Nilüfer Uğur Dalay ile Röportaj, Işıl Sarıyüce
Arkada bıraktığımız haftada Türkiye’nin gündemine füze kalkanı damgasını vurdu. Lizbon’da bir yandan NATO Zirvesi’nde kapalı kapılar ardında bu sistem masaya yatırıldı, bir yandan da alternatif zirvede düzenlenen konferanslarla “NATO’ya karşı barış için ne yapmalı?” sorusuna cevap arandı. Türkiye’ye yansıyan daha çok kapalı kapılar ardında konuşulanlar ve Türkiye’nin pozisyonuydu ama Yeşil Gazete olarak biz “kalkana da savaşa da hayır” diyenlere ışık tutmak istedik. Uzun yıllardır savaş karşıtı hareketin içinde olan bir isme, Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’ndan Nilüfer Uğur Dalay’a sorularımızı yönelttik.
NATO, “silah, korku, tehdit, baskı ve saldırı demek” diyen Dalay barışın romantik bir ütopya olmadığına vurgu yapıyor.
Füze savunma sistemi konusunda nasıl adlandırılacağı ile başlayan bir tartışma, bir anlamda kafa karışıklığı var? Nedir bu sistem? Kalkan mıdır?
NATO, 1999 Washington Zirve’sinden sonra “Terörizme karşı savaş” tehdit algısını yeni bir konsept olarak belirledi. 2006 Riga Zirvesi’nde ise “enerji hatlarının güvenliği” kavramı ve bölge dışında etkinlik gösterme kararını ortaya koydu. Lizbon Zirvesi’ni, işte bunların meşrulaştığı yeni güvenlik ve stratejik konsept ile savunma sisteminin bir parçası olarak görmek gerekir. Bu sistem ve zirve ayrıca NATO’nun doğuya doğru genişlemesinin bir mihenk taşı olarak da görülebilir. Savaş terminolojisinde her savunma sisteminin aynı zamanda bir saldırı sistemi de olduğunu düşünecek olursak “Füze Savunma Sistemi” olarak anılanı aynı zamanda “Nükleer Hedef Olma Sistemi” olarak da okuyabiliriz.
Türkiye’nin Lizbon’da izlediği politikayı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye, üye olmaya çabaladığı süreçte (1950 Yılında İncirlik Üssü’nün ABD tarafından kurulmasına izin verilmesi ve Kore Savaşı’na katılması) ve olduğu 1952 yılından bu yana hiç bir zaman NATO’ya karşı bir ülke olmamıştır. Dolayısı ile son süreçte de “sadık bir NATO müttefiki” ve yenidünya tasarımında yer almak isteyen bir ülke gibi davranmıştır.
Füze savunma sistemin Türkiye’ye yerleştirilmesi ne anlama gelir? Etkileri ne olur? Türkiye’nin savunması güçlenir mi yoksa hedef haline mi getirir?
Askeri kural şudur: Düşmana en yakın yerde konuşlanan ve silahlanan, düşmana en yakın hedef olur. Türkiye bu kararla bir hedef ülke durumuna girer ve hem ulusal füze sistemi için, hem de NATO sistemine entegrasyon için bütçe ayırmak zorunda kalır. Yalnızca entegrasyon maliyetinin NATO için, 10 yılda 200 milyon Euro olduğunu düşünürsek, Türkiye’nin payına, henüz netleşmese bile, ne denli büyük bir yük düşeceğini tahmin edebiliriz.
NATO kuruluşundan bu yana Amerikan çıkarlarını savunmakla eleştiriliyor. Başbakan Erdoğan’ın “komuta NATO’da olmalı” sözleri bu bağlamda ne anlama geliyor?
NATO kurulduğu günden bu yana, yalnızca Sosyalist Blok’a karşı Batı merkezli ittifak olmamış, dünya ekonomisinin egemenlik utkusunun ve ilişkilerinin, Avrupa’yı ABD’ye bağlayarak koruyan, buna hizmet eden askeri ve siyasi bir platform olmuştur. Bu ana felsefe çerçevesinde şekillenmiş kendi kuralları ve organizasyon şeması vardır. NATO’da düğmeye basma işi, üye ülkelerin tamamı tarafından onaylanan kurallar çerçevesinde Brüksel’deki Avrupa Müttefik Kuvvetler Yüksek Karargâhı (SHAPE) yetkisindedir. Bunu ebetteki Başbakan Erdoğan çok iyi bilmekte ama “ulusal kamuoyu iyi bilmediği için” seçim öncesi “bir bilgilendireyim” diye düşünmüş olmalı.
“ Milyon dolarlık bütçeler kimin için?”
Savunma sistemi yerleştirme konusu İran’ın adının “tehdit” olarak geçip geçmemesine indirgendi, bu çerçevede tartışıldı. Türkiye’nin savını benimsetmesi anlamında bir kazanım elde ettiğini söylemek mümkün mü?
O halde tehdit kim? Bu milyon Euro’luk bütçeler kimin için? “Komşularla sıfır sorun”, “İran ile sıfır sorun” politikaları uygulandığı söylenirken, yeni Kırmızı Kitap’a göre komşulara yönelik tehdit algıları değişmişken, komşuları tehdit olarak algılamıyorsanız, o zaman füze savunma sisteminin gereği olan radarlarla kalkanların ülkenizin topraklarına konuşlanmasına niye izin veriyorsunuz? Niçin böyle bir anlaşma metnine taraf oluyorsunuz? NATO Washington Ortaklık Anlaşması’nın 5. Maddesi “güvenliğin bölünmezliğini” ve NATO müttefikliğinin gereklerini açıklamıyor mu? Türkiye’de uzunca bir süredir, iç politikaya ve dış politikaya yönelik söylemler, sözün söylendiği yer, zaman ve zemine göre değişir oldu.
Irak Savaşı’nın yaşandığı bu coğrafyada İran konusunun gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz? İran gerçekten tehdit mi?
Sermaye birikimi, teknoloji bilgisi, bunların askeri gelişmeler için kullanılması ve buna uygun siyasi iktidarların oluşması nasıl savaşa kaynaklık eden tehdit ve risklerse İran da bu kadar, tehdittir. Ama dünyadaki bu nitelikteki diğer ülkelerden daha fazla tehdit değildir. Burada önemli olan, sorunların silahlarla değil, diyalogla aşılması yönteminin benimsenmesidir. Sorunlarınızı askeri yöntemlerle çözme felsefesi tüm ülkeleri, tüm dünyayı büyük bir tehdit yumağı haline getirdi. Bugün dünyada 165 noktada silahlı çatışmalar sürmekte ve bugüne kadar gördüğümüz kadarıyla, çözülmüş herhangi bir sorun da yok.
“Yeni yüzyılın NATO’su biçimlendiriliyor”
Füze savunma sisteminin NATO’nun yeni stratejik konseptinin ana unsurlarından olduğu söyleniyor. Bu ne demek? Nedir yeni konsept?
Yukarıda da ana hatlarını söylediğim gibi, yeni konsept, yeni yüzyılın NATO’sunu biçimlendirmekte. Bunun altında da elbette yeni yüzyılın tasarlanması var ki, hiç bir yeni tasarım büyük altüst oluşlar olmaksızın gerçekleşmez. Çin’in önlenemez yükselişi karşısında dünya ekonomisinin merkezi artık Batı’dan doğuya kayıyor ve çok kutuplu bir dünyaya doğru yol alınıyor. Yeni NATO konsepti, Batı merkezli ittifakın, içine Rusya’yı da alarak genişletilmiş bir Amerika-Avrupa-Avrasya ekseni oluşturulmasıdır.
Savaş karşıtları yeni konsepte karşı ne yapıyor? Ne yapmalı? Nasıl bir eylem planı?
Savaş karşıtları bu uzun soluklu eylem gündeminde elbette “savaşa karşı barış” kültürünü kurma mücadelelerinden vazgeçmemişlerdir. Barış kültürü sorunların olmadığı “romantik bir ütopya” değildir. Sorunların diyalogla çözümlenmesinin gereğine inanan bir kültürdür.
Tam da dünyanın NATO’yu, güvenliği, füzeleri konuştuğu günlerde Kuzey Kore Güney Kore’yi vurdu. Kuzey Kore “tehdit” algılanan ülkelerden biri. Bu saldırıyı, zamanlamasını ve etkilerini değerlendirir misiniz?
Batı ittifakının askeri ve siyasi olarak doğuya kaydırılma nedenlerinden biri de elbette ki tehdit ve risk unsuru olan merkezlerdir. Her nükleer silah sahibi ülke gibi Kuzey Kore de bir tehdit ve tehlike noktasıdır. Dünya, nükleer silahlardan arındırılmadığı sürece bu tehditler ve riskler devam edecektir.
“NATO’yu izlemeye devam ediyoruz”
Lizbon’da bir de alternatif zirve yapıldı. O nasıl geçti?
NATO’nun yeni konseptine karşı savaş karşıtlarının neler yapabileceğinin tartışıldığı forum, seminer ve atölyeler ile geçti. Canlı ve kararlı bir katılım vardı ve Portekiz Komünist Partisi’nin de katılımıyla 10.000’den fazla kişinin katıldığı bir karşı yürüyüş ile sonlandı. NATO’yu izlemeye devam ediyoruz!
Savaş karşıtları olarak NATO’ya neden karşısınız? NATO’nun lağvedilmesi neden daha barışçıl bir dünya demek?
Çünkü NATO, silah demektir. Korku, tehdit, baskı ve saldırı demektir. NATO yeni konseptle yaratılan yeni “hayali tehditler” demektir. NATO, sürekli savaş korkusu altında yaşamak demektir. “Bende silah var” demek karşısındakine de ya “bana boyun eğ”, ya da “bana karşıysan silahlan, kendini savun” demektir. Her iki durum da insan onurunu zedeleyen yaklaşım biçimidir. Oysa barış kültürü “gel, konuşalım ve beraberce sorunlarımızı çözelim” demektir. Diğer bir deyişle “eşitler arasındaki bir ilişkiyi” tarif eder.
NATO’nun söylemi güvenlik, karşıtlarınınki ise barış. Nasıl ulaşılır daha barışçı bir dünyaya?
Önce barışa inanarak. İnsana inanarak, güvenerek. Başkalarının incinebileceğini düşünerek, büyüyerek. İnsanın, toplumların kendini gerçekleştirme haklarının olduğuna inanarak.