan katıldı.

Ermeni ağıtlarıyla başlayan etkinlikte açılan Ermenice, Kürtçe, Türkçe, Fransızca ve İngilizce ‘Bu Acı Hepimizin’ yazılı pankartın üzerine çok sayıda karanfil bırakıldı, yaşamını yitirenler için mumlar yakıldı.

Saat 17.30′da aktivist Zeynep Tanbay “Bu acı hepimizin” metnini okudu.

Anmaya Arat Dink, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni ve AGOS yazarları, İstanbul Ermeni cemaatinin temsilcileri, DSİP sözcüleri Şenol Karakaş ve Özden Dönmez, aralarında Doğan Tarkan, Hayko Bağdat, Garo Paylan, Fethiye Çetin, Roni Margulies, Selay Ertem, Ahmet İnsel, Selim Deringil, Ferda Çakır, Gencay Gürsoy, Cengiz Aktar, Ufuk Uras, Ömer Madra, Yıldız Önen, Nuran Yüce, Ferhat Kentel’in de bulunduğu çok sayıda isim katıldı.

Bir avuç Ergenekoncu ve ülkücü faşistin provokasyon girişimleri anma etkinliğine gelen kitlenin soğukkanlılığı ve kararlılığı ile püskürtüldü.

Ankara

Ankara’da Ermeni Soykırımı’nda yaşamını yitirenler “Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De” girişiminin çağrısıyla yüzlerce insan tarafından anıldı.

Baskın Oran, Mithat Sancar, Ayhan Bilgen, DSİP Ankara İl Başkanı Zeynep Mun, EDP Genel Başkanı Ferdan Ergut, Arzu Gümüş, Feray Salman, Tanıl Bora, Orhan Miroğlu, Diyarbakır Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş, BDP milletvekilleri Nuri Yaman ve Hamit Geylani, Ece Altay, İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, Yusuf Alataş, Yüksel Mutlu başta olmak üzere onlarca ırkçılık karşıtının bir araya geldiği anmada “Bu Acı Hepimizin” denildi.

Djivan Gasparyan’ın “Duduk” ezgileri eşliğinde Abdullah Demirbaş’ın “Bu Acı Hepimizin” çağrı metnini okumasıyla başlayan anma, bir zamanlar Ankara nüfusunun üçte birini oluşturan ama 1915 soykırımıyla yaşamını yitiren Ankara Ermeni cemaatinden 200 kişinin isminin ve mesleğinin okunmasıyla devam etti.

Ardından Baskın Oran, “Bu acıyı yaşatanlara yazıklar olsun. 96 yıl boyunca isimleri bile unutturulmuş olanlara da rahmet olsun.” diyerek, anmayı sonlandırdı.

Irkçılık karşıtları soykırım anması gerçekleştirirken, Ergenekon yandaşı küçük bir grup devlet yanlısı gösteri yapmaya çalıştı.

Anma etkinliklerinde okunan “Bu Acı Hepimizin” çağrısı:

“24 Nisan 1915, asırlardır bu ülkenin diğer halkları ile birlikte yan yana yaşamakta olan Ermeni halkının; kadın, çocuk, ihtiyar, hasta ayırt edilmeksizin, sırf Ermeni oldukları için; yurdundan, evinden, tarlasından, işyerinden, mesleğinden devlet zoruyla koparılıp yüz binlercesinin öldüğü, öldürüldüğü, sürüldüğü ve her türlü zulme maruz kaldığı felaketin başladığı gündür.

O tarihten bu yana devlet ve hükümetler, bu korkunç olayın üstünü örtmeye, olmadı hafifsetmeye, dahası -isyan gibi nedenlerle- meşru göstermeye çalıştı. Oysa hiçbir gerekçenin haklı gösteremeyeceği bu ölümcül sürgün açıkça insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur.

Ancak bilinmelidir ki;

Devletin bu suçu inkâra dayalı resmi politikası sürdükçe o tarihten beri bu ülke insanlarının yüreğinde gizli gizli kanayan yara derinleşmekte; aklımızı, vicdanımızı, hak-adalet duygumuzu daha fazla felç etmektedir.

Ama artık buna bir son vermeliyiz. O nedenle, bu ülkenin alnı ve vicdanı ak insanlar ülkesi olmasını yürekten isteyen herkesi çok gecikmiş bir insanlık görevine davet ediyoruz. 24 Nisan’ın işaret ettiği o ağır suçun, insanlığın asli değerleri temelinde birleşen hepimizin ortak acısı olduğunu ilan etmeye çağırıyoruz.”

İzmir

İzmir’de Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De! girişiminin çağrıcısı olduğu ve DSİP, BDP, EDP, SDP, ÖSP, İHD, Ege 78′liler, Mazlum-Der, İzmir Süryani Platformu ve İzmir Barış Meclisi’nin ortak platform oluşturarak yaptığı anmaya yaklaşık 250 kişi katıldı. Saat 14:00′te Fuar Basmane kapısı önünde başlayan anmada mumlar yakıldı ve 10-15 dakika kadar sessizce oturuldu.

“24 Nisan 1915′te ne oldu?”, “Bir daha asla”, “Bu acı hepimizin” pankartlarının açıldığı ve tehcire ilk yollanan Ermenilerin fotoğraflarının taşındığı etkinlikte basın açıklamasını Vezan Karabulut okudu. Karabulut, 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni toplumunun ileri gelenlerinden oluşan yaklaşık 230 kişinin öldürüldüğünü hatırlatarak, bu olayın ardından tehcir yasasının çıkartıldığına dikkat çekti.

Karabulut’un açıklaması şu şekilde devam etti:

“Geçen yüzyılın başından günümüze kadar Anadolu’da yaşayan halkların maruz kaldığı katliamlar, sürgünler, göçler, ayrımcılıklar, kayıplar ve yoksunluklar toplumsal hafızamızda üst üste oluşmuş nisyan katmanları hâlinde duruyor. Çünkü acı geçmişi ile ilişkisini esas olarak unutma, daha doğrusu bastırma toplumu üzerine kurmuş bir toplumuz. Ermeni kardeşlerimizin başına gelen bu büyük felaket de her zaman hatırlanması yasak olan konulardan biri oldu.”

Yoğun bir alkışın ardından etkinlik sona erdi.

Bodrum

Bodrum’da da yaklaşık 80 kişilik bir grup, üzerinde Ermenice, Kürtçe, Fransızca, İngilizce ve Türkçe olarak ‘Bu Acı Hepimizin’ yazan pankart, karanfiller ve mumlar eşliğinde 1915′te gerçekleştirilen soykırımın kurbanlarını andı.

Pankartın üzerine karanfiller bırakıp mum yakan grup adına bir açıklama yapan seramik sanatçısı Ayla İşler Tseka, “Devletin inkara dayalı resmi politikası sürdükçe, o tarihten beri bu ülke insanlarının yüreğinde gizli gizli kanayan yara derinleşmekte, aklımızı vicdanımızı hak adalet duygumuzu daha fazla felç etmektedir. Ama artık buna son vermeliyiz. O nedenle bu ülkenin alnı ve vicdanı ak insanlar ülkesi olmasını yürekten isteyen herkesi çok gecikmiş bir insanlık görevine davet ediyoruz. 24 Nisan’ın işaret ettiği o ağır suçun, insanlığın asli değerleri temelinde birleşen hepimizin ortak acısı olduğunu ilan etmeye çağırıyoruz” diye konuştu.

BDP’li bağımsız Muğla Milletvekili adayı, belgesel film yapımcısı Şehbal Şenyurt ise “Ükemizde yaşanan katliamlar bugüne kadar geldi ve devam ediyor. Artık bunlar yaşanmasın, yaşananlar ise konuşulsun, tartışılsın, sorgulansın ki bir daha bu acılar yaşanmasın istiyoruz” dedi.

Amed

24 Nisan 1915 yılında başlayan ve Ermeniler’in Anadolu’dan silinmesine neden olan soykırımın yıldönümü nedeniyle Amed’de ilk defa anma ve basın açıklaması yapıldı.

Koşuyolu İnsan Haklar Anıtı önünde bir araya gelen çeşitli sivil toplum örgütleri adına ortak açıklamayı okuyan Diyarbakır Barosu Başkanı Mehmet Emin Aktar, “Anadolu coğrafyasında 1915 yılında Ermenilere ve diğer gruplara yönelik yaşatılan acıyı paylaşıyoruz. Mağdur tüm kişilerden, devletin devamlığı esas olması dikkate alınarak yetkililer ve fiili uygulayanların ve haksızlığa ve zulme en engel olabilecekken olmayan kişiler başta olmak üzere sorumlular özür dile(yebil)meliler. Yaşam hakkı ihlalleri, zorla göç ettirme, ile mülkiye hakki ihlallerinin, insanlığıa karşı suç oluşturma iddiaları ile isyan ve katliam, savaş koşulları, hastalıklar, iklim, bölgedeki çete ve aşiretlerin saldırıları da dahil olmak üzere tüm yönleriyle araştırılmalı. Etkin bir ceza ve soruşturma yapılabilmesi için ilgili devlet arşivlerinin bağımsız araştırmacılara açılmalı ve incelenmeli. Devletin talep eden mağdurların zararlarını karşılamasını, ortak acıların bir daha yaşanmamasını istiyoruz” dedi.

Diha – 13 Mayıs  – Bilgi Üniversitesi’nde vicdani ret paneli

İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde “Üniversitenin yerleşkesinde militarizm ve vicdani ret” konulu panel düzenlendi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Antikapitalist Öğrenciler Kulübü, 15 Mayıs Vicdani Ret Günü nedeniyle Bilgi Üniversitesi Dolapdere Kampusu’nda “Üniversitenin yerleşkesinde militarizm ve vicdani ret” konulu bir panel düzenledi. Üniversite öğrencisi Özdeş Özbay moderatörlüğünü yaptığı panele, üniversitenin öğretim görevlisi Ferda Keskin ve vicdani retçi Ercan Aktaş konuşmacı olarak katıldı.

Özdeş Özbay, vicdani ret kavramının Türkiye’deki gelişim sürecini anlattı. Özbay’ın ardından söz alan vicdani retçi Ercan Aktaş, kendisinin 15 Mayıs 2005′de ilk olarak İzmir’de vicdani reddini açıkladığını ifade ederek, Türkiye’nin eğitim sistemini eleştirdi. Eğitim sisteminin insanlara tek kimlik anlayışını dayattığını ifade eden Aktaş, milli güvenlik derslerinde Türkler dışındaki bütün unsuzların öteki olarak öğrencilerin beyinlerine kodlandığına dikkat çekti.

Bilgi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Ferda Keskin de, Türkiye’de vicdani retlerini açıklayanların işkenceden geçirildiğini ve hapis cezalarına çarptırıldığına işaret ederek, yeni anayasada vicdani retle ilgili hükümlerin girmesi gerektiğini vurguladı.

21 Mayıs  – “G8 = Küresel Yıkım” Yürüyüşü – İstanbul

Yerel Gündem – 21.05. – G8 karşıtları Taksim’de buluştu

G8 karşıtları Taksim’de buluştu. Fransa’nın Deauville kentinde 26-27 Mayıs tarihlerinde yapılacak G8 ülkelerinin 37. yıllık toplantısını protesto etmek isteyen bir grup, Taksim’de eylem yaptı. Eylemciler, küresel yıkımın sorumlusu olarak G8 ülkelerini gösterdi. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Küresel Eylem Grubu ve Mazlumder’in de aralarında bulunduğu çok sayıdaki kuruluşa üye eylemciler, Galatasaray meydanında toplandı. ‘Küresel yıkım D8, Kapitalizm öldürür’ yazılı pankart açan grup, daha sonra İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yaptı. Yürüyüş sırasında sık sık G8 ülkeleri aleyhine slogan atıldı.

Taksim meydanına gelen eylemciler adına yapılan basın açıklamasında, dünyanın en büyük ekonomilerini oluşturan Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere, Kanada, Rusya ve ABD’nin oluşturduğu G8 zirvesinin Fransa’nın Deauville kentinde 26-27 Mayıs tarihlerinde yapılacağı hatırlatıldı. Avrupalı G8 karşıtlarının zirve öncesi eylem yaptığının belirtildiği açıklamada, dünyada sömürü düzeninin nedeninin bu ülkeler olduğu ifade edildi. “G8, savaş, işgal ve darbelerin sponsorudur.” denilen açıklamada, “G8, açlık yoksulluk ve acımasız sömürünün baş müsebbibidir. G8, dünyadaki ırkçılık ve ayrımcılığın tetikçisidir. G8, nükleerci anlayışın en önemli hamisidir. G8 iklim değişikliği, küresel ısınmanın sorumlusudur.” ifadelerine yer verildi.

Etkin Haber Ajansı – 21.05. – Geleceği birlikte kurmaya çağırdılar

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu üyeleri, Taksim’den Galatasaray Meydanı’na yaptıkları yürüyüş ile 26-27 Mayıs günleri arasında Fransa’nın Deauville kentinde toplanacak olan G-8 ülkelerini protesto etti.

G-8 ülkelerinin, 26-27 Mart’ta Fransa’da yapacağı toplantısı öncesi, anti-emperyalistler bugün dünya genelinde sokaklara çıktı. Türkiye’deki eylemin adresi ise Taksim oldu.

Taksim Tramvay Durağı’nda bir araya gelen Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu üyeleri, “Küresel yıkım kapitalizm öldürür” yazılı pankart açarak, G-8 ülkelerinin açlık, yoksulluk ve doğa yıkımı kararları alacağı toplantısını protesto etti.

Grup adına konuşan Ebru Gökçe, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere, Kanada, Rusya ve ABD’nin oluşturduğu G-8′in 37. toplantısının 26-27 Mayıs günlerinde Fransa’nın Deauville kentinde yapılacağını belirtti.

Gökçe, “küresel kapitalist sistemin acımasız sömürü ve adaletsizliğinin kaptan köşkü” olan bu zirveye karşı bugün Fransa’nın Le Havre kenti başta olmak üzere dünyanın pek çok yerinde protesto eylemleri yapıldığını hatırlattı.

Gökçe, “Sesimizi, Avrupalı ve dünyanın başka ülkelerindeki G-8 karşıtlarının talepleri ve mücadeleleriyle birleştirmek için bugün biz de sokaktayız” dedi.

SİLAHLANMAYA YILDA 1 TRİLYON DOLAR

Savaşın, işgalin, ırkçılığın, darbelerin, açlığın, yoksulluğun, iklim felaketinin, nükleer santrallerin ve sömürünün sorumlusunun G-8 olduğunu söyleyen Gökçe, “Silahlanmaya yılda 1 trilyon dolar harcayan G-8 devletleri, dünyanın geleceğini barışa değil, savaşa ve işgallere sürüklüyorlar. G-8, açlık, yoksulluk ve acımasız sömürünün baş müsebbibidir. 2 yıl önce, dünyada açlık çeken insanların sayısı 860 milyonken, bugün dünyada 1 milyar insan açlık çekiyor” diye konuştu.

G-8 devletlerinin dünyadaki ayrımcılık ve ırkçılığın tetikçisi olduğunu vurgulayan Ebru Gökçe, nükleerci anlayışın en önemli savunucuları ve iklim değişikliğin, küresel ısınmanın en büyük sorumlusu olduğunu söyledi.

TÜRKİYE SÜREKLİ ANLAŞMALARDAN KAÇIYOR

Gökçe, Türkiye’de hükümetin iklim değişikliğini ciddiye almadığını, dünyada iklim felaketine karşı oluşturulan uluslararası anlaşmalardan sürekli kaçtığını ifade etti. Yoksulluğa, açlığa karşı dünyadaki tüm kaynakların eşit ve adil bir biçimde paylaşımını istediklerini söyleyen Gökçe, krizlerde ilk kurtarılan şeyin bankalar değil, yoksul insanların olmasını istedi. Gökçe, “Savaşlara, işgallere, darbelere hayır. Her halk kendi kaderini kendisi tayin etmelidir” dedi, herkesi başka bir dünya için geleceği kurmaya çağırdı.

Koalisyon üyeleri açıklamanın ardından “Öz öz özgürlük Kürt halkına özgürlük”, “Hiç kimse asker doğmaz”, “Milyonlar aç, işgal altında yaşasın küresel intifada” ve “Biji biratiye gelan” sloganları eşliğinde Galatasaray Meydanı’na yürüdü ve Cumartesi Anneleri’nin eylemine destek verdi.

Sabah – 21.05. – Taksim’de G8 eylemi

Fransa’nın Deauville kentinde 26-27 Mayıs tarihlerinde yapılacak G8 ülkelerinin 37. yıllık toplantısını protesto etmek isteyen bir grup, Taksim’de eylem yaptı. Eylemciler, küresel yıkımın sorumlusu olarak G8 ülkelerini gösterdi.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Küresel Eylem Grubu ve Mazlumder’in de aralarında bulunduğu çok sayıdaki kuruluşa üye eylemciler, Galatasaray meydanında toplandı. ‘Küresel yıkım D8, Kapitalizm öldürür’ yazılı pankart açan grup, daha sonra İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yaptı. Yürüyüş sırasında sık sık G8 ülkeleri aleyhine slogan atıldı.

Taksim meydanına gelen eylemciler adına yapılan basın açıklamasında, dünyanın en büyük ekonomilerini oluşturan Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere, Kanada, Rusya ve ABD’nin oluşturduğu G8 zirvesinin Fransa’nın Deauville kentinde 26-27 Mayıs tarihlerinde yapılacağı hatırlatıldı.

Avrupalı G8 karşıtlarının zirve öncesi eylem yaptığının belirtildiği açıklamada, dünyada sömürü düzeninin nedeninin bu ülkeler olduğu ifade edildi. “G8, savaş, işgal ve darbelerin sponsorudur.” denilen açıklamada, “G8, açlık yoksulluk ve acımasız sömürünün baş müsebbibidir. G8, dünyadaki ırkçılık ve ayrımcılığın tetikçisidir. G8, nükleerci anlayışın en önemli hamisidir. G8 iklim değişikliği, küresel ısınmanın sorumlusudur.” ifadelerine yer verildi.

SkyTürk – 21.05. – İstanbul’da G8 toplantısı protesto edildi

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu üyesi bir grup, Fransa’nın Deauville kentinde 26-27 Mayıs’ta yapılacak G8′in 37′inci yıllık toplantısını, Taksim Meydanı’nda protesto etti.

Taksim Tramvay Durağı’nda toplanan grup, ”Küresel yıkım”, ”Kapitalizm öldürür” ”Başka bir dünya mümkün” yazılı pankartlar açarken, çeşitli sloganlar attı.

Daha sonra grup adına yapılan basın açıklamasında, dünyanın en büyük ekonomileri Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere, Kanada, Rusya ve ABD’nin oluşturduğu G8′in, 37′inci toplantısının, 26-27 Mayıs’ta Fransa’nın Deauville kentinde yapılacağı hatırlatıldı.

Açıklamada, zirveye karşı bugün Fransa’nın Le Havre kentinde buluşan Avrupalı G8 karşıtlarının büyük bir protesto yürüyüşü yaptıkları ve protesto etkinliklerinin hafta boyunca devam edeceği belirtilerek, şöyle denildi:

”Yeryüzünün egemenleri olan G8 ülkelerinin tasarladığı ve uyguladığı politikalar sonucu ortaya çıkan bugünkü dünya, bir felakete doğru gidiyor. Savaşın, işgalin, ırkçılığın, darbelerin, açlığın, yoksulluğun, iklim felaketinin, nükleer santrallerin ve sömürünün sorumlusu G8′e karşı toplandık. G8, savaş, işgal ve darbelerin sponsorudur. G8, açlık, yoksulluk ve acımasız sömürünün baş müsebbibidir. G8, dünyadaki ırkçılık ve ayrımcılığın tetikçisidir. G8, nükleerci anlayışın en önemli hamisidir. G8, iklim değişikliği, küresel ısınmanın sorumlusudur.”

Açıklamanın ardından çeşitli sloganlar atarak, Galatasaray Meydanı’na kadar yürüyen grup, daha sonra olaysız dağıldı.

Cihan Haber Ajansı – 21.05. – G8 Karşıtları Taksim’de Buluştu

Fransa’nın Deauville kentinde 26-27 Mayıs tarihlerinde yapılacak G8 ülkelerinin 37. yıllık toplantısını protesto etmek isteyen bir grup, Taksim’de eylem yaptı.

Fransa’nın Deauville kentinde 26-27 Mayıs tarihlerinde yapılacak G8 ülkelerinin 37. yıllık toplantısını protesto etmek isteyen bir grup, Taksim’de eylem yaptı. Eylemciler, küresel yıkımın sorumlusu olarak G8 ülkelerini gösterdi.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Küresel Eylem Grubu ve Mazlumder’in de aralarında bulunduğu çok sayıdaki kuruluşa üye eylemciler, Galatasaray meydanında toplandı. ‘Küresel yıkım D8, Kapitalizm öldürür’ yazılı pankart açan grup, daha sonra İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yaptı. Yürüyüş sırasında sık sık G8 ülkeleri aleyhine slogan atıldı.Taksim meydanına gelen eylemciler adına yapılan basın açıklamasında, dünyanın en büyük ekonomilerini oluşturan Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere, Kanada, Rusya ve ABD’nin oluşturduğu G8 zirvesinin Fransa’nın Deauville kentinde 26-27 Mayıs tarihlerinde yapılacağı hatırlatıldı. Avrupalı G8 karşıtlarının zirve öncesi eylem yaptığının belirtildiği açıklamada, dünyada sömürü düzeninin nedeninin bu ülkeler olduğu ifade edildi. “G8, savaş, işgal ve darbelerin sponsorudur. ” denilen açıklamada, “G8, açlık yoksulluk ve acımasız sömürünün baş müsebbibidir. G8, dünyadaki ırkçılık ve ayrımcılığın tetikçisidir. G8, nükleerci anlayışın en önemli hamisidir. G8 iklim değişikliği, küresel ısınmanın sorumlusudur. ” ifadelerine yer verildi.

Samanyoluhaber – 21.05. – G8 karşıtları Taksim’de buluştu

Fransa’nın Deauville kentinde 26-27 Mayıs tarihlerinde yapılacak G8 ülkelerinin 37. yıllık toplantısını protesto etmek isteyen bir grup, Taksim’de eylem yaptı. Eylemciler, küresel yıkımın sorumlusu olarak G8 ülkelerini gösterdi.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, Küresel Eylem Grubu ve Mazlumder’in de aralarında bulunduğu çok sayıdaki kuruluşa üye eylemciler,Galatasaraymeydanında toplandı. ‘Küresel yıkım D8, Kapitalizm öldürür’ yazılı pankart açan grup, daha sonra İstiklal Caddesi’nde yürüyüş yaptı. Yürüyüş sırasında sık sık G8 ülkeleri aleyhine slogan atıldı.

Taksim meydanına gelen eylemciler adına yapılan basın açıklamasında, dünyanın en büyük ekonomilerini oluşturan Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, İngiltere, Kanada, Rusya ve ABD’nin oluşturduğu G8 zirvesinin Fransa’nın Deauville kentinde 26-27 Mayıs tarihlerinde yapılacağı hatırlatıldı. Avrupalı G8 karşıtlarının zirve öncesi eylem yaptığının belirtildiği açıklamada, dünyada sömürü düzeninin nedeninin bu ülkeler olduğu ifade edildi. “G8, savaş, işgal ve darbelerin sponsorudur.” denilen açıklamada, “G8, açlık yoksulluk ve acımasız sömürünün baş müsebbibidir. G8, dünyadaki ırkçılık ve ayrımcılığın tetikçisidir. G8, nükleerci anlayışın en önemli hamisidir. G8 iklim değişikliği, küresel ısınmanın sorumlusudur.” ifadelerine yer verildi.

30 Mayıs  –  Hrant Dink Davası Haberleri– İstanbul

BİA Haber Merkezi – 30 Mayıs  – Hrant’ın Arkadaşları Güler ve Çiçek’in Yargılanmasını İstiyor

Hrant Dink cinayeti davasının 18. duruşması için Beşiktaş İskelesi’nin önünde bir araya gelen Hrant’ın Arkadaşları tabıklıklarına devam ettiklerini açıkladı; “Unutmayacağız” ve “Hrant İçin Adalet İçin” pankartları ve sloganlarla Beşiktaş Adliyesi’ne yürüdü.

İstanbul Şişli’de 19 Ocak 2007’de öldürülen gazeteci  Hrant’ın Dink cinayeti davasının 18. duruşması bugün (30 Mayıs) Beşiktaş Adliyesi’nde görülüyor.

19 sanıklı davanın 18. duruşması oturum açılmadan üye hakimlerinden birinin önemli bir mazereti olduğu gerekçesiyle saat 12:30’a ertelendi.

Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’in tutuklu yargılandığı davanın duruşmasını Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekili adayı Oktay Ekşi, İbrahim Betil, Rakel Dink, Hrant Dink’in kızı Delal Dink, kardeşleri  Hosrof, Yervant,  Zabel, Haygan ve Haycan Dink, gazeteciler Oral Çalışlar, Rober Koptaş ve Avrupa Komisyonu’ndan Sema Kılıçer’in de aralarında bulunduğu izleyici grubu takip etmek için bekliyor.

Uzun zamandır mahkemenin dinlemek istediği cinayet tanıklarından çaycı Emale Çakmakçı bugün adliyeye geldi; duruşmada Çakmacı’nın da dinlenemesi bekleniyor.

Duruşma başlamadan önce, başından beri davanın takipçisi olan Hrant’ın Arkadaşları’ndan bir grup saat 10:00’da Dolmabahçe’de buluştu. Grup Dolmabahçe’den, çevreden geçen arabaların korna çalarak desteğiyle, Beşiktaş İskelesi’nde diğer grupla buluştu.

Beşiktaş İskelesi’nde, aralarında Rakel Dink, İstanbul bağımsız milletvekili adayları Sebahat Tuncel ve  Sırrı Süreyya Önder ile Ufuk Uras, Ümit Kıvanç, Masis Kürkçügil, Tayfun Mater, Gençay Gürsoy, Cengiz Aktar, Hayko Bağdat, Osman Kavala, Oral Çalışlar, Yıldırım Türker ve Zeynep Tanbay’ın da bulunduğu yaklaşık 300 kişilik grup “Unutmayacağız” ve Hrant İçin Adalet İçin” pankartlarıyla toplandı.

Grup, “Muammer Güler Yargılansın”, “Faşizme İnat, Kardeşimsin Hrant”, “Faşistler Vuruyor, AKP Koruyor”, “Cemil Çiçek Yargılansın”, “Hepimiz Hrantız, hepimiz Ermeniyiz” sloganları attı.

Hrant’ın Arkdaşları’ndan Mehmet Esen yaptığı basın açıklamasında, mahkemenin hükmü yaklaştıkça gerçeketen uzaklaşılsa da, aynı kararlılıkla  Hrant’ın yanında olacaklarını söyledi.

“Umudumuz zamana yenik düşmesin”

“Bu ülkede belki de başka hiçbir duruşmada yapılmayan bir şey yapıldı; ilk günden beri, katlin kronolojisi üzerinden tek tek, isimlerini vererek, adres göstererek, bağlantıları anlatılarak, şimdi içerde tutulan bir kaç tetikçi ile yetinmeyeceğimizi, ağabeyler istediğimizi söyledik.

Ağabeyler her kimse tek tek adlarını söyledik…Başından beri, savsaklayarak, alay ederek, yok sayarak, gözdağı vererek tanıklığımızın bitmesine çalıştılar. Mahkemelerde sabrı zorlayan duruşma oyunları oynadılar… Kendi adamlarını kolladılar; yetmedi, şimdi de alenen milletvekili adayı ilan ettiler!

Umudumuz zamana yenik düşmesin, tanıklığımız gücünü kaybetmesin diye, sözün bittiği bugün yine buradayız. Sokaklarda gelecek vaatleriyle dolaşan seçim arabalarından Hrant’ın katillerine göz dağı verecek tek ses duyamasak da, mahkemenin hükmü yaklaştıkça, gerçek bizden uzaklaşsa da, bir daha yazamasa da kalem kanaya kanaya, biz yine burada olacağız… Bugün olduğu gibi, her gün acımızın ağacını sulayarak o kocaman yürekli adamın anısını taptaze tutacağız.

Hrant için, adalet için!”

Basın açıklamasının ardından grup, Beşiktaş İskelesi’nden sloganlar ve alkışlar eşliğinde Adliye’ye yürüdü.

İstanbul bağımsız milletvekili adayı Sırrı Süreyya Önder, “Takibine başladığımız bu davadaki kararlılığımız öfkeye dönüşüyor. Bu davanın sorunluları hala devleti temsilcileri ve bunlardan adalet beklemek ne kadar gerçekçi ? Bu olayın arkasında duran da tetiği çeken de, ona malzeme veren de herkes yargılanacak” dedi.

Turnusol – 31.05. – ‘Dink cinayetinde iki kişi daha vardı’

Hrant Dink cinayetine karıştıkları gerekçesiyle üçü tutuklu 19 sanığın yargılandığı davada görgü tanığı Emsale Çakmak, Ogün Samast’ın dışında olay yerinden koşarak kaçan iki kişi daha gördüğünü söyledi.

Agos Gazetesi Genel Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili davanın Beşiktaş 14’üncü Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 18. duruşmasında, Dink ailesi, ailenin avukatları ve sanık avukatları hazır bulundu.

Avukat Fethiye Çetin ise olay yerindeki kamera görüntülerine de yansıyan bu bilginin araştırılmasını talep etti. Mahkeme, talebi değerlendirerek iddianın araştırılması yönünde karar verdi.

Dink’in avukatları, olay mahalinde bulunan ‘Saray Kumaşçılık’ adlı işyerinin kamera görüntülerini duruşmada bir kez daha göstererek; sanık Ogün Samast’ın cinayet sırasında yalnız olmadığına dikkat çekti.

Cinayetin hemen sonrası Saray Kumaşçılık kamerasından yansıyan görüntüleri gösteren Dink avukatlarından Fethiye Çetin’in, Samast’ın cinayetten hemen sonra olay yerinden koşarak uzaklaşırken, köşede nöbet tutar gibi bekleyen iki şahıstan birinin ise sanık Yasin Hayal’in ağabeyi Osman Hayal olduğunu açıklaması, mahkemeyi harekete geçirdi. 4.5 senedir müdahil avukatların hiçbir talebini dikkate almayan Mahkeme, ilk kez bu iddianın araştırılmasına karar verdi.

TANIK SUSTURULDU MU?

Hrant Dink’in katledildiği bölgedeki Şafak Sokak’ta bulunan Saray Kumaşçılık dükkanından alışveriş yapan görgü tanığı Emsale Çakmak da duruşmada dinlendi. Tanık Çakmak, cinayet sonrası İstanbul Emniyet Müdürlüğünde verdiği ilk ifadede koşarak kaçan sanık Oğun Samast dışında iki kişi daha gördüğünü söylemiş ve bu kişilerin boyu, saçı, pantolon rengi gibi detaylı bilgiler de vermişti. Ancak duruşmada daha çekingen davrandığı gözlenen Çakmak, “O şahıslarının yüzlerini görmedim” dedi.

TÜBİTAK’TAN GÖRÜNTÜLERLE İLGİLİ AÇIKLAMA

Dink avukatlarının, cinayetin hemen öncesi ve sonrasıyla ilgili Akbank Pangaltı Şubesi kamerasının görüntüleriyle ilgili olarak ‘üç adet diskin içeriklerinin silinip silinmediği, silindiyse hangi program kullanılarak ve ne zaman silindiğinin’ tespiti; ayrıca kayıtlarının geri dönüşümünün mümkün olup olmadığının araştırılması yönündeki talebi için önceki celsede TÜBİTAK’tan bir rapor istenmişti. Söz konusu ‘Dijital Adli Analiz Raporu’nda; ‘geçmiş zamana ait olan ve silinen verilerin yeniden kazandırılamayacağı’ ve bu periyotları aşan zamandan sonra eski verilere ulaşmanın mümkün olmadığı’ açıklandı.

CİNAYET SONRASI NÖBET TUTANLARDAN BİRİSİ OSMAN HAYAL Mİ?

Cinayet öncesi ve sonrası Şişli Pangaltı Akbank ATM ve Saray Kumaşçılık dükkanın 4.5 saatlik bir dilimin emniyet tarafından silindiği iddia edilen kamera görüntüleri tekrar izleten Avukat Fethiye Çetin, şöyle dedi: “Orada, elinde defter ile duran bir şahıs dikkatleri çekiyor. Sık sık cep telefonuyla birilerine saniye saniye bilgi verdiği izlenimini uyandıran şahıs, Hrant Dink’in Akbank‘a gelmesiyle beklediği karşı sokaktan uzaklaşarak görüntülerden kayboluyor.”

Avukat Çetin’in sunum halinde mahkemeye değerlendirdiği slayt görüntülerde, cinayet sonrası Şafak Sokak çıkışındaki Saray Kumaşçılık dükkanının önünden koşarak geçtiği görülen sanık Oğun Samast’ın hemen köşesinde, iki şahıs dikkat çekiyor. Kamera görüntülerinde yer alan şahsın Akbank ATM kayıtlarında görülenle aynı kişi olduğu göze çarparken; yanındaki şahısın Osman Hayal’den başkası olmadığı vurgulanıyor. “Biz bunun Osman Hayal olduğunu belirledik” diyen Çetin, Osman Hayal’in tutuklanmasını talep etti.

‘AHMET SAMAST DİNLENSİN’ TALEBİ

Avukat Çetin, 28 Mart tarihli duruşmada Ogün Samast’ın babası Ahmet Samast’ın tanık olarak dinlenilmesini talep ettiklerini ve bu taleplerinin Hrant Dink cinayeti sırasında Trabzon Emniyet Müdür Yardımcısı olarak görev yapan Necati Ekici’nin talimat yoluyla alınan ifadesinden kaynaklandığını belirterek; Ekici’nin ifadesinde, ‘cinayet sonrasında Ogün Samast’ı nerede bulabileceklerine’ ilişkin sorularını, baba Ahmet Samast’ın, ‘Ogün’ün yerini komutanın bulabileceği’ şeklinde cevapladığı ve ‘Ogün’ün sürekli olarak jandarma komutanıyla görüşürdü’ beyanında bulunduğunu söyledi. Bir jandarma komutanının, olay tarihinde 18 yaşını henüz doldurmamış, işsiz, eğitimsiz ve problemli bir kişi ola Ogün Samast ile sürekli görüşmesinin mantıklı bir açıklamasının olmadığını ve bu ilişkinin nedeni ile söz konusu jandarma komutanının kimlik bilgisinin, cinayetin ardındaki örgüt ve sanıkların bağlantıları açısından hayati önemde bulunduğunu ifade eden Çetin, Ahmet Samast’ın dinlenilmesi talebini yineledi. 4.5 yıl süren yargılamada gerçeklerin açığa çıkarılması açısından çok önemli fırsatların heba edildiğini ve zamanın havanda su dövülerek geçirildiğini vurgulayan Çetin, yargılamanın uzun bir süreyi kapsamına rağmen maddi gerçeğin araştırılması yerine, iddianamenin verili sınırlarını aşmama, ortaya çıkan çok önemli ipuçlarını bu nedenle araştırmama ve soruların ardından gitmeme gibi bir tercih yansıttığını belirtti.

‘KOMUTAN’IN AÇIĞA ÇIKMASIYLA CİNAYETİN ASKER AYAĞI NETLEŞECEK’

Sanık Ogün Samast’ın kullandığı, babası Ahmet Samast’a kayıtlı telefonunda ‘Komutan’ olarak kayıtlı bir telefon olduğuna dikkat çeken Çetin, bunlara ek olarak da Samast’ın hazırlıkta, ‘’ Trabzon’da teslim olacaktım.Orada ki jandarmarı tanırdım ve beni severlerdi’’ şeklideki ifadesi de eklenince bütün bu kanıtların birbirini tamamladığı ve doğruladığı görüldüğünü bildirdi. Çetin, gazeteci Adem Yavuz Aslan’ın Ocak  tarihinde yayınlanan, “Bir Ermeni var” isimli kitabının 194’üncü sayfasında, “Coşkun İğci’nin 15 Kasım 2006 günün sabah Ogün Samast’ı evinden aldığını ve jandarma görevlileri, Ahmet Faruk Aydoğdu ile Satılmış Şahin’in de katıldığı bir görüşme yapıldığı yapıldığını iddia edildiğini hatırlattı. Satılmış Şahin’in cinayet günü İstabul’da olduğunu belirten Çetin, HTS kayıtlarında Komutan adlı kişinin Ahmet Faruk Aydoğdu çıktığına dikkat çekti. Çetin, Aydoğdu, Adem Yavuz Aslan, Ogün Samast ve Satılmış Şahin’in HTS kayıtlarının incelenmesini istediğini söyledi.

Dava sürecinde ”4,5 yıldır havanda su dövülerek geçiriliyor” diyen Çetin, bir takım noksanlıkların bulunduğunu belirterek davanın belirttikleri noksanlıklar ile bitirilemeyeceğini kaydetti. MİT görevlileri Handan Selçuk ve Özer Yılmaz hakkında suç duyurusunda bulunduklarını belirten Çetin, suç duyurusu dilekçelerinin dosyaya konulmasını istedi.

4,5 yıldır kayıtların bulunamadığını kaydeden Çetin, Ogün Samast’ın kendileri ve mahkeme ile ‘dalga geçtiğini’ vurguladı. Turkcell ve Vodafon’dan o günkü kayıtların olmadığına dair rapor gelmediğini belirten Çetin, ”AVEA’dan da cevap geldi. Ancak baz var kayıt yok diyorlar. Halen bu şirketlerin de ne amaçla bunu dediğni anlamıyoruz” diye konuştu.

HAYAL’İN’ ‘TEHDİT EDİLİYORUM’ İDDİASI

Sanık Yasın Hayal’in mahkemeye sunduğu başvurunun okunduğu duruşmada, Hayal’in “Mahalleli beni tehdit ve darp ediyor. Can güvenliğim yok. Yollayacaksınız bana kendi adamlarınızı yollayın. Rahatsız ediliyorum” diye yazması ise dikkat çekti. Müdafii avukatlarından Arzu Becerik, Hayal’e, ”Mahalleli derken neyi kastediyorsun. Nasıl bir tehdit bu?” sorusunu yöneltti. 30 bin kişilik Pelitli Belediyesince rahatsız edildiğini belirten Hayal, şöyle devam etti:

” Tehdit ediliyorum. Ailem ve ben baskı altındayım. Darp ediliyorum. Baskı var. Gidin röportaj yapın oranın sivil halkıyla. ‘Seni öldürürüz’ diyorlar. Ben koruma istiyorum. Bunlar sindirme politikalarıdır. ‘Boğazını keseriz, seni paramparça ederiz’ gibi tehditler var. Bu baskılar son 6 aydır var. Korunmam gerek.”

‘CERRAH’I KURTARMA OPERASYONU’

Tutuklu olmasıyla mağdur olduğunu söyleyen Tuncel ise, ”Ben her şeyi açıkça anlatıyorum. Bu dava benim üzerime kurulmaya çalışıldı. Bilmem Er Ryan’ı Kurtarmak filmini izlediniz mi? Burada yaşananlar herkesin seferber olduğu Celalettin Cerrah’ı kurtarma operasyonudur. Ben zamanında Yasin Hayal’i ikna etmek için oraya gittim, ‘bak hükümete zarar gelir Tayyip Erdoğanı severim’ dedim” diye konuştu.Yasin Hayal de, ”Ben bir şey hatırlamıyorum.” karşılığını verdi.

Mahkeme, Dink Ailesi avukatlarından Fethiye Çetin’in talebine uygun olarak, 19 Ocak 2007 tarihinde cinayet mahalinde bulunduğu iddia edilen Yasin Hayal’in ağabeyi Osman Hayal’in önden, arkadan ve yanlardan boy fotoğraflarının ayrı ayrı fotoğraflarının çektirilmesini istedi.

Daha önce tutuklanıp serbest bırakılan Osman Hayal’in bu iddialar nedeniyle yeniden tutuklanmasına “şimdilik” gerek olmadığına kanaat getiren mahkeme, fotoğraflar geldikten sonra olay mahalindeki kişinin Osman Hayal olup olmadığını bir bilirkişiye soracak. Osman Hayal’ın tutuklanmasıyla ilgili talep ondan sonra değerlendirilecek.

Ayrıca, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan (TİB) ve üç GSM operatöründen de, cinayet günü Akbank Pangaltı Şubesi ve yine yakınından bulunan Saray Kumaşçılık dükkanı önündeki iki noktadan cep telefonuyla konuştuğu görülen şüphelinin kimliğinin tespit etmek için, bu kişinin olay yerinde bulunduğu saat 11.10 ile 11.25, 14.45 ile 15.00 saatleri arasında ilgili baz istasyonlarından yapılan tüm telefon görüşmelerinin bildirilmesini istedi.

Azmettirici olmakla yargılanan Yasin Hayal ve polis muhbiri olan Erhan Tucel’in tahliye edilmesiyle ilgili talepleri reddeden mahkeme, yargılamaya 29 Temmuz’da devam edileceğini bildirdi.

Marksist.org – 30 Mayıs  – Hrant Dink cinayeti davasında 18. duruşma: ‘Muammer Güler’ler yargılansın!’

Hrant Dink cinayeti davasının 18. duruşması İstanbul’da Beşiktaş Adliyesi’nde görülüyor. Hrant Dink için adalet isteyenler her duruşmada olduğu gibi yine saat 10.00’da Beşiktaş İskele Meydanı’nda toplandı. Hrant’ın Arkadaşları adına basın açıklama yapan tiyatro sanatçısı Mehmet Esen “Bizim acımız, bizim öfkemiz, bizim öfkemiz taptaze” diyerek “sokaktaki seçim arabalarından katillere gözdağı verecek tek ses duyulmadığını” söyled.

4 yıl 4 aydır süren Hrant Dink cinayeti davasında sona gelindi. Ancak “öldür diyenler” yargılanmadığı gibi Ermeni gazeteciyi makamlarında tehdit eden eski İstanbul Valisi Muammer Güler gibiler AKP’den birinci sıra milletvekili adayı yapılarak ödüllendirilmek isteniyor. Cemil Çiçek gibi Hrant’ın katledilmesinde ağır sorumluluğu olan kirli politikacılar koltuklarında oturuyor. Hrant Dink cinayetindeki Ergenekon’a ise dokunulmuyor.

Hrant Dink’in arkasından vurulmasından bunca zaman geçmesine rağmen katillerin ve azmettiricilerin yargı önüne çıkartılmaması, tetikçilerin yargılandığı davanın hukuksuzluğun aleni bir örneği haline dönüştürülmesi ırkçılık karşıtlarını ve Hrant’ın arkadaşlarını öfkelendiriyor.

Duruşma öncesi Beşiktaş İskele Meydanı’nda toplanan Hrant’ın arkadaşları yine adalet sloganları attı.

Topluluk adına konuşan Mehmet Esen şunları söyledi:

“Bizim acımız, bizim tanıklığımız, bizim öfkemiz taptaze; aynı yerde yatıyor! Bu ülkede insanlar hafızalarına ağır gelen her şeyi unutarak yaşar… 1915’ten beri bir kambur gibi çocuklarımıza devrettiğimiz bu karanlık sır, tarihin koskoca bir hafıza deliği olarak durduğu yerde büyüyor.

Şimdi bizden yine unutmamızı istiyorlar.

Bu ülkede belli ki de hiçbir duruşmada yapılmayan bir şey yapıldı; ilk günden beri, katlin kronolojisi üzerinden tek tek, isimlerini vererek, adres göstererek, bağlantıları anlatılarak, şimdi içerde tutulan birkaç tetikçi ile yetinmeyeceğimizi, ağbilerini istediğimizi söyledik…

Başından beri, savsaklayarak, alay ederek, yok sayarak, gözdağı vererek tanıklığımızın bitmesine çalıştılar. Mahkemelerde sabrı zorlayan duruşma oyunları oynadılar… Kendi adamlarını kolladılar; yetmedi, şimdi alenen milletvekili adayı ilan ettiler!”

Mehmet Esen, “mahkemenin hükmü yaklaştıkça, gerçek bizden uzaklaşsa da, bir daha yazmasa da kalem kanaya kanaya, biz yine burada olacağız” diyerek Hrant için adalet için mücadeleye devam çağrısı yaptı.

İskele Meydanı’ndan mahkemeye sloganlarla yürüyen grup “Cemil Çiçek, Muammer Güler yargılansın”, “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeni’yiz” diye haykırdı.

18. duruşma devam ediyor, gelişmeleri aktarmaya devam edeceğiz…

Marksist.org – 12.06. – Küresel BAK: Vicdani retçi İnan Süver’e özgürlük!

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, İnan Süver’in özgürlüğüne kavuşabilmesini talep eden bir bildiri yayımladı.

http://www.marksist.org/haberler/3936-kuresel-bak-vicdani-retci-inan-suvere-ozgurluk

Savaskarsitlari.org – 14.06. – Küresel BAK: Vicdani Retçi İnan Süver’e Özgürlük

“İnan Süver, 5 Ağustos 2010 tarihinde evine yapılan polis baskınında tutuklandı… 26 Kasım’da askeri hastane tarafından “askerliğe elverişli olmadığı”na ilişkin bir rapor verilmişti, Mahkeme bu raporu göz önüne alarak tahliye kararı verdi. Ancak 2003, 2004 ve 2006 yıllarında “firar” suçlarından verilmiş olan toplam 35 aylık bir cezasının olması, verilen raporun ise 2008 yılı 8. ayından itibaren geçerli olması bahane edilerek İnan Süver tahliye edilmedi…

Türkiye, Medeni ve Siyasi Haklar Uluslararası Sözleşmesi’ne taraf olan bir ülke olarak, vicdani ret hakkını tanımakla yükümlüdür…

Bizler İnan Süver’in vicdani ret hakkını kullandığı için keyfi olarak tutuklandığını, eziyet gördüğünü biliyoruz. İnan Süver’in derhal ve koşulsuz olarak serbest bırakılmasını talep ediyoruz.”

http://savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=9&ArsivAnaID=63175&ArsivSayfaNo=1

Turnusol – 24.06.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu ABD Başkanı Obama’nın ‘Afganistan’dan ikna olursak çekileceğiz ‘ sözlerine karşı açıklama yaptı, işte tam metin:

http://www.turnusol.biz/public/haber.aspx?id=9163&pid=78&haber=  BAK: ABD ve NATO Afganistandan defol!

Savaş Karşıtları org – 24.06.

Küresel BAK: ABD ve NATO, Afganistan’dan defol!

http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=9&ArsivAnaID=63347&ArsivSayfaNo=1

21 Temmuz  –  Barışalım Yeter Yürüyüş Haberleri– İstanbul

BİA Haber Merkezi – 22 Temmuz  – Taksim’den Yükselen Ses: Barışalım Yeter!

Sanatçı, aydın ve çeşitli sivil toplum kuruluşları, Aynur ve Dicle’ye destek vermek için Taksim’de “Barışalım Yeter” yürüyüşü yaptı.

“Türküleri değil, silahları susturalım, Hatip Dicle Meclis’e” diyen yaklaşık bin kişi Tünel’den Taksim Meydanı’na yürüdü.

Aynur Doğan’ın Kürtçe şarkı söylediği için “yuhalanarak” konserini yarıda kesmesine karşı ve milletvekilliği düşürülen Hatip Dicle’nin Meclis’e girmesi için aydın, sanatçı birçok kişi “Barışalım Yeter” dedi.

Saat 19:00’da Tünel’de buluşan grup, Kardeş Türküler’in davulları eşliğinde “Ölüm değil, çözüm”, Hiç kimse asker doğmaz”, “Hatip Dicle meclise”, “Aynur Doğan sahneye”, “Halklar özgürlük istiyor”, “Sustur savaşların sesini sustur”, “Yükselt barışın sesini yükselt” sloganları eşliğinde yürüdü.

“Barış için inat ediyoruz”

Basın açıklamasının Türkçesini oyuncu Jülide Kural, Kürtçesini de oyuncu Serhat Ertuna okudu.

Ülkenin yeni bir çatışma ortamına sürüklendiği bu zor günlerde “endişe” duyduklarını söyleyen Kural şöyle devam etti:

“Bizler, demokrasiden, adaletten, özgürlükten, kimsenin bir diğerinin hamisi olmadığı, kardeşlikten yana olanlar inat ediyoruz. Her dilde şarkı söylemek için, barış için inat ediyoruz ve edeceğiz.”

“Sevincimiz kısa sürdü”

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku 36 adayın milletvekili çıkarmasının barış umutlarını güçlendirdiğini söyleyen Kural, “sevincimiz kısa sürdü, yargı ve siyasetin 12 Eylül yasalarını  bile zorlayan işbirliği ülkeyi yine kaotik bir iklime soktu” dedi.

Kural, halkların savaş değil, özgürlük, barış, adalet ve birlikte şarkı söylemek istediğini vurguladı ve tüm aydın, sanatçı, akademisyen, işçi, işsiz her kesimi barış şarkılarını sahip çıkmaya çağırdı.

“Biz başta Hatip Dicle olmak üzere milletvekili seçilen Blok adaylarının meclis’e taşınabilmesi için tüm engellemelerin ortadan kalkmasını, hükümetin derhal demokratik siyasetin yolunu açacak, bağlayıcı, ikna edici adımlar atmasını talep ediyoruz.”

Açıklamanın ardından konuşan İstanbul milletvekili Levent Tüzel, sanatçı Aynur’un yanında olduğunu, Kürt halkının ortaya koyduğu demokratik özerklik talebine herkesin sahip çıkması gerektiğini söyledi.

Tüzel, “13 askerin ölmesinden acı duyuyoruz, artık bu savaş bitsin” dedi.

“Aynur’a Keçe Kurdan’lı selam”

İstiklal Caddesi boyunca davul, alkış, ıslıklar eşliğinde yürüyen grup ara ara oturup “barış” diyerek hep birlikte koştu. Yürüyüş boyunca kafelerde oturan ve yolda yürüyenler hem fotoğraf çekti hem de alkışlarla destek verdi. Taksim Meydanı’na ulaşan grup, barış horonu çekti ve Aynur’a destek için “Keçe Kurdan” şarkısını söyledi.

Destek verenler

Antikapitalist Öğrenciler, Barış İçin Kadın Girişimi, Barış İçin Sanat Girişimi, Barış İçin Vicdani Ret Platformu, Blok Akademi Grubu, Doğu Güneydoğu Dernekleri Platformu, DurDe, Evrensel Kültür Dergisi, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, Küresel BAK, Küresel Eylem Grubu, Lambdaİstanbul LGBTT Dayanışma Derneği, Özgürlük İstiyoruz İnisyatifi, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Demokrasi ve Özgürlük Hareketi, Devrimci Sosyalist İşçi Partsi (DSİP), Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP), Sol Arayış, Yeşiller Partisi. (NV)

Taksim’de ‘Barışalım Yeter’ eylemi – Net haber – 22 Temmuz

Kendilerine “Barış İnisiyatifleri” adını veren ve aralarında İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, Barış İçin Kadınlar Girişimi, Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi ile birçok sivil toplum kuruluşunun bulunduğu eylemciler, “Türküleri Değil, Silahları Susturalım ve Hatip Dicle Meclise” diyerek eylem yaptı.

Taksim Tünel Meydanı’nda, dün saat 19.00’da bir araya gelen “Barış İnisiyatifi” eylemcileri, son günlerde yaşanan olaylarla ilgili eylem yaptı. Aynur Doğan’ın sahnede türkü söylerken bazı vatandaşlarca yuhalanmasını protesto etmek ve Hatip Dicle’nin meclise girmesini isteyen grup üyeleri Taksim’de buluştu. Tünel meydanında toplanan yaklaşık 300 kişilik grup, Taksim Meydanı’na kadar yürüdü. Grup üyeleri Galatasaray Meydanı’na gelince İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel bir açıklama yaptı. Levent Tüzel, “Sizi barışa sahip çıktığınız için, kardeşliğimize sahip çıktığınız için, silahlar değil türküler konuştu dediğiniz için kutluyorum” dedi. Tüzel, “Halkımızın sanatçısı olan Aynur Doğan gibi sanatçılarımıza, insan haklarına saygılı aydınlarımıza, yazarlarımıza sahiplenmek durumundayız. Silahlar konuşmamalı, Türküler konuşmalı” şeklinde konuştu. Tüzel, son olarak “Diyarbakır’da yaşanan çatışmalar sonucu halkımızın evlatlarının kaybedilmiş olmasından ortak bir acı ve üzüntü duyuyoruz” dedi.

‘Barışalım Yeter’ pankartı, davul ve trampetlerle Taksim Meydanı’na gelen grup, burada olaysız şekilde dağıldı.

DHA – 22.07. – “Türküleri Değil Silahları Susturalım”

Kendilerine “Barış İnisiyatifleri” adını veren birçok STK Taksim’de “Barışalım Yeter” eylemi yaptı.

Taksim Tünel Meydanı’nda saat 19. 00’da bir araya gelen ve kendilerine “Barış İnisiyatifi” adını veren grup, Aynur Doğan’ın sahnede türkü söylerken bazı kişilerce yuhalanmasını protesto etmek ve Hatip Dicle’nin Meclis’e girmesi için eylem yaptı. Tünel Meydanı’nda toplanan yaklaşık 300 kişilik grup, Taksim Meydanı’na kadar yürüdü. Grup üyeleri, Galatasaray Meydanı’na gelince İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel burada bir açıklama yaptı. Levent Tüzel açıklamasında, “Sizi, sizleri barışa sahip çıktığınız için, kardeşliğimize sahip çıktığınız için ‘silahlar değil türküler konuşsun’ dediğiniz için kutluyorum. Aynur Doğan gibi sanatçılarımızı, insan haklarına saygılı aydınlarımızı, yazarlarımızı sahiplenmek durumundayız. Silahlar konuşmamalı, türküler konuşmalı” dedi. Daha sonra “Barışalım Yeter” pankartları taşıyan grup davul ve trampetler çalarak Taksim Meydanı’na geldi. Burada halay çeken grup olaysız şekilde dağıldı.

Evrensel 22.07. – Taksim’de binler ‘barışalım yeter’ dedi

Milletvekilliği düşürülen Hatip Dicle’nin Meclise girmesi ve Caz Festivali’nde Aynur Doğan’ın maruz kaldığı ırkçı tepkiyi protesto için binlerce kişi dün İstanbul’da Taksim Meydanı’nda “Barışalım Yeter” yürüyüşü gerçekleştirdi.

Saat 19.00’da Tünel Meydanı’nda toplanan, aralarında birçok aydın ve sanatçının da bulunduğu binler buradan alkış ve sloganlarla Taksim Meydanı’na yürüdü. Katılımcılar yürüyüşte hep bir ağızdan “Aynur Doğan sahneye, Hatip Dicle Meclise”, “Hiç kimse asker doğmaz”, “Sustur savaşların sesini sustur”, “Yükselt barışın sesini yükselt” sloganlarını haykırdı.

İstiklal Caddesi boyunca davul, alkış, ıslıklar eşliğinde yürüyen grup, ara ara oturup “barış” diyerek hep birlikte koştu. Yürüyüşe çevredeki vatandaşlar da alkışlarla destek verdi. Taksim Meydanı’na ulaşan grup, burada barış horonu çekti ve Aynur Doğan’a destek için “Keçe Kurdan” şarkısını söyledi.

Yürüyüşe Barış İçin Sanat, Blok Akademi Grubu, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, Türkiye Yazarlar Sendikası, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, Evrensel Kültür Dergisi’nin de aralarında olduğu birçok kurum destek verdi.

Yapılan yürüyüşün ardından yapılan basın açıklaması Türkçe ve Kürtçe okundu. Oyuncu Jülide Kural’ın Türkçe, Serhat Ertuna’nın ise Kürtçe okuduğu açıklamada, barış sürecinin yara almasından endişe duyulduğuna dikkat çekildi. Irkçı, milliyetçi naraların kulakları tırmaladığına, barış umutlarının yara aldığına dikkat çekilen açıklamada, Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blokunun başarısını antidemokratik uygulamalarla gölgelemeye çalışıldığına değinildi. “Bu yol barışın yolu değildir. Halklar savaş istemiyor, acı istemiyor, gözyaşı, bomba sesleri istemiyor! Barış şarkılarını birlikte söylemek istiyor. Halklar özgürlük istiyor, barış ve adalet istiyor” ifadelerinin yer aldığı açıklamada, aydın, sanatçı, akademisyen, işçi, işsiz, herkes ve her kesim barışa, barış diline, barış şarkılarına sahip çıkmaya çağrıldı.

TÜZEL: ‘ARTIK BU SAVAŞ BİTMELİ’

Yürüyüşe katılan Emek Demokrasi ve Özgürlük Bloku Milletvekili Abdullah Levent Tüzel de grup, Galatasaray Lisesi önüne geldiğinde bir konuşma yaptı. Aynur Doğan’ın yanında olduklarını ve Kürt halkının demokratik özerklik iradesine herkesin sahip çıkması gerektiğini dile getiren Tüzel, Zeytinburnu’daki olaylara dikkat çekerek, “Ülke iç savaşa doğru götürülmeye çalışılıyor. Bu durumun hiç kimseye yararı olmaz. Bu durumdan en fazla zararı, yine bu ülkenin halkları ve emekçileri görecek. Yaşanan ölümlerden acı duyuyoruz, artık bu savaş bitsin” dedi.

Cihan – 22.07. – Taksim’de ‘Barışalım Yeter’ eylemi

Kendilerine “Barış İnisiyatifleri” adını veren ve aralarında İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, Barış İçin Kadınlar Girişimi, Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi ile birçok sivil toplum kuruluşunun bulunduğu eylemciler, “Türküleri Değil, Silahları Susturalım ve Hatip Dicle Meclise” diyerek eylem yaptı.

Taksim Tünel Meydanı´nda, dün saat 19.00´da bir araya gelen “Barış İnisiyatifi” eylemcileri, son günlerde yaşanan olaylarla ilgili eylem yaptı. Aynur Doğan´ın sahnede türkü söylerken bazı vatandaşlarca yuhalanmasını protesto etmek ve Hatip Dicle´nin meclise girmesini isteyen grup üyeleri Taksim´de buluştu. Tünel meydanında toplanan yaklaşık 300 kişilik grup, Taksim Meydanı´na kadar yürüdü. Grup üyeleri Galatasaray Meydanı’na gelince İstanbul Bağımsız Milletvekili Levent Tüzel bir açıklama yaptı. Levent Tüzel, “Sizi barışa sahip çıktığınız için, kardeşliğimize sahip çıktığınız için, silahlar değil türküler konuştu dediğiniz için kutluyorum” dedi. Tüzel, “Halkımızın sanatçısı olan Aynur Doğan gibi sanatçılarımıza, insan haklarına saygılı aydınlarımıza, yazarlarımıza sahiplenmek durumundayız. Silahlar konuşmamalı, Türküler konuşmalı” şeklinde konuştu. Tüzel, son olarak “Diyarbakır’da yaşanan çatışmalar sonucu halkımızın evlatlarının kaybedilmiş olmasından ortak bir acı ve üzüntü duyuyoruz” dedi.

‘Barışalım Yeter’ pankartı, davul ve trampetlerle Taksim Meydanı’na gelen grup, burada olaysız şekilde dağıldı.

29 Temmuz  –  Hrant Dink Davası Haberleri– İstanbul

BİA Haber Merkezi – 29.07. – Samast’ın Yargılanması Yetmez, Dava Burada Bitmez”

Hrant Dink cinayeti davasının 19. duruşması için Beşiktaş İskelesi’nde bir araya gelen Hrant’ın Arkadaşları, “Samast’ın yargılanması ile adaletin geldiğini sananlar yanılıyor, bu işi tezgahlayan ‘ağabeyleri’nin peşini bırakmayacağız” dedi.

HRANT DİNK DAVASI: Telefon Kayıtlarının Verilmesine İtiraza Red

İstanbul Şişli’de 19 Ocak 2007′de Agos gazetesi önünde öldürülen gazeteci  Hrant’ın Dink cinayeti davasının 19. duruşması bugün (29 Temmuz) Beşiktaş Adliyesi’nde görülüyor.

Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’in tutuklu yargılandığı davanın duruşmasını, Fransız Barosu temsilcileri, Avrupa Birliği (AB) Yeşiller Grubu ve Alman Yeşiller Partisi Eşbaşkanı Claudia Roth da izliyor.

Duruşma başlamadan önce, başından beri davanın takipçisi olan “Hrant’ın Arkadaşları”ndan bir grup saat 10:00′da Dolmabahçe’de buluştu. Grup Beşiktaş İskelesi’nde de diğer grupla buluştu.

Dolmabahçe önünde, aralarında  Rakel Dink, Ertuğrul Kürkçü, Sırrı Süreyya Önder, Osman Kavala, Hakan Tahmaz, Bülent Aydın, Zeynep Tanbay, Rober Koptaş, Sema Solaklı, Turgut Kazan, Ferdan Ergut, Masis Kürkçügil’in de buunduğu göstericiler, “Unutmayacağız” ve “Hrant İçin Adalet İçin”, “Affetmeyeceğiz” pankartları önünde toplandı.

“Bu dava böyle bitmeyecek” dövizleri taşıyan grup,  “Öldür diyenler yargılansın”, ” Faşizme inat kardeşimsin Hrant”, “Faşistler vuruyor, AKP koruyor”, “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeni’yiz”, “Türk, Kürt, Ermeni yaşasın halkların kardeşliği”, “Hrant için, adalet için”, “Faşist devlet hesap verecek”, “Unutmayacağız ve affetmeyeceğiz” sloganları attı.

“Samast’ın ağabeylerinin peşini bırakmayacağız”

Hrant’ın Arkadaşları adına basın açıklamasını okuyan Metin Eray, Ogün Samast’ın yargılanması ile adaletin geldiğine inananların yanıldığını, bu işi tezgahlayın “ağabeylerinin” peşini bırakmayacaklarını söyledi.

“Sahipsiz soruların karanlığında adalet duygumuz kırık, öfkemiz gitgide büyüyor. Ama kimse unutmasın; bu dava böyle bitmez! Ogün Samast ceza alınca ‘işte adalet’ diyenler, bu işi tezgahlayan “ağbileri”nin peşini bırakacağımızı düşünmüş olmalılar. Yanılıyorlar!”

“Bugüne kadar kimler soruşturuldu?”

Eray, Dink’in katledilişinden sorumlu kimsenin yargı önünde olmadığını hatırlatarak, AİHM kararlarını yakınından bile geçilmediğini söyledi.

“İstanbul Emniyet’indeki görev ve sorumluluk sahipleri hakkında İçişleri Bakanlığı’nın soruşturma izni vermesinin ardından Celalettin Cerrah’a soru soran var mı? İstanbul Valisi Güler milletvekilliğine sığındı, er ya da geçgerçekle yüzleşmek zorunda kalacak

Cumhurbaşkanlığı tarafından görevlendirilen Devlet Denetleme Kurulu’ndan niye ses çıkmıyor? MİT’in soruşturulması için Başbakan lık’tan sonunda izin çıktı!  Kimler soruşturuldu?”

Eray, Hrant’ın davasının diğerleri gibi “hafıza çöplüğünde” kaybolacağını sananların yanıldığını, davanın takipçisi olmaya devam edeceklerini söyledi.

Davayı izlemeye gelen Mersin Barosu Başkanı Hulki Özel de Samast’ın ceza almasının ardından insanlarda “daha ne istiyorsunuz” algısı oluştuğunu, ancak kendilerinin bütün sorumluların yargılanmasını istediklerini söyledi.

“AİHM tavsiye kararlarına uyulmalı”

Açıklamanın ardından grup Beşiktaş Adliyesi’ne yürüdü. Burada Paris Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Olivier Guilbaud, Ogün Samast’ın yargılanması ile  adaletin yerine gelmediğini, ancak tüm sorumlular yargılandığında adaletin yerini bulacağını söyledi. “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) tüm tavsiye kararlarına uyulmalıdır. Bu davanın sonuna kadar arkasında olacağız”.

Marksist.org –  22 Temmuz  – Hrant’ın Arkadaşları: Tetikçiye verilen ceza yetmez, “ağabeyleri”nin peşini bırakmayacağız!

Hrant Dink cinayeti davasının 19. duruşması protestolarla başladı. 4,5 yıldır süren davada hiçbir ilerleme olmamasına, Hrant Dink için ‘öldür’ emri verenlerin hâlâ yargılanmamasına tepki gösteren Hrant’ın Arkadaşları, yine Beşiktaş Meydanı’nda buluşup “Bu dava böyle bitmeyecek” sloganlarıyla mahkemeye yürüdü.

Tetikçi Ogün Samast’ın Çocuk Mahkemesi’nde görülen davasının sonuçlanmasının ardından, bugün de Yasin Hayal ve Erhan Tuncel adlı tetikçilerin tutuklu olarak yargılandığı Hrant Dink suikasti davası Beşiktaş Adliyesi’nde görülüyor.

Dört buçuk yıl boyunca her duruşmada Beşiktaş İskele Meydanı’nda buluşan Hrant’ın Arkadaşları, saat onda aynı yerdeydi. Rakel Dink, Hosrof Dink, Yeşiller Partisi (Almanya) Eşbaşkanı Claudia Roth, Emek-Demokrasi-Özgürlük Bloku milletvekilleri Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya Önder, DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan, TTB Başkanı Gencay Gürsoy ve AGOS Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Rober Koptaş’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda isim adalet nöbetindeydi.

Basın açıklamasının ardından mahkemeye yürüyüşe geçen topluluk, “Faşizme inat, kardeşimsin Hrant”, “Öldür diyenler yargılansın”, “Bu dava böyle bitmeyecek”, “Hepimiz Hrant’ız hepimiz Ermeni’yiz” sloganlarını attı.

Mahkeme önünde ise çok sayıda hukukçu cüppeleriyle adalet istiyordu. Mahkemeyi izleyen hukuçular heyetinde bulunan Mersin Barosu Başkanı Hulki Özel, bütün sorumluların yargılanmasını istedi. Paris Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Olivier Guilbaud, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin tüm tavsiye kararlarına uyulmalıdır. Bu davanın sonuna kadar arkasında olacağız” dedi. Adli tatil nedeniyle davanın bir başka tarihe ertelenmesi bekleniyor.

2-3 Ağustos  – KCK Davası Basında Çıkanlar – Diyarbakır

CİHAN – 02.08. – BDP’li Demirtaş: KCK davasında mahkeme değil, devlet karar vermeli

Diyarbakır Adliyesi 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam KCK/TM davasını izlemek için gelen BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş, mahkemenin tıkanmasının en büyük nedeni anadil olduğunu iddia etti. Avukatlarla ilgili yaşanan krizi görmezden gelen Demirtaş, “İnsanlar anadilinde konuşamadığı, savunma yapamadığı için yargılanıyor. Yargılama tıkanmış durumda. O nedenle burada mahkeme değil devletin karar vermesi lazım.” dedi.

Kürtlerin dillerini mahkemede ve kamusal rahatça konuşabilecek mi? sorusunu soran Demirtaş, AKP’li olmayan Kürtlerin dillerini özgürce konuşacak mı konuşmayacak mı? Devletin buna karar vermesi gerektiğini savundu. Buna bu mahkemenin verebileceği bir karar olmadığını ileri süren Demirtaş, şunları söyledi:

“Mahkeme de yargılama yapamaz durumda işlevsiz durumda. Ne bileceğini bilemez aciz bir durumda. Bu insanları rehin tutuyor. 2,5 yıldır devam eden tutuklu bir dava var. Ondan önce 2,5 yıl da soruşturma devam etmişti. 2007′de başlamıştı, soruşturma tam 5 yıldır sürüyor. Bugün mahkeme delillerinin toplanamadığı gerekçesiyle aralarında milletvekillerinin de bulunduğu yüzlerce siyasetçinin tutukluluklarının devamına karar veriyor. Bu anlayış ve zihniyetle toplumsal barışı ve huzuru elde etmek imkansızdır. Bu zihniyetlerin değişmesi lazım.”

Özel yetkili mahkemelerin 1925′te kurulan İstiklal Mahkemeleri gibi iş gördüğünü savunan Demirtaş, bu mahkemelerin zihniyeti değişmediğini kaydetti. Şeyh Said’i yargılayan İstiklal Mahkemeleri ile Özel Yetkili Mahkemelerin aynı zihniyeti taşıdığını ileri süren Demirtaş, “Kesintisiz yargılamalar devam ediyor, devletin artık bu zihniyeti değiştirmesi gerekiyor. Bir karar vermesi gerekiyor ya Kürtleri tutuklayıp cezaevine atması gerekiyor yada tel örgü çekip burayı açık cezaevi ilan edecekler, burada yaşayan herkesi suçlu ilan edecekler. Ya da Kürtlerle artık tarihi bir barışı gerçekleştirecekler.” diye konuştu.

Bunun da daha çok özgürlük ve demokrasiyle olacağını söyleyen Demirtaş, artık bunlara tahammüllerinin kalmadığını belirtti. Demirtaş, şunları söyledi: “Ölümlere de tahammülümüz kalmadı bu hukuksuzluklara da tahammülümüz kalmadı. Her gün onlarca insan tutuklanıyor hukuksuz bir şekilde cezaevine tıkılıyor. Yargılama ve ifadeleri yapılmıyor. Sözde tiyatral bir mahkemeyle yargılamalar yapıyor. AKP bu hukuksuzluklara ya bir çözüm bulacak bu da Meclis’i işletmekle olur.”

Özel yetkili mahkemelerin de kaldırılması gerektiğini savunan Demirtaş, bunların İstiklal Mahkemelerinin devamı olduğunu iddia etti. Tutuklama koşullarının derhal düzeltilmesi gerektiğini belirten Demirtaş, İnsanların anadilinde savunma yapmasının önünün açılması gerektiğini anlattı. Bunlar yapılmadığı sürece, barış istiyorum diyenlerin sözünün havada kalacağını ileri süren Demirtaş, isteklerinin yerine gelmemesinden dolayı barış isteklerinin havada kaldığını söyledi. Demirtaş, “Biz de barışı istiyoruz ama isteklerimiz yerine gelmediği için sözümüz havada kalıyor ve halen maalesef bu ülkede kan akıyor, genç bedenler, canlar toprağa düşüyor. Mahkeme kendi sorumluluklarını görmelidir. Yargılama yapılıyorsa siyaset yapmayı bırakmalılar. Siyaset yapacaklarsa cübbeyi bırakıp siyaset yapmalılar.” şeklinde konuştu.

BİA Haber Merkezi – 03.08. – KCK Davası Ertelendi, Savunma Avukatlarına Suç Duyurusu

KCK davasının 25. duruşmasında savunma avukatlarıyla mahkeme heyeti arasındaki kriz devam etti. Diyarbakır Baro Başkanı Aktar, mesleklerine saygı gösterilmediği için duruşmalara katılmadıklarını ifade etti. Aralarında üç milletvekili ve 12 belediye başkanının da bulunduğu 152 kişi hakkında yürütülen Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) davasının 25. duruşması bugün görüldü.

Sanıkların katılmadığı duruşmaya, sanıkların bölünerek getirilmesine karşı çıkan ve bu nedenle son üç duruşmaya katılmayan müdafii avukatlar yine katılmadı.

Bunun üstüne Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi, KCK davasında, “yargılamayı engelledikleri” iddiasıyla sanık avukatları ve mahkemenin talebine rağmen avukat görevlendirmeyen Diyarbakır Baro Başkanlığı yönetimi hakkında suç duyurusunda bulundu.

Mahkeme heyeti, tutuklu sanıkların tutukluluk halinin devamına karar verirken bir sonraki duruşmayı 10 Ağustos’a erteledi.

“Savunmanın yapılamadığı yerde sanık olmaya hazırım”

Duruşmaya Diyarbakır Baro Başkanı Avukat Mehmet Emin Aktar ile Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Başkanı Avukat Selçuk Kozağaçlı katıldı. Duruşmaya savunma yapmak için değil, yaşanan krize açıklık getirmek amacıyla katıldıklarını söyleyen Aktar ve Kozağaçlı, mahkemenin taleplerinden hiçbirine olumlu cevap vermemesini kınadıklarını ifade ettiler.

ntvmsnbc’de yer alan habere göre, mesleklerine saygı gösterilmediği gerekçesiyle duruşmalara katılmadıklarını ifade eden Aktar, duruşma salonu aksesuarı olmadıklarını söyledi.

Dava dosyasında 300 avukatın vekâletinin bulunduğunu hatırlatan Aktar, “Mesleğimizin saygınlığın zedelendiği, savunmanın yapılamadığı bir yerde sanık kürsüsünde olmaya hazırım. Tehditler mesleği serbest ve bağımsız yapmamızı engelliyor. Savunma yapmak için değil, mesleğimizin saygınlığını zedeleyen tartışmalar nedeniyle buradayız” diye konuştu.

“Sandalyelerin mi avukatlığını yapalım?”

ÇHD Başkanı Kozağaçlı ise, davaya müdahil olan avukatların mesleki yetilerini kaybettikleri için duruşmalara katılmadığını söyledi.

“Tozlu sandalyelerin avukatlığını mı yapalım? Müvekkillerimizin hazır edilmediği yerde delil ikamesi mi yapalım?” diyen Kozağaçlı, bir sonraki duruşmada tüm sanıkların hazır edilmesini, tutuklu sanıkların da tahliyesini talep etti.

Davanın hukuksal olarak yürütülemeyeceğini söyleyen Kozağaçlı, mahkemenin önce savunma avukatlarıyla olan sorunlarını çözmesi gerektiğini ifade etti.

Ntvmsnbc – 02.08. – KCK davasında avukat krizi

Kürt siyasetçi ve belediye başkanlarının da aralarında bulunduğu 152 kişi hakkında açılan KCK davasının 24. duruşmasında da Kürtçe savunma ve avukat krizi çözülemedi. BDP’li vekiller davayı hukuk dışı olarak niteledi.

Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen KCK davasının 24. duruşmasında, müvekkillerinin guruplar halinde mahkemeye getirilme kararını protesto eden avukatların boykot kararı devam etti. Böylece davanın 24′üncü duruşması müdafi avukatsız başladı.

İddia makamı, avukatların duruşmalara katılmaları için yeniden müzakere yazılmasını, ayrıca Diyarbakır Barosu’nun avukat tayini için sorumluluğunu yerine getirmemesi halinde Baro hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verilmesini istedi.

Mahkeme heyeti duruşmayı yarına erteledi.

CHP DE İZLEDİ

Duruşmaya, BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş ile BDP’li Vekiller Nazmi Gür, Hasip Kaplan, Altan Tan, Bengi Yıldız, Nursel Aydoğan, Sebahat Tuncel, Gülten Kışanak, Adil Kurt, Erol Dora, Ayla Akat Ata ile CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu ile CHP İzmir Milletvekili Oğuz Oyan katıldı.

DEMİRTAŞ: MAHKEME DEĞİL DEVLET KARAR VERSİN

Duruşmanın ardından konuşan BDP Grup Başkanı Selahattin Demirtaş, yargılamanın tıkandığını ve davada yargılamanın yapılamadığını söyledi. “Ortada sanık yok, avukat yok, ciddi bir soruşturma yok, iddianame yok” diyen Demirtaş, “Tıkanmanın da en büyük nedeni anadildir. İnsanlar kendi anadilini konuşamadığı yani kendi anadilinde savunma yapamadığı için yargılama tıkanmış durumdadır. O nedenle burada mahkeme değil, devletin bir karar vermesi lazım. Kürtler kendi anadillerini mahkemelerde, sokaklarda, okulda, kamusal alanda, televizyonda özgürce rahatça konuşabilecek mi, konuşamayacak mı? AKP’li olmayan Kürtler de anadillerini özgürce konuşabilecek mi konuşamayacak mı? Devletin buna karar vermesi lazım. Bu mahkemenin verebileceği bir karar değildir. Mahkeme çaresizlik içerisinde yargılama yapamaz durumda, ne yapacağını bilmeyen aciz bir konumda bu insanları rehin tutuyor” dedi.

18 Ağustos  – Türkiye Barış Meclisi Haberleri – İstanbul

BİA Haber Merkezi – 18 Ağustos  – “Türkiye Halkı Savaşa Dur Demeli” /

Türkiye Barış Meclisi, son dönemde ölen askerler ve Kandil’in bombalanması üzerine düzenlediği aralarında Önder, Mert, Öney, Türkali, Tahmaz’ın da olduğu toplantıda, savaş dili kullanan hükümetin ve medyanın bundan vazgeçerek bir an önce barışın sağlanması istendi.

İnsan hakları savunucularının 2007′de  toplumsal barışa katkı sunmak için oluşturduğu Türkiye Barış Meclisi, son dönemde ölen askerler ve  Kandil’e hava saldırısı düzenlenmesinin ardından, “barışın sesini” yükseltmek için basın toplantısı gerçekleştirdi.

İstanbul Cezayir Toplantı Salonu’na sığmayan toplantıya İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Hakan Tahmaz, Nuray Mert, Osman Kavala, Deniz Türkali,  Murat Çelikkan, Feryal Öney, Aydın Çubukçu, Erol Katırcıoğlu, Vedat Yıldırım, Veysi Sarısözen, Ali Kenanoğlu, Ahmet Tonak, Tayfun Mater, Ferda Keskin’in aralarında olduğu birçok kişi katıldı.

“Barışın sesi bu kadar yükselmişken…”

Barış meclisi üyesi Hakan Tahmaz, son iki yılda Türkiye’de hiçbir dönem olmadığı kadar çok kişinin “barış” için “savaşa yeter artık” demek için bir araya geldiğini bu dönemde savaşın eşiğine gelinmesinin çok üzücü olduğunu söyledi.

Tahmaz, hükümetin barış fırsatlarını değerlendirmeyerek, bedeli çok ağır olacak bir “savaş” ilan ettiğini, medyanın da geçmişten ders çıkarmayarak eski “savaş diline” geri dönerek savaş çığırtkanlığı yaptığını söyledi.

“Savaşı durdurmanın tek yolu, tüm Türkiye’nin ‘bu savaş bizim değil, muktedirlerin savaşıdır’ deyip, buna dur demesidir”

“Barış için gerekeni yapacağız”

Sırrı Süreyya Önder, meclise ancak “onurumuzu portmantoya asmadan gidebiliriz” dedi.

“Biz milletten yetki aldık. Ancak halk bize, gasp edilen haklarımızı geri almadan, vicdanımızı portmantoya asarak meclise gidelim diye yetki vermedi. ‘Meclise tıpış tıpış gelecekler, tükürdüklerini yalayacaklar’ diyenlerle haklarımızı pazarlık konusu ettirmeyiz. Başbakan daha yeni ama sosyal hakları için mücadele verenlerin tarihi çok eski. Hapishaneyse hapishane barış için gereken her şeyi yapacağız”

“Vekiller aktif rol oynamalı”

Erol Katırcıoğlu (akademisyen): Seçimler umutla bitti, ancak son yaşananlar umudumuzu tüketti. Seçilmiş vekillerin barış için mecliste yer almalarını istiyoruz.

Ahmet Tonak (akademisyen): Vekiller yemin etsin etmesin, bu süreçte aktif rol oynamalı. Cumhurbaşkanı düzeyinde, uluslararası düzlemde Avrupa Birliği be Birleşmiş Milletler nezdinde, Kandil’de başlatılan savaş durdurulmalı.

“Sanatçılar savaş dilini bırakmalı”

Feryal Öney (müzisyen): Dün sosyal paylaşım sitelerinde, sanatçıların savaş çığırtkanlıklarını gördüm. Bunun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum, buradan tüm sanatçılara barış çağrısı yapması için sesleniyorum.

Murat Çelikkan (gazeteci): Bugün barış isteyenler hedef haline getirilerek tehdit altında. Bu savaş şantajı kabul edilemez. Önce Kürtsüz siyaset yapmaktan vazgeçilmeli. Bu savaşın sonuçlarını tüm Türkiye yaşayacak.

“ABD değil, Türkiyeliler hayır diyecek”

Nuray Mert (yazar): Başbakan’ın sözleri medyanın “Bu sefer ABD hayır demeyecek” şeklindeki savaş dili endişe verici. Ortadoğuda’ki pazarlığa Kürt meselesi de katılmak isteniyor. ABD hiçbir zaman savaşa hayır demez, bunu diyecek olan barış savunucuları. Türkiye bir mezar eve dönüşmemeli.

“Türk medyası savaş istiyor”

Aydın Çubukçu (yazar): Türk medyası savaş istiyor. Caniler ölsün, Kürt sorunu çözülür diyorlar. Barıştan yana herkes hedef gösteriliyor. Somut çözüm için vekiller meclise dönmeli. Medya da bu sorunun  ancak barış ile çözüleceğini halka anlatmalı.

Ferda Keskin (akademisyen): Bu süreçten çıkmanın somut adımları vardır. Kürt halkının hakları yeni anaysada güvence altına alınmalı, KCK tutukluları serbest bırakılmalı, Blok vekillerinin meclise gelmesi için zemin oluşturulmalı. Hükümet sözümüz bitti dedi, şimdi bizim sözümüz başlamalı.

Çok korkuyorum”

Deniz Türkali (tiyatrocu) : Kimse benden soğuk kanlı olmamı beklemesin. Dün sosyal paylaşım sitelerinde aynı siyasi duruşa sahip arkadaşlarımın bile inanılmaz militarist mesajlar attığını gördüm. Ben çok korkuyorum, korktuğum için de utanmıyorum asıl bizi korkutanlar korkaktır.

Türkiye Barış Meclisi, açıklamadan sonra  süreçle ilgili ne yapılacağına dair basına kapalı bir toplantı gerçekleştiriyor.

Marksist.org – 18 Ağustos  – Barış Meclisi: Bu savaşı durduralım!

Barış Meclisi, birçok aydının katılımıyla İstanbul’da basın toplantısı gerçekleştirerek savaşı kınadı ve tüm barışseverleri seslerine yükseltmeye çağırdı. Barış aktivistleri, Kürt sorununda siyasi çözüm yollarını tıkayan Başbakan ve AKP hükümetini protesto ederek, demokratik çözüm için muhatabıyla masaya oturması çağrısını yaptı.

Hakan Tahmaz, Erol Katırcıoğlu, Deniz Türkali, Ferda Keskin, Aydın Çubukçu, Nuray Mert, Murat Çelikkan, Feryal Öney birer konuşma yaparak Kandil’e operasyonla doruğuna çıkan savaş sürecini değerlendirdi. Aydınların ortak vurgusu, ‘barışın sesinin yükseltelim’ oldu.

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloku İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder, BDP’li siyasetçilerin hedef gösterilmesine tepki göstererek “Hapishaneler başımız üstüne” dedi.

Basın açıklamalarının ardından kapalı bir toplantı yapan Türkiye Barış Meclisi, önümüzdeki süreçte barış mücadelesinin atacağı adımları tartışıyor.

Ne dediler?

Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Ferda Keskin:

“Onlarca yıldır süren savaşın bitmesine yakın devletin bu tavrı bizi yeniden savaşın için çekiyor. Ortadoğu’da barıştan özgürlükten bahseden bir siyasi iktidarın kendi sınırları içinde savaş çıkarması garip bir durumdur. Barış ve demokrasi gibi tarihi kökleri çok eskiye dayanan insani değerlere sahip çıkarak savaşı sona erdirmek başarılabilir. Barış için; Anadilde eğitim başta olmak üzere Kürtlerin hakları yeni anayasada tanınmalıdır. KCK tutukluları serbest bırakılmalıdır. Hatip Dicle’nin vekilliği iade edilmelidir ve 36 Blok vekilinin meclise girmesi için gereken düzenlemeler yapılmalıdır. Onların, savaş isteyenlerin sözü bitti. Bizim sözümüz ise şimdi başlıyor.”

Sanatçı Deniz Türkali:

“Kimse benden soğukkanlı bir konuşma yapmamı beklemesin. Çok kızgınım, çok öfkeliyim. Aynı düşünceleri paylaştığımızı düşündüğün insanların şovenist ve militarist kesilmesinden endişe duyuyorum. Korkuyorum, beni korkutanlar ise en büyük korkaklardır. Ne yapalım edelim barışın sesini yükseltelim.”

Gazeteci Murat Çelikkan:

“Devlet ve hükümet derhal diyalog sürecine dönmelidir. Muhatap bellidir, bu sorun masada çözülür.”

19 Eylül  –  Hrant Dink Davası Haberleri– İstanbul

Marksist.org  – 19.09  – Rakel Dink: Mücadelemiz devam edecek

Hrant’ın Arkadaşları, davanın 20. duruşması öncesinde yine Beşiktaş Adliyesi’ne yürüdü. Yazdıkları mektup 55 köşe yazarı tarafından basılmasına rağmen Başbakan’dan sorularına cevap gelmemesi üzerine bir kez daha “Daha derine inilmesine engel olan büyük kasabanın sırrı ne?” diye soran Hrant’ın Arkadaşları, “Cevaplarımızı almadan susmayacağız” dediler. Rakel Dink, Orhan Dink, Fethiye Çetin ve Dink ailesi avukatları, savcının mütalaasını vermek istemesi üzerine duruşma salonunu terk ettiler. Rakel Dink “Mücadelemiz devam edecek” dedi.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in katledilmesine ilişkin davanın 20. duruşması öncesi Dolmabahçe’de toplanan Hrant’ın Arkadaşları, sloganlarla adliyeye yürüyerek, Başbakan’a yazdıkları mektubu okudu.

Aralarında DSİP Genel Başkanı Doğan Tarkan, Dink ailesi avukatı Fethiye Çetin, yazar Adalet Ağaoğlu, BDP eski milletvekili Ufuk Uras, gazeteci Oral Çalışlar, Cengiz Alğan, Hayko Bağdat, Garo Paylan, Pakrat Estukyan, Taraf yazarı Ümit Kıvanç, Feryal Öney, Necmiye Alpay, Sırrı Süreyya Önder ve CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun da bulunduğu grup, “Hrant için adalet için” pankartının arkasında 09:30’da buluştuktan bir süre sonra Adliye’ye yürüdü.

Yürüyüş sırasında “Öldür diyenler yargılansın”, “Katil devlet hesap verecek”, “Faşizme inat kardeşimsin Hrant”, “Muammer Güler, Celalletin Cerrah yargılansın”, “Yasin Ogün yetmez, Cemil Çiçek yargılansın”, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganları atıldı. Hrant’ın arkadaşlarından gazeteci Pakrat Estukyan, 55 gazete yazarının köşesinde bastığı mektuba Recep Tayyip Erdoğan’dan cevap gelmemesi üzerine, aynı soruları bir kez daha Beşiktaş Adliyesi önünde sordu.

Dink’in avukatları mahkemeyi terk etti

Hrant Dink davasında savcılık esas hakkındaki mütalasını açıklamak istedi. Avukatlar, çok önemli delillere ulaştıklarını, bu delillerin tam araştıma aşamasında olduğunu belirterek savcılığın esas hakkındaki mütalasını okumasına itiraz ettiler. Savcılık kararında ısrar edince, Dink’in avukatları, Rakel Dink ve Orhan Dink mahkeme salonunu terk etti. Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, “Mücadelemiz devam edecek” dedi.

Dink davası avukatlarından Fethiye Çetin, duruşma salonunu neden terk ettiklerini anlattı. Gazetecilere açıklamalarda bulunan Çetin, dava dosyasında eksikliklerin olmasına rağmen savcının esas hakkındaki mütalaasını okumasına tepki gösterdiklerini açıkladı

“Ergenekon örgütünün Trabzon hücresiyle bağlantılı”

Soruşturmayla ilgili ihmallerin görmezden gelindiğini iddia eden Çetin, “Davayı terör örgütü soruşturmasının dışına çıkartmaya çalışıyorlar. Cinayet günü şüpeli şahısların telefon konuşmaları bir türlü dava dosyasına konulmuyor. Bir çok talebimiz görmezden gelinirken savcı esas hakkında mütalaa veriyor” dedi.

Savcı, Yasin Hayal ve Erhan Tuncel için müebbet hapis cezası talebinde bulundu. Savcının mahkemede verdiği mütalaasında ise, “Derin yapıların en son gerçekleştirdiği suikast Hrant Dink suikastıdır. Sanıklar ideolojik amaçlarla hareket etmiştir. Hedef Türkiye Cumhuriyeti ve kamu düzenidir. Cinayetin Ergenekon örgütünün Trabzon hücresiyle bağlantısı olduğu çok açıktır, ancak bu hücre ile Ergenekon örgütü arasındaki bağlantıya delil bulunamamıştır” ifadeleri yer aldı.

BİA Haber Merkezi – 19 Eylül  – “Başbakan’dan Mektuba Cevap Yok”

Hrant’ın Arkadaşları, yazdıkları mektuba Başbakan’dan cevap gelmemesi üzerine bir kez daha “Daha derine inilmesine engel olan büyük kasabanın sırrı ne?” diye sordular ve “cevaplarımızı almadan susmayacağız” dediler.

İstanbul Şişli’de 19 Ocak 2007’de Agos gazetesi önünde öldürülen gazeteci  Hrant’ın Dink cinayeti davasının 20. duruşması bugün (19 Eylül) Beşiktaş Adliyesi’nde görülüyor.

Saat 12:30’da başlayacak duruşma başlamadan önce, başından beri davanın takipçisi olan “Hrant’ın Arkadaşları”ndan bir grup saat 09:30’da Dolmabahçe’de buluşarak Beşiktaş İskelesi’nde diğer grupla birleşti.

Beşiktaş İskelesi önünde aralarında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Ufuk Uras, Hayko Bağdat, Garo Paylan, Pakrat Estukyan,  Ümit Kıvanç, Feryal Öney, Oral Çalışlar, Sırrı Süreyya Önder, Necmiye Alpay, Adalet Ağaoğlu’nun da olduğu grup “Unutmayacağız” ve “Hrant İçin Adalet İçin”, “Affetmeyeceğiz” pankartları önünde toplandı.

İskeleden Beşiktaş Adliyesi’ne Bandista grubunun müziği eşliğinde yürüyen grup, “Öldür diyenler yargılansın”, “Muammer Güler, Celalletin Cerrah yargılansın”, “Yasin Ogün yetmez, Cemil Çiçek yargılansın”, “Yaşasın halkların kardeşliği” sloganları  attı.

Hrant’ın Arkadaşları’nın 14 Eylül’de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a yazdığı mektubu 55 yazarın köşesinde yayınlamasına rağmen, Başbakan’dan bir cevap gelmediği için Hrant’ın arkadaşlarından gazeteci Pakrat Estukyan bir kez daha bu mektubu Beşiktaş Adliyesi önünde okudu.

“Beşinci yılında adalet kadük”

Estukyan, Dink’in öldürülmesinin beşinci yılına girilmesine rağmen adalet arayışının kadük kaldığını belirtti.

“‘Adalet, namus sözümdür’ diye ölü evinde ant içtiğiniz halde, Hrant Dink’i işaret parmağıyla gösterip ‘Bunu’ diyen yardımcınızı ‘Meclis Başkanı’, resmi makamda adamları resmen, ‘Yakarız canını bak’ diyen valinizi vekil, emanet edilen canı kollamayan Emniyet Müdürünüzü vali, 17 yaşındaki O.S.’yi kocaman Ogün Samast ettiniz.

Kan adaletle susar, şikâyetçiyiz. İsim verdik soruşturun diye, İçişleri Bakanı’nız, ‘Olmaz onlar bizim çocuklar’ dedi. Dışişleri Bakanınız AİHM savunmasında bu toprakların yiğit evladına Nazi dedi. Çevik kuvvetleriniz Rakel Dink önlerinden geçerken katillere yazılan methiye türkülerini mırıldanarak Beşiktaş Adliyesi’nde koro yapıverdiler. Katillerimizi adalet evine getiren jandarma, cezaevi aracına ‘Ya sev ya terk et’ diye yapıştırma asmıştı.”

“Tedirginliğimiz her zamankinden büyük”

Mektupta, Başbakan’a daha derine inilmesine engel olan “büyük kasabanın sırrı” soruldu.

“Azınlıklardan gasp edilenin birazını geri vermeniz sebebiyle seslendirdiğiniz nutukta, “Bu ülkede hiç kimse ruh tedirginliğiyle yaşamayacak artık” diyordunuz Hrant’ın veda mektubuna atfen…

İnanın, tedirginliğimiz her zamankinden büyüktür. Mala gelenin telafisi bulunur. Cana gelene de davranınız. Anadolu toprağından Hrant Dink’in payına bir metrekare toprak düştü. O da mezarıdır!

Kamera denilen vaka nüvis silinmiş, bize kalan 19 Ocak 2007 tarihli seyirliğinde 5 kişi saydık, Hrant’a pusu kuranlardan…Kim bunlar Sayın Başbakan? Cevaplarımızı almadan susmayacağız. Sormaya devam edeceğiz.

BİA Haber Merkezi – 19 Eylül  – Dink’in Avukatları Salonu Terk Etti

Hrant Dink’in davasında savunma avukatları, iddia makamının deliller tamamlanmadan, esas hakkında mütalaa vermesine izin verilmesine tepki göstererek “Böyle adalet olmaz, adaletinizi kendiniz arayın” diyerek salonu terk etti.

İstanbul Şişli’de 19 Ocak 2007’de Agos gazetesi önünde öldürülen gazeteci Hrant Dink cinayeti davasının 20. duruşması bugün Beşiktaş Adliyesi’nde saat 13:00’te başladı.

Savunma avukatları istenen kanıtların mahkemeye getirilmemesine rağmen iddia makamının esas hakkında mütalaa vermesinin kabul edilmesine tepki göstererek, duruşma salonunu terk etti.

Duruşmayı izlemeye gelen herkes, avukatlarla birlikte salonu terk ederken, “Böyle adalet olmaz, adaletinizi kendiniz arayın. Bu hukuk dışıdır” diye bağıranlar oldu. Dışarı çıkanlar arasında Ufuk Uras, Oral Çalışlar, Adalet Ağaoğlu, Orhan Dink ve Rakel Dink de vardı.

Adliye önünde basın açıklaması yapan Hrant Dink’in avukatları adına Fethiye Çetin konuştu. Çetin, “Mahkeme Başkanı, deliller toplanmadan önce iddia makamına söz vermemeliydi. Bu kabul edilemez bir durum. Bu cinayetin arkasındaki gerçek araştırılmak istenmiyor. Çok uğraştık ama itiraf ediyorum ki çok engel var” dedi.

Çetin’in ardından konuşan Orhan Dink ise, “Biz bugüne kadar  bin soruya cevap aradık ama artık bunları sormaktan vazgeçtik; sadece tek soruya cevap arıyoruz, katilleri kim koruyor?” diye sordu.

Savunma avukatları ve davayı izleyenler Adliye’yi terk etti.

AktifHaber.org – 19.09. – Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’e Müebbet

Savcı, Dink cinayetinin Ergenekon terör örgütünün Trabzon hücresinin işi olduğunu söyledi.

Mahkeme savcıdan esas hakkında mütalaa istedi. Savcının mütalaa vermesine itiraz eden Hrant Dink’in avukatları mahkeme salonunu terk ettiler.

Savcı, Yasin Hayal ve Erhan Tuncel için müebbet hapis istedi.

Dink Ailesi’nin avukatı Fethiye Çetin mahkeme salonundan ayrılmalarının ardından yaptığı açıklamada “Bu cinayetin arkasındaki gerçek araştırılmak istenmiyor” dedi.

ERGENEKON ŞÜPHESİ VAR

Savcının mahkemede verdiği mütalaasında ise, “Derin yapıların en son gerçekleştirdiği suikast Hrant Dink suikastıdır. Sanıklar ideolojik amaçlarla hareket etmiştir. Hedef Türkiye Cumhuriyeti ve kamu düzenidir. Cinayetin Ergenekon örgütü ile bağlantılı olduğu yönünde şüpheler var” ifadeleri yer aldı.

ADALET AĞAOĞLU: ADALET İSTİYORUZ

Hrant Dink Davası’nın Beşiktaş Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi’nde bugün görülen 20’inci duruşması öncesi adliye önünde toplanan “Hrant’ın Arkadaşları” isimli topluluk arasında bulunan Yazar Adalet Ağaoğlu, şunları söyledi:

“Demokrasi istiyoruz, adalet istiyoruz. Sayın Başbakan, lütfen artık çabuk olun, iyi izleyin. Hepimiz sizden bunu diliyoruz. Yeter artık. Çok uzadı. Hepimiz peşindeyiz. Çok sevgili sayın Rakel Dink’in ilk gün söylediği ‘Bebeklerden katil üreten kim varsa’ onlardan davacıyız. Kim kullandı onları. Onları da istiyoruz. Görmek, bilmek. Davasının görülmesini istiyoruz.

SONUNA KADAR PEŞİNDEYİZ

Çok değerli Hrant’ın arkadaşları, dostları. Memleket için adalet, insan hakları için adalet. Sonuna kadar peşindeyiz. Değerli gençler. Hrant’ın güzel arkadaşları. Hakiki, sahici bir demokrat, hakiki sahici bir adalet için aktiviteniz devamlı olsun. Her zaman samimi olun. Her zaman hak uğruna çalışın. Hak ve adalet uğruna. İnsanlık dışına ve aşırı bir şey yapmayacağınıza eminiz. Hrant’ın güzel arkadaşları.”

SİYASETÇİLERDEN DESTEK

Dava öncesi Dolmabahçe Meydanı’nda toplanan bir topluluk, Bandista grubunun yaptığı müzik eşliğinde Beşiktaş’a yürüdü. Barbaros Hayrettin Paşa Meydanı’nda toplanan grupla bir araya gelen topluluk, “Hrant için, adalet için”, “Ogün, Yasin yetmez, öldür diyenler yargılansın” sloganları ile adliye önüne yürüdü. Aralarında Sırrı Süreyya Önder, Ufuk Uras’ın da bulunduğu topluluk adliyen önünde 200 kişiye ulaştı.

ADALET KADÜK KALDI

Hrant’ın arkadaşları adına basın açıklamasını Gazeteci Patrat Estukyan okudu. Açıklamada şunlara yer verildi:

“Sayın Başbakan. Arkadaşımız Hrant Dink’i öldürdüler. Beşinci yılına yaklaşan adalet arayışımız kadük kalmıştır. Dilekçe verdiğimiz topyekün devlet, kendini katile yakın gördü. Zaten katil, polis, bayrak ve muzaffer gülümseme kahramanlık posterinde poz vermişti. Bir türlü ilamını malum edemediğiniz o kalabalık güruh, elbirliği ile kıstırmışlar, hain pusuda kurşun sıkmışlar, kaçmışlar, saklanmışlardı.”

4 Ekim  – Barış Nöbeti Basında Çıkanlar – İstanbul

BİA Haber Merkezi – 05 Ekim  – “Barışalım Yeter Demek” için 8 Ekim’de Ankara’ya

Taksim’deki barış nöbetinde Kardeş Türküler barışın diyolog ve müzakerede olduğunu vurguladı. 8 Ekim Ankara mitingine çağrı yapıldı.

Taksim Gezi Parkında dün (4 Ekim) “Silahlar Sussun, Barış Konuşulsun” diyerek bir araya gelen barış inisiyatifleri 8 Ekim’de Ankara’da yapılacak büyük barış mitingine katılım çağrısında bulundu.

Aralarında Barış İçin Sanat Girişimi, Barış için Kadın Girişimi, İnsan Hakları Derneği  İstanbul Şubesi, Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi, Lamda İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği’nin olduğu Barış inisiyatifleri tarafından gerçekleştirilen ve Demokrasi ve Özgürlük Hareketi, Devrimci Sosyalist İşçi Partisi (DSİP), Eşitlik ve Demokrasi Partisi, Yeşiller Partisi’nin destek verdiği eyleme Kardeş Türküler verdiği konserle katılım sağladı.

Çözüm müzakerede

Sezai Sarıoğlu’nun açılış konuşmasının ardından Kardeş Türküler 2 şarkılık bir konser verdi. Kardeş Türküler’in solisti  Feyyal Öney okuduğu basın açıklamasında:

“Umutlarımız bir kez daha kırıldı. Savaş yeniden başladı. Savaş işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtlerden, Türklerden, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri alıp götürüyor.” diye konuştu.

Çözümün diyalogda ve müzakerede olduğuna vurgu yapan  Öney, herkesi  8 Ekim’de Ankara’da ‘Barışalım Yeter’ demeye çağırdı.

“Barış isteyen, ölüm değil çözüm isteyen, hangi nedenle olursa olsun savaşa hayır diyen, çatışmaların tek bir canı bile bizden kopartıp almamaya kararlı insanlar olarak bir araya geldik. Kurumlar, sendikalar, sanatçılar, gazeteciler, aydınlar, kadınlar, eşcinseller, dindarlar, demokratlar, demokratlar, çocuklar, yaşlılar, Kürtler, Türkler, Ermeniler…

“Barış için bir araya geldik ve Ankara yürüyüşünü başlatıyoruz.

“Sizleri birlikte barışın sesini yükseltmeye çağırıyoruz.”

Marksist.org  – 04 Ekim  – Barış İnisiyatifleri: Silahlar sussun, barış konuşulsun

Barış İnisiyatifleri’nin bu akşam Taksim Gezi Parkı’nda düzenlediği barış nöbetinde, silahların susması ve Kürt sorununda demokratik çözümün konuşulması talebi dile getirildi. Kardeş Türküler’in de mini bir konser verdiği eylemde, 8 Ekim’de Ankara’da DİSK, KESK, TMMOB ve TTB tarafından yapılacak mitinge çağrı yapıldı.

Taksim’de bir araya gelen barış yanlıları, aydınlar ve sanatçılar, silahların susması ve barışın konuşulması talebini dile getirdiler.

Barış İnisiyatifleri’nin düzenlediği barış nöbetine şair-yazar Sezai Sarıoğlu şiirleriyle, Kardeş Türküler de türküleriyle katıldı.

Barış İnisiyatifleri adına basın açıklamasını okuyan Feryal Öney, “Boşalan her köyle, yanan her ağaçla, uçakların gürültüsünü duymasak da, bombalar yanıbaşımızda patlamasa da hepimizin bir parçası yok oluyor. Hepimizden bir şeyler kopuyor” dedi.

Savaşa, savaş tacirlerine, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daimi kılmaya çalıştıklarını ifade eden Öney, barışın formülünün basit olduğunu söyledi:

“Müzakereler yeniden başlasın. Demokratik bir anayasa ile Kürt halkının haklarının garanti altına alınacağı taahhüt edilsin.”

Öney, barıştan yana olan herkesi DİSK, KESK, TMMOB ve TTB’nin 8 Ekim’de Ankara’da düzenleyeceği mitinge davet etti.

Barış İnisiyatifleri: Antikapitalist Öğrenciler, Barış İçin Kadın Girişimi, Barış İçin Sanat Girişimi, Barış İçin Vicdani Ret Platformu, Bir Göz de Sen Ol İnisiyatifi, Blok Akademi Grubu, Doğu Güneydoğu Dernekleri Platformu, Durde, Evrensel Kültür Dergisi, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, Küresel BAK, Küresel Eylem Grubu, Kürt Yazarlar Derneği, Lambda İstanbul LGBTT Dayanışma Derneği, Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi, Sosyalist Feminist Kolektif, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, Türkiye Yazarlar Sendikası.

Destek Veren Siyasi Yapılar: Demokrasi ve Özgürlük Hareketi, DSİP, Eşitlik ve Demokrasi Partisi (EDP), Sol Arayış, Yeşiller Partisi

8 Ekim Miting Haberleri – Ankara

Marksist.org –  09 Ekim  – İnsanca yaşam ve barış için buluştular

TTB, TMMOB, KESK ve DİSK’in örgütlediği “İnsanca yaşam için demokratik ve özgür bir Türkiye” mitinginde işçiler, kamu emekçileri, kadınlar, gençler, sosyalistler ve yaşam alanı savunucularıyla birlikte yaklaşık 30 bin kişi buluştu. Emeğin talepleriyle birlikte Kürt sorununda barışı da savunan KESK’e bağlı Eğitim-Sen tüm kitlenin üçte birini oluşturdu. Barış İnisiyatifleri de “Barışalım, yeter” pankartı ve coşkulu sloganlarıyla alandaki yerini aldı.

Sabah saatlerinde Ankara Garı önünde toplanan 30 bin kadar katılımcı, gruplar halinde mitingin yapılacağı Sıhhiye Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti.

On binlerce emekçi, bir yandan savaşa karşı barışı savunup, bir yandan toplu sözleşme hakkı istedi. İşçiler, kıdem tazminatının gaspına, taşeronlaştırmaya, işsizliğe, güvencesizliğe, 2821 ve 2822 sayılı yasalara, kadın katliamlarına, paralı sağlık ve eğitime karşı çıktı.

Barış İnisiyatifleri: Savaşma, konuş!

Gar önünde Eğitim-Sen’in yanında buluşan Barış İnisiyatileri “Savaşa hayır”, “Kürt halkına özgürlük”, “Savaşma konuş: Muhatap Öcalan”, “Öz-öz-özgürlük, Öcalan’a özgürlük”, “Hepimiz Kürdüz hepimiz BDP’liyiz”, “Irkçılığa dur de”, “Şimdi barış zamanı”, “İş, iklim, adalet, barış, özgürlük” sloganlarıyla yürüdü. Barış İnisiyatifleri kortejinde DSİP, DÖH, KEG, Antikapitalist Öğrenciler, DurDe, Barış için sanat, Sol Arayış ve Küresel BAK aktivistleri yer aldı.

Özgen: “İfade ve örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılmadı”

Mitingde konuşan KESK Genel Başkanı Lami Özgen, işçilerin kıdem tazminatının gasp edilmek istendiğini öne sürerek, özel istihdam bürolarını ve bölgesel asgari ücreti eleştirdi. Kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşme hakkının görmezden gelindiğini savunan Özgen, “İfade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmadı” dedi. Özgen, “Eğer siyasi iktidar grevli toplu iş sözleşmesi hakkımızı bu dönem de gasp etmeye devam ederse, yüz binlerce kamu emekçisinden aldığımız güçle ve fiili mücadele geleneğimizin yol göstericiliğinde grev dahil bütün demokratik mücadele araçlarını kullanmaktan geri durmayacağız” diye konuştu. Özgen ayrıca, Öcalan’a uygulanan tecridi protesto etmek ve müzakerelerin yeniden başlatılmasını talep etmek için Gemlik’e yürüyecek olanları sahiplendiklerini belirterek, sözlerini “Berxwedan Jiyane” ve “An azadî an azadî” diyerek bitirdi.

Hürriyet – 9 Ekim  – İnsanca yaşamak istiyoruz

Ankara’da düzenlenen İnsanca Yaşam Mitingi’nde Türkiye’nin dört bir yanından gelen 25 bin kişi taleplerini yüksek sesle dile getirdi.

KESK, DİSK, TMMOB ve TTB’nin üyeleri, “İnsanca Bir Yaşam İçin, Eşit-Özgür-Demokratik Bir Türkiye” sloganı ile Sıhhiye’deki mitingte buluştu. Katılımcılar, protesto alanına girmeden önce polisin oluşturduğu arama noktalarından geçti. Olası bir terör saldırısı riskine karşı geniş güvenlik önlemi alan Ankara Emniyeti, miting meydanı ve çevresinde 3 bin polis ile görev yaptı. Mitingde, “HES’lere’ hayır”, “Karadeniz direniyor” pankartları ile HES’ler protesto edilirken, Kadın Kolektifleri de kadına şiddete tepki olarak siyah tabut taşıdı.

10 Ekim  – Sesonline – İnsanca yaşam’ taleplerini Ankara’da haykırdılar…

”İnsanca Yaşam İçin Eşit, Özgür, Demokratik Bir Türkiye” mitingi, KESK, DİSK, TMMOB, TTB ve bazı sivil toplum örgütlerinin ve Türkiye çapında Barış İnisiyatifleri’nin de katılımıyla yapıldı. Sabah saatlerinde Ankara Garı önünde toplananlar, gruplar halinde mitingin yapılacağı Sıhhiye Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti. Yürüyüş boyunca, DİSK’e bağlı ”Kızıl Davul” bandosu gösteri yaptı.

HES, termik santral ve altın madeni karşıtı köylülerin de katıldığı miting öncesi Grup Bandista ile Grup Kibele de konser verdi.

DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, mitingde yaptığı konuşmada, Sosyal Güvenlik, Genel Sağlık Sigortası ve Torba Yasa’nın Meclis’ten çalışanların muhalefetine rağmen çıktığını söyledi. Çalışanların kıdem tazminatı hakkında vazgeçmeyeceğini ifade eden Görgün, Türkiye’nin ”kuralsız çalıştırmanın hakim olduğu ucuz emek cennetine dönüştürülmek istendiğini” öne sürdü.

TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, ötekileştirilenleri, mağdurları, ezilenleri, yoksulları, işsizleri, kadınları, gençleri, çevrecileri, barış yanlılarını seslerini birleştirip, daha yüksek haykırmaları için ”Sokak Meclisi”nin oluşturulduğunu belirtti. Sokak Meclisi’nde yüzde 10 barajı olmadığını söyleyen Soğancı, Sokak Meclisi’nin bu topraklar ve insanlık için, yüreği barıştan kardeşlikten yana atanların meclisi olduğunu ifade etti.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Eriş Bilaloğlu, eşit, ücretsiz, nitelikli sağlık hizmeti istediklerini belirtti.

KESK Genel Başkanı Lami Özgen ise işçilerin kıdem tazminatının gasp edilmek istendiğini öne sürerek, özel istihdam bürolarını ve bölgesel asgari ücreti eleştirdi. Kamu emekçilerinin grevli toplu sözleşme hakkının görmezden gelindiğini savunan Özgen, ”İfade ve örgütlenme özgürlüğü önündeki engeller kaldırılmadı” dedi.

Özgen, ”Eğer siyasi iktidar grevli toplu iş sözleşmesi hakkımızı bu dönem de gasp etmeye devam ederse, yüz binlerce kamu emekçisinden aldığımız güçle ve fiili mücadele geleneğimizin yol göstericiliğinde grev dahil bütün demokratik mücadele araçlarını kullanmaktan geri durmayacağız” diye konuştu.

Mitinge katılan Barış İnisyatifleri de ‘Barışalım yeter!’ pankartları açtı.

14 Kasım  – Hrant Dink Davası Basında Çıkanlar – İstanbul

Haberler.com – 15.11. – Hrant’ın Arkadaşları Adliyeye Yürüdü Grup, Duruşma Bitimine Kadar ‘adalet Nöbeti’ Tutacak

Beşiktaş Meydanı’nda birleşen grup, “Hrant için, adalet için” yazılı pankart ve “Bu dava böyle bitmez” yazılı dövizlerle davanın görüldüğü Beşiktaş’taki İstanbul Adliyesi’ne yürüdü. “Cemil Çiçek, Muammer Güler, Celalettin Cerrah, öldür diyenler yargılansın”, şeklinde slogan atan grup adına Hrant’ın arkadaşlarından Ümit Kıvanç hazırladıkları mütalaayı okudu.

Hrant’ın arkadaşlarının hazırladığı 11 maddelik mütalaanın bazıları şöyle;

1-Hrant’ın katilleri, suikastin çok öncesinden beri devletin kontrolü altındaki kişilerdir. Onları kullanan, yönlendiren devlet görevlilerinin cinayette katkısı, rolü vardır. Ancak araştırılmamıştır. Cinayetin nasıl işlendiğini ayrıntısıyla bilen Trabzon Emniyeti görevlileri ve amirleri bile doğru dürüst sorgulanmamıştır. Cinayet ihbarını örtbas eden Trabzon jandarması hakkında, bizzat jandarma görevlilerinin itiraflarına rağmen, gülünç bir görevi ihmal davasından öteye giden bir soruşturma yapılamamıştır.

2-Bütün bunların bir arada ve derinlemesine, ayrıntılı soruşturulması, bunun için özel bir savcı ekibinin görevlendirilmesi gerekirken buna gerek görülmemiştir.

3-Bölük pörçük ve üstünkörü yürütülen davalar birleştirilmediği gibi, yargıçlar ve savcılar, avukat taleplerini reddetme konusunda yarışa girmişlerdir. Böylece, resmi görevliler hakkında bütün soruşturma taleplerini reddeden yerel yöneticiler, savcılar ve yargıçlarla aynı safta yer almışlardır. Hepsinin birden adalete karşı çalışması hayatın doğal akışına uygun değildir, örgütsel irtibata işaret etmektedir.

4-Cinayet ertesindeki süreç, suça devlet görevlilerinin katılımını açıkça ortaya koymuştur. Katille birlikte kahramanlık pozları veren polis ve jandarmanın ceza görmeyişi, bu sürecin şüphe götürmez bir sembolüdür.

5-Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı, davanın başından beri, cinayetin aydınlatılmasından çok soruşturmanın bir noktada durması, daha derine gitmemesi için çalışmıştır. Kimse ondan hesap sormamıştır.

Grup açıklamanın ardından Rakel Dink’in de gelmesiyle duruşma bitimine kadar adalet nöbetine başladılar.

Taraf – 15.11. – Biraz bekleyin

DİNK davasında Savcı Usta ‘mânâlı’ konuştu: Karanlık aydınlanacak, bekleyin. Avukatlar: Karanlığı aydınlatacak olan savcı ‘Bekleyin’ diyor.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesi hakkındaki davada dün önemli bir gelişme yaşandı. Adlî Tıp Kurumu 4. İhtisas Dairesi’nin, tutuklu sanık Yasin Hayal’in “cezai ehliyetinin tam olduğu” yönündeki kararı mahkemeye ulaştı.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya tutuklu sanıklar Erhan Tuncel ile Yasin Hayal getirildi. Dink’in eşi Rakel Dink, kızı Delal Dink ve kardeşi Hosrof Dink de duruşmaya katıldı. Duruşma, Mahkeme Başkanı Rüstem Eryılmaz’ın dava dosyasına gelen evrakları okumasıyla başladı. Olay yerine ait kamera kayıtlarıyla tutuksuz sanık Osman Hayal’in biyometrik fotoğraflarını karşılaştırılan Adlî Tıp Kurumu’ndan gelen yazıda, verilerin yetersiz olduğu belirtildi.

Savcıdan tartışmalı sözler

Daha sonra konuşan Savcı Hikmet Usta, bir önceki duruşmada verdiği esas hakkındaki mütalaasını aynen tekrarladı. Usta, “Mütalaayla hiçbir davanın bitirilmesi gibi bir durum ortaya çıkarılamaz.

Doğan Haber Ajansı – 14.11. – Tuncel’den yalan makinesi talebi

Sanıklar Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’in kaçma şüpheleri olduğu gerekçesiyle tutukluluk hallerinin devamına karar veren Mahkeme duruşmayı 5 Aralık’a erteledi. Sanıklardan Erhan Tuncel, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e mektup yazdığını belirterek “Ceza yasasında yalan makinesi yok ama emniyette var. Bunlar cüzi rakamlarla alınabilir. Devlet bu cinayeti çözmek istiyorsa, beni yalan makinesine oturtsun ben 3 saatte çözerim. Ben bu durumu Cumhurbaşkanı’na yazdım. Adalet Bakanı’na da buradan sesleniyorum” dedi.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davanın 21. duruşması bugün görüldü. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya tutuklu sanıklar Erhan Tuncel ile Yasin Hayal getirildi.

AVUKAT EDA SALMAN: “TİB KAYITLARI SİLİNMEMESİ İÇİN KARAR ALINSIN

Müdahil avukatlarından Eda Salman, TİB’deki kayıtların yasalar gereği 5 yıl sonrasında silindiğini belirterek “Bu durumda bu davayla ilgili kayıtlar 64 gün sonra silinecek. Mahkemenin, TİB’deki kayıtların muhafaza altına alınmasını sağlamasını ve kayıtların silinmemesi için tedbir kararı vermesini talep ediyoruz” dedi.

AVUKAT ÇETİN: “TİB’İN KAYITLARI SAKLANIYOR”

Avukat Fethiye Çetin de, TİB’in söz konusu kayıtları herkesten sakladığına dikkat çekerek, “Ankara Kumrular Sokak’taki patlama ve Güngören patlamasında failler MOBESE kameraları ve TİB kayıtlarıyla bulundu. Ama bu davada elimizde görüntüler olduğu halde, şahısların kimliğine ulaşamıyoruz” diye konuştu.

Avukat Bahri Belen de, toplanması gereken deliller olduğunu düşündükleri için mütalaaya karşı bir şey söylemeyeceklerini belirtti.

SAVCI USTA: “MÜTALAA İLE HİÇBİR DAVANIN BİTİRİLMESİ GİBİ BİR TUTUM ORTAYA ÇIARILAMAZ”

Taleplere ilişkin görüşü sorulan Savcı Hikmet Usta, bir önceki duruşmada mütalaa sunulurken müdahil avukatlarının salonu terk ettiğini hatırlatarak bu konuda bir açıklama yaptı. Bu davranışla “Olumsuz bir tutum takınıldığınıö ifade eden Savcı Usta, “Mütalaa ile hiçbir davanın bitirilmesi gibi bir tutum ortaya çıkarılamaz. Çünkü böylece belki davaya yeni bir safha açılmış, taraflara yeni bir değerlendirme imkanı sunulmuşturö dedi. Kimsenin umutsuzluğa kapılmasını istemediğini belirten Savcı Usta, “Devletimize güvenmek zorundayız. Devletimiz hasım ilan edilemez. Katil varsa, azmettirici varsa bu ancak gerçek kişi olabilir. Masumiyet karinesi de unutulmamalıdır. Hakkımızı yasal olarak aramalıyız. Sanırım bu davanın maktulü de böyle düşünürdü. Hakikat asla gizlenemeyecek bir gerçektir. Karanlık noktalar aydınlatılacaktır. Kimse merak etmesin” diye konuştu.

Bunun üzerine konuşan Avukat Bahri Belen, tavırlarının savcıya yönelik olmadığını belirterek “Devlet yurttaşlarının adil yargılama hakkı, düşünce hakkı gibi haklarını güvence altına aldığında hukuk devletidir. Bunları tek taraflı koruduğunda meşruiyetini kaybeder” dedi.

SANIK TUNCEL: “CUMHURBAŞKANINA MEKTUP YAZDIM”

Sanıklardan Erhan Tuncel de, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e mektup yazdığını belirterek “Ceza yasasında yalan makinesi yok ama emniyette var. Bunlar cüzi rakamlarla alınabilir. Devlet bu cinayeti çözmek istiyorsa, beni yalan makinesine oturtsun ben 3 saatte çözerim. Ben bu durumu Cumhurbaşkanı’na yazdım. Adalet Bakanı’na da buradan sesleniyorum” dedi.

DAVA ERTELENDİ

Duruşmaya yaklaşık 1 saatlik ara verdikten sonra kararlarını açıklayan Mahkeme, TİB’ten sinyal bilgilerini bildirmesini istedi. Sanıklar Erhan Tuncel ve Yasin Hayal’in kaçma şüpheleri olduğu gerekçesiyle tutukluluk hallerinin devamına karar veren Mahkeme duruşmayı 5 Aralık’a erteledi. Mahkeme, mütalaaya ilişkin görüşlerini bildirmesi için müdahil ve sanık avukatlarına 5 Aralık’taki duruşmaya kadar süre verdi.

16 Kasım  – Basın Toplantısı Basında Çıkanlar – İstanbul

Doğan Haber Ajansı – 17 Kasım  – BARIŞ, ADALET VE KARDEŞLİK” İÇİN YÜRÜYECEKLER

Barış inisiyatifleri, 26 Kasım’da Tünel’den Taksim’e kadar yapılacak; Kardeşlik, Adalet ve Barış yürüyüşüyle ilgili bir basın toplantısı düzenledi.

Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu ( KESK ), Küresel Eylem Grubu, Mazlum – Der ve Türkiye Yazarlar Sendikası gibi birçok kuruluşun biraraya gelerek oluşturduğu Barış İnisiyatifleri, “kardeşlik, adalet barış diye haykırmak istiyoruz” çağrısı yaptı. Basın toplantısına BDP eski milletvekili Ufuk Uras, Mazlum – Der İstanbul Şube Başkanı Cünyet Sarıyaşar, İlkay Akkaya ve Zeynep Tanbay’ın da aralarında bulunduğu bazı isimler katıldı.

YENİ ANAYASA ÇAĞRISI

Basın açıklamasını okuyan Küresel Barış ve Adalet Koalisyonundan Zeynep Tanbay, şunları söyledi:

Biz barış istiyoruz biz kardeşlik istiyoruz, biz adalet istiyoruz.Eşit koşullarda kardeşlik, mutlak adalet, onurlu barış istiyoruz. Çözüm diyalogta çözüm müzakerede diye haykırıyoruz. Barışın formülü çok da karmaşık, çok da belirsiz değil diyoruz. Birçok mecrada birçok kesim uzun süredir dile getiriyor biz tekrarlıyoruz. KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın. Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeler yürürlükten kaldırılsın. Yeni anayasayı hiçbir baskıyla karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın. Bu adımların yaratacağı pozitif dalgayla yeni anayasa gerçek bir barış anayasası olabilir. Çok geniş kesimler sürece katılabilir.

YÜRÜYÜŞ 26 KASIM’DA YAPILACAK

Mazlum – Der İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar ise, “ Van depremi bir gerçeği ortaya koydu. Bizim sesimizin ne kadar gür olduğunu sözümüzün ne kadar doğru olduğunu Türküyle, Kürdüyle, Lazıyla, Çerkeziyle, İslamcısıyla, Komünistiyle hatta Ulusalcı ve Kemalistiyle, Van depreminde insanlar insanlık için biraraya geldiler. Öyle veya böyle kendi uğraşlarını ortaya koydular. Birkaç arıza sözün karşısında toplumun birlikteliğini hep beraber gördük. İşte biz biraraya gelen kurumlar İstiklal caddesindeki bu sesin bu çağrının bu çığlığın duyulması çabası içindeyiz. Orada bu sesi tekrar dillendirmek istiyoruz “ diye konuştu.

Sanatçı İlkay Akkaya da “Son dönemde yaşananlar kadar öncesindekileri de kattığımız zaman beni bu kadar etkileyen bir dönemden geçmedik. O nedenle bu biraraya gelişi kutlamak istiyorum. Barışa yürümek istiyorum” dedi.

Kardeşlik, Adalet ve Barış yürüyüşü 26 Kasım Cumartesi günü saat 15.00′de Tünel’den başlayacak, Taksim Meydanı’nda son bulacak.

Fıratnews.org – 16 Kasım  – STK’lar 26 Kasım’da ‘Adalet ve barış’ı haykıracak

Sivil toplum örgütleri Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için 26 Kasım’da “Kardeşlik, adalet ve barış” sloganıyla büyük yürüyüşe hazırlanıyor. Yürüyüşe İnisiyatif üyesi Zeynep “Gelin adalet hükmünü, kardeşliğin kokusunu, barışın sesini dağlarımıza ve şehirlerimize yayalım” çağrısı yaptı.

Aralarında; Antikapitalist Öğrenciler, Barış Hareketi, Barış İçin Gençlik Girişimi, Barış İçin Kadın Girişimi, Barış İçin Sanat Girişimi, Bir Göz de Sen Ol İnisiyatifi, Blok Akademi Grubu, Demokrasi ve Özgürlük Hareketi, Doğu Güneydoğu Dernekleri Platformu, Durde, Emek ve Adalet Platformu, Evrensel Kültür Dergisi, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, Küresel BAK, Küresel Eylem Grubu, Kürt Yazarlar Derneği, MAZLUMDER, Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi, Sol Arayış, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, Türkiye Yazarlar Sendikası’nın da bulunduğu Barış İnisiyatifleri, Kürt sorunun demokratik ve barışçıl yollarla çözülmesi ve özgürlükçü anayasa talebiyle büyük yürüyüşe hazırlanıyor.

26 Kasım’da yapılacak “Kardeşlik, adalet ve barış” yürüyüşü öncesi hazırlıklarına ilişkin Cezayir Toplantı Salonu’nda basın toplantısı düzenlendi. Toplantıya sivil toplum örgütü temsilcilerinin yanı sıra KESK eski Genel Başkanı Sami Evren, BDP eski milletvekili Prof. Dr. Ufuk Uras, gazeteci-yazar Roni Margulies, sanatçı İlkay Akkaya, Küresel Barış ve Adalet Komisyonu üyesi Yıldız Önen ve dansçı Zeynep Tanbay katıldı.

Ortak basın metnini okuyan Zeynep Tanbay, gelişen son olaylardan sonra “Savaş çığırtkanlarının medyada, mecliste, sokakta sahnelerini aldığını” söyledi. Tanbay, “Savaş işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Türklerden, Kürtlerden, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı ama mutlaka bir şeyleri alıp götürüyor” diye konuştu. Tanbay Kürt sorununun tek çözümünün diyalog ve müzakere ile olacağına vurgu yaparak, “KCK’ adı altında tutuklanan siyasetçilerin serbest bırakılması, TMK ve özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin yürürlükten kaldırılması ve yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarda güvence altına alınması” talepleri olduğunu söyledi.

YÜRÜYÜŞE KATILIM ÇAĞRISI

Savaşın enkazına, depremin enkazının eklendiğini hatırlatan Tanbay, “Gelin adalet hükmünü, kardeşliğin kokusunu, barışın sesini dağlarımıza ve şehirlerimize yayalım; demokratik anayasa talebimizi cümle aleme duyuralım” dedi. Tanbay, 26 Kasım’da saat 15.00′de Tünel Meydanı’nda Taksim’e yapacakları büyük yürüyüşe gönlü barış ve adaletten yana olan herkesi çağırdıklarını söyledi.

Açıklamanın ardından sırayla söz alan MAZLUMDER İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar, Doğu-Güneydoğu Dernekleri Platformu Başkanı Abdulhakim Daş, Barış İçin Sanat Girişimi üyesi İlkay Akkaya ve Küresel Barış ve Adalet Komisyonu üyesi Kerem Kabadayı’da yapılacak olan yürüyüş için katılım çağrısı yaptı.

Etkin Haber Ajansı  – 16 Kasım  – ‘Kardeşlik, adalet barış istiyoruz’

Barış İnsiyatifi, 26 Kasım’da yapacakları “Tünel-Taksim Yürüyüşü”ne ilişkin basın toplantısı düzenledi ve “Kardeşlik, adalet barış istiyoruz” dedi.

Barış insiyatifi, “Kardeşlik, adalet barış! Silahlar sussun, barış konuşulsun” şiarıyla yapacakları yürüyüşe ilişkin Cezayir Restorant’ta basın toplantısı düzenledi.

Toplantıya, Ufuk Uras, Zeynep Tanbay, Sami Evren, Roni Margulies gibi isimler katıldı. Toplantıda Barış İnsiyatifi adına basın metnini okuyan Zeynep Tanbay, savaşın yeniden başladığını ve barışın sesinin kısılmak istendiğini belirtti.

Tanbay, “Savaşa, savaş tacirlerine, savaş kışkırtılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, çocukların ölmesini, daha fazla kan akmasını engellemek için feryat ediyoruz. Eşit koşullara kardeşlik, mutlak adalet, onurlu barış istiyoruz. Çözüm diyalogda, çözüm müzakerede diye haykırıyoruz” dedi.

Barış formülünün karışık olmadığını belirten Tanbay, yeni anayasanın barışa hizmet etmesi için şunların yapılması gerektiğini belirtti: “KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın. TMK ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın. Yeni bir anayasayı hiçbiir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın.”

23 Ekim’de yaşanan Van depremini anımsatan Zeynep Tanbay, yıllardır süren savaşın enkazına, depremin enkazının eklendiğini belirtti.

“Kardeşlik, adalet, barış” için haykırmak istediklerini dile getiren Tanbay, “Gelin adaletin hükmünü, kardeşliğin kokusunu, barışın sesini dağlarımıza-şehirlerimize yayalım; demokratik anayasa talebimizi cümle aleme duyuralım. 26 Kasım günü saat 15.00′de Tünel- Taksim yürüyüşüne katılalım” şeklinde konuştu.

Okunan basın metninin ardından insiyatif içinde yer alan kurumlar birer konuşma yaptılar. Mazlum- Der İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar, savaşın yıllardır toplum içerisinde fay hatları oluşturduğunu ve bu eylemlerle toplumsal bütünlüğü sağlamak adına adım atacaklarını belirtti.

DEVLET BiR BASKI ÖRGÜTÜ

Barış İçin Sanat Girişimi adına konuşan İlkay Akkaya ise bugün Beşiktaş’ta öğrencilerin yargılandığı davaya katıldığını, ardından BDP’nin “Kendimi ihbar ediyorum” kampanyasına destek sunduğunu söyledi. Akkaya, “Bana göre devlet bir baskı örgütü olarak çalışıyor. Hatta şuan bir bölücü terör örgütü gibi çalışıyor. Bizim kardeşlik, birlikte yaşama duygularımızı zedeliyor ve parçalıyor. Yıllardır süren saldırılar var ama son dönemde olan saldırılar kadar hiçbiri beni etkilememişti. Bunlara karşı, biraraya gelerek çoğunluğu kurmak istiyorum. Barışa yürümek istiyorum” dedi.

Barış İnsiyatifi içerisinde yer alan kurumlar şunlar: Barış haraketi, Barış İçin Kadın Girişimi, Barış İçin Sanat Girişimi, Doğu Güneydoğu Dernekleri Platformu, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, Küresel BAK, Kürt Yazarlar Derneği, Türkiye Yazarlar Sendikası, Mazlum- Der.

Marksist.org – 16 Kasım  – Barış İnisiyatifleri: 26 Kasım’da “Kardeşlik, Adalet, Barış!” için sokağa!

Savaşa karşı barışın sesi 26 Kasım’da İstanbul’da yapılacak büyük yürüyüşle yükseltilecek. “Kardeşlik, Adalet, Barış Yürüyüşü”nü düzenleyen Barış İnisiyatifleri, bugün İstanbul’da bir basın toplantısı yaptı. Zeynep Tanbay, İlkay Akkaya, Kerem Kabadayı, Mazlum-Der ve Doğu Güneydoğu Dernekleri Platformu temsilcileri, eşit kardeşlik, mutlak adalet ve onurlu bir barış isteyen herkesi 26 Kasım’daki büyük yürüyüşe katılmaya çağırdı.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu aktivisti Yıldız Önen, açılış konuşmasında, farklı görüşlerden birçok demokratik örgütün oluşturduğu Barış İnisiyatifleri’nin gerçekleştireceği yürüyüşün savaşın sesini susturmak için önemli bir adım olduğunu vurguladı.

Sanatçı aktivist Zeynep Tanbay, Barış İnisiyatifleri’nin açıklamasını okudu. Açıklamanın ardından Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar, Doğu-Güneydoğu Denekleri Platformu Başkanı Abdülhakim Daş, Barış için Sanat girişiminden İlkay Akkaya, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu sözcüsü Kerem Kabadayı birer konuşma yaparak, tüm barış yanlılarını 26 Kasım’da sokağa çıkmaya çağırdı.

Zeynep Tanbay, Cüneyt Sarıyaşar, Abdülhakim Daş, İlkay Akkaya ve Kerem Kabadayı’nın konuşmaları için tıklayın.

Turnusol – 17 Kasım  – Barış İnisiyatifleri 26 Kasım’da “Kardeşlik, Adalet, Barış!” için sokağa çıkıyor!

“Kardeşlik, Adalet, Barış Yürüyüşü”nü düzenleyen Barış İnisiyatifleri, bugün İstanbul’da bir basın toplantısı yaptı.

Zeynep Tanbay, İlkay Akkaya, Kerem Kabadayı, Mazlum-Der ve Doğu Güneydoğu Dernekleri Platformu temsilcileri, eşit kardeşlik, mutlak adalet ve onurlu bir barış isteyen herkesi 26 Kasım’daki büyük yürüyüşe katılmaya çağırdı.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu aktivisti Yıldız Önen, açılış konuşmasında, farklı görüşlerden birçok demokratik örgütün oluşturduğu Barış İnisiyatifleri’nin gerçekleştireceği yürüyüşün savaşın sesini susturmak için önemli bir adım olduğunu vurguladı.

Sanatçı aktivist Zeynep Tanbay, Barış İnisiyatifleri’nin açıklamasını okudu. Açıklamanın ardından Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar, Doğu-Güneydoğu Denekleri Platformu Başkanı Abdülhakim Daş, Barış için Sanat girişiminden İlkay Akkaya, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu sözcüsü Kerem Kabadayı birer konuşma yaparak, tüm barış yanlılarını 26 Kasım’da sokağa çıkmaya çağırdı.

26 Kasım  – “Kardeşlik, Adalet, Barış” Yürüyüşü Basında Çıkanlar – İstanbul

Milliyet – 27.11. – KCK tutuklamaları Taksim’de protesto edildi

KCK tutuklamalarını protesto eden Sivil toplum kuruluşları, Taksim’de “Kardeşlik, Barış, Adalet” çağrısıyla yürüdü. Çeşitli Sivil Toplum Kuruluşları (STK) KCK tutuklamalarını protesto etmek için Taksim’de yürüdü. Kürtçe ve Türkçe “Kardeşlik, Adalet, Barış – Brati, Dad, Aşti” yazılı pankart açarak, Tünel Meydanı’nda toplanan yaklaşık 500 kişi, İstiklal Caddesi’nde “Yaşasın halkların kardeşliği”, sloganları eşliğinde Taksim Meydanı’na yürüdü. Yürüyüş sırasında ara sıra oturan grup, arasıra da koştu. Gruba, BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile Kardeş Türküler adlı müzik grubu da müzik aletleriyle eşlik etti.

BİZ KARDEŞLİK İSTİYORUZ

Taksim Meydanı’nda grup adına basın açıklamasını Kürtçe olarak Küresel-Bak üyesi Yıldız Önen, Türkçe olarak da Mazlum-Der üyesi Avukat Mehmet Ali Devecioğlu yaptı. Devecioğlu, “Umutlarımız bir kez daha kırıldı. Savaş yeniden başladı. Hava puslandı. Barışın sesi kısıldı. Savaş çığırtkanları medyada, mecliste, sokakta sahnelerini aldı. Atılan savaş naraları kulaklarımızı tırmalıyor. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor. Savaş işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtlerden, Türklerden, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri alıp götürüyor. Savaşa, savaş tacirlerine, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz. Bombardıman gürültülerini bastırmak, çatışmaları sona erdirmek, çocukların ölmesini, daha fazla kan akmasını engellemek için feryat ediyoruz. Biz kardeşlik istiyoruz. Biz adalet istiyoruz. Biz barış istiyoruz. Eşit koşullarda kardeşlik, mutlak adalet, onurlu barış istiyoruz. Çözüm diyalogda, çözüm müzakerede, diye haykırıyoruz. Barışın formülü çok da karmaşık, çok da belirsiz değil diyoruz. Birçok mecrada, birçok kesim uzun süredir dile getiriyor, biz tekrarlıyoruz. KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın. Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın. Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın” diye konuştu.

BARIŞ, SAVAŞTAN ÇOK DAHA FAZLA EMEK GEREKTİRİR

Van depremini de hatırlatan Devecioğlu, “Van Depremi, yıllardır süren savaşın toplumsal, ekonomik, psikolojik etkilerinin yoğun bir biçimde hissedildiği bir bölgede meydana geldi. Savaşın enkazına, depreminki eklendi. Gelin adaletin hükmünü, kardeşliğin kokusunu, barışın sesini dağlarımıza, şehirlerimize yayalım, demokratik anayasa talebimizi cümle aleme duyuralım” dedi. Açıklamaların ardından Mazlum-Der İstanbul Şube Başkanı Mehmet Cüneyt Sarıyaşar, “Dağda ölene de, kentte ölene de, hepsine he beraber ruhlarına Fatiha diyoruz” diye çağrıda bulundu. Sırrı Süreyya Önder de, “Barış, savaştan çok daha fazla emek gerektirir” dedi.

HUKUK KATLEDİLDİ

Öte yandan Sırrı Süreyya Önder, KCK tutuklamaları için, “Hukuk katledildi. Göstermelik hukuk kurallarını bile çiğnediler. Onun için söylenecek bir şey yok. Bir halkı savunmasız bırakma operasyonudur bu. Bunlar sadece İmralı’nın avukatı değil. Her birinin yüzlerce cezaevinde tutuklu müvekkili var” dedi. BDP olarak bundan sonraki tavırlarını Pazartesi günü yapılacak olan Grup Yönetimi’nde düzenleyeceklerini aktaran Önder, eyleme katılmak için Taksim’e geldiğini de sözlerine ekledi.

Radikal – 27.11. – “Kardeşlik, Adalet, Barış” için yürüdüler

Çeşitli sivil toplum kuruluşlarından oluşan “Barış İnisiyatifleri” üyesi bir grup, Beyoğlu’nda “Kardeşlik, Adalet, Barış” yürüyüşü yaptı.

Tünel’de toplanan grup üyeleri, açılan pankartın arkasında, “Silahlar sussun, barış konuşulsun” sloganları eşliğinde yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında farklı sloganlar atan bazı göstericiler megafonla uyarıldı. Taksim Meydanı’nda grup adına açıklama yapan Mazlumder Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Ali Demircioğlu, çatışmaların yeniden başlamasıyla barış umutlarının bir kez daha kırıldığını söyledi.

Barışın sesinin kısıldığını savunan Demircioğlu, “Savaş çığırtkanları medyada, mecliste, sokakta sahnelerini aldı. Atılan savaş naraları kulaklarımızı tırmalıyor. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor. Savaşa, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz” diye konuştu.

BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de barışın, ancak bu tür kararlı seslerin daha yüksek ve daha yaygın çıkmasıyla gerçekleşeceğini, barışın savaştan çok daha fazla emek gerektirdiğini söyledi. Gruptakiler, açıklamaların ardından dağıldı.

Yeni Şafak – 27.11. – Beyoğlu’nda barış ve kardeşlik yürüyüşü

Çeşitli sivil toplum kuruluşlarından oluşan ‘Barış İnisiyatifleri’ üyesi bir grup, Beyoğlu’nda ‘Kardeşlik, Adalet, Barış’ yürüyüşü yaptı. Tünel’de toplanan grup üyeleri, açılan pankartın arkasında, ‘Silahlar sussun, barış konuşulsun’ sloganları eşliğinde yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında farklı sloganlar atan bazı göstericiler megafonla uyarıldı.

Taksim Meydanı’nda açıklama yapan Mazlumder Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Ali Demircioğlu, çatışmaların yeniden başlamasıyla barış umutlarının bir kez daha kırıldığını söyledi. Barışın sesinin kısıldığını savunan Demircioğlu, ‘Savaş çığırtkanları medyada, mecliste, sokakta sahnelerini aldı. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor. Savaşa ve kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz’ diye konuştu.

BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de barışın, ancak bu tür kararlı seslerin daha yüksek ve daha yaygın çıkmasıyla gerçekleşeceğini, barışın savaştan çok daha fazla emek gerektirdiğini söyledi. Gruptakiler, açıklamaların ardından dağıldı.

Star – 26.11. – Beyoğlu’nda ”Kardeşlik, Adalet, Barış” yürüyüşü

Çeşitli sivil toplum kuruluşlarından oluşan ”Barış İnisiyatifleri” üyesi bir grup, Beyoğlu’nda ”Kardeşlik, Adalet, Barış” yürüyüşü yaptı.

Tünel’de toplanan grup üyeleri, açılan pankartın arkasında, ”Silahlar sussun, barış konuşulsun” sloganları eşliğinde yürüyüşe geçti. Yürüyüş sırasında farklı sloganlar atan bazı göstericiler megafonla uyarıldı.

Taksim Meydanı’nda grup adına açıklama yapan Mazlumder Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Ali Demircioğlu, çatışmaların yeniden başlamasıyla barış umutlarının bir kez daha kırıldığını söyledi.

Barışın sesinin kısıldığını savunan Demircioğlu, ”Savaş çığırtkanları medyada, mecliste, sokakta sahnelerini aldı. Atılan savaş naraları kulaklarımızı tırmalıyor. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor. Savaşa, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz” diye konuştu.

BDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de barışın, ancak bu tür kararlı seslerin daha yüksek ve daha yaygın çıkmasıyla gerçekleşeceğini, barışın savaştan çok daha fazla emek gerektirdiğini söyledi.

Gruptakiler, açıklamaların ardından dağıldı.

Sabah – 27.11. – Beyoğlu’nda barış yürüyüşü

MAZLUM-DER, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği, Türkiye Yazarlar Sendikası’nın aralarında bulunduğu Barış İnisiyatifleri üyesi bir grup, “Kardeşlik, adalet, barış!” adı altında İstanbul Beyoğlu’nda yürüyüş düzenledi. Grup, Tünel’den davul, tef, pankart ve sloganlar eşliğinde Taksim meydanına yürüyüp, burada bir basın açıklaması yaptı.

CNN Türk – 26.11. – KCK tutuklamaları Taksim’de protesto edildi

KCK tutuklamaları çeşitli sivil toplum kuruluşlarının (STK) katılımıyla İstanbul Taksim’de düzenlenen bir yürüyüşle protesto edildi.

“Barış İnisiyatifleri” adı altında bir araya gelen aralarında İHD, Küresel BAK ve MAZLUMDER’in de aralarında bulunduğu sivil toplum kuruluşu temsilcisi 200 kişilik topluluk, KCK operasyonunda 33’ü avukat 34 şüphelinin tutuklandığı saatlerde, Tünel’den Taksim’e üzerinde Türkçe, Kürtçe, “Kardeşlik, Adalet, Barış” yazılı pankart ile yürüdü.

Yürüyüş boyunca, “Ölüm değil, çözüm”, “Barışalım yeter”, “Savaşa karşı, ırkçılığa karşı, faşizme karşı, barış”, “Tutuklanan arkadaşlarımız serbest bırakılsın”, “Kürtler Kürtçe konuşur” diye slogan attı.

Taksim Meydanı’nda Türkçe Mehmet Ali Devecioğlu, Kürtçe Yıldız Önen’in okuduğu açıklamada, “Atılan savaş naraları kulaklarımızı tırmalıyor. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor. Savaş işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtlerden, Türklerden, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri götürüyor. Barışın formülü çok daha karmaşık, çok daha belirsiz değil. KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın. Terörle mücadele kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın. Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın” denildi.

Yürüyüşe Galatasaray’da katılan BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder de “Barış ancak bu tür kararlı seslerin daha yüksek ve daha yaygın çıkması ile gerçekleşecektir. Barış, savaştan çok daha fazla emek gerektirir” dedi. Basın açıklaması olaysız bitti.

Show Haber – 26.11. – Barış isteyen STK’lardan Beyoğlu’nda renkli eylem

Beyoğlu’nda toplanan ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu Barış İnsiyatifleri adlı grup, Türkiye’de var olduğunu öne sürdükleri savaşın durdurulması isteğiyle eylem yaptı.

Beyoğlu’nda toplanan ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu Barış İnsiyatifleri adlı grup, Türkiye’de var olduğunu öne sürdükleri savaşın durdurulması isteğiyle eylem yaptı. Tünel Meydanı’ndan Taksim’e yürüyen grup, İstiklal Caddesi üzerindeki yürüyüş boyunca def ve davul çalarak renkli görüntüler oluşturdu. Taksim Meydanı’nda basın açıklaması yapan grup olaysız dağıldı.

Çok sayıda sivil toplum kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu Barış İnsiyatifleri, başta KCK operasyonları olmak üzere Doğu ve Güneydoğu’da sürdürülen askeri operasyonların durdurulması isteğiyle Tünel Meydanı’nda toplandı. ‘Kardeşlik Adalet Barış’ yazılı pankart açan grup Taksim’e doğru yürüyüşe geçti. İstiklal Caddesi boyunca def ve davul çalarak renkli görüntüler oluşturan grup, ‘Savaşa hayır’ , ‘Barış adalet kardeşlik’ , ‘Öz öz özgürlük Kürt halkına özgürlük’ , ‘Ölümlere hayır’ şeklinde sloganlar attı. Düdük çalarak hükümeti protesto eden grup, ara ara oturma eylemi yaptı.

Yürüyüş sırasında bir vatandaş ile grup arasında sözlü tartışma yaşandı. Laf atan vatandaş ile göstericiler arasında küçük çaplı bir arbede yaşandı. Araya giren sivil polisler, M.Ç. isimli şahsı gözaltına aldı.

Yaklaşık bir saatin ardından Taksim’e ulaşan grup adına bir açıklama yapan Mehmet Ali Demircioğlu, umutlarının bir kez daha yıkıldığını belirterek savaşın yeniden başladığını savundu. Havanın puslanarak barışın sesinin kısıldığını öne süren Demircioğlu, “Savaş çığırtkanları medyada, Mecliste, sokakta sahnelerini aldı. Savaşa, savaş tacirlerine, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz. Bombardıman gürültülerini bastırmak , çatışmaları sona erdirmek, çocukların ölmesini, daha fazla kan akmasını engellemek için feryat ediyoruz.” dedi.

KCK operasyonlarında tutuklananların serbest bırakılmasını isteyen Demircioğlu, şöyle konuştu: “Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın. Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın.” şeklinde konuştu.

BDP’li milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile Ufuk Uras’ın da destek verdiği eylem basın açıklamalarının ardından olaysız dağıldı.

Doğan Haber Ajansı – 26.11. – TAKSİM’DE KARDEŞLİK, ADALET, BARIŞ YÜRÜYÜŞÜ

Barış İnsiyatifleri adı altında bir araya gelen aralarında İHD, Küresel BAK ve MAZLUMDER’in de bulunduğu sivil toplum kuruluşu temsilcisi 200 kişilik topluluk, KCK operasyonunda 33′ü avukat 34 şüphelinin tutuklandığı saatlerde, Tünel’den Taksim’e, üzerinde Türkçe, Kürtçe, “Kardeşlik, Adalet, Barış” yazılı pankart ile yürüdü.

Barış İnsiyatifleri adı altında bir araya gelen aralarında İHD, Küresel BAK ve MAZLUMDER’in de bulunduğu sivil toplum kuruluşu temsilcisi 200 kişilik topluluk, KCK operasyonunda 33′ü avukat 34 şüphelinin tutuklandığı saatlerde, Tünel’den Taksim’e, üzerinde Türkçe, Kürtçe, “Kardeşlik, Adalet, Barış” yazılı pankart ile yürüdü.

Yürüyüş boyunca, “Ölüm değil, çözüm”, “Barışalım yeter”, “Savaşa karşı, ırkçılığa karşı, faşizme karşı, barış”, “Tutuklanan arkadaşlarımız serbest bırakılsın”, “Kürtler Kürtçe konuşur” diye slogan attı. Taksim Meydanı’nda Türkçe Mehmet Ali Devecioğlu, Kürtçe Yıldız Önen’in okuduğu açıklamada, “Atılan savaş naraları kulaklarımızı tırmalıyor. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor. Savaş işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtler’den, Türkler’den, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri götürüyor. Barışın formülü çok daha karmaşık, çok daha belirsiz değil. KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın. Terörle mücadele kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın. Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın” denildi.

Yürüşüye Galatasaray’da katılan BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder de “Barış ancak bu tür kararlı seslerin daha yüksek ve daha yaygın çıkması ile gerçekleşecektir. Barış, savaştan çok daha fazla emek gerektirir” dedi. Basın açıklaması olaysız bitti.

Haberler.com – 26.11. – Taksim’de Kardeşlik, Adalet, Barış Yürüyüşü

Barış İnsiyatifleri adı altında bir araya gelen aralarında İhd, Küresel BAK ve MAZLUMDER’in de bulunduğu Sivil Toplum Kuruluşu temsilcisi 200 kişilik topluluk, Kck operasyonunda 33′ü avukat 34 şüphelinin tutuklandığı saatlerde, Tünel’den Taksim’e, üzerinde Türkçe, Kürtçe, “Kardeşlik, Adalet, Barış” yazılı pankart ile yürüdü.

Barış İnsiyatifleri adı altında bir araya gelen aralarında İhd, Küresel BAK ve MAZLUMDER’in de bulunduğu Sivil Toplum Kuruluşu temsilcisi 200 kişilik topluluk, Kck operasyonunda 33′ü avukat 34 şüphelinin tutuklandığı saatlerde, Tünel’den Taksim’e, üzerinde Türkçe, Kürtçe, “Kardeşlik, Adalet, Barış” yazılı pankart ile yürüdü.

Yürüyüş boyunca, “Ölüm değil, çözüm”, “Barışalım yeter”, “Savaşa karşı, ırkçılığa karşı, faşizme karşı, barış”, “Tutuklanan arkadaşlarımız serbest bırakılsın”, “Kürtler Kürtçe konuşur” diye slogan attı. Taksim Meydanı’nda Türkçe Mehmet Ali Devecioğlu, Kürtçe Yıldız Önen’in okuduğu açıklamada, “Atılan savaş naraları kulaklarımızı tırmalıyor. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor. Savaş işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtler’den, Türkler’den, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri götürüyor. Barışın formülü çok daha karmaşık, çok daha belirsiz değil. Kck adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın. Terörle mücadele kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın. Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın” denildi.

Yürüşüye Galatasaray’da katılan Bdp milletvekili Sırrı Süreyya Önder de “Barış ancak bu tür kararlı seslerin daha yüksek ve daha Yaygın çıkması ile gerçekleşecektir. Barış, savaştan çok daha fazla emek gerektirir” dedi. Basın açıklaması olaysız bitti.

Marksist.org-26.11. – Taksim’de “Barış, kardeşlik, adalet!” sesleri

Beyoğlu Tünel Meydanı’nda bir araya gelen 2 bini aşkın sosyalist, Kürt, Ermeni, müslüman barış yanlısı “Kardeşlik, adalet, barış” ana pankartının arkasında Taksim Meydanı’na kadar yürüdü. Oldukça coşkulu geçen yürüyüşte, Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştiren politikalar protesto edilerek “Ölüm değil, çözüm” sloganları atıldı…

Barış İnisiyatiflerinin düzenlediği eylem saat 15:00′te Tünel Meydanı’ndan başladı. “Kardeşlik, adalet, barış/ Biratî, Dad, Aştî” ana pankartının arkasında yürüyüşe geçen göstericiler, Kürt sorununda adalet ve barış talep ettiler.

Ölümlerin durdurulmasının gerekliliğinin vurgulandığı eylemde, “Ölüm değil çözüm”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Kürt halkına özgürlük” sloganları atıldı.

Eyleme İstiklal Caddesi’ndeki yurttaşların büyük destek verdiği gözlemlendi, Türkçe ve Kürtçe atılan barış sloganları çevreden alkışlarla karşılandı.

Müslümanların, sosyalistlerin, demokratların ve Kürtlerin birlikte barış talep ettiği yürüyüşte BDP’li siyasetçilere yönelik tutuklama dalgaları, “KCK” operasyonları protesto edildi.

Barış gösterisine İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, BDP eski milletvekili Ufuk Uras, Zeynep Tanbay, Ferda Keskin, Feryan Öney gibi isimler de katılarak destek verdi.

Taksim Meydanı’na gelindiğinde okunan basın açıklamasında, savaşın işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtlerden, Türklerden, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri alıp götürdüğü vurgulanarak şöyle denildi:

“Savaşa, savaş tacirlerine, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz. Bombardıman gürültülerini bastırmak, çatışmaları sona erdirmek, çocukların ölmesini, daha fazla kan akmasını engellemek için feryat ediyoruz.”

Yıldız Önen tarafından Kürtçe , Mazlum-Der’den Mehmet Ali Devecioğlu’nun Türkçe okuduğu basın metni şöyle devam etti:

“Biz kardeşlik istiyoruz!

Biz adalet istiyoruz!

Biz barış istiyoruz!

Eşit koşullarda kardeşlik, mutlak adalet, onurlu barış istiyoruz!

“Çözüm diyalogda, çözüm müzakerede!” diye haykırıyoruz…

“Barışın formülü çok da karmaşık, çok da belirsiz değil” diyoruz. Birçok mecrada, birçok kesim uzun süredir dile getiriyor, biz tekrarlıyoruz:

KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın.

Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın.

Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın.”

ANF – 26.11. – Kürt siyasetçiler serbest bırakılsın

Siyasi ve askeri operasyonlara tepki göstermek ve Kürtler üzerindeki baskıya karşı dayanışma amacıyla çok sayıda kuruluşun katılımıyla düzenlenen barış yürüyüşünde, ‘’silahlar sussun, barış konuşsun’’ mesajları verildi. Gösteride, KCK adı altında tutuklanan siyasetçileri serbest bırakılması istendi.

İstanbul Tünel’de bir araya gelerek, “Kardeşlik, Adalet, Barış”, “Barış ve Kardeşlik için kendin için istediğini kardeşin için de iste” yazılı pankartlar ile , “Biratî Dad Aştî”, “Silahlar sussun” yazılı lolipoplar taşıyan yüzlerce kişi, Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti.

Göstericiler yürüyüş boyunca “Kürtler Kürtçe konuşur”, “Barış kardeşlik, eşitlik”, “Biji biratiya gelan”, “Savaşa karşı ses çıkar” sloganları attı.

Göstericilerin meydanda toplanması ardından basın metni Yıldız Önen tarafından Kürtçe okunurken, Mazlumder’den Mehmet Ali Devecioğlu ise Türkçesini okudu.

Basın metni Yıldız Önen tarafından Kürtçe okunurken, Mazlumder’den Mehmet Ali Devecioğlu ise Türkçesini okudu.

Okunan metinde, savaşın başlamış olmasının umutları yeniden yok ettiğine dikkat çekilerek şöyle denildi: “Savaş çığırtkanları medyada, mecliste, sokakta sahnelerini aldılar. Atılan savaş naraları kulaklarımızı tırmalıyor. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor. İşçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtlerden, Türklerden, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri alıp götürüyor. Bombardıman görüntülerini bastırmak, çatışmaları sona erdirmek, çocukların ölmesini, daha fazla kan akmasını engellemek için feryat ediyoruz.”

Kürt sorununda çözümün sadece diyalogtan geçtiğinin altı çizilen açıklamada, “Barışın formülü çok da karmaşık çok da belirsiz değil. Birçok mecrada, birçok kesim uzun süredir dile getiriyor. Biz tekrarlıyoruz. KCK adı altında tutuklanan siyasetçileri serbest bırakın. Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın. Yeni anayasa hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın. Gelin adaletin hükmünü, kardeşliğin kokusunu, barışın sesini dağlarımıza, şehirlerimize yayalım. Demokratik anayasa talebimizi cümle aleme duyuralım” ifadelerine yer verildi.

Eyleme, Aksa Eğitim ve Dayanışma Vakfı, Antikapitalist öğrenciler, Araştırma ve Kültür Vakfı, Barış Hareketi, Barış İçin Gençlik Girişimi, Barış İçin Kadın Girişimi, Barış İçin Sanat Girişimi, Bir Göz da Sen Ol, Blok Akademi Grubu, Demokrasi ve Özgürlük Hareketi, Doğu Güneydoğu Dernekleri Platformu, Dur De, Emek ve Adalet Platformu, İHD, MAZLUMDER, Kürt Yazarlar Derneği, Tiyatro Eleştirmenler Birliği, Türkiye Yazarlar Sendikası gibi kurumların da yer aldığı Barış İnisiyatifi organize etti.

Eylem de son söz alan Sırrı Süreyya Önder ise, barışın ve kardeşliğin ancak böyle güçlü ve kararlı seslerle kazanılabileceğini söyledi.

Haber Birikim – 26.11. – “Kardeşlik, Adalet, Barış” için yürüdüler

Çeşitli sivil toplum kuruluşlarından oluşan “Barış İnisiyatifleri” üyesi bir grup, Beyoğlu’nda “Kardeşlik, Adalet, Barış” yürüyüşü yaptı.

Taksim Tünel’de Türkçe ve Kürtçe yazılı “Kardeşlik, Adalet, Barış” yazılı pankart açan Barış İnisiyatifi üyeleri “Yaşasın halkların kardeşliği”,“Silahlar sussun, savaşlar bitsin artık yeter”,“Gel sende haykır, savaşlara hayır” sloganları atarak Meydana kadar yürüdü. Yürüyüşe BDP istanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder, eski bağımsız milletvekili Ufuk Uras, Kardeş Türküler grubu, sinema oyuncusu Yusuf Çetin ve çok sayıda sivil toplum örgütü temsilcisi katıldı. Meydan’da grup adına açıklamayı okuyan Mehmet Ali Demircioğlu, KCK operasyonları ile birlikte umutlarının yeniden kırıldığını belirterek,“Hava puslandı, barışın sesi kısıldı. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletiyor. Savaş, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtlerden, Türklerden, azınlıklardan bir şeyleri alıp götürüyor. KCK adı altında tutuklanan siyasetçilerin serbest bırakılmasını isteyen serbest bırakılsın. Terörle mücadele kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın” dedi. Yıldız Önen de aynı açıklamayı Kürtçe olarak okudu. Sırrı Süreyya Önder de barışın böyle kararlılıkla yapılan eylemlerin sağlayacağını vurgulayarak,“Barış için daha çok emek harcamak gerekiyor. Bu emeği hep birlikte harcayacağız” diye konuştu.

PirsusHaber – 27.11. – Barış isteyen STK’lardan Beyoğlu’nda renkli eylem

Beyoğlu’nda toplanan ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu Barış İnsiyatifleri adlı grup, Türkiye’de var olduğunu öne sürdükleri savaşın durdurulması isteğiyle eylem yaptı. Tünel Meydanı’ndan Taksim’e yürüyen grup, İstiklal Caddesi üzerindeki yürüyüş boyunca def ve davul çalarak renkli görüntüler oluşturdu. Taksim Meydanı’nda basın açıklaması yapan grup olaysız dağıldı. Çok sayıda sivil toplum kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu Barış İnsiyatifleri, başta KCK operasyonları olma

Beyoğlu’nda toplanan ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu Barış İnsiyatifleri adlı grup, Türkiye’de var olduğunu öne sürdükleri savaşın durdurulması isteğiyle eylem yaptı. Tünel Meydanı’ndan Taksim’e yürüyen grup, İstiklal Caddesi üzerindeki yürüyüş boyunca def ve davul çalarak renkli görüntüler oluşturdu. Taksim Meydanı’nda basın açıklaması yapan grup olaysız dağıldı.

Çok sayıda sivil toplum kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu Barış İnsiyatifleri, başta KCK operasyonları olmak üzere Doğu ve Güneydoğu’da sürdürülen askeri operasyonların durdurulması isteğiyle Tünel Meydanı’nda toplandı. ‘Kardeşlik Adalet Barış’ yazılı pankart açan grup Taksim’e doğru yürüyüşe geçti. İstiklal Caddesi boyunca def ve davul çalarak renkli görüntüler oluşturan grup, ‘Savaşa hayır’ , ‘Barış adalet kardeşlik’ , ‘Öz öz özgürlük Kürt halkına özgürlük’ , ‘Ölümlere hayır’ şeklinde sloganlar attı. Düdük çalarak hükümeti protesto eden grup, ara ara oturma eylemi yaptı.

Yürüyüş sırasında bir vatandaş ile grup arasında sözlü tartışma yaşandı. Laf atan vatandaş ile göstericiler arasında küçük çaplı bir arbede yaşandı. Araya giren sivil polisler, M.Ç. isimli şahsı gözaltına aldı.

Yaklaşık bir saatin ardından Taksim’e ulaşan grup adına bir açıklama yapan Mehmet Ali Demircioğlu, umutlarının bir kez daha yıkıldığını belirterek savaşın yeniden başladığını savundu. Havanın puslanarak barışın sesinin kısıldığını öne süren Demircioğlu, “Savaş çığırtkanları medyada, Mecliste, sokakta sahnelerini aldı. Savaşa, savaş tacirlerine, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz. Bombardıman gürültülerini bastırmak , çatışmaları sona erdirmek, çocukların ölmesini, daha fazla kan akmasını engellemek için feryat ediyoruz.” dedi.

KCK operasyonlarında tutuklananların serbest bırakılmasını isteyen Demircioğlu, şöyle konuştu: “Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın. Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın.” şeklinde konuştu.

BDP’li milletvekili Sırrı Süreyya Önder ile Ufuk Uras’ın da destek verdiği eylem basın açıklamalarının ardından olaysız dağıldı.

Adil Medya – 26.11. – Barışın Sesini Hep Birlikte Yükselttiler

Beyoğlu Tünel Meydanı’nda bir araya gelen 2 bini aşkın sosyalist, Kürt, Ermeni, müslüman barış yanlısı “Kardeşlik, adalet, barış” ana pankartının arkasında Taksim Meydanı’na kadar yürüdü. Oldukça coşkulu geçen yürüyüşte, Kürt sorununda çözümsüzlüğü derinleştiren politikalar protesto edilerek “Ölüm değil, çözüm” sloganları atıldı…

Barış İnisiyatiflerinin düzenlediği eylem saat 15:00′te Tünel Meydanı’ndan başladı. “Kardeşlik, adalet, barış/ Biratî, Dad, Aştî” ana pankartının arkasında yürüyüşe geçen göstericiler, Kürt sorununda adalet ve barış talep ettiler.

Ölümlerin durdurulmasının gerekliliğinin vurgulandığı eylemde, “Ölüm değil çözüm”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Kürt halkına özgürlük” sloganları atıldı.

Eyleme İstiklal Caddesi’ndeki yurttaşların büyük destek verdiği gözlemlendi, Türkçe ve Kürtçe atılan barış sloganları çevreden alkışlarla karşılandı.

Müslümanların, sosyalistlerin, demokratların ve Kürtlerin birlikte barış talep ettiği yürüyüşte BDP’li siyasetçilere yönelik tutuklama dalgaları, “KCK” operasyonları protesto edildi.Barış gösterisine Yazar İhsan Eliaçık, İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, BDP eski milletvekili Ufuk Uras, Zeynep Tanbay, Ferda Keskin, Feryan Öney gibi isimler de katılarak destek verdi.

Taksim Meydanı’na gelindiğinde okunan basın açıklamasında, savaşın işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtlerden, Türklerden, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri alıp götürdüğü vurgulanarak şöyle denildi:

“Savaşa, savaş tacirlerine, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz. Bombardıman gürültülerini bastırmak, çatışmaları sona erdirmek, çocukların ölmesini, daha fazla kan akmasını engellemek için feryat ediyoruz.”

Yıldız Önen tarafından Kürtçe , Mazlum-Der’den Mehmet Ali Devecioğlu’nun Türkçe okuduğu basın metni şöyle devam etti:

“Biz kardeşlik istiyoruz!

Biz adalet istiyoruz!

Biz barış istiyoruz!

Eşit koşullarda kardeşlik, mutlak adalet, onurlu barış istiyoruz!

“Çözüm diyalogda, çözüm müzakerede!” diye haykırıyoruz…

“Barışın formülü çok da karmaşık, çok da belirsiz değil” diyoruz. Birçok mecrada, birçok kesim uzun süredir dile getiriyor, biz tekrarlıyoruz:

KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın.

Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın.

Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın.”

Yeşil Gazete – 27.11. – “Kardeşlik, adalet, barış” sesleri Taksim meydanında yankılandı

“Kardeşlik, Barış, Adalet” sloganıyla dün İstiklal caddesinde yapılan yürüyüşe yaklaşık 2 bin kişi katıldı. “Kardeşlik, adalet, barış/ Biratî, Dad, Aştî” ana pankartının arkasında yürüyen göstericiler, Kürt sorununda adalet ve barış talep ettiler.

Barış İnisiyatifleri tarafından düzenlenen yürüyüş Tünel meydanından başladı. Taksim’e kadar coşkulu slogan ve alkışlarla süren yürüyüşte “Ölüm değil çözüm”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Biji biratiya gelan”, “Kürt halkına özgürlük”, “Barışalım yeter”, “Savaşa karşı, ırkçılığa karşı, faşizme karşı, barış”, “Tutuklanan arkadaşlarımız serbest bırakılsın”, “Kürtler Kürtçe konuşur” sloganları atıldı.

Eyleme İstiklal Caddesi’ndeki yurttaşların büyük destek verdiği gözlendi, Türkçe ve Kürtçe atılan barış sloganları çevreden alkışlarla karşılandı. Barış yürüyüşüne İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, BDP eski milletvekili Ufuk Uras, Yeşiller Partisi eş sözcüsü Ümit Şahin, Ferhat Kentel, Ferda Keskin, İhsan Eliaçık, Roni Margulies gibi öğretim üyesi ve yazarlar, Zeynep Tanbay ve Feryal Öney gibi sanatçılar da katılarak destek verdi. Taksim Meydanı’na gelindiğinde okunan basın açıklamasında, savaşın işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtlerden, Türklerden, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri alıp götürdüğü vurgulanarak şöyle denildi:

“Savaşa, savaş tacirlerine, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz. Bombardıman gürültülerini bastırmak, çatışmaları sona erdirmek, çocukların ölmesini, daha fazla kan akmasını engellemek için feryat ediyoruz.”

“Çözüm diyalogda, çözüm müzakerede!”

Küresel-Bak’tan Yıldız Önen tarafından Kürtçe , Mazlum-Der’den Avukat Mehmet Ali Devecioğlu tarafından Türkçe okunan basın metni şöyle devam etti:

“Biz kardeşlik istiyoruz!

Biz adalet istiyoruz!

Biz barış istiyoruz!

Eşit koşullarda kardeşlik, mutlak adalet, onurlu barış istiyoruz!

“Çözüm diyalogda, çözüm müzakerede!” diye haykırıyoruz…

“Barışın formülü çok da karmaşık, çok da belirsiz değil” diyoruz. Birçok mecrada, birçok kesim uzun süredir dile getiriyor, biz tekrarlıyoruz:

KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın.

Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın.

Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın.”

Eylem çağrısını Antikapitalist Öğrenciler, Barış Hareketi, Barış İçin Gençlik Girişimi, Barış İçin Kadın Girişimi, Barış İçin Sanat GirişimiBir Göz de Sen Ol İnisiyatifi, Blok Akademi Grubu, Demokrasi ve Özgürlük Hareketi, Doğu Güneydoğu Dernekleri Platformu, Durde, Emek ve Adalet Platformu, Evrensel Kültür Dergisi, İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şubesi, Kalplere Sevinç Bırakanlar İnisiyatifi, Küresel BAK, Küresel Eylem Grubu, Kürt Yazarlar Derneği, Mavera Gençlik Hareketi, MAZLUMDER, Özgürlük İstiyoruz İnisiyatifi, Sol Arayış, Tiyatro Eleştirmenleri Birliği ve Türkiye Yazarlar Sendikası’ndan oluşan Barış İnisiyatifleri organize etti.

Eylemde son sözü alan Sırrı Süreyya Önder ise, barışın ve kardeşliğin ancak böyle güçlü ve kararlı seslerle kazanılabileceğini söyledi.

TimeTürk – 27.11. – Taksim’de ‘Barış, kardeşlik, adalet!’ sesleri..

Beyoğlu Tünel Meydanı’nda bir araya gelen 2 bini aşkın STK üyesi ‘Kardeşlik, adalet, barış’ ana pankartının arkasında Taksim Meydanı’na kadar yürüdü.

Bugün, MAZLUMDER İstanbul Şubesi’nin de içinde bulunduğu Barış İnisiyatifleri’nin çağrısıyla yüzlerce kişi Tünel’den Taksim Meydanı’na kadar “KARDEŞLİK, ADALET, BARIŞ” için yürüyerek ‘Silahlar Sussun, Barış Konuşulsun’ dedi.

Def ve davullarla yapılan yürüyüş boyunca “Ölüm değil çözüm”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Barış wara, savaş herra”, “Savaşın sesini sustur, barışın sesini yükselt”, “Savaşma konuş”, “Barış, hemen şimdi”, “Anadilde eğitim”, “Deng bi de aşıtiye”, “Herkes eşit herkes özgür” sloganları atıldı.

Yürüyüşün son bulduğu Taksim Meydanı’nda önce ortak basın açıklaması metnini Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’ndan Yıldız Önen Kürtçe olarak okudu. Daha sonra ise Türkçe metin MAZLUMDER İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Av. Mehmet Ali Devecioğlu tarafından okundu. Metinde “Savaş işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtlerden, Türklerden, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri alıp götürüyor. Savaşa, savaş tacirlerine, savaş kışkırtıcılarına karşı barışın sesini yükseltmeye, barış iklimini daim kılmaya çalışıyoruz. Bombardıman gürültülerini bastırmak, çatışmaları sona erdirmek, çocukların ölmesini, daha fazla kan akmasını engellemek için feryat ediyoruz. Biz kardeşlik istiyoruz! Biz adalet istiyoruz! Biz barış istiyoruz! Eşit koşullarda kardeşlik, mutlak adalet, onurlu barış istiyoruz!” ifadelerine yer verildi.

Siyasi tutukluların serbest bırakılması, Terörle Mücadele Kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılması, Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğünün yasalarla güvence altına alınmasının talep edildiği açıklamada son olarak “Gelin adaletin hükmünü, kardeşliğin kokusunu, barışın sesini dağlarımıza-şehirlerimize yayalım; demokratik anayasa talebimizi cümle aleme duyuralım!” denildi.

Açıklamadan sonra söz alan MAZLUMDER İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar ise şunları söyledi: “Biz bugün burada İslamcısı, solcusu, Kürt’ü, Laz’ı, Ermeni’si, Türk’ü, hepimiz barış ve kardeşlik için bir aradayız. Bu topraklarda barış ve kardeşliğin yaşamasını istiyoruz. Bu topraklarda kardeşlerimizin ölmesini istemiyoruz. Dağlarda, kentlerde, yollarda, futbol sahalarında, otobüslerde kaybettiğimiz bütün gençler bizim gençlerimizdir. Biz onlar için bugün buradayız. Bu gençlerin üzerinden siyaset ve savaş çığırtkanlığı yapanlara karşı kardeşlik, adaleti barış diyoruz. Kaybettiğimiz gençlerin ruhuna da Fatiha gönderiyoruz. Bizler ebedi hayata inanan insanlar olarak diyoruz ki; Zalimler zulümleriyle abad olmayacaklar”.

İnternetHaber – 27.11. – Çeşitli Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK) katılımıyla Taksim’de KCK tutuklamaları bir yürüyüşle protesto edildi…

Barış İnsiyatifleri adı altında bir araya gelen aralarında İHD, Küresel BAK ve MAZLUMDER’in de bulunduğu sivil toplum kuruluşu temsilcisi 200 kişilik topluluk, KCK operasyonunda 33′ü avukat 34 şüphelinin tutuklandığı saatlerde, Tünel’den Taksim’e, üzerinde Türkçe, Kürtçe, “Kardeşlik, Adalet, Barış” yazılı pankart ile yürüdü.

Yürüyüş boyunca, “Ölüm değil, çözüm”, “Barışalım yeter”, “Savaşa karşı, ırkçılığa karşı, faşizme karşı, barış”, “Tutuklanan arkadaşlarımız serbest bırakılsın”, “Kürtler Kürtçe konuşur” diye slogan attı. Taksim Meydanı’nda Türkçe Mehmet Ali Devecioğlu, Kürtçe Yıldız Önen’in okuduğu açıklamada, “Atılan savaş naraları kulaklarımızı tırmalıyor. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor. Savaş işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtler’den, Türkler’den, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri götürüyor. Barışın formülü çok daha karmaşık, çok daha belirsiz değil. KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın. Terörle mücadele kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın. Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın” denildi.

Yürüyüşe Galatasaray’da katılan BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder de “Barış ancak bu tür kararlı seslerin daha yüksek ve daha yaygın çıkması ile gerçekleşecektir. Barış, savaştan çok daha fazla emek gerektirir” dedi. Basın açıklaması olaysız bitti.

Hürriyet – 26.11. –  KCK tutuklamaları Taksim’de protesto edildi

Çeşitli Sivil Toplum Kuruluşları’nın (STK) katılımıyla Taksim’de KCK tutuklamaları bir yürüyüşle protesto edildi.

BARIŞ İnsiyatifleri adı altında bir araya gelen aralarında İHD, Küresel BAK ve MAZLUMDER’in de bulunduğu sivil toplum kuruluşu temsilcisi 200 kişilik topluluk, KCK operasyonunda 33’ü avukat 34 şüphelinin tutuklandığı saatlerde, Tünel’den Taksim’e, üzerinde Türkçe, Kürtçe, “Kardeşlik, Adalet, Barış” yazılı pankart ile yürüdü.

Yürüyüş boyunca, “Ölüm değil, çözüm”, “Barışalım yeter”, “Savaşa karşı, ırkçılığa karşı, faşizme karşı, barış”, “Tutuklanan arkadaşlarımız serbest bırakılsın”, “Kürtler Kürtçe konuşur” diye slogan attı. Taksim Meydanı’nda Türkçe Mehmet Ali Devecioğlu, Kürtçe Yıldız Önen’in okuduğu açıklamada, “Atılan savaş naraları kulaklarımızı tırmalıyor. Saçılan nefret tohumları beyinlerimizi, kalplerimizi, vicdanlarımızı hızla kirletmeye çalışıyor. Savaş işçilerden, öğrencilerden, kadınlardan, Kürtler’den, Türkler’den, azınlıklardan, dindarlardan, sanatçılardan, en başta yaşamı, ama mutlaka bir şeyleri götürüyor. Barışın formülü çok daha karmaşık, çok daha belirsiz değil. KCK adı altında tutuklanan siyasetçiler serbest bırakılsın. Terörle mücadele kanunu ve özel yetkili ağır ceza mahkemeleri yürürlükten kaldırılsın. Yeni anayasayı hiçbir baskı ile karşılaşmadan özgürce tartışabilmek için, mutlak ifade özgürlüğü yasalarla güvence altına alınsın” denildi.

Yürüyüşe Galatasaray’da katılan BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder de “Barış ancak bu tür kararlı seslerin daha yüksek ve daha yaygın çıkması ile gerçekleşecektir. Barış, savaştan çok daha fazla emek gerektirir” dedi. Basın açıklaması olaysız bitti.

5 Aralık  – Hrant Dink Davası Basında Çıkanlar – İstanbul

Radikal – 05.12. – Dink davasının avukatları TİB’in kayıtlarını inceliyor

Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, “TİB kayıtları binlerce. Bunların incelenmesi süre alacak. İncelememizi ve araştırmamızı tamamladıktan sonra konuya ilişkin beyanlarımızı sunacağız” dedi.

Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesine ilişkin davanın 22. duruşması başladı. Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, savcının mütalaasına karşılık savunma yapmaya başladı. Avukat Çetin, “TİB kayıtları binlerce. Bunların incelenmesi süre alacak. İncelememizi ve araştırmamızı tamamladıktan sonra konuya ilişkin beyanlarımızı sunacağız” dedi.

YASİN HAYAL VE ERHAN TUNCEL GETİRİLDİ

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya tutuklu sanıklar Erhan Tuncel ile Yasin Hayal getirildi. Cezaevi ring aracı ile getirilen Tuncel ve Yasin gazetecilerin görüntü almaması için adliyenin yemekhane kapısından içeri alındı.

Duruşmanın başlamasının ardından Mahkeme Başkanı Rüstem Eryılmaz ilk olarak dosyaya gelen evrakları okudu. Başkan Eryılmaz, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) cinayetin işlendiği bölgedeki kayıtların geldiğini belirtti.

TİB KAYITLARINI İNCELENİYOR

Daha sonra Dink ailesinin avukatlarına söz verildi. Dink ailesinin avukatı Fethiye Çetin, savcının mütalaasına karşılık savunma yapmaya başladı. TİB kayıtlarına Cuma günü ulaştıklarını belirten Çetin, “TİB kayıtları binlerce. Bunların incelenmesi süre alacak. İncelememizi ve araştırmamızı tamamladıktan sonra konuya ilişkin beyanlarımızı sunacağız” dedi.

Marksist.org – 05 Aralık  – Avukatlar, Dink cinayetinin Ergenekon davasıyla birleştirilmemesini eleştirdi

Hrant Dink cinayeti davasının 22. duruşmasında, avukatlar, cinayetin işleneceğinin önceden bilinmesine rağmen gerekli önlemin alınmadığına, cinayet sonrasında da asıl faillerin korunduğuna dikkat çekti. Suikastte adı geçen bir çok kişinin daha sonra Ergenekon davasında yargılandığını söyleyen avukatlar, dosyanın Ergenekon davasıyla birleştirilmesi talebinin bugüne kadar kabul edilmemesini de eleştirdi.

İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bu sabah başlayan 22. duruşmanın ikinci oturumunda söz alan Dink ailesinin avukatları, MGK’nın misyonerliği “tehlikeli” kabul ettiğine dikkat çekerek, “MGK kararının ardından Dink de misyoner ilan edildi” dedi.

Erhan Tuncel’in Mc Donald’s’ın bombalanması eylemine Yasin Hayal ile birlikte katıldığını, ancak daha sonraki işlerde kullanılacağı için tutuklanmadığını belirten avukatlar, suikast döneminde medyanın rolüne de dikkat çekti, Emin Çölaşan, Fatih Çekirge ve Deniz Tutal gibi yazarların yazılarını hatırlattı.

Sabahattin Ali’nin öldürülmesine Sivas Katliamı’na kadar Türkiye’de yaşanan siyasi cinayet ve katliamlara dikkat çeken avukatlar, “Bu bir devlet geleneğidir. İttihat ve Terakki döneminde başlayan devlet geleneği bugünlere kadar devam etti. İttihat ve Terakki, bütün karşıt görüşleri, devleti korumak adına ‘vatan haini’ ilan etti ve yok etti” diye belirtti.

Bütün siyasi cinayet ve katliamların devlet ile bağlantılı olduğunun ortaya çıktığını söyleyen avukatlar, 1990′lı yıllarda Kürtlerin hedef alındığını hatırlatarak, Musa Anter, Vedat Aydın ve Savaş Buldan cinayetlerini anımsattı. Avukatlar ayrıca, dönemin Başbakanı Tansu Çiller’in elinde Kürt iş adamlarının ölüm listesinin yer aldığını belirtti.

Alevilerin de hedef alındığına dikkat çeken Dink davası, Gazi Katliamı’nı hatırlattı. Avukatlar, “Dink cinayetinin bu süreçlerder bağımsız olarak ele alınamayacağını, deliller ve devlet geleneği dikkate alındığında bunun yine devlet eliyle örgütlendiğinin ortada olduğunu” söyledi.

Diğer siyasi cinayet ve katliamlarda olduğu gibi bu davada da sanıkların korunduğunu vurgulayan avukatlar, “Bu durumda bebekten katil yaratan zihniyet de konmuş olacaktır” dedi.

Avukat Fethiye Çetin söz alarak, soruşturmanın sanıklarla sınırlı tutulduğunu belirterek “Cinayeti işleyen devletin ta kendisidir. MGK kararlarıyla azınlıklar ya da bu topraklarda yaşayan halklar, iç düşman kabul edilmiş, devleti korumak adına çeşitli devlet politikaları yürütülmüştür. Devlet ile Dink ailesi karşı karşıyayadır. Eğer bu soruşturma genişletilmezse, Rakel Dink’in dediği gibi bebekten katil yaratan zihniyet sorgulanmazsa, barışa darbe vurulmaya devam edilecektir” diye konuştu.

BİA Haber Merkezi – 05.12. – “Mahkemeniz Her Durumda Tarihe Geçecektir”

Hrant Dink Davası’nın 22. duruşmasında, müdahil avukatlar esas hakkında mütalaalarını açıkladı. TİB kayıtları mahkemeye ulaştı ancak iki tarafın avukatları da kayıtların incelenmesi için ek süre istedi.

19 Ocak 2007′de, Agos Gazetesi önünde vurularak öldürülen gazeteci Hrant Dink davasının  22. duruşması bugün (5 Aralık) Beşiktaş 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Tutuksuz sanık  Mustafa Öztürk ve tutuklu sanıklar Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in hazır bulunduğu davanın duruşmasında Hrant Dink’in avukatları, esas hakkındaki mütalaalarını açıkladı.

Saat 11.00′de başlayan ve 17.00′de son bulan celsede, eklerle birlikte 106 sayfayı bulan mütalaanın 73 sayfası, müdahil avukatlar tarafından sırayla okundu.

Mütalaa, dava sürecinde intihar ederek hayatına son veren müdahil avukatlardan Hakan Karadağ’a atfedildi.

Hrant Dink neden öldürüldü?

Cinayetin kurgusu, siyasi ve ideolojik temeli, Dink’in kim olduğu ve neden öldürüldüğüyle ilgili detaylı bilgilerin bulunduğu metinde, sanıklar ve kamu görevlilerinin cinayetteki sorumlulukları ve davaya ilişkin talepler de dile getirildi.

Dört yıl 10 aydır süren yargı sürecinde, iddia makamının cinayetin arka planına yeterince önem vermediğini vurgulayan avukatlar, esas hakkındaki görüşlerine Hrant Dink’in kim olduğunun anlatımıyla başladılar.

“Hrant Dink kimdi ve neden öldürüldü?” başlıklı bölümde Dink’in hayatı, mesleki kariyeri ve birçok yazısı okundu.

Bu yazılardan bazıları: Cinayet günü yayımlanan (19 Ocak 2007), Ruh Halimin Güvercin Tedirginliği (Agos) , 12 Ocak 2007 tarihli Neden Hedef Seçildim? (Agos) ve İbadetse Eğer Demokratlık başlıklı yazılardı.

Cinayetle son bulacak sürecin, 6 Şubat 2004′te Agos’ta Sabiha Gökçen’le ilgili “Sabiha Hatun’un Sırrı” haberinin, 21 Şubat 2004′te Hürriyet Gazetesi’nin manşetine taşınmasıyla başladığını ifade eden avukatlar, Genelkurmay’ın ertesi gün yayımladığı ve “Bu haber, milli bütünlüğe karşı cürümdür” ifadesinin bulunduğu açıklamaya değindiler.

“Savcının görevi makale yazmak değil soruşturma açmaktır”

Cinayete giden süreci ayrıntılarıyla veren mütalaada, medyanın, kolluk kuvvetlerinin, kamu görevlilerinin, istihbaratın ve yargının, sorumluluk ve ihmalleri tek tek anlatıldı.

19 Eylül ′de görülen 20. duruşmada, esas hakkındaki mütalaasını vereceğini açıklayarak avukatların salonu terk etmesine sebep olan Savcı Hikmet Usta’nın 86 sayfalık tespitlerinin soruşturmayla sonlanmadığını ve bu sebeple “makale” olarak kaldığını söyleyen avukatlar, savcının görevinin soruşturma açmak olduğunu hatırlattı.

Savcı Usta ise, esas hakkındaki görüşlerini tekrarladığını, yeni bir soruşturma açılmasına gerek olmadığını söyledi.

“Cinayete hazırlık süreci” başlıklı bölümde, Sabiha Gökçen haberinden sonraki zaman dilimi, eski İstanbul Vali Yardımcısı Ergun Güngör’ün Dink’i, makamında iki istihbaratçının da bulunduğu bir görüşmeye çağırması, medyada çıkan kimi provokatif haber  ve yazılar ile ülkü ocaklarından gelen tehditler vurgulandı.

“Takdir mahkemenizindir”

“Soruşturma süreci”nde, yargının ve emniyetin ihmal ve hataları sıralanırken, sonuç bölümünde, “Devlet, vatandaşını önlenebilir felaketlere karşı korumak zorundadır” denildi.  Bu davada, durumun bu olmadığı aksine devletin siyasi cinayetler ve Ermeni düşmanlığı konusundaki geleneğinin sürdüğü belirtildi.

Devletin siyasi cinayet ve Ermeni düşmanlığı hususundaki geçmişi,  20′inci yüzyılın başından başlanılarak  örneklerle anlatıldı.

Avukatlar, Mahkeme Başkanı Rüstem Eryılmaz’a seslenerek “Mahkemeniz her durumda tarihe geçecektir. Ya bu geleneği kıran ve zedelenen yargı güvenini yeniden tesis eden mahkeme olarak, ya da siyasi cinayet ve düşmanlık geleneğini sürdüren olarak…Takdir mahkemenizindir” dedi.

Mütalaanın 100 sayfayı aşkın teknik detayların sunulacağı ikinci bölümü, 26 Aralık’taki 23. duruşmada okunacak.

TİB kayıtları geldi ama henüz incelenemedi

Uzun süredir Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan (TİB) beklenen Hrant Dink cinayetinin işlendiği Halaskârgazi Caddesi çevresindeki telefon görüşme kayıtları mahkemeye ulaştı ancak iki tarafın  avukatları da, belgelere cuma günü (2 Aralık) ulaştıkları için, kayıtları incelemek için ek süre istedi.

Duruşmayı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu izledi. Duruşmaya ayrıca yedi ilin Baro Başkanları da katıldı: Av. Halil Hulki Özel (Mersin), Av. Mehmet Cemal Acar (Siirt),  Av. Enis Gül (Bitlis), Av. Nuşirevan Elçi (Şırnak), Av. Azad Yıldırım (Mardin), Av. Heval Sinan Aras (Ağrı), Av. Erdal Aydemir (Bingöl).

Dava, 26 Aralık  saat 9.00′a ertelendi.

Eryılmaz ayrıca, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun (TMK) 7/1 maddesi: “terör örgütü üyesi olmak ve terör örgütüne yardım etmek,” silahlı örgütü tanımlayan 314/2 ve 5237 sayılı TCK’nın 82/1 “taammüden insan öldürme” maddelerinden yargılanan tutuklu sanıklar Yasin Hayal ve Erhan Tuncel’in tutukluluk hallerinin devamına hükmetti.

BİA Haber Merkezi – 05 Aralık  – Bu Dava Ne Zaman Başlayacak?

Hrant’ın Arkadaşları, “Bu davayı bu şekilde bitirmeye kalktıklarında alınlarına sürülecek şeyi sadece kurban kanı sanıyorlar. Halbuki o, ne yapsalar kazıyıp atamayacakları bir utanç lekesi olacak” dedi.

İstanbul Şişli’de 19 Ocak 2007′de Agos gazetesi önünde öldürülen gazeteci  Hrant Dink cinayeti davasının 22. duruşması bugün (5 Aralık) Beşiktaş Adliyesi’nde görülüyor.

“Hrant’ın Arkadaşları”, duruşma öncesinde, ellerinde “Bu dava öyle bitmez” dövizleriyle Beşiktaş İskelesi önünde toplandı.

Aralarında Rakel Dink, Alper Taş, Gülten Kaya, Yıldırım Türker, Ufuk Uras, Gençay Gürsoy, Pakrat Estukyan, Ümit Kıvanç, Necmiye Alpay, Cengiz Aktar, Tayfun Görgün, Garo Paylan, Erdoğan Aydın, Hakan Tahmaz’ın olduğu grup, Dolmabahçe’den iskeleye yürüyen diğer grupla birleşerek, “Bu dava ne zaman başlayacak”, “Öldür diyenler yargılansın”, “Muammer Güler, Celalletin Cerrah yargılansın” sloganları eşliğinde Beşiktaş Adliyesi’ne yürüdü.

“Öldürmeye karar verenleri nerede aramalıyız?”

Hrant’ın arkadaşları adına basın açıklamasını okuyan Banu Güven, dört yıl 10 ay önce Hrant’ı öldürmeye karar verenleri “Nerede aramalıyız” dedi ve şöyle devam etti:

* Elebaşı konumundaki sanıkları Trabzon McDonalds bombalamasından itibaren avucunun içine almış Emniyet’te mi? Cinayet ihbarını hasıraltı eden, kullanılacak silahın özelliklerini henüz cinayet işlenmeden bilen jandarmada mı? Yoksa hepsinin üstündeki bir yerlerde mi?

* Başından beri iki vahim durum, adaletin yolunu tıkıyor. İlki şu: Cinayetin işleneceğini bildiği ortaya çıkmış resmî görevliler, bırakın yargılanmayı, her türlü soruşturmadan korundu. Yetmedi, terfi aldı.

* İkincisi, bunlar hakkında pek sınırlı bazı soruşturmalar yapıldı, dava da açıldı, ama sanki bunların cinayet davasıyla ilgisi yokmuş gibi davranıldı. Olaydaki rolü gayet şaibeli olan jandarma komutanı Ali Öz hakkındaki dava bile buradaki esas cinayet davasıyla birleştirilmeden bitti. Albay Öz’e ödül mü verildi, ceza mı, bilemedik.

“Bir utanç lekesi olacak”

Güven, Rakel Dink’in en başta dediği “Adalet için cesaret gerekir” sözünü hatırlatarak, “Sadece İstanbul Emniyeti’ne, yok ettiği kamera kayıtlarını ısrarla ve sahiden sormak belki de her şeyi aydınlatmaya yetecek” dedi ve ekledi:

* Şu içeride yargılananları örgütleyen, onlara “

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.