“Savaşı Sustur 2013″ Kampanyası Basın Metinleri – 1 Ocak/31 Aralık 2013

0
Want create site? Find Free WordPress Themes and plugins.

21207_623709367656993_515460186_n5 Ocak 2013 – Basın Açıklamasına Çağrı – İstanbul

Amasız fakatsız barış için yürüyoruz! 9 Ocak Çarşamba, saat 19.00, Galatasaray Meydanı’ndan Taksim’e Bizler, diyalog sürecinin kesintiye uğramaması için, daha fazla kan akmaması için, kardeşlik için, adalet için, amasız fakatsız barış isteyen tüm kurumlar, bireyler hep birlikte ses çıkartacağız:

Savaşın sesini sustur!

Barışın sesini yükselt!

Galatasaray’dan Taksim’e yürüyoruz.

Etkinliğimize katılmanız dileğiyle

Barış İnisiyatifleri

 

9 Ocak 2013 – “Amasız, Fakatsız barış!” Basın Açıklamasının Metni – İstanbul

Son bir haftada hem başbakan hem de bir dizi hükümet yetkilisi, İmralı’da görüşmelerin sürdüğünü açıkladı. Anlaşılan o ki, hükümet, Kürt sorununda yeni bir barış siyasetini tartışmaya başlıyor. Barış talebi, halkların barış içinde yaşamasını isteyenlerin talebidir. Demokratik ve özgür bir toplum için barışa ihtiyaç vardır.

Kürt sorununun barışçı ve demokratik çözümü uzun yıllardır Türkiye’de barış mücadelesi verenlerin asli taleplerinden biridir. Kürt ve Türk halkları da ezici bir çoğunluğu ile barış ve demokratik çözüm istemektedir.

Kürt halkının barış talebi, Roboski katliamının sorumlularının hala bulunamamasına, KCK davalarında binlerce BDP’li üye, yönetici ve seçilmiş belediye başkanının tutukluluk durumlarının yıllardır devam etmesine, BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmak istenmesine ve Anadilde savunma ve eğitim hakkının tanınmamış olmasına rağmen hala devam ediyor.

2013 yılının barışın kazanacağı bir yıl olması için, “Şimdi barış zamanı” diyenlerin hızla harekete geçmesi, sokakta yüz binlerce insanın barıştan vazgeçmeyeceğini göstermesi gerekir.

Türk halkı da zaman zaman halkları birbirine düşürmek, çatıştırmak isteyen ırkçı faşist kışkırtmalara rağmen barış, kardeşlik ve dayanışma duygularını her fırsatta gösteriyor. Batıda barış isteyen insanlar toplumun çoğunluğunu oluşturuyor.

Ancak bu ülkenin yurttaşlarının yeni bir açılım fiyaskosuna, yeni bir oyalama sürecine artık tahammülü yok. Türkiye’de hiçbir şey değişmesin, ama PKK silah bıraksın demek gerçekçi değil. Bu nedenle somut adımların atılması gerekir. Bu somut adımların bazıları;

Savaşan tarafların gerçek bir ateşkes sağlaması, operasyonların durması,

Hükümetin söz verdiği anadilde savunma hakkının biran önce tanınması.

KCK davasından tutuklu bulunan BDP’lilerin serbest bırakılması.

BDP’li milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması girişimlerine son verilmesi,

Müzakerelerin bir daha kesintiye uğramaması için Abdullah Öcalan’ın cezaevi koşullarının düzeltilmesi olabilir.

Bu acil taleplerin yerine getirilmesinden sonra sağlanacak barış ortamında Kürt sorununun kalıcı çözümüne yönelik adımlar da atılmaya başlanabilir. Örneğin;

Demokratik ve özgürlükçü bir anayasa yapılması,

Yeni anayasada kimlik tanımının ‘anayasal vatandaşlık’ üzerine olması,

Eğitimde çokdilli sisteme geçilmesi,

Yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, vb.

Müzakere sürecinin açık, şeffaf ve bu ülkede yaşayan halklar bilgilendirilerek yürütülmesi son derece önemlidir.

Umutlar yitirilmemeli; çünkü Türkiye’de Kürt sorununun sonsuza kadar çözümsüz kalmayacağı kesin. Karamsarlığa kapılmamalı; çünkü Kürt sorunu kaynaklı kazananı olmayan bu savaş ebediyen sürmeyecek.

2013 yılının barışın kazanacağı bir yıl olması için, “Şimdi barış zamanı” diyenlerin hızla harekete geçmesi, sokakta yüz binlerce insanın barıştan vazgeçmeyeceğini göstermesi gerekir.

 

Meltem Oral

Barış İnisiyatifleri adına

 

10 Ocak 2013 – Anmaya Çağrı – İstanbul

19 Ocak”ta, seni vurduklari yerde, BURADAYIZ AHPARIG!

Hrant’in katledilmesinin uzerinden tam 6 yil gecti. Bu 6 yilda katillerin eline silah veren, onlari cesaretlendiren, cinayeti orgutleyen, sorusturmayi karartan devlet icindeki yapi yargi onune cikarilmadi, verilen sozler tutulmadi. Tam tersine hepsi hukumet tarafindan el ustunde tutuldu, terfi ettirildi. Kararttilar, cozmediler, unutturmak istediler, ustunu orttuler, orgut “bulamadilar”, gercek katilleri korudular, sahiplendiler. Bu, cinayete ortakliktir. Hrant’in gercek katilleri yargi onune cikarilmalidir. Bunun icin adalet arayisimizi daha da guclendirmeli, kararliligimizi gostermeli, sesimizi daha da gur cikarmaliyiz. Istedikleri kadar karartsinlar, korusunlar, kollasinlar. Biz bitti demeden bu dava bitmez. Cinayet gaddarlikti, sonrasi kepazelik, yuzsuzluk oldu. Altinci yilda, adalet mucadelemiz suruyor!

19 Ocak”ta, seni vurduklari yerde, BURADAYIZ AHPARIG!

13.30″da Sisli”de, saat 15.00″te Agos”un onundeyiz!

 

Hrant’ın Arkdaşları

 

19 Ocak 2013 – Hrant Dink Anmasındaki Konuşma Metni – İstanbul

Sevgili Rakel Hanım, Hrant Dink’in sevgili ailesi, Hrant’ın sevgili arkadaşları, dostları, sevenleri

Sizleri bir 19 Ocak gününde hüzünle selamlıyorum. 6 yıl önce bu gün, bu saatlerde Hrant Dink, burada katledildi. Onu katleden karanlığı tanıyor ve ona sıkılan o menfur kurşunların mesajını biliyoruz. Bu gün o mesaja karşı hep birlikte buradayız. Bu ülkenin her kesiminden, kendisini Hrant Dink’e borçlu hisseden, onun kaybıyla kendisinden bir parça kaybettiğine inanan ve onun için adalet isteyen insanlar olarak buradayız. O hastalıklı ve öldürücü mesajı bir daha hiç kimse almasın diye buradayız. Nefret ve şiddetin bu ülkenin hayrına bir yol olmadığını söylemek için buradayız. Hakikatin ve dostluğun hatırı için buradayız.

6 yıldır bu ülkede adaletin tecelli etmesini bekliyoruz ancak geçen 6 yılda katillerin eline silah veren, onları cesaretlendiren, cinayeti örgütleyen, soruşturmayı karartan devlet içindeki yapı yargı önüne çıkarılmadı, verilen sözler tutulmadı. Tam tersine Hrant Dink’i ölüme götüren neredeyse tüm resmi görevliler, el üstünde tutuldu, terfi ettirildi. Bu karartma, unutturma, üstünü örtme, örgüt bulamama operasyonunda 6 yıldır adalet can çekişiyor! Ancak biz unutmadan, yorulmadan, bıkmadan adalet talep ediyoruz!  Gerçek katillerin yakalanmasını ve devlet zırhının içine saklanan bütün sorumluların hesap vermesini istemesini istiyoruz!

 

Sevgili Hrant,

Sen şimdi bizleri o güzel yerden izliyorsun, biliyorum. Bizler, bu ülkenin resmi tarih öğretisiyle taammüden cahil bırakılmış kitleler olarak, üzeri ağır inkâr taşlarıyla kapatılmış olan o sağır ve dilsiz, o kanlı kuyunun varlığını senin sayende öğrendik. Öğrendiklerimiz bizi hak ve hakikat karşısında sorumlu kıldı.  Biz bugün, Allah ve tarih önünde bu sorumluluğumuzu yerine getirmek için buradayız.

Sen bu kanlı kuyunun kapağını aralarken, bunu nefret ve düşmanlık için değil; daha yüzyıl öncesine kadar yan yana yaşayan iki halkın yaralarını sarmak, aralarına ekilmiş kin ve nefret tohumlarını yok etmek ve iki halk için daha adil ve onurlu bir gelecek sağlamak için yaptın. Uğruna hayatını da verdiğin bu mücadeleyi kaldığı yerden bizler sürdüreceğiz. Bize kızanlara, bizi anlamayanlara da Yunus Emre’nin diliyle cevap vereceğiz:

Kul’il hak-dedi Çalap sözü doğru diyene

Bu gün yalan söyleyen erte utanasıdır

Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan

Şer’in evliyasıysa hakîkatte âsidir !

Ruhun şâd olsun Ahparig!

 

Hidayet Şefkatli Tuksal

 

26 Şubat 2013 – “Diyalog Sürecine ve Barış Adımlarına Tam Destek” Basın Açıklaması Metni

DİYALOG SÜRECİNE VE BARIŞ ADIMLARINA TAM DESTEK VERİYORUZ

mavii5Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak, barış umudumuzu hiç yitirmedik ve karamsarlığa kapılmadık. Çünkü Türkiye’de Kürt sorununun sonsuza kadar çözümsüz kalmayacağı kesindirve kazananı olmayan bu savaş ebediyen sürmeyecek belirtmiştik.

Bu dediklerimizin üzerinden henüz bir ay geçmişken, barışa giden yolda önemli gelişmeler oldu. Hükümet, Abdullah Öcalan’la başlattığı diyalog ve çözüm sürecine devam ediyor. Türkiye tarihi bir dönemden geçiyor. Uzun yıllardır sürmekte olan Kürt Sorununda barışçı bir diyalog döneminin fırsatı yakalandı. Belki de ilk defa barışa ve çözüme bu kadar yakınız. Hükümet sorunun asli muhatapları ile görüşülmesi konusunda doğru bir karar verdi,ilk defa soruna yapıcı bir dil ve yöntemle yaklaşıldığı gözlemlenebiliyor.

Kürt halkı özellikle Paris’te meydana gelen provokasyonu boşa çıkararak, Diyarbakır, Tunceli ve Mersin’deki cenaze törenlerinde barış talebini yükselterek gerekli olgunluğu gösterdi. Sinop ve Samsun’da meydana gelen son olaylar ise moralimizi bozmamalıdır. Bu provokasyonları önceden hazırlayıp uygulayanlar amaçlarında başarılı olamamışlardır. Hep birlikte gördüğümüz gibi, pek küçük bir azınlıktırlar ve başta Karadenizliler olmak üzere, kamuoyunun yaygın tepkisi ile karşılaşmışlardır.

Elbette bundan sonra da barış adımlarını ve süreci sabote etmek isteyen pek çok provokasyon karşımıza çıkacaktır. Düşmanlık, çatışma ve ölümlerden siyasi ikbal üretenler var. Barışı isteyenler ise bugüne kadar hep olduğu gibi, diyalog ve çözüm sürecinin kararlılıkla devam ettirilmesinden yana tavır almalıdır. Bu konuda üzerimize düşeni yapmakta kararlıyız.

Kürt ve Türk halkları bugüne kadar defalarca gösterdiği gibi, barış ve diyalog sürecinin devam etmesini, sorunun bir an önce çözümlenmesini istiyor. Demokratik ve özgür bir toplum için barışa ihtiyaç vardır. Çözüm sürecinde atılacak adımlar, aynı zamanda daha özgür ve demokratik bir Türkiye’nin de oluşmasını sağlayacaktır. Yeni anayasa bunun için önemli bir fırsattır.

Görüşmelerin yeni başladığı ve devam ettiği bu dönemde en önemli husus, öncelikle silahların susması, çatışmaların ve ölümlerin durmasıdır. Her düzeyde barış dilinin kullanılarak, barışa fırsat verilmesi çok önemlidir. Herkes, her yerde barış süreciyle ilgili düşünceleriniaçıklayabilmelidir. Diyalog süreci barışçı bir ortamda, çözüme doğru ilerlemememizi mutlaka sağlayacaktır.

2013 yılının barışın kazanacağı bir yıl olması için, başta savaş karşıtları olmak üzere, “Şimdi barış zamanı” diyen herkesin hızla harekete geçmesi, diyalog ve çözüm sürecine destek vermesi gerekir. Her fırsatta, her yerde barıştan, diyalogdan, çözümden yana olduğumuzu dillendirmemiz gerekir.

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak, silahların susmasını sağlayacak diyalog sürecine ve sorunun çözümüne doğru atılan barış adımlarına tam destek veriyoruz. Barışın sesini yükseltelim.

Yıldız Önen

Küresel BAK Yürütme Kurulu adına

 

19 Mart 2013 –  Basın Açıklaması Metni – İstanbul

NEWROZ KUTLU OLSUN, BARIŞA EVET!

barisa-bir-sans-verin-3296Barışın sesinin yükseldiği 2013 yılının Newroz’u, 17 Mart Pazar günü, başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere Türkiye’nin dört bir yanında yapılan şenlikli kutlamalarla başladı. Milyonlarca insan meydanlara çıkarak barış, eşitlik, özgürlük ve demokratik çözüm taleplerini haykırdı.  Kürt halkından yükselen barış talebi her yerde bir kez daha duyuldu. Ama barışın sesinin yükselmesinden rahatsız olan, halkların eşitlik içinde bir arada yaşamasına karşı çıkanlar da var. Erzurum’da, İstanbul’da, Sakarya’da ve İzmit’te Newroz kutlamalarına katılanlar çeşitli saldırılara uğradı.

Türkiye farklı kültürlerin, dillerin, inançların, kimliklerin bulunduğu bir ülkedir. Bu farklılıkların bir arada yaşamasının tek yolu eşitlik ve özgürlüktür. Yıllarca kimliklerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalan, haklarından mahrum bırakılan Kürt halkının mücadelesi, Türkiye’de yaşanan demokrasi ve adalet mücadelesini de güçlendiriyor.

Biz inanıyoruz ki, bu topraklara artık barışın dili egemen olacak. Bu noktaya gelinmesinde çok emekler sarf edildi. Barış yanlıları, yıllardır bıkmadan usanmadan barışın egemen olması için mücadele ettik. Barış ve çözüm için önemli adımların atıldığı bu günlerde herkes barış sürecine omuz vermeli ve bir daha savaş diline, çatışma ortamına dönülmemesi mutlaka sağlanmalıdır.

2013 yılının barışın kazanacağı ve Kürt sorununun barışçı çözümü için kalıcı adımların atılacağı bir yıl olması için, “Şimdi barış zamanı” diyenler seslerini yükseltmeli, barıştan vazgeçmeyeceğimizi göstermeliyiz.

Barışa Evet!

Newroz kutlu olsun. Newroz Piroz be!

 

Şengül Çifci

Küresel BAK Yürütme Kurulu üyesi

 

22 Mart 2013 – Yazılı Basın Açıklaması – İstanbul

DİYARBAKIR’DA MİLYONLAR ‘BARIŞA EVET’ DEDİ!

barisaevet-2Öyle günler vardır ki, toplumların ve ülkelerin tarihinde yeni ufuklar açar, yeni başlangıçlar için dönüm noktası olur. 2013 Newrozu da işte böyle bir başlangıcın işaretlerini verdi. Diyarbakır’da milyonlar, Türkiye halklarının ve bütün dünyanın gözü önünde ‘barışa evet’ dedi. Barış umutlarımız arttı, 30 yıldır süren savaş sona eriyor. Her yerde barışın diliyle konuşulacak. Diyarbakır’da okunan mesaj gayet açık ve net: “Halayla horon, zeybek kardeştir. Öfkeyi, acıyı, nefreti bir yana bırakıp, helalleşebilmeliyiz. Bu bir son değil, yeni bir dönemin başlangıcıdır. Çabalar boşa gitmedi, Kürtler kimliğini yeniden kazandı. Silahlı direniş bitti, sıra demokratik siyasette. Artık silahlar sussun, fikirler ve siyaset konuşsun.”

Kısacası Kürtler, “savaşmayalım, barışalım” diyor.

Hükümet de savaşın bitirilmesi konusunda “İmralı süreci”ni başlatarak ve devam ettirerek olumlu bir inisiyatif göstermiştir. Aynı yönde çabaların TBMM çalışmalarına da yansımasını bekliyoruz.

Artık vazgeçmek yok, bir daha savaş istemiyoruz.

Yıllar boyunca çok acı yaşandı. Ama işte bu kirli ve korkunç savaş bitiyor. Biz savaş karşıtları olarak bundan mutluluk duyuyoruz. Bugüne kadar barış için emek harcayan, fikir üreten, meydanları dolduran herkese teşekkür ederiz. Bundan sonra adınız bu barışla anılacak.

Barışın kalıcı olması için önümüzde yapılması gereken önemli işler var, özellikle TBMM’ye büyük görevler düşüyor. Ama hep birlikte en önemlisini gerçekleştirdik, barışa giden yolu açtık. Buradan dönüş yok.

Gençler dağlarda ölmeyecek, analar ağlamayacak. Bundan büyük sevinç olur mu?

Barışa evet.

 

Faruk Sevim

Küresel BAK Yürütme Kurulu üyesi

 

 

4 Nisan 2013 – Çözüme Evet Koalisyonu Kuruluş Basın Toplantısına Çağrı Metni – İstanbul

6 Nisan Cumartesi günü, 11.00, Taksim Hill Hotel

30 yıldır, her gün yürek çarpıntılarıyla uyanmamıza sebep olan… Nerede olursak olalım, hayatımıza damgasını vuran dev bir sorun çözülmek üzere.

Kürt sorunu konusunda tarihi adımlar atılıyor. Bizler çözüm için atılan adımları desteklemek ve çözüme engel olmak isteyenlere, “Hayır, bizler bu topraklarda yaşayan milyonlarca insan, çözümden yanayız” diyebilmek için yola koyuluyoruz.

Çözümü savunan milyonların sesi olmak için hep beraber harekete geçiyoruz.

Yüzlerce aktivist, gazeteci, sanatçı, aydın, kurum temsilerinden oluşan Çözüme Evet Koalisyonu’nun kuruluşunu ilan edeceğimiz toplantıda siz değerli basın mensuplarını aramızda görmek istiyoruz.

Çözüme Evet Koalisyonu

 

 6 Nisan 2013 – Çözüme Evet Koalisyonu Kuruluş Basın Toplantısı – İstanbul

Çözüme Evet!

30 yıldır, her gün yürek çarpıntılarıyla uyanmamıza sebep olan…Nerede olursak olalım, hayatımıza damgasını vuran dev bir sorun çözülmek üzere.

Kürt sorunu konusunda tarihi adımlar atılıyor.  İlk kez çözüm kapısının net bir şekilde aralandığına tanık oluyoruz.

Bizler, çözüm sürecine gözümüz gibi bakmamız gerektiğine inanıyoruz.

Biliyoruz ki çözüm yönünde atılan her adım, ölümün bu topraklarda yarattığı kasvetli havanın bir kader olmadığını herkese, hepimize gösterecek.

Çatışmaların sona ermesi ve diyalog sürecinin gelişmesi “politik açıdan kimin işine yarar” diye bir soru sormuyoruz.

Çatışmaların sona ermesi, öncelikle, gençlerin yaşamaya devam etmesi anlamına gelir.

Ölümlerin durması anlamına gelir!

Ölümlerin son bulması… Sorunun muhataplarının konuşmaya başlaması…

En önemlisi bu.

Bu yüzden, çözüm için atılan adımları desteklemek ve çözüme engel olmak isteyenlere,

“Hayır, bizler bu topraklarda yaşayan milyonlarca insan, çözümden yanayız” diyebilmek için yola koyuluyoruz.

Çözümü savunan milyonların sesi olmak için hep beraber harekete geçiyoruz.

Ülkemizde birbirini tanıma şansı bulamamış milyonlara…“Dinle, Anlat, Duy, Konuş…” diyoruz.

Herkesin ve tüm kimliklerin ortak geleceğinin eşitlik içinde inşası açısından bu can alıcı meselenin çözümüne katkı sağlamanın insanlık borcu olduğuna inanıyoruz.

 

Balçicek İlter

Çözüme Evet Koalisyonu adına

 

19 Nisan 2013 – “Geleceğimizi harcayan askeri harcamaları durdurmalıyız! Yazılı Basın Açıklaması Metni

Askeri Harcamalara Karşı Eylem ve Direniş Günü” olan 12 Nisan’da bütün dünyada askeri harcamalara karşı eylem ve etkinlikler yapıldı. Çünkü askeri harcama yapmak demek, silahlanmanın ekonomik, sosyal ve insani maliyetlerini halkın sırtına yüklemek demektir. Askeri harcama demek, 200 silah üreticisi şirket kârlarını arttıracak diye, insanların daha güvensiz bir dünyada yaşaması ve bu kârların bedellerini çoğu zaman hayatları ile ödemeleri demektir.

Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü SIPRI’ye göre 2012’de tüm dünyada askeri harcamalar için toplam 1 trilyon 753 milyar dolar harcandı. Askeri harcamaların küresel üretim içindeki payı yüzde 2,2′yi buldu. Dünya genelinde 1998’den bu yana ilk kez askeri harcamalarda nispi bir düşüş yaşanırken, Türkiye, Rusya ve Çin harcamalarını artıran ülkeler oldu. ABD ve diğer NATO ülkeleriyle, Japonya ve Avustralya’nın askeri harcamaları azaltması nedeniyle toplam harcamalarda yüzde 0,5 oranında gerileme oldu. Dünyadaki toplam askeri harcamalarda birinci sırada yer alan ABD’nin payı ilk kez yüzde 40’ın altına düştü ve 682 milyar dolar olarak gerçekleşti. İkinci sırada yer alan Çin, % 7.8 artışla 166 milyar dolara çıkarken, üçüncü sırada yer alan Rusya’nın askeri harcamaları % 16 artışla 90.7 milyar dolara yükseldi. Son 5 yılda ABD’nin askeri harcamaları yerinde sayarken, Çin ve Rusya’nın askeri harcamaları ise P arttı.

ABD’nin yanı sıra NATO üyesi diğer ülkelerde harcamalarını kıstı. 2008’de başlayan krizden bu yana 31 Avrupa ülkesinden 18’i bütçelerini yüzde 10 oranında daralttı.

Dünyadaki toplam askeri harcamaların yüzde 82’sini 15 ülke yaptı. Geçen yıl 18,2 milyar dolar askeri harcama yapan Türkiye sıralamada 15. ülke oldu. Türkiye 2012’de Gayri safi milli hasılasının yaklaşık % 2.3’ünü askeri harcamalara ayırırken, bu oran 2003’te % 3.4 seviyesinde idi.

 

BÜYÜMENİN ARKASINDAKİ GERÇEK TABLO

Türkiye’nin 2012 yılı Gayri Safi Milli Hâsılası (GSMH) 789 milyar dolar, büyüme oranı ise %2,2 olarak açıklandı.  Bu durumda Türkiye, Avrupa’nın en hızlı büyüyen ülkelerinden biridir.

 

Ancak Türkiye’nin durumuna bir de şu açıdan bakalım:

* Türkiye dünya askeri harcamalar listesinde 18.2 milyar dolarla 15. sırada, Gayri Safi Milli Hâsılasının % 2,3 ünü askeri harcamalara ayırmakta.

* Toplam 9 milyar dolara ulaşan iç güvenlik harcamalarını da askeri harcamalara eklediğimizde 2012 yılında 27 milyar dolarlık bir askeri ve iç güvenlik harcaması yapıldığını görmekteyiz. Zorunlu askerlik nedeniyle 16 ay boyunca üretimden koparılan insanların ekonomik değerlerini –yaklaşık 12 milyar dolar- eklediğimizde Türkiye’nin 39 milyar dolarının (% 5) askeri ve iç güvenlik konularında harcandığını görmekteyiz.

* Türkiye’nin askeri harcamalarının GSMH’ya oranı, İngiltere dışındaki tüm Avrupa ülkelerinin üzerindedir. NATO ortalaması olan %2 seviyesinden daha fazladır.

* Her Türk vatandaşı yıllık gelirinin 239 dolarını yani 430 TL. sini silahlanmaya ayırmaktadır.

* 2013 için belirlenen net asgari ücret 774 liradır.

* Türkiye silah ithal eden ülkeler içinde 15. sıradadır.

* Dünya silah üretimindeki en büyük 200 firma içinde 2 Türk firması, Aselsan ve MKEK yer almaktadır.

 

SAVAŞA DEĞİL, İNSANA BÜTÇE!

Bir devletin büyüklüğü beslediği orduyla, başka ülkelere yolladığı askerlerle, savaşa ve silahlanmaya ayırdığı bütçeyle değil, barışa ve insanına verdiği değerle anlaşılır.

* 149 Ülkenin analiz edildiği 2012 yılı Dünya Barış Endeksi’nde Türkiye 130. sırada, geçen yıla göre 2 basamak daha aşağıya düşmüş durumda. Yani daha az barışsever olarak değerlendiriliyor.

* Küresel Militarizasyon Endeksi’nde Türkiye 24. sırada, geçen yıla göre 3 basamak yükseldi, yani daha militarize bir ülke olma yolunda ilerliyor.

* 1000 kişi başına düşen asker sayısında dünya ortalaması 3, Avrupa ortalaması 4.4 iken, Türkiye için bu rakam 9.5 olarak gerçekleşiyor.

Biz savaş karşıtları olarak, bu olumsuz tabloyu değiştirmek için, askeri harcamaların durdurulmasını istiyor, savaşa değil insana bütçe diyoruz.

 

SİLAHLANMA HARCAMALARI DÜNYAYI DAHA GÜVENSİZ YAPIYOR!

İnsanlık, savaş için günde 4 milyar dolar harcıyor ve yetkililer bunun güvenlik için olduğunu söylüyor. Son 10 yıla baktığımızda dünya daha güvenli bir yer olmuş mudur? Hükümetlerin en önemli görevi halkın yaşam seviyesini yükseltmek, kamu harcamalarında etkinlik sağlamaktır. Sizce son on yılda yaşam seviyemiz yükselmiş midir?

Türkiye’de halen silah alımı gizlilik gerekçesi ile Sayıştay denetimi dışında tutulmaktadır.  Yaratılan kaynaklarla, ödenen vergilerle silah alımları yapılmakta ve bunun bedelini ödeyenler bunun hesabını soramamaktadır.

Eğitime ve sağlığa toplamda 75 milyar dolar bütçe ayrılan Türkiye’de, askeri ve güvenlik konularına 40 milyar dolar bütçe ayrılması ve bu ayrılan bütçenin denetim dışı olması kabul edilemez.

 

DAHA İYİ BİR DÜNYA İÇİN ASKERİ HARCAMALARI DURDURALIM!

ABD açık ara dünyanın en fazla askeri harcama yapan ülkesi. Ancak diğer güçler de giderek yükseliyor ve azalan petrol kaynakları düşünüldüğünde büyük ve orta büyüklükteki devletler arasında büyük savaşların başlamasına dair ciddi tehlikeler bulunuyor. Böyle bir savaşın ise insanlığın yok oluşu demek olduğunu hepimiz biliyoruz.

Başka bir çıkış yolu, yani barışçıl bir yol bulmalıyız. Bu da, aklımızı yeni silahlar icat etmek için değil, yoksulluk ve iklim değişikliği ile mücadele etmek üzere kullanmamız gerektiğini gösteriyor. Savaşlar için harcanan yıllık 1.750 milyar dolarlık bütçe çok ama çok fazla.

Mark Twain’in dediği gibi “Eğer sahip olduğunuz tek şey bir çekiçse, o zaman bütün problemler bir çivi gibi görünür”.

Askeri harcamalar insanlığı harcıyor.

Askeri harcamalara karşı birleşelim.

 

Nilüfer Uğur Dalay

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yürütme kurulu üyesi

 

8 Mayıs 2013 – Barış İçin Önemli Bir Gündeyiz! Basın Açıklaması Metni – İstanbul

barisaevetYıllardır sürmekte olan kirli savaşın sona ermesi yönünde bugün önemli bir adım daha atılıyor. Öcalan’ın çağrısı, Kandil’in açıklamaları ile PKK’nın silahlı güçleri 8 Mayıs’tan itibaren sınır dışına çekilmeye başlıyor. Böylece barış umutlarımız biraz daha artıyor. Bu savaş uzun sürdü, çok canlar aldı, maddi ve manevi ağır tahribata yol açtı. Ama artık savaş bitiyor, halkların kardeşliğinin güçleneceği yeni bir dönem başlıyor. Diyalog ve barış süreci başlayalı tek bir insan kaybı yok, en önemlisi de budur.  Şiddetten beslenen çevrelerin dışında, toplumun sürece olan desteği hızla artıyor. Geniş yığınlar barış sürecine sahip çıkıyor. Son kamuoyu yoklamaları barış sürecine desteğin �’lere çıktığını gösteriyor. Kürt sorununda çözüm süreci yol kazasına uğramadan devam ediyor. Temennimiz süreci sabote edecek bir kışkırtmanın yaşanmaması; sorunun barış, kardeşlik ve eşitlik temelinde çözüme kavuşmasıdır.

Hassas günler yaşıyoruz. Barışa susayan halklarımızın eli yüreğinde, Dünya’nın gözü Türkiye’de. Sınır dışına çekilen PKK güçlerinin can güvenliği önemli konu olarak gündemdeki yerini koruyor. Gerillalara yönelik kışkırtıcı bir saldırı gerçekleşirse, bu saldırı, barışa ve demokrasiye yönelik saldırganlık olacaktır. Geri çekilmenin tam bir güvenlik içinde gerçeklemesi için barış güçleri seslerimizi birleştirmeliyiz.

Artık bu ülkenin barışseverleri olarak daha gayretli olalım. Barış isteyen partiler, STK’lar, sendikalar, dernekler ülkenin her yerini kitlesel gösterilerle barış şölenine çevirelim. Barış mitingleri düzenleyelim. İmza kampanyaları, paneller, basın toplantıları, bildiriler, afişler hazırlayıp toplumu barışa hazırlayalım.

Yüreği insan sevgisi, demokrasi ve özgürlük için atan herkesin barışa coşku ile sahip çıkması gerek. Barış toplumsallaşırsa kalıcı olur. Bizim de onurlu bir barışımız olur.

Barış için atılan adımlara sahip çıkalım.

BARIŞA EVET!

 

Bülent Aydın

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yürütme kurulu üyesi

 

13 Mayıs 2013 – Reyhanlı Acısını Barışla Dindirelim! Basın Açıklaması Metni – İstanbul

 

REYHANLI ACISINI BARIŞLA DİNDİRELİM

Hatay”ın Reyhanlı ilçesinde 11 Mayıs 2013 günü patlatılan bombalar yüreğimizi büyük bir acıyla yaktı. 50 kişinin can verdiği bu insanlık dışı katliamın sorumlularını lanetliyoruz. Olayın faillerinin bir an önce ortaya çıkartılmasını ve tüm ayrıntıların açıklanmasını istiyoruz. Hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Yaralılara geçmiş olsun diyoruz. Halen ağır yaralı olanların sağlığına kavuşmaları ise en büyük dileğimizdir.

Arkasındaki güçler ve tetikçileri kim olursa olsun, bombaların amacı, bölge halklarının arasını açmak ve Türkiye”yi de savaş girdabına çekmektir.

Savaşın gerçek yüzü işte budur. Savaş hiçbir suçu günahı olmayan insanlar için ölüm demektir. Savaş yıkım ve acı demektir. Savaş öfke ve düşmanlık demektir. Reyhanlı meydanındaki bomba çukurunun başında ellerini açmış, bu büyük haksızlığa çaresizce yakaran ananın acısı bugün hepimizin acısıdır. Bu acının tekrarlanmaması için barış mücadelesini güçlendirmemiz gerekiyor.

Suriye”de, Irak”ta, Afganistan”da, Filistin”de ve dünyanın başka bölgelerinde bu acıyı yıllardır her gün yaşayan halklar var. Savaş halkların düşmanıdır. Emperyal emellerle ve kaynaklarına el koymak için ülkeleri işgal eden, halkları birbirine düşüren küresel savaş makinaları insanlığın düşmanıdır. Kendi halkına karşı savaş açmış diktatörler de halk düşmanıdır. Meydanı onlara bırakmamak için barış mücadelesini güçlendirip savaşa hayır demek lazım. Halkların kardeşliğini savunmamız lazım.

Türkiye, bölgesinde barışın sağlanması için rol üstlenebilir ama bunun koşulu ülkedeki barış ve çözüm sürecinin ilerlemesidir. Eğer barışa hep birlikte sahip çıkarsak yeni Reyhanlı”ların yaşanmasını da engellemiş oluruz. Barış için atılan adımlar Reyhanlı”da yaşanan acıları dindirebilir.

Suriye”deki katliamlardan canını kurtarmak için sınırı geçen sığınmacılar düşmanımız değildir. Onlar ve Suriye halkı ülkelerindeki insanlık dramının mağdurudur. Bu ülkede kimse Suriye ile savaş istemiyor. Hükümet gerilimleri artırıcı değil, barıştan yana tutum almalıdır.

Reyhanlı”da yaşanan katliam başka acıların vesilesi olacak şekilde savaş diline ve politikalarına malzeme edilmemelidir. Türkiye hükümeti, savaşçı maceralara ve militarist eğilimlere son vermelidir.

Türkiye hükümeti bölgesel çıkarları için Suriye”ye güç gösterisi yapmaktan vaz geçmelidir. Suriye halkının kaderini halkın kendi mücadelesi belirleyecek. Böyle bir diktatörlüğün ömrünü uzatacak olan şey, bu ülkeye Türkiye veya başka bir ülkenin askeri müdahalesidir. Bu bütün bölge için bir felaket olur.

Tüm savaş karşıtlarını Suriye halkıyla, Kürt halkıyla dayanışmaya çağırıyoruz.

Tüm savaş karşıtlarını ülkemizde ve bölgede barış mücadelesinin sesi, sözü olmaya çağırıyoruz.

Savaşa hayır!

Türk, Kürt, Arap halkları kardeştir!

 

Bülent Aydın

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu üyesi

 

16 Mayıs 2013 – “Çözüm için, Barış için Balonlarımızı Gökyüzüne Bırakıyoruz!” Gösterisine çağrı

Yüzlerce aktivist, gazeteci, sanatçı, aydın, kurum temsilerinden oluşan Çözüme Evet Koalisyonu olarak çözüm için atılan adımları desteklemek ve çözüme engel olmak isteyenlere, “Hayır, bizler bu topraklarda yaşayan milyonlarca insan, çözümden yanayız” diyebilmek için yola koyulduk. Çözümü savunan milyonların sesi olmak için hep beraber harekete geçiyoruz. 18 Mayıs Cumartesi günü imzacı ve destekçilerimizin de katılımı ile rengarenk balonlarımızı şarkılar ve türküler ile gökyüzüne bırakacağız.

Etkinliğimize siz değerli basın mensuplarını da davet ediyoruz.

Çözüm için Barış için Balonlarımızı Gökyüzüne Bırakıyoruz!

18 Mayıs Cumartesi günü, Saat: 11.00  Yer: Beşiktaş Motor İskelesi Önü

Çözüme Evet Koalisyonu

 

20 Mayıs 2013 – Kahvaltı & Basın Toplantısına Çağrı – İstanbul

Çözüme Evet Koalisyonu olarak 22.05.2013 Çarşamba günü, saat: 11.00’de bir basın toplantısı düzenleyeceğiz.

Akil İnsanlar heyetinden, ilk imzacılarımızdan ve destekçi sanatçılarımızın da katılı ile gerçekleşecek olan kahvaltılı basın toplantımızda siz basın mensubu dostlarımızı da davet ediyoruz.

Tarih: 22 Mayıs Çarşamba, saat: 11.00

Yer: Büyük Karaman Cad. Taylasan Sok. No: 3 Pk, 34230 Fatih

 

25 Mayıs 2013 – Küresel BAK: Çözüme evet yürüyüş çağrısı

“Kurucuları arasında yer aldığımız ÇÖZÜME EVET KOALİSYONU, 26 Mayıs Pazar saat 14″te Saraçhane”den Beyazıt Meydanı”na kitlesel bir barış yürüyüşü gerçekleştiriyor.

“Çözüme Evet – Barışa Evet” diyerek yapılacak renkli ve şenlikli yürüyüşte, “ama”sız, “fakat”sız barış isteyenler buluşacak. Küresel BAK olarak biz de barış bayraklarımızla aralarında olacağız. Barış için atılan her adımın biz de yanındayız!

Yüreği insan sevgisi, demokrasi ve özgürlük için atan herkesin barış umuduna coşku ile sahip çıkması gerektiğine inanıyoruz.

TARİH: 26 MAYIS PAZAR

SAAT: 14.00

TOPLANMA YERİ: SARAÇHANE PARKI

 

Faruk Sevim

Küresel BAK Yürütme Kurulu Üyesi

 

25 Mayıs 2013 – “Barışa Evet, Çözüme Evet Yürüyüş” çağrısı – İstanbul

26 Mayıs Pazar, Saat: 14.00

Yer: Saraçhane Parkı’ndan Beyazıt Meydanı’na

Çözüme Evet Koalisyonu bileşenleri ve destekleyenleri olarak Barış ve Çözüm sürecine destek vermek. Sokaklarda Barışın sesini hakim kılmak ve toplumda çoğunluğun desteğini sokaklarda da göstermek için BARIŞ YÜRÜYÜŞÜ düzenliyoruz.

İmzacılarımızın, sanatçılarımızın ve  akil insanlar heyetlerinin de katılımı ile yapılacak Barış Yürüyüşümüzde siz basın mensubu dostlarımızı da aramızda görmek isteriz.

 

Çözüme Evet Koalisyonu

 

26 Mayıs 2013 – Çözüme Evet Yürüyüşü Basın Metni

“Hepiniz hoş geldiniz arkadaşlar

Hepimiz hoş geldik,

Kampanyamızın başından beri destek olan siz basın mensupları da hoş geldiniz.

Yola çıkarken, “30 yıldır, her gün yürek çarpıntılarıyla uyanmamıza sebep olan…Nerede olursak olalım, hayatımıza damgasını vuran dev bir sorun çözülmek üzere” demiştik.

Bizi heyecanlandıran, bizi mutlu kılan işte bu çok basit siyasi olguydu.

Sdece yürek çarpıntılarıyla uyanmak da değildi meselenin özünü oluşturan.

Toplumun her yanını saran, karartan, demokratik tüm nefes alma kanallarını tıkayan büyük bir acıydı yaşadığımız.

İşte, şimdi, Kürt sorunu konusunda tarihi adımlar atılıyor.

İşte, şimdi, ilk kez çözüm kapısının net bir şekilde aralandığına tanık oluyoruz.

Kapı her geçen gün daha da daha da aralanıyor.

Aylardır çatışma yok!

Ne mutlu ki bize aylardır tek bir insan ölmedi, Kürt ve Türk gençler, çözüm süreci devreye girmemiş olsaydı aramızda olmayacak, bizden çekilip alınmış olacak gencecik insanlar ölmüş olacaktı.

Sadece bu neden bile, bizlere, çözüm sürecine gözümüz gibi bakmamız gerektiğini kanıtlıyor.

Savaşın nefret tohumları eken gürültüsü değil, diyalog, konuşma, tartışma, çatışmasızlığın barışçıl sesi, hepimizin silkelenmesine, biraz da olsa kendine gelmesine neden oldu.

Biliyoruz ki çözüm yönünde atılan her adım, ölümün bu topraklarda yarattığı kasvetli havanın bir kader olmadığını herkese, hepimize gösterecek.

Çözüm ve barış için ileriye dönük her hamle, yüzlerimizde daha çok gülümsemeye neden olacak.

Barışın sakinliği, barışın coşkusu, barışın yarattığı kardeşlik ama eşit koşullarda kardeşlik iklimi, demokrasinin, insanca yaşam hakkının herkesin hakkı olduğu duygumuzu güçlendirecek. Diyarbakır”da da güçlendirecek, İstanbul ve İzmir”de de güçlendirecek.

İşte tam da bu yüzden, çatışmaların sona ermesi ve diyalog sürecinin gelişmesi “politik açıdan kimin işine yarar” diye bir soru sormuyoruz.

Yaşam hakkının, en önemli, en kutsal hak olan bu hakkın sürekliliğini sağlamanın yanında, siyasi hesaplar ikinci planda kalmak zorunda.

Çatışmaların, nihai olarak sonlanması, öncelikle, gençlerin yaşamaya devam etmesi anlamına gelir.

Ölümlerin durması anlamına gelir!

Ölümlerin son bulması… Sorunun muhataplarının konuşmaya başlaması…

En önemlisi bu.

On binlerce insanın öldüğünü unutmayalım. İşkenceleri, unutmayalım.

İnsanların elinden en temel haklarının nasıl alındığını unutmayalım. Ama bir şeyi daha unutmayalım: Savaş isteyenler, savaşı kışkırtanlar, savaştan beslenenler hep küçük bir azınlık oldu. Tüm haksızlıkların ortasında hep beraber, her zaman, barışı savunmasını bildik, barış için uğraştık, çabaladık, tartıştık, eylemler yaptık, sesimizi çıkartmaktan hiçbir zaman vaz geçmedik.

Bu yüzden çözüm süreci bizim de sürecimzi, bu yüzden barış süreci bizim de sürecimiz. Küçük bir azınlık da olsalar, bazen sesleri gür çıkabiliyor savaş yanlılarının. Güçleriyle ters orantılı bir ses kalınlığına ve derin ilişkilerinden, geleneksel karanlık yapılardan aldıkları desteğe güvenerek çözüme, barışa, halkları arasında kardeşliğe karşı çıkanlar var. Bu yüzden yola çıktık. Çözüm için atılan adımları desteklemek ve çözüme engel olmak isteyenlere, “Hayır, bizler bu topraklarda yaşayan milyonlarca insan, çözümden yanayız” diyebilmek için de yola koyulduk.

Şimdi, çözümü savunan milyonların sesi olmak için hep beraber harekete geçiyoruz. Ülkemizde birbirini tanıma şansı bulamamış milyonlara…”Dinle, Anlat, Duy, Konuş…” diyoruz. Herkesin ve tüm kimliklerin ortak geleceğinin eşitlik içinde inşası açısından bu can alıcı meselenin çözümüne katkı sağlamanın insanlık borcu olduğuna inanıyoruz. İlk adımımızı attık. Bu bir başlangıç. Şimdi, yollarda, şehirlerde, sokaklarda, camilerde, kiliselerde, cemevlerinde, okullarda, işyerlerinde, barışı örgütlemeye, barışı konuşmaya, barışı örgütlemeye başlıyoruz.

Şimdi barış zamanı! Artık barış kazanacak! Çözüme evet! Barışa evet!”

 

Gülden Sönmez & Yıldız Önen

Çözüme Evet Koalisyonu adına

 

29 Ağustos 2013 – “Suriye’ye Askeri Müdahaleye Hayır” Basın Açıklaması Metni – İstanbul

ORTADOĞU’DA YENİ SİLAHLI GÜÇ GÖSTERİSİNE DEĞİL, ŞİDDETSİZ ÇÖZÜMLERE ve BARIŞA İHTİYAÇ VAR; SURİYE’YE ASKERİ MÜDAHALEYE HAYIR!

Suriye’de bir insanlık trajedisi yaşanıyor. 30 yıldır ülkeyi yönetenler, 2011 Mart ayında başlayan halk ayaklanmasına yıkım ve katliamla yanıt verdiler. 2.5 yılda 100 binden fazla kişi öldürüldü, ülke nüfusunun dörtte birini oluşturan 5 milyon Suriyeli evlerini terk etti. Bunların 2 milyonu mülteci oldu. 3 yıldır Suriye’nin birçok kentinde hayat durdu. Çocuklar okula gidemiyor, işyerleri çalışmıyor. Çatışmalar iç savaş boyutuna sıçradı ve bu kaosun ne zaman sona ereceği ile ilgili en ufak bir belirti yok. Son olarak, geçtiğimiz günlerde Şam’ın dış mahallelerinden Guta’da kimyasal silah kullanımı sonucu, 2 saat gibi kısa bir sürede en az 1500 kişi hayatını kaybetti. Hayatını kaybedenlerin büyük kısmı yataklarında uyuyan çocuklardı. Bütün dünyada infial uyandıran bu saldırıyı gerçekleştirenleri ve arkasında duranları lanetliyoruz.

Kimyasal silahların geliştirilmesi, üretilmesi ve stoklanması, en az kullanılması kadar insanlık suçudur. Suriye’de kullanılan silahları kimin üretip Suriye’ye verdiği ve orada stoklanmasına göz yumduğu açıklanmalıdır. Tüm ülkelerdeki kimyasal silahların topyekûn imha edilmesi, kullananların, üretenlerin ve stoklayanların Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gerekir.

BM heyeti tarafından araştırılan kimyasal saldırı sonrası, şimdiye kadar yaşananlara kılını bile kıpırdatmayan Batı, hemen bir askeri müdahale seçeneğini tartışmaya başladı. Oysa Suriye’de ve bölgede silahlı güç gösterilerine değil, şiddetsiz çözümlere ve barışa ihtiyaç var.

Suriye, Esat diktatörlüğünün yanı sıra uluslararası güçlerin poltik çıkarları uğruna giriştikleri müdahalelerle, içinden çıkılmaz bir çözümsüzlüğe ve iç savaşa sürüklendi. Askeri müdahale bu durumu daha da derinleştirecektir.

İşlerin bu noktaya gelmesinde bugün müdahaleye hazırlanan devletlerin olduğu kadar, başta Türkiye olmak üzere, Suriye’deki iç savaşa insani yardımı aşan müdahalelerde bulunan komşu ve bölge ülkelerinin de payı var.

Elbette kimyasal silah kullanımı insanlık suçudur, cezalandırılmalıdır. Ancak bunun yöntemi bir askeri harekat, savaş ve işgal değil, uluslararası yargılamalardır. Dünya halkları, katliamcıların suçlarının açığa çıkarıldığını görmeli ve ikna olmalıdır, bu zahmetli bir süreçtir, ama kalıcı olarak daha adil bir sonuç doğurur. Muhtemel bir Batı müdahalesi Suriyedeki durumu çok daha ağır hale sokabilir. Daha çok kan dökülür. Böyle bir müdahalenin bölgede gerilimi artıracağı açıktır. Çatışmalar çevre ülkelere ve bu arada Türkiye’ye de sıçrayabilir.

Askeri müdahale, Suriye’de halkın özgürlük ve demokrasi taleplerine yarar sağlamayacaktır, aksine rejime moral güç verecektir. Gerekçesi ne olursa olsun, son 10 yılda Afganistan ve Irak’ı kan gölüne çevirenlerin, şimdi Suriye’ye askeri müdahalesine kesinlikle karşı çıkılmalıdır.

Suriye’deki bu iç savaş bir an önce durdurulmalıdır. Türkiye ve diğer ülkeler, çatışmayı derinleştiren silah desteğinden, politik ve lojistik müdahalelerden derhal vazgeçmelidir.

Suriye’de, halkın kendi temsilcilerini özgürce ve demokratik yollarla seçeceği bir ortam oluşturulmalıdır. Suriye toplumundaki farklı kültürleri, inançları, halkları ve dilleri kapsayan demokratik bir düzen mutlaka ve zaman geçirilmeden inşa edilmelidir. Ama bunun yolu başka devletlerin müdahalesi ve savaş değil, şiddetsiz çözüm süreçlerini devreye sokmaktır.

Suriye’ye yapılacak askeri müdahale meşru değildir, karşı çıkılmalıdır. Özellikle Türkiye’nin Suriye veya başka bir ülkeye yönelik operasyona katılması veya lojistik destek vermesine kesinlikle karşı çıkılmalıdır.

Suriye’deki ve Ortadoğu’daki diktatörlükler yıkılmalı, yerlerine halkın demokratik yönetimleri kurulmalıdır, ama bu dönüşüm o ülkelerdeki halkların kendi inisiyatifiyle olacaktır. Dış müdahaleler bu süreci olsa olsa geciktirir.

Ortadoğu’daki ABD, Rusya, NATO vb. kaynaklı tüm askeri üs ve tesisler başta İncirlik olmak üzere kapatılmalıdır! Ortadoğu, silahsız, nükleersiz, kimyasalsız, barış içinde kardeşçe bir arada yaşadığımız bir bölge olmalıdır.

Savaş insanlık suçudur. Ahlaki olan savaş karşıtlığıdır. Bütün dünyanın savaş karşıtlarıyla birlikte haykırıyoruz:

Suriye’ye askeri müdahaleye ve SAVAŞA HAYIR!

 

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu

 

30 Ağustos 2013 – “1 Eylül”de Barışa Sahip Çıkalım” Basın Açıklaması Metni

1 EYLÜL’DE BARIŞA SAHİP ÇIKALIM!

peaceday 1 Eylül Barış gününe ne yazık ki yine savaş tamtamlarının gürültüsüyle giriyoruz. Filistin ve Afganistan’daki işgal devam ediyor. NATO küresel savaş aygıtını yaymak için yeni adımlar atıyor. Barış halkların özlemi ama Mısır’dan Irak ve İran’a, Ortadoğu’da bölgesel savaş tehlikesi var. Batılı ülkelerin Suriye’ye yönelik askeri müdahalesinin arefesinde 1 Eylül’e giriyoruz. ABD etrafında kurulan ve Türkiye’nin de aktif bir şekilde içinde yer almaya heveslendiği yeni bir savaş koalisyonu çoktan kuruldu. Suriye yönetiminin gerçekleştirdiği öne sürülen kimyasal silah katliamı bahane edilerek Ortadoğu’da yeni bir askeri müdahaleye hazırlanılıyor. Bu gelişmeler Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor ve yaklaşık dokuz aydır süren Kürt sorununda çözüm sürecini olumsuz etkileme potansiyeli taşıyor. Esad rejiminin katliamlarını bahane ederek Suriye’ye yönelik bir askeri müdahalenin Türkiye’deki barış sürecini de zora sokacağı açıktır. Komşusu bir ülkeyle savaş durumuna gelen Türkiye hükümeti, aynı anda içerde barış adımları atmak konusunda daha da kararsız hale gelecektir.

Çözüm süreci, Türkiye’nin en önemli sorununun demokratik bir temelde ilk kez tartışılmaya başlandığı, diyalog ve müzakere yöntemlerinin devreye girdiği tarihsel öneme sahip bir süreçtir. Bu süreç, ne seçim hesaplarına, ne milliyetçi oyların baskısına ne de siyasi ikbal güdülerine ne de bölgesel çıkarlara heba edilebilir.

Çözüm süreci, binlerce insanın hayatına malolan silahlı çatışmaların ve düşük yoğunluklu savaş koşullarının sona ermesi ve kalıcı bir barış sürecinin ilk adımı olması açısından, tüm savaş karşıtlarının gözümüzün bebeği gibi sakınması gereken bir süreçtir.

Hükümet, başta Suriye olmak üzere bölgedeki çatışma ve savaş girişimlerinin parçası olmaya heveslenmek yerine, çözüm sürecinin toplumda başlangıcında yarattığı umut dolu atmosferi pekiştirecek adımlar atmalıdır.

Yıllardır küresel, bölgesel ve Türkiye’deki savaşa karşı çıkan savaş karşıtları olarak bir kez daha haykırıyoruz:

– Savaşsız bir dünya mümkündür. 1 Eylül’de barışın sesini yükseltelim.

– Ortadoğu’da yeni savaşlara yol açacak askeri müdahalelere hayır!

– Türkiye, Suriye’ye yönelik savaş koalisyonunda kesinlikle yer almamalıdır.

– Çözüm süreci her koşulda mutlaka devam ettirilmelidir. Yaşasın halkların eşit koşullarda kardeşliği!

– Hükümet, çözüm sürecinde kendisinden beklenen demokratikleşme adımlarını atmalıdır.

– Kürt sorununun kalıcı bir şekilde çözülmesi için, Kürt halkının haklarını her düzeyde garanti altına alan yeni demokratik bir anayasa hazırlanmalıdır.

Barışa güçlü bir şekilde sahip çıkmak için tüm savaş karşıtlarını 1 Eylül Pazar, saat 13.00’de barış zincirlerinde, saat 15.00′de Kadıköy’de yapılacak BARIŞ MİTİNGİNDE buluşmaya davet ediyoruz.

SAVAŞA HAYIR!

 

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu Yürütme Kurulu

 

6 Eylül 2013 – “Suriye’de Savaşa Hayır” Basın Açıklaması çağrısı – İstanbul

SURİYE’DE SAVAŞA DEĞİL, BARIŞA VE SİLAHSIZ ÇÖZÜME HAZIRIZ!

ABD ve müttefikleri, kimyasal silah kullanımını bahane ederek Suriye’ye askeri müdahaleye hazırlanıyor. Türkiye, başından beri taraf olduğu Suriye iç savaşında yeni ve daha da kanlı bir sayfa açacak olan ABD müdahalesinden yana açıkça tavır almakla kalmayıp, askeri müdahaleye katılma hevesini de gizlemiyor. Suriye’de ise Esad diktatörlüğü yakıp yıkmaya ve can almaya devam ediyor, ülkede insanlık suçları işleniyor. ABD Başkanı Obama, ulusal çıkarları gereği Ortadoğu’ya müdahale etmek istediklerini ilan etti. Rusya Suriye’deki askeri üssünü kaybetmemek için Esad diktatörlüğünün her türlü caniliğine göz yumuyor. Ortadoğu bir kez daha emperyalist ülkelerin çıkar çatışmasının alanı haline geliyor.

Suriye’ye askeri müdahale ve Türkiye’nin bu müdahalede yer almasına karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Suriye’de tüm ezilen halkların ve inanç gruplarının kendi kaderini özgürce belirlemesi ve demokratik temellerde bir arada yaşaması mümkündür. Suriye’ye bir askeri müdahale Rojava’da özgürlüğü için adım atan Kürt halkının da durumunu zorlaştıracaktır. Gelin Suriye’ye silahla müdahale etmekte ilk sırayı alan değil, silahsız bir dünya kurmanın adımlarını atan ülke olalım.

– Suriye’de daha fazla kan dökülmesine ve bölgede şavaşın yayılmasına neden olabilecek gelişmelere karşı sesimizi yükseltmek için,

– Savaşın gönüllüsü olan bir ülkenin değil, barışın öncülüğünü üstlenen bir ülkenin yurttaşları olmak istediğimizi haykırmak için,

9 Eylül Pazartesi saat 12.00’de Galatasaray meydanında tüm savaş karşıtları ve barışseverler buluşuyoruz.

SURİYE’YE ASKERİ MÜDAHALEYE, TÜRKİYE’NİN SAVAŞIN PARÇASI OLMASINA VE

ESAD DİKTATÖRLÜĞÜNE HAYIR!  SAVAŞA HAYIR!

 

9 Eylül 2013 – “Suriye’de Savaşa Hayır” Basın Açıklaması – Kerem Kabadayı’nın Konuşma Metni

ABD ve müttefikleri, kimyasal silah kullanımını bahane ederek Suriye’ye askeri müdahaleye hazırlanıyor.Türkiye, başından beri taraf olduğu Suriye iç savaşında yeni ve daha da kanlı bir sayfa açacak olan ABD müdahalesinden yana açıkça tavır almakla kalmayıp, askeri müdahaleye katılma hevesini de gizlemiyor.

Suriye’de ise Esad diktatörlüğü yakıp yıkmaya ve can almaya devam ediyor, ülkede insanlık suçları işleniyor.

ABD Başkanı Obama, ulusal çıkarları gereği Ortadoğu’ya müdahale etmek istediğini ilan etti.

Rusya Suriye’deki askeri üssünü kaybetmemek için Esad diktatörlüğünün her türlü caniliğine göz yumuyor.

Ortadoğu bir kez daha emperyalist ülkelerin çıkar çatışmasının alanı haline geliyor.

Suriye’ye askeri müdahale ve Türkiye’nin bu müdahalede yer almasına karşı sesimizi yükseltmeliyiz.

Suriye’de tüm ezilen halkların ve inanç gruplarının kendi kaderini özgürce belirlemesi ve demokratik temellerde bir arada yaşaması mümkündür.

Suriye’ye bir askeri müdahale Rojava’da özgürlüğü için adım atan Kürt halkının da durumunu zorlaştıracaktır.

Gelin Suriye’ye silahla müdahale etmekte ilk sırayı alan değil, silahsız bir dünya kurmanın adımlarını atan ülke olalım.

– Suriye’de daha fazla kan dökülmesine ve bölgede savaşın yayılmasına neden olabilecek gelişmelere karşı sesimizi yükseltmek için,

– Savaşın gönüllüsü olan bir ülkenin değil, barışın öncülüğünü üstlenen bir ülkenin yurttaşları olmak istediğimizi haykırmak için buradayız.

SURİYE’YE ASKERİ MÜDAHALEYE,

TÜRKİYE’NİN SAVAŞIN PARÇASI OLMASINA VE

ESAD DİKTATÖRLÜĞÜNE HAYIR!

SAVAŞA HAYIR!

 

Kerem Kabadayı

Küresel BAK Yürütme Kurulu üyesi

 

15 Eylül 2013 –  Hrant Dink Davası’na Çağrı –  İstanbul

Hrant Dink Cinayeti davası Yargıtay’ın bozma kararından sonra 17 Eylül Salı günü yeniden başlayacak.

Bu sefer müsamereye izin vermeyeceğimizi, katillerin, azmettirenlerin, yardım ve yataklık edenlerin, ihmali olanların, görmezden gelenlerin tamamı ortaya çıkarılmadan ve hak ettikleri cezaya çarptırılmadan bu davanın peşini bırakmayacağımızı en başından bütün gücümüzle gösterelim.

17 Eylül‘de saat 10‘da Çağlayan Adliyesi‘nde buluşuyoruz…

 

Hrant’ın Arkadaşları

 

17 Eylül 2013 – Hrant Dink Dava öncesi Ailenin yaptığı Basın Açıklamasının Metni – İstanbul

Dink ailesi olarak, bundan böyle, bizlerle alay eden devlet mekanizmalarının oyununa alet olmayacak ve cinayet davasının yeniden görülmeye başlanan duruşmalarına katılmayacağız. Daha fazla kirlenmemek adına, yalanın su gibi içildiği, zorbalığın ekmek gibi yendiği; yaşam hakkı, insan hakkı, doğruluk, dürüstlük, hak ve hukukun ayaklar altına alındığı o duruşma salonlarına, artık girmeyeceğiz.

19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in katledildiği günden bu yana Türkiye’de sistem, yargısıyla, kolluğuyla, asker ve sivil bürokrasisiyle, siyasi kurumlarıyla, bizimle adeta alay etti. Adına devlet denen suç ittifakı, adaleti arar görünürken, gün gün, celse celse, cinayeti yeniden ve yeniden işledi. Bu ittifak, cinayeti planlayan ve sonra da üzerini örten suç örgütünün ta kendisidir.

Cinayetten sonra savcılığa verdiğimiz ilk dilekçede, bugün Ergenekon üyesi olarak mahkûm edilen pek çok kişinin adını verip soruşturulmalarını istedik. Hiçbiri soruşturulmadı. Bu davanın hiçbir best online casino aşamasında etkili bir soruşturma yürütülmedi. Devletin tüm kurumlarının dahil olduğu bir cinayette kim hangi soruşturmayı etkili yürütebilirdi ki?

Şimdiye kadar defalarca mahkemelere girdik çıktık. Üzerimize gülündü, hakaret edildi, “Ya sev ya terk et” denildi. Ama en büyük alayı mahkeme, “Cinayette örgüt yoktur” diyerek etti. Son olarak Yargıtay’ın yerel mahkemenin kararını bozan hükmü, sinsice hazırlanmış yeni bir oyunla, var olduğunu tespit ettiği örgütü birkaç milliyetçi gençle sınırlayarak bizlerle bir kez daha alay etti. Yetmezmiş gibi, Yargıtay’ın bu kararı sanki olumlu bir adımmış gibi yansıtılarak kamuoyu bir kez daha yanıltıldı. Bu Yargıtay, Hrant Dink’i sağlığında, türlü hukuksuzluklarla Türklüğe hakaretten mahkum eden Yargıtay’ın ta kendisiydi.

Bu davada, devletin cinayet mekanizmalarının ve suç ittifakının ortaya çıkarılması konusunda gereken tek şey siyasi iradeydi. Siyasi iktidar, kamuoyu önündeki türlü sözlerine ve vaatlerine karşın, bu iradeyi göstermekten ısrarla kaçındı. İrade göstermek bir yana, cinayette rol alan veya katilleri yücelten devlet görevlilerini terfi ettirdi, emniyet müdürü, müsteşar, vali, ombudsman olarak atadı; bazılarını da kendi bünyesine katarak, milletvekili, bakan yaptı.

Muhalefet partileri ise, kah 301. maddeye ilişkin tutumlarıyla, kah ülkedeki milliyetçi-ulusalcı dalgalanmaları körüklemeleriyle, kâh tetikçileri yetiştirdikleri ocaklarıyla, zaten cinayet ikliminin baş aktörleriydi.

İktidar, kendi döneminde işlenen bu cinayeti “namus” meselesi haline getirmek yerine koz olarak kullanmayı, silah sadece kendilerine doğrultulunca suçluları yargılamayı, Cumhuriyet tarihi boyunca yüksek sesle insan hakları mücadelesi vermiş tek Ermeni’nin öldürülmesini yok sayıp “Bizim zamanımızda faili meçhul cinayet olmamıştır” diye böbürlenmeyi seçti. Cinayetin hemen ardından “Bu kurşun Türkiye’ye sıkılmıştır!” demek, ama sonra bu icraatı göstermek, onursuzluktur. Doğrudur! Bu cinayet faili meçhul değildir: Fail, muhalefeti ve iktidarı, askeri, polisi, istihbaratı ve yargısıyla, devlettir.

Biz artık bu müsamerede yokuz. “Bu mahkemenin kararı şundan iyiymiş”lerden, “bu savcı şunda daha doğru demiş”lerden, “bu yapmak istiyormuş da yapamıyormuş”lardan, “şu yapabilirmiş de yapmıyormuş”lardan, “şu aslında iyiymiş de çevresi kötüymüş”lerden sıkıldık.

Ne bekliyorduk ki. Bir tek bizim mi başımıza gelmişti? Daha önce ne olmuştu ki şimdi ne olacaktı. Ama olsundu. Belki bu kez farklı olurdu. Belki önceki davalara, belki sonraki cinayetlere de bir faydası olurdu. Bir de biz deneyelim dedik. Denedik, olmadı. Acıda akraba olduklarımızın yanındaki yerimizi çoktan aldık. Türklüğe hakarete girmesin diye Türk adaleti demekten özenle kaçındığımız bu şey, adı her neyse, biz artık yokuz. Önünde ya da arkasında devlet olan herhangi bir şeyden, bir beklentimiz yok.

Hrant Dink, en yüksek yargı makamı olarak halkların vicdanını görürdü. Bütün bu yaşananlar içinde bizlere gelecek adına hâlâ umut veren tek şey, halkın çok geniş bir kesiminin bu cinayeti vicdanlarında mahkûm etmesi; ona yüreklerinde yer açması oldu.

Bu dava sadece ailemizin değil, Türkiye’de demokrasiye inanan, ayrımcılığı ortadan kaldırmak isteyen, devletin şeffaflaşmasını arzu eden, yüzleşmeden ve barıştan yana herkesin davasıdır. İşte bu insanlar adına avukatlarımız davayı şeklen takip etmeyi, sahipsiz bırakmamayı sürdürecekler.

Bizler olduğumuz ve olmamız gereken yerde olacağız. Öyle ya da böyle, devlet eliyle, sopasıyla, copuyla, bombasıyla öldürülenlerin yakınlarının yanında. Daha iyisinin değil, iyinin kavgasında. Salonlarda değil, sokaklarda, caddelerde, meydanlarda… İnsanına, vicdanına inandığımız bu toplumun içinde, onlarla birlikte, bu vicdanı temsil eden gerçek adaletin tecellisi için mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.

 

17 Eylül 2013 – Hrant’ın Arkadaşları Basın Açıklaması – Gülten Kaya’nın Konuşma Metni – İstanbul

Bugün burada bir dava yeniden başlıyor. Hrant Dink’in kamu görevlilerin yardımıyla, yönlendirmesiyle öldürüldüğü, ancak gerçek sorumluların hala yargı önüne çıkmadığı dava… Bundan önceki süreci biliyorsunuz. Bir tetikçi hapse kondu, eline silah tutuşturan, onu yüreklendiren birkaç kişi yargı önüne çıktı, bir kişi azmettirici olarak hapse girdi, ama mahkeme bu yapılanmada bile bir örgüt bulamadı. Yanyana gelen iki kişinin devlete, Hükümet’e muhalefet ettiği en basit vakada örgüt bulan yargı bu vakada, bir örgüt saptayamadı. Sonuçta sanıklar örgüt kurmaktan hüküm giymediler. Karar Yargıtay’a gitti. Ve Yargıtay bu hükmü tekrar görüşülmesi için mahkemeye geri gönderdi.

Bugün görüşülecek olan dava, işte bu zincirin son halkası diyebileceğimiz yapılanmanın davasıdır. Belki mahkeme bu zincirin son halkasından bir örgüt bulabilecektir. Ancak bu karar, Hrant Dink’i katillerin önüne atan, tetikçileri azmettiren, uygun ortamı yaratan, cinayet işleneceğini bildiği halde hiç bir şey yapmayan yapıyı yine perde arkasında tutmaya devam edecektir. Bundan önceki yargı süreci boyunca, biz Hrant’ın Arkadaşları diyorduk ki, bu dava böyle bitmez. Şimdi de diyoruz ki, bu dava böyle başlamaz.

Böyle başlamaz, çünkü, şimdi, halihazırda kimi İçişleri Bakanı, kimi Vali olan, yani bir anlamda terfi ettirilen kamu görevlileri ile ilgili somut bir gelişme olmamıştır. Cinayet işlendiği sırada kimi Trabzon İl Emniyet Müdürü, kimi Trabzon İl Jandarma komutanı, kimi İstanbul İl Emniyet müdürü, kimi İstanbul Valisi olan toplam 24 kamu görevlisinden bahsediyoruz. Bu isimler hakkında tüm başvurulara rağmen hala etkin bir soruşturma yürütülmemiştir.

Bu konuda yapılan başvurular bir labirentin içinde kaybolmaktadır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Hrant Dink’in yaşam hakkının korunmadığı ve etkin soruşturma yürütülmediği kararı 2010 yılında hükme bağlanmıştr. Mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde bu konuda yapılan başvuralarla ilgili doğrudan soruşturma açılması gerekmektedir. Oysa bu konuda Dink ailesi avukatlarınca yapılan son başvuruda da doğrudan soruşturma açılması yönüne gidilmemiş, yine ön inceleme ve soruşturma izni aranması yollarına sapılmıştır. Yani devlet, sözkonusu kamu görevlilerini korumaya devam etmektedir.

Tablo çok açıktır. Bu tekrar görülmeye başlanan dava ile tetiğin arkasındaki ellerin hüküm giymesi mümkün değildir. Bir ihtimal tetikçinin yol arkadaşlarına örgüt kurmaktan hüküm verilecek, ancak o “milli” ve tarihsel yapılanma yargı önüne çıkmayacak, perde arkasında kalmaya devam edecek, kimbilir belki de yeni terfiler alacaktır.

Biz Hrant’ın Arkadaşları, diyoruz ki bu müsamere artık sona ermelidir. Gerçek sorumlular hesap vermeli, yargı önüne çıkmalıdır. Bu yapılmadığı sürece biraz sonra başlayacak olan yeni mahkeme sürecinden adalet çıkmayacaktır.

 

Gülten Kaya

Hrant’ın Arkadaşları adına

 

21 Eylül 2013 – Türkiye Barış Meclisi Barış Ödülü Gecesi – Hakan Tahmaz Konuşma Metni – İstanbul

Değerli dostlar, sayın basın mensubu arkadaşlar, hepinize Türkiye Barış Meclisi adına hoş geldiniz diyorum. Türkiye Barış Meclisi’nin kuruluşunu bu salonda gerçekleştirmiştik. 6 yılın ardından bugün bir toplantısında daha barışı tartışıyoruz. Yıllardır olduğu gibi bugün de şiddeti toplumsal yaşamdan dışlayarak Kürt sorununun adil, demokratik çözümüne katkı sunmaya çalışıyoruz. Bu yılların çoğu tam anlamıyla yasakların, baskıların gölgesinde geçti… bütün çabalar ve çabalayanlar bundan nasibini aldı. Ölümlerin, çatışmaların yol açtığı faşizan kalkışmaların, egemen milliyetçiliğin tırmanışının ve nefret söylemlerinin boğucu toplumsal atmosferi tartışmaların ve çabaların doğal sonuçlarının ortaya çıkmasını büyük ölçüde engelledi.

Yılbaşından ve özellikle de Newroz sonrasından bu yana silahların susmasının yarattığı toplumsal atmosferde aylardır barışın/çözümün gerçekçi, gerçekleşebilir bir yol haritası beklentisi ve istemi hiç bu kadar büyük toplumsal destek görmemişti. Hiç bu defaki kadar  büyük heyecan ve beklenti oluşmamıştı. PKK gerillalarının çekilmeye başlaması, Hükümetin Akil İnsanları Heyeti oluşturması; heyetin iki ay boyunca Türkiye’nin her yerinde tartışma toplantıları düzenlemesi, TBMM’de Çözüm Komisyonu kurulması gibi bir dizi gelişme bütün eksikliklerine, aksaklıklarına rağmen önemli, tarihi ve geleceğe daha fazla güven ile bakmamıza yol açan gelişmelerdir.

Ancak üzülerek ve önemle ifade etmek gerekir ki, çözüm sürecinin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Bizler gibi barış çabalayanlarda ve bu ülkenin sessiz çoğunluğunda çözüm umuduna kaygı gölgeleri düşüyor.Tarafların çeşitli yetkililerinin açıklamaları süreçte bir tıkanıklık yaşandığını bütün çıplaklığıyla ortaya koymaktadır. Son günlerde geri çekilme konusunda yapılan açıklamaları bu kapsamda değerlendirmek gerek. Ancak çatışmanın yeniden başlaması bizce kabul edilebilir değildir.  Mevcut tıkanıklık bizlerin elbirliğiyle, ortak mücadele ve çabasıyla aşılabileceğinden hiç kuşkumuz yok. Bugün burada yürüteceğim çalışma da bunun bir parçasıdır.

Kürt sorunun demokratik ve eşit çözüm mücadelesini doğru zeminde ve sonuç alıcı biçimde yürütülebilmesi için kısaca olup bitene bakalım:

Her şeyden önce İmralı, Kandil hükümet arasında yürütülen görüşmelerde önemli sorunlar var. Süreç olması gerektiği kadar şeffaf ve katılımcı tarzda yürütülmüyor. Medya aracılığıyla yanlış algılar oluşturuluyor. Bilgi kirliliğine oluşturuyor.  Yıllarını güvensizliğin derinleşmesine yol açılıyor. Benzer sorunları çözmüş ülkelerin deneyiminden biliyoruz ki, çözüm sürecinin kesintisiz sürmesinin sigortası güven artırıcı önlemlerdir. Bu doğrultuda atılacak ilk adım mutlaka hükümetin süreci “tek tabanca götürme veya ben bilirim,  gücüm var yaparım” olarak özetlenebilecek siyaset tarzından ve yaklaşımından uzaklaşmasıdır.

Diğer taraftan böylesine hassas ve kapsamlı bir sorun, önceden takvime bağlanmış bir tarzda sağlıklı yürütülmesi oldukça zordur. Bu nedenle kamuoyuna takvime bağlı açıklamalar yapmak doğru bir tarz değildir. Çünkü daha çözümüm çerçevesinde kesin bir ortaklık yoktur.

Bugünkü tıkanıklığı oluşturan en önemli sebep, hükümetin yol haritasının bilinmiyor olmasıdır. Akil insanlar Heyeti çalışmasının tamamlanmasının ardından açıklanacağı söylenen yol haritasından aylardır ses seda yok. Son günlerde açıklanacağı ifade edilen demokratikleşme paketinin neleri içerdiğini hükümetten başka kimse bilmiyor.

Akil İnsanlar Heyeti’nin çalışmasının sonuçları nedir? Açıklayacağı söylenen yol haritası neden açıklamıyor? Bilmek istiyoruz.

Biz bu taleplerimizi Haziran ayının sonunda Hükümete sözlü ilettik. Sayın Devlet Bakanı Beşir Atalay’dan raporların yayınlanmasını, kamunun kullanımına açılmasını talep ettik.  12 Ağustos’ta da bu istemimizi yazılı ilettik. Akil İnsanlar Heyeti’nde yer alan insanları da bilgilendirdik bu çalışma hakkında, desteklerini istedik. Hükümetinde benzer yaklaşımda olduğunu öğrenmemize rağmen bugüne kadar hiçbir ses seda çıkmadı. Bazı bölgelerin raporlarını tamamlanmadığına ilişkin duyumlarımız var. Bunun bir an önce aşılmasını ve raporlarla birlikte hükümetin yol haritasının açıklanmasını istiyoruz.

Son iki ayın en popüler tartışması “PKK gerillalarının yüzde kaçının çekildiği veya neden çekilmenin yavaş sürdüğü konusu oluşturdu. Bu tartışmayı elinde konuya ilişkin sağlıklı ve kesin bilgi olanlar yapabilir. Geri çekilme başlarken biz/TBM, geri çekilmeyi izleyen heyetlerin oluşmasını talep etmiştik. Bu heyetler oluşsaydı, bugün “çekildi, çekilmedi” vb. tartışmalar yapılmayabilirdi.

Gerçek ise silahlar sustu, ölümler durdu, PKK’lı gerillaların geri çekilmesi ağır ve aksakta olsa sürüyor. Ama hükümet ve devlet tarafından atılmış ciddi, Türkiye’yi daha fazla demokratikleştirecek veya Kürtleri eşit yurttaşlar kılacak bir adımda söz edemiyoruz. Ya da buna ilişkin güven verici ciddi bir emare yok. Aksine bazı gelişmeler süreci daha fazla sorunlu ve sıkıntılı hale dönüştürme potansiyeli içeriyor. Bunlardan biri TBMM sürdürülen yeni anayasa hazırlıklarında yaşanan “mevcut anayasanın değiştirilemez maddelerin devamı konusunda AK Parti, CHP ve MHP arasında oluşan sorunu çözmeyen bir mutabakat ve ana dil tartışmalarıdır.

Kürt sorunun çözümünün kilit konularını içeren bu “ mutabakat”,  demokratik çözümden uzakta olmanın güçlü emaresidir. Bu yaklaşım yeni anayasa ortaya çıkarmaz yamalı anayasa çıkarır. Halbuki gerekli olan demokratik çözüm ve bunun temelini tesis edecek yeni ve demokratik bir anayasa etrafında geniş ve kapsayıcı bir mutabakattır. Bir hafta önce Nusaybin’de güvenlik güçlerinin PKK’li gerillalarının mezarlarına saldırıya ve cenaze hırsızlığı yapması büyük bir vicdansızlık ve provokasyondur. Buna izin veren, sessiz kalan herkes büyük bir vebal altına girmiş olacak. Barış/çözüm isteyenler bu vahşeti açığa çıkarmak zorundadır.

Diğeri bir konuyu ise Rojava ve Suriye konusunda hükümetin izlediği siyaset oluşturuyor. İçerde çözüm arayışları ve PYD ile diyalog sürdürme yoluna girilmişken Rojava’da,  el Nusra’yı kollamak veya destekliyor olmak akıllıca bir siyaset değildir. Yakın tarihin hiçbir anında bölge Kürtlerinin ortak geleceği bir birine  bu günkü kadar bağlı olmamıştır. Eskiden olduğu gibi artık bir kısım Kürt’ü, Kürt’e kır(dır)ma siyaseti izlerken Kürtlerin diğer kısmıyla iyi geçinmenin imkanı ortadan kalmıştır. Bugün Güney, Kuzey, Batı, Doğu birdir. Keza Suriye’de yaşanan iç savaş ve krizi militarist ve yayılmacı politikalarla aşma yaklaşımı Kürt sorunun çözümünü kolaylaştırıcı bir yaklaşım değildir. Tam aksine süreci ciddi zora sokacak yaklaşımdır.

Barış ve çözüm yolunda hızlı ve emin adımlarla ilerlemenin biricik yolu her alanda daha fazla demokratikleşme, her yer de her kez ile eşitleşme yaklaşımıyla mümkündür. Bu nedenle bugün barış ve demokrasi mücadelesi etle tırnak gibidir. Demokratikleşmekten tereddüt edilerek barış/çözüm gelemez. Savaşı muktedirlerin eseridir, barış ise kitlelerin. Bu nedenle hepimize, herkese çok görev ve sorumluk düşüyor. Yanlışlar, eksiklikler konusunda susmamak, uyarmak;  barış için atılan en küçük adımı ise adresine bakmadan desteklemek durumundayız. Bu nedenle yaşadığımız şu günlerin kıymetini bilmeliyiz. Çözüm için gerçekçi ve gerçekleşebilir adımlar, oyalanmadan, küçük hesaplar yapılmadan atılmalıdır.

 

Hakan Tahmaz,  Dönem Sözcüsü

 

27 Eylül 2013 – “Çözüme evet! Barışa evet! Şimdi barış zamanı” İmza metni ve İmzacılar

Biz aşağıda imzası bulunanlar, ‘çözüm süreci’ başladığında, yıllardır gençlerin can verdiği çatışma ortamının sonlanmasını çok önemli bir adım olarak değerlendirdik, çözüme ve barışa koşulsuz evet dedik. Türkiye’nin kadim bir sorununun çözümü için başlatılan çatışmasızlık ve diyalog süreci, tarihsel öneme sahiptir. Herkesin bu konuda son derece hassas olması gerekmektedir.

“Çözüme Evet! Barışa Evet!” demeye devam ediyoruz. Süreç başladığından beri çeşitli etkinliklerle bu sürecin başarı kazanması için çabalıyoruz.

Geçen aylar boyunca zaman zaman yaşanan tüm gerilimlere rağmen sürecin devam etmesi ve çatışmasızlık koşullarının sürmesi çok önemlidir. Görüşme kanallarının açık tutulması, can kaybı yaşanmamasının sağlanması ve sürecin tüm sıkıntılarına rağmen siyasal alanda tartışılmaya devam etmesi için tarafların gösterdikleri ısrarı olumlu buluyoruz.

Tarihsel ve güncel sayısız dinamiğin üst üste gelmesiyle biriken bir sorunun çözülmesine yönelik adımların hiç bir sıkıntı yaşanmadan ilerlemeyeceğini biliyoruz. Bugün yaşanan sıkışmışlığın aşılmasında ise esas görevin siyasi iradeye düştüğünü vurgulamak istiyoruz.

Çatışmasızlık, diyalog ve geri çekilme süreçleri ardından, aylardır beklenen demokrasi paketi, kritik bir öneme sahip. Paketin içeriği, demokrasi taleplerine sahip çıkan toplumsal kesimlerin istekleri doğrultusunda oluşturulmalıdır.

Taleplerin en başında, on yılların devlet politikası tarafından kimliği inkâr edilen halkların anadilinde eğitim, dışlanan, yok sayılan ve baskı altında tutulananların siyasal ve toplumsal yaşama katılma yollarının açılması ve yerel yönetimlerde demokratikleşme gibi düzenlemeler vardır. Yok sayılan, temel hakları gasp edilen halkların varlığı tanındığında ve hakları her düzeyde garanti altın alındığında kalıcı bir barış, gelişkin bir demokrasi ve savaşsız bir yaşam yönünde kalıcı adımlar da atılmış olacaktır.

 

İmzacılar:

Abrek Önlü; Abdullah Demirbaş (Sur Belediye Başkanı) ; A.Haluk Ünal (Yönetmen) ; Ahmet Faruk Ünsal (Mazlum-Der Genel Başkanı) ; Ali Bayramoğlu, Alkan Çiçek  ; Alper Hraça ; Arus Yumul (Öğretim Üyesi) ; Atilla Dirim (Çevirmen) ; Ayşe Özil; Ayşe Batumlu (Demokrasi ve Özgürlük Hareketi Eş Sözcüsü) ; Balçicek İlter ; Baskın Oran ; Bekir Ağırdır; Bekir Berat Özipek (Öğretim üyesi); Behçet Çelik (Hukukçu) ; Birgül Asena Hızal ; Bülent Aydın (Küresel BAK) ; Bülent Somay ; Cafer Solgun; Cengiz Alğan (Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Sözcüsü); Çağatay Anadol (Tarih Vakfı) ; Cengiz Aktar (Öğretim Üyesi) ; Cihat Gökdemir, Doğan Tarkan (DSİP Genel Başkanı) ; Defne Asal (Gazeteci) ; Eren Keskin ; Ergün Yıldırım; Evren Ergeç (Toplum Gönüllüleri Vakfı) ; Fatma Yörür (Aktivist) ; Ferda Keskin (Öğretim Üyesi) ; Ferhat Kentel (Öğretim Üyesi) ; Fethiye Çetin (hukukçu) ; Fırat Emre Met ; Furkan Soyupak; Garo Paylan (Halkların Demokratik Kongresi); Gencay Gürsoy (Türk Tabibler Birliği) ; Görkem Yeltan (Oyuncu); Gülden Sönmez (İnsan Hakları ve Hukuk Komisyonu Başkanı, Avukat); Hakan Gürel (Barış için Sanat); Hale Sözmen; Hayko Bağdat (TV Programcısı); Işın Eliçin (Gazeteci); İştar Gözaydın (Öğretim Üyesi); Kaan Atalay (Öğretim Görevlisi); Kelemet Çiğdem Türk; Kenan Çayır (Öğretim Üyesi); Kerem Kabadayı (Mor ve Ötesi Grubu); Kuban Kural (Kafkasya Forumu Aktivisti); Lale Mansur, Ludmilla Büyüm; Mahmut Boynudelik; Mahmut Sürmeli (DÖH); Maya Arakon (Öğretim Üyesi); Meltem Oral (Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu) ; Mert Selek ; Merve Arıkan; Mesut Varlık (Öğretim Görevlisi); Meyda Yeğenoğlu (Öğretim Görevlisi); Murat Aksoy (Yazar); Murat Dağlı (Öğretim Üyesi); Mustafa Paçal; Nevzat Çelik; Neşe Erdilek (Öğretim Üyesi) ; Nil Mutluer (Öğretim Üyesi); Nilüfer Uğur Dalay (Küresel BAK); Nur Mardin; Nurcan Kaya; Nurdan Şahin; Nükhet Sirman; Oral Çalışlar (Gazeteci); Osman Kavala (Anadolu Kültür); Oya Baydar (Yazar); Ömer Çaha (Öğretim Üyesi); Ömer Faruk Gergerlioğlu (Araştırmacı, Yazar); Rauf Kösemen; Rober Koptaş (Gazeteci); Roni Margulies (Şair, Yazar) ; Sinan Özbek (Öğretim üyesi); Sedat Tugipa; Selen Gülün (Öğretim Üyesi); Sencer Busun ; Sevgi Tuncel (Aktivist); Sezai Temelli (Gazeteci); Şanar Yurdatapan (Müzisyen); Şengül Çiftçi (Aktivist) ; Şenol Karakaş (DSİP Eş Sözcüsü) ; Taner Ziya Koçak (Barış için Sanat) ; Tatyos Bebek (Dişçi) ; Temel İskit; Tolga Tüzün (Öğretim Üyesi); Turgut Pöğün (Öğretim Üyesi) ; Ufuk Uras ; Ubeyd Güngör ; Ümit Sönmez; Ümit Şahin (Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu) ; Volkan Akyıldırım (Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu) ; Yakup Kadri Karabacak (Demokrasi ve Özgürlük Hareketi) ; Yaman Yıldız (Demokrasi ve Özgürlük Hareketi); Yaşar Güven; Yıldız Ramazanoğlu (Yazar); Yıldız Önen (Küresel BAK) ; Zeycan Alkış (Barış İçin Sanat); Zahit Kuyumcu; Zeynep Gökçe (Öğretim Üyesi); Zeynep Tanbay ; Zişan Tokaç (Aktivist); Zeynep Ansukka.

 

2 Ekim 2013 – “Suriye Tezkeresine Hayır” Yazılı Basın Açıklaması Metni – İstanbul

Hükümet tarafından Suriye konusunda çıkarılmak istenen tezkere, savaşı kışkırtan bir girişimdir ve vazgeçilmelidir. Türkiye, başından beri Suriye iç savaşında daha kanlı bir sayfa açacak olan askeri müdahaleleri teşvik eden bir tutum takınmıştır. Çıkarılmak istenen tezkere de bu askeri müdahalenin koşullarını yaratmak amacıyla kullanılmaya elverişli bir araçtır. Suriye’ye bir askeri müdahale, şimdilik de olsa engellenmiştir. Bu durum, dünyadaki savaş karşıtı hareketin Afganistan ve Irak’ta emperyalist müdahalelere karşı ortaya koyduğu kararlı tutumun bir sonucudur.

Tüm dünya, geçtiğimiz yıllar boyunca Irak ve Afganistan’daki askeri müdahalelerin yarattığı korkunç yıkımları gördü. Afganistan’da halen devam eden işgalden dolayı 300 bin kişi öldü, 2 milyon kişi ülke içinde ve dışında göçmen konumunda çok zor koşullarda yaşamaya çalışıyor. Irak’ta savaş ve işgal döneminde 1 milyon kişi öldü. Ülkenin sosyal dokusu parçalandı, halen her gün onlarca kişi bombalı saldırılarda hayatını kaybediyor.

Savaş karşıtı hareket, yapılan dış müdahalelerin kan ve gözyaşından başka bir şey getirmediğini sürekli anlatarak dünya kamuoyunda müdahale karşıtı bir bilinç oluşmasını sağladı. Artık dünyadaki emperyalist güçlerin herhangi bir ülkeye askeri müdahalesi daha da zorlaştı, bu iyi bir durumdur.

Suriye’ye müdahale konusunda önce İngiltere parlamentosu halkın tepkisini göze alamayarak hükümetinin savaş yetkisi talebini reddetti. Sonrasında ABD yönetimi savaş kararını Kongreye sunmak zorunda kaldı, oylama sonuçlarına güvenemediğinden bulduğu ilk bahaneyle savaştan vazgeçti. Suriye’ye müdahalenin engellenmesinde savaş karşıtlarının ve küresel barış hareketlerinin büyük katkısı olmuştur. Elbette bundan sonra da Suriye’ye dış müdahale konusu tekrar gündeme gelebilir. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu olarak daima savaşa, dış müdahalelere karşı çabalarımızı sürdüreceğiz.

Suriye’de ise Esad diktatörlüğü yakıp yıkmaya ve can almaya devam ediyor. Ülkede insanlık suçları işleniyor. Mart 2011′de başlayan katliamlarda 120 bin kişi öldürüldü ve bu sayıya her ay 5 bin kişi ekleniyor. 7 milyon Suriyeli bulunduğu yerleri terk ederek göçmen hayatı yaşamaya başladı. En son kimyasal silah kullanımı sonucu 1500 kişi hayatını kaybetti. Kimyasal silah kullanımı insanlık suçudur ve cezalandırılmalıdır.

Suriye’deki bu kanlı iç savaş bir an önce durdurulmalıdır. Türkiye ve diğer ülkeler, çatışmayı derinleştiren silah desteğinden, politik ve lojistik müdahalelerden derhal vazgeçmelidir. Suriye’de, halkın kendi temsilcilerini özgürce ve demokratik yollarla seçeceği bir ortam oluşturulmalıdır. Suriye toplumundaki farklı kültürleri, inançları, halkları ve dilleri kapsayan demokratik bir düzen mutlaka ve zaman geçirilmeden inşa edilmelidir. Ama bunun yolu başka devletlerin müdahalesi ve savaş değil, şiddetsiz çözüm süreçlerini devreye sokmaktır.

Diktatörlüğe karşı mücadele eden Suriye halkları, bütün dünyanın demokrasiden, özgürlükten ve barıştan yana olan güçlerinin desteğini hak ediyor. Ancak Suriye halkının özgürlük mücadelesi; onu kendi stratejik çıkarları, ulusal projeleri veya egemenlik hesapları için kullanmaya kalkan ikiyüzlü devletlerin çıkar hesaplarının oyuncağı olmayı hak etmiyor. Esad diktatörlüğünün döktüğü kanı, Ortadoğu’ya yönelik yeni bir askeri müdahalenin ve savaşın gerekçesi yapmak isteyen bütün güçler, ister ABD, ister NATO, ister Türkiye olsun, karşılarında yine biz savaş karşıtlarını bulacaklar.

Bütün savaş karşıtlarını Suriye’ye karşı her türlü askeri müdahaleye karşı çıkmaya çağırıyoruz. Türkiye’nin Irak savaşına girmesini sağlayacak tezkereyi nasıl engellediysek aynı şekilde Suriye tezkeresine de karşı çıkmaya çağırıyoruz.

ESAD DİKTATÖRLÜĞÜNE HAYIR!

SURİYE TEZKERESİNE HAYIR!

SAVAŞA HAYIR!

 

Faruk SEVİM

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu yürütme kurulu adına

 

1 Aralık 2013 –  Hrant Dink Davası’na Çağrı –  İstanbul

Hrant’ın Arkadaşlarının Çağrısı:

“Her şeyi iyi bildiğiniz gibi Hrant Dink”in gerçek katillerini de iyi biliyorsunuz.  Çoğunu tanıyorsunuz, devleti birlikte yönetiyorsunuz.

Ve perdeyi kaldırmıyor, tetiğin arkasındaki elleri korumaya devam ediyorsunuz.

Sahneye koyduğunuz müsamerenin ikinci perdesi Çağlayan Adliyesi”nde devam ediyor.

Biz yine orada olacağız, “gerçek katiller yargı önüne çıksın” diyeceğiz.

3 Aralık Salı, saat 10.00″da Çağlayan Adliyesi C Kapısı”ndayız!”

 

3 Aralık 2013 –  Hrant Dink Davası –  Sermiyan Midyat Konuşma Metni – İstanbul

Bu duruşma için çağrı metnimizi hazırlarken iktidara seslenerek, “Her şeyi iyi bildiğiniz gibi, katilleri de zanlıları da iyi bilirsiniz” dedik. “Çoğunu tanıyorsunuz, devleti birlikte yönetiyorsunuz” dedik. Neden böyle dedik? Çok açık. Hrant Dink’in ırkçı, planlı ve resmi görevlilerin de içinde olduğu bir cinayete kurban gitmesinden sonra gördüklerimiz, bu cinayetten devletin farklı kanatlarının bilgisi olduğunu, üst ya da alt düzey kimi devlet görevlilerinin katillleri yüreklendirdiğini ya da en hafif tabirlerle onlara yol verdiğini ortaya koyuyordu. Aradan geçen yaklaşık 7 yıl boyunca hiçbir devlet görevlisi ciddi biçimde, gerektiği biçimde, yargılanmaları gereken suçtan yargılanmadı. Yargılanmadıkları gibi, haklarında soruşturma talep edilen devlet görevlilerinin çoğu terfi etti. Aralarından devletin üst makamlarına terfi edenler bile oldu.

Hrant Dink’in o yazısında suç unsuru bulan hakimler de devlet içinde yükselmeye devam ettiler. Önemli makamlara geldiler. Hrant için o utanç verici oturumda “suçludur” diyen herkesin bir şekilde önemli bir makama geldiğini, yükseldiğini öğrendik. Aralarından bazıları “Türk olsaydı suçlu bulunmazdı” dediler. Devletin ırkçı bakış açısını ifşa ettiler. Bunun için diyoruz ki, katilleri de, zanlıları da, iyi bilirsiniz. Çünkü devleti onlarla birlikte yönetiyorsunuz. Ve bu davada adalet talep edenler için de bir müsamere tertipliyorsunuz. İkinci kez başlayan şu dava sürecinde tetiği çeken ve onun yakın çevresi, belki yeni cezalar alacaktır. Ancak hepimiz biliyoruz ki biraz önce bahsettiğimiz, onları yüreklendirenler, onlara yol verenler, cinayet işleneceğini bildiği halde başını öte yana çevirenler yargılanmayacaktır.

(Ki bu ırkçı bakışın insanları nasıl da cesaretlendirdiğini kendi hayatımdan da örneklemek isterim. Bir ırkı, bir rengi, bir dili, bir dini ya da bir mezhebi küfür zanneden kimi canlıları, benim adımın Sermiyan olması bile çoğu zaman rahatsız etmiştir. Adım Kürtçe kökenli bir isim olsa bile, adımda geçen “-yan” tınısı dahi kimilerinin ırkçı damarlarını kabartmaya yetiyor. Ben Ermeni, Süryani olmasam da, sonuna kadar Hrant Dink’im. Ya da bu ırkçı zihniyete karşı şöyle söylemeliyim: Siz neyseniz, ben o değilim. – Sermiyan Midyat)

İktidar çevreleri eleştiriler karşısında her seferinde “Biz yargıya karışamayız” diyor. Oysa hepimiz iyi biliyoruz ki, iktidar eğer isterse yargının elini de rahatlatıyor, önünü de açıyor. Ancak bir “milli mutabakat cinayeti” olarak adlandırdığımız bu vakada devletin tüm kanatları sus pus olmuşlar, perde gerisine çekilmişlerdir. Geçtiğimiz günlerde Hrant Dink’in avukatlarından Fethiye Çetin’in “Utanç Duyuyorum” isimli bir kitabı yayımlandı. Fethiye Çetin, hem cinayet öncesi hem cinayet sonrası yaşadıkları, gördükleri için bu ismi uygun görmüştü. Haklıdır. Biz de utanç duyuyoruz. Hrant ölmeden önce ve öldürüldükten sonra bilhassa bu mahkeme salonlarında, adliye koridorlarında yaşananlardan utanç duyuyoruz. Yine de bekledik ki cinayete ilişkin çok sayıda yeni ipucu içeren bu kitap sonrasında yargı çevreleri harekete geçsin. Çünkü kitabı okuyan herkes şu ana kadar bildiklerimizin ötesinde yeni ipuçları ile karşı karşıya kalıyordu. Ergenekon davası biraz daha ciddiyetle ele alınsa, bu cinayete ilişkin yeni bulgulara erişilebileceğini bu kitapla birlikte bir kez daha gördük. Dink cinayetinin devletle ilişki içinde çeteler arasında nasıl da, deyim yerindeyse, ihaleye çıkarıldığını bir kez daha gördük, yeni ipuçları ile karşılaştık.

Ama hayır. Yaprak kıpırdamadı. Yeri geldiğinde belgelerin havada uçuştuğunu gördük, görüyoruz. Ama bu davada herkes sus pus. Dolayısıyla bu cinayetin bir milli mutabakat cinayeti olduğu konusundaki yargımız maalesef pekişmiştir. O yüzden diyoruz ki, evet, katilleri de, zanlılar da iyi bilirsiniz. Ama biz de, yani sadece Hrant davasında değil, devletin üzerini örttüğü, katilleri, suçluları koruduğu tüm davalarda adaleti arayanlar, diyoruz ki, biz de adaletin peşini bırakmamayı iyi biliriz. Biz de adalet talebinde inat etmeyi iyi biliriz.

Biz bitti demeden bu dava bitmez!

Sermiyan Midyat

Hrant’ın Arkadaşları adına

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Did you find apk for android? You can find new Free Android Games and apps.
Share.

Comments are closed.